09 Kasım 2020

, ,

Ekim

Dan Wadada Nabudere [15 Aralık 1932-9 Kasım 2011] Uganda’nın önemli akademisyenlerindendir. Afrika’nın birliğini savunan yazar, Marcus Garvey Panafrika Enstitüsü’nün kurucusudur. Aşağıdaki yazı, Nabudere’nin Emperyalizmin Politik Ekonomisi isimli çalışmasından alınmıştır.
● ● ●
Ekim Devrimi, yeni bir dönemi başlattı. Tarihte ilk kez uluslararası proletaryayı ve dünyanın ezilen halklarını temsil eden sosyalist devlet, emperyalizme günlerinin sayılı olduğu konusunda ikazda bulundu. “Tüm ülkelerin işçileri ve tüm ezilen halklar birleşin” sloganı, ilk kez gündeme geldi. Proletarya yeni müttefikler kazandı. Bu ittifaklar, tekelci kapitalizm koşullarında gerçekleşen kapitalist gelişmenin yaşadığı çelişkilerin bir sonucuydu.
1917’de Sovyetler, tazminata ve ilhaka izin vermeyen bir barış anlaşması yapılması çağrısında bulundu. Ayrıca Sovyetler, silâh zoruyla ilhak edilmiş toprakların özgürleştirilmesini, işgal altındaki topraklardan askerlerin çekilmesini ve savaş esnasında kayıplar yaşamış halkların bağımsızlığının verilmesini talep etti. Ayrıca Sovyetler, parçası olduğu ülkeden ayrılmak isteyen ulusal grupların politik geleceğine karar verme noktasında halk oylaması yapılmasını ve ulusal azınlıklara demokratik haklarının verilmesini istedi. Alınan kararın asıl önemli yanı, onun aynı ilkelerin sömürge halklar için de uygulanmasını istemesiydi. Buna göre sömürge halklar, kendi kaderini tayin hakkına ve bağımsızlığa kavuşacaklardı. Kararda gizli işletilen diplomasi mahkûm edilirken, bir yandan da açık halk diplomasisinin yürütülmesi talep edilmekteydi.
Sağlam temeller üzerine oturtulmuş, ahlakî açıdan güçlü ve propaganda amacıyla ilân edilmiş tüm bu devrimci talepler, emperyalistleri ciddi ölçüde rahatsız etti. Avrupalı güçler, Bolşeviklerin itirazını pek ciddiye almadılar, ilhak ettikleri yerleri ve sömürgeleri terk etme konusunda hiçbir şey yapmadılar. Buna karşılık ABD başkanı Wilson, Sovyetler’in itirazını ciddiye aldı ve On Dört Maddelik Program’ını hazırladı. Program, gizli diplomasiyi Sovyetler gibi reddeden ve kendi kaderini tayin hakkı ilkesini onaylayan bir tür karşı-manifestoydu. Ama burada Wilson, esas olarak Avrupa dışındaki sömürge topraklarından söz ediyordu.
Bu epey iddialı olan ilkeler, ABD’nin baskısıyla, diğer kapitalist ülkelerce kabul edildi, sözlü olarak kimi taahhütlerde bulunulmuş olmasına rağmen bahsi geçen ilkeler, Versay Anlaşması’nda dikkate alınmadı. Wilson’daki liberalizmin tüm dünyayla ilgili olarak hazırladığı programın özünü teşkil eden kendi kaderini tayin hakkı ilkesi, esasen programın beyan edilmesinden kısa bir süre sonra gerçekleşen Bolşevik devrime Wilson tarafından yapılan müdahaleler üzerinden açıktan ihlal edildi.
Savaşın ardından ABD, kilit sektörlerdeki üretimi artırması için yeni pazarlara ihtiyaç duyduğunu anladı. Doğu Avrupa’nın emperyalizmin kontrolünden çıktığı savaş sonrası dönemde Sovyetler’in gerçekleştirdiği saldırı ile birlikte emperyalizm, elinde kalanı koruma ihtiyacı ile yüzleşti. Yeni politika uyarınca kendi kaderini tayin hakkı fikrine yoğunlaşılacak, böylelikle emperyalizme ilericilik maskesi takılacak, tüm inisiyatif Sovyetler’in elinden alınacaktı. Bu politika, ABD’ye hiçbir şey kaybettirmez, aksine onun ekonomisini güçlendirirdi. Sömürgeciliğin ortadan kaldırılmasını isteyen ABD stratejisi, bu anlamda emperyalizmin bir ürünüydü. Yeni sömürgecilik stratejisi, bu politikadan neşet etmişti.
