29 Kasım 2020

Ekonomi Kâr Değil Toplumsal İhtiyaç Uyarınca Resetlenmeli

Dünya Ekonomi Forumu’nun internet ortamında düzenlediği son toplantısında Britanya kraliyet ailesinin yaşlı varisi Prens Charles, IMF başkanı Kristalina Georgieva ile konuşuyor. Prens, esasen sürdürülebilir olan bir ekonomik ve toplumsal sistemin inşasını amaç edinmiş Sürdürülebilir Piyasalar İnisiyatifi’ni de içeren Büyük Sıfırlama etkinliği kapsamında konuşuyor. Bu projeye Galler Prensi ve DEF de destek sunuyor. Charles, Covid salgını sona erdikten sonra dünya ekonomisinin resetlenmesi çağrısında bulunuyor.

Galiba kraliyet ailesinden biriyle bir konuda ilk kez aynı düşünüyorum! Evet Charles haklı, pandemi sonrası dünya ekonomisi resetlenmeli.

Tabii Prens’in aklında kapitalist üretim tarzını ortadan kaldırmak yok, o sadece kapitalizmin daha iyi, daha adil işlemesini, kendisinin “sürdürülebilir gelişme” dediği yolu takip etmesini istiyor. Konuşmasında danışmanlarının yazıp eline verdiği “beş maddelik plan” üzerinde duruyor. İlk maddede bizim tüm canlıların birbirlerine bağımlı olduğu gerçeğini kabul etmemiz gerektiğinden bahsediliyor. Başka bir ifadeyle bu maddeyi kaleme alanlar, insanlıkla doğa arasındaki bağın koptuğunu söylüyorlar. Bu tespitinde esasen Charles, tabii bilmeden, Marx ve Engels’in 150 yıl önce yaptıkları analizi kabul ediyor ve kapitalist üretim tarzının gelişmesiyle birlikte insanla doğa arasında metabolik bir yarığın oluştuğu tezine destek sunmuş oluyor.

Kapitalizm koşullarında kâr elde etme dürtüsü, sanayileşmenin ve kentleşmenin dünya genelinde kontrolsüz bir biçimde genişlemesini beraberinde getirdi. Emeğin üretkenliğindeki artışla birlikte dünya nüfusu da arttı, ama bu süreçte çevreye, doğaya, yaban hayatına zerre saygı gösterilmedi. Yerel tarım faaliyetlerinin yerini küresel endüstriyel tarım aldı. Ormanlar, tomruk üretimi ve maden çıkartma faaliyetleri, ayrıca dünya ekonomisine hizmet verecek fosil yakıtlar adına yok edildiler. Bu sayede insanlar, uzak bölgelere ulaşma imkânı buldular, böylece binlerce yıldır yaban hayatının içerisinde olan patojenlerle arasındaki mesafe daraldı. Bu patojenler, bugün endüstrinin parçası olan çiftlik hayvanları ve gıda piyasaları üzerinden bu tür hastalıklara karşı bağışıklığı bulunmayan insanlara bulaşıyorlar. Covid-19, doğanın insana bulaştırdığı yeni patojenlerden sadece biri.

Prens Charles, dünyadaki kapitalist ekonominin stratejik liderlerinin söz konusu yarığı görmelerini ve insanlığı sürdürülebilir bir süreç dâhilinde doğayla uyumlu kılacak yollar bulmalarını istiyor. Lâkin bu noktada Prens, bu talebin sermaye biriktirme ve kâr konusunda sınır mınır tanımayan bir üretim tarzında yerine getirilip getirilemeyeceği sorusunu görmezden geliyor. Konuşmasında Charles, “bu toparlanma sürecinin ana motorunun özel sektör olması gerektiğini, iş dünyasının liderlerinin, büyüme konusunda aşırı hevesli olma sebebiyle oluşan, çevreye yönelik zararı görmeye başlamalarına sevindiğini” söylüyor.

Beş maddelik planında Charles, ayrıca enerji için fosil yakıtları kullanan ve kontrolsüz bir biçimde ilerleyen endüstrileşme sürecinin küresel ısınmaya sebep olduğunu, küresel ısınmanın ise iklimi, felâketlerle yüzleşmemize neden olacak ölçüde değiştirdiğini söylüyor. Prens’in tespitine göre dünya ekonomisi, en kısa sürede sıfır salınım seviyesine gelebilmek için resetlenmeli. Peki bu iş nasıl yapılacak? Prens, bu işin piyasa eliyle yapılması gerektiğini söylüyor ve “karbon fiyatlandırmasının sürdürülebilir bir piyasa için eleştirel bir hat açabileceği” üzerinde duruyor. Oysa gerçek şu ki salınımların kontrolü noktasında piyasa temelli çözümler tümüyle başarısız oldular. Küresel ısınmanın ve iklim değişikliğinin yegâne çözümü piyasa ise vay bu dünyanın hâline!

Konuşmasında Charles, başka bir çözümden de bahsetmiyor. Beş maddelik programı, “yatırımların yeniden dengelenmesi gerektiğinden, yeşil yatırımların artırılmasıyla yeşil enerji, döngüsel ekonomi, biyolojik ekonomi, ekolojik turizm ve yeşil kamu altyapısı gibi sahalarda iş fırsatları sunabileceğinden” başka bir şey söylemiyor. Ama Prens, bu yatırımları kapitalist sektör ve fosil yakıt endüstrisinin yapmayacağı konusunda bir iddiada bulunmuyor. Fosil yakıt endüstrisinin sıfırlanacağını söylemiyor. Bunun yerine, yeşil yatırımların daha kârlı olacağından ve bu yatırımların yeni iş imkânları sunacağından bahsediyor.

Son maddede Prens umudunu bilime, teknolojiye ve inovasyona bağlıyor. Dünyadaki kapitalist ekonominin sürdürülebilir bir hat üzerinden sıfırlanmasının mümkün olduğunu, zira insanlığın sürdürülebilir bir gelecek çerçevesinde kârlı ve mümkün olana dair görüşlerimizi değiştirecek, süreci hızlandırması muhtemel atılımların eşiğinde olduğunu söylüyor. “Kârlı ve mümkün”se sorun yok demek ki!

Jeff Gibbs ve Michael Moore’un İnsanlar Gezegeni isimli son filmi, yalan yanlış görüşleri aktardığı ve “dünyada çok insan var” diyen Maltusçu yaklaşım üzerinde durduğu için eleştirilmişti. Gelgelelim film, bir yandan da “yeşil kapitalizm”in fosil yakıt endüstrisine dayandığını, kapitalist şirketlerin gezegeni kurtaracağı iddiasının yalan ve ham hayalden ibaret olduğunu söylüyor. Sera gazı salınımlarını asıl fosil yakıt endüstrisinin ürettiğinden, bu tür yakıtları en çok da orduların kullandığından bahsediyor. Charles, bu noktada herhangi bir çözüm önerisi sunmuyor.

Kapitalizm, gezegeni iklim felâketinden kurtarma konusunda hiçbir şey yapamaz. İnsanlığı doğayla uyumlu kılamaz. Bunun için enerji ve gıda üretiminin dünya genelinde planlanmasına ve kamunun kontrolüne girmesine ihtiyaç vardır. Ünlü ekonomist Mariana Mazzucato’nun ifadesiyle, “ekonominin nitelik itibarıyla küreselleştiği koşullarda küresel düzlemde yürürlüğe konulacak gerçek bir ıslah planı yoksa dünya ekonomisini sürdürülebilir bir süreç dâhilinde sıfırlamak mümkün değildir. Bizim, yatırımın öncülük ettiği, küresel düzlemde uygulanacak bir Yeşil Yeni Düzen’i gündeme getirecek, sadece tepkisel değil, ayrıca stratejik olan politikalar lazımdır. Yaratıcılığı ve inovasyonu destekleyecek karbonsuz şehirlerin ve bölgelerin oluşturulmasını öngören cesur planlara ihtiyacımız vardır.”

Mazzucato ayrıca, “2020 yılının bizim güçlü küresel sağlık sistemlerine ihtiyaç olduğunu gördüğümüz yıl” olduğunu söylüyor. Ona göre, “dünyanın yeniden buhran sürecinden geçmemesi için Yeşil Yeni Düzen’e ve yatırımların yön verdiği ıslah planlarına ihtiyacı var.” Maalesef sürecin öncülüğünü devletin yapması gerektiğini, dizginlerin piyasaya bırakılamayacağını söyleyen Mazzucato, esasen kapitalist sektörle kurulacak ortaklıkları temel alan bir çözüm yolu öneriyor. Oysa fosil yakıt endüstrisiyle kurulacak ortaklığı temel alan her türden Yeşil Yeni Düzen, başarısızlığa mahkûm.