Emperyalizmin bu yeni politikayı uygulamaya koymak istemesinin bir sebebi daha vardı. Avrupa’da özellikle yeni sömürgecilik sahasında “komünizmin yol açtığı yıkım”, özgürlük ve demokrasiden yana durduğu ölçüde emperyalizm için bir sorun teşkil etmiyordu. “Komünist yıkıcılık”la ilgili korkunun köklerini emperyalizmde aramak gerekmekteydi. Emperyalizm, tam da bu sebeple söz konusu yıkıcılığa hassasiyet geliştirdi. Emperyalistler, Üçüncü Dünya’ya dayatmak istedikleri “demokrasi” ve “özgürlük” modelinin burjuvazinin Avrupa, Amerika ve Japonya’da ekonomik kalkınma düzleminde elde ettiği sonuçlara yol açmayacağının gayet açık farkındaydı.
Avrupa’da burjuvazi, feodalizmi ve krallık rejimlerini ezilen köylülerin kitlesel desteği ile alaşağı etmişti. Gelgelelim bu türden bir burjuva devrimin ihtiyaç duyduğu koşullar sömürgelerde mevcut değildi. Avrupa’da feodalizmin yıkılışı, köylülüğün feodal sömürüden kurtulmasına ve ekonomik kalkınmaya sebep olmuş, bu süreçte yeni bir sömürü biçimi olan ücretli emekle tanışılmıştı. Ancak sömürgelerde ve yarı sömürgelerde köylü kitlelerin emperyalizm koşullarında bu türden bir ekonomik kalkınmaya ve kurtuluşa tanıklık etmesi imkânsızdı.
Emperyalizm, kapitalizm öncesi toplumların tümüyle dönüşmesine izin veremez, hatta tam aksine, bu toplumların dönüşümüne mani olur, onları tekelci kapitalizmin ihtiyaçlarına tabi kılar. Bazı sömürgelerde burjuvazinin iktidarı ele geçirmesiyle kapitalizm gelişmeye sebep olsa da 1880 sonrasında ele geçirilen bir sömürgede veya yeni elde edilen bir sömürgede bu türden bir gelişimin yolunun açılması mümkün değildir.
Emperyalizmde kapitalizm, gelişiminin en üst aşamasına ulaşmıştır. “Aşırı üretim” kaynaklı krizden en azından kısa vadede çıkabilmesi için üretimin yoğunlaştırılması, pazarların büyütülmesi, sermayenin organik bileşiminin kâr getirecek düzeylerde tutulması için önemli hammadde kaynaklarının güvence altına alınması gerekir. 1880 sonrasında kartel, tröst ve şirket birlikleri türü tekeller meydana gelmiştir. 1880-1900 döneminde sömürgeler için verilen mücadele yoğunlaşmıştır. Ayrıca ilk defa “işgal altında olmayan” topraklar, tüm dünya genelinde Avrupalı, Amerikalı ve Japon tekeller tarafından bölüşülmüştür.
Yeni gelişen koşullarda emperyalizm, sömürge ve yarı sömürge ülkelere hâkim olduğu sürece klasik burjuvazinin kalkınma yolunun kapalı olduğu görülmüştür. Bu yolu kapatansa Avrupa, Amerika ve Japonya’daki çelişkilerle yüklü kapitalist gelişimdir. Tekelci kapitalizm, ancak dünyayı sömürdüğü takdirde hayatta kalabilir. Bu çelişkilerle yüklü süreçte kapitalizm, sömürgelerde küçük de olsa işçi sınıfı meydana getirmiştir. Sonrasında bu sınıf, emperyalizme karşı mücadelenin öncüsü olarak, sömürgelerde ve yarı sömürgelerde ayaklanmıştır. Bunun sebebi, üretim güçlerinin gelişimi adına, yeni sömürgeler dünyasındaki koşulların emperyalizmin tasfiyesini talep etmiş olmasıdır.
Ayrıca Ekim Devrimi, hem emperyalist ülkelerin proletaryası hem de sömürge ve yarı sömürge halklara mensup proletarya ve köylülük için yeni bir umut olmuştur. Artık emperyalizmi yıkmak hem mümkündür hem de tarihsel bir zorunluluktur, üstelik bu yıkım işlemi sosyalizm temelinde gerçekleştirilebilmektedir. Geri kalmış sömürge ve yarı sömürge ülkelerde devrimci değişim imkânları ortaya çıkmıştır.
Dan Wadada Nabudere
[Kaynak: The Political Economy of Imperialism, Zed Press, İkinci Baskı, 1978, s. 268-279.]