İnsanlığın ileride pandemiler sebebiyle ölmesine mani olacak ve hastalığı kapmış kişileri koruyacak güçlü bir sağlık sistemini kâr delisi büyük ilâç şirketleriyle kurulacak ortaklıkla birlikte inşa edilmesini, özel şirketlerden hizmet ve tıbbi ekipman alınmasını öngören adımların yanlış olduğu, bu pandemi sürecinde net bir biçimde görülmüş olmalı.

Birkaç yıl önce Avrupa Birliği Komisyonu, kendi bünyesinde Yenilikçi İlâçlar İnisiyatifi adında bir yapı oluşturdu. Kurul, komisyona bağlı görevlilerden ve Avrupa İlâç Endüstrileri Federasyonu (EFPIA) temsilcilerinden müteşekkildi. Federasyon, GlaxoSmithKline, Novartis, Pfizer, Lilly ve Johnson & Johnson gibi sektörün önemli isimlerine ait üyeleri içermekteydi. İnisiyatif’e yaklaşık beş milyar avroluk bir bütçe tahsis edildi. Bütçenin yarısı devlete, yarısı ilâç şirketlerine aitti. Ama bu araştırma projelerini esasen ilâç şirketleri kontrol ediyorlardı. Söz konusu şirketler, AB’nin pandemiye mani olmak için gerekli aşıların üretimini hızlandırma planına karşı koydular. Aynı şirketler, Mers ve Sars gibi hastalıklarla başa çıkabilmek için kurulmuş Salgınlara Hazırlık İnovasyonları Koalisyonu ile projeler yürütülmesi fikrine karşı çıktılar.

Bunun yerine İnisiyatif, toplumsal ihtiyacı karşılama değil, şirketlere kâr sağlama amacı güden projelere imza attı. Hazırlanan bir raporda da aktarıldığı biçimiyle, “faaliyet alanı uyarınca yenilikçi ilâçlar geliştirme sürecini hızlandırıp piyasadaki kusurları telafi etmek yerine, İnisiyatif, piyasanın önceliklerini esas aldı ve daha çok iş dünyasının çıkarlarını düşündü.” Özel-kamu ortaklığının bundan gayrı bir sonuç üretmesi mümkün değil.

Bloomberg İstihbarat Bürosu verilerine göre, geçen yıl dünyanın en büyük yirmi ilâç şirketi 400 civarında yeni araştırma projesi yürüttü. Bu projelerin yaklaşık yarısı kanserle ilgiliyken, 65’i bulaşıcı hastalıklarla ilgiliydi. Bilhassa yoksul ülkelerdeki kalabalık nüfusu etkileyen hastalıklara çare olacak ilâçlar üretmek, kârlı görülen bir iş değil. Ama kimse merak etmesin: AB, bugünlerde Covid-19’la mücadele için ilâç ve aşı üretme vaadinde bulunan ilâç şirketleriyle önden satın alımı şart koşan milyar dolarlık anlaşmalar imzalamayı planlıyor. Böylece daha fazla kâr elde etsinler diye vergi mükelleflerinin parası bu tür şirketlere akıtılacak.

Pandemi sürecinde görüldü ki kâr amaçlı yatırımlar ve piyasa, etkili bir küresel sağlık sisteminin oluşturulmasına katkı sunamaz. Bugün ekonomi sıfırlanacaksa esas olarak büyük ilâç şirketleri kamulaştırılmalı, kamunun elindeki sağlık hizmetlerine daha fazla yatırım yapılmalıdır.

Prens Charles’ın sözlerine verdiği cevapta IMF başkanı Georgieva, “kapsayıcı bir ıslah sürecinin teşvik edilmesinden” bahsediyor. Gelgelelim başkan, her zaman olduğu gibi gene o eski mesajını dillendirmekle yetiniyor ve “insanların fırsatlara erişme imkânının artırılmasından” söz ediyor. IMF başkanına göre insanlar, para kazanma konusunda daha fazla fırsat elde etmeliler, ama gezegenin korunması ve toplumsal ihtiyacın planlanması süreci üzerinde herhangi bir kontrole sahip olmamalılar. Neticede bu işler, eskiden olduğu gibi gelecekte de büyük sermayeye bırakılmalı.

Georgieva da kabul ediyor, sağlık hizmetlerine yönelik yatırımların artırılması, böylece ileride yaşanacak salgınlarda en fazla zarar görecek kesimlerin korunması ve risklerin azaltılması gerektiğini. Başkana göre “toplumsal güvenlik ağları güçlendirilmeli, kaliteli eğitim, temiz su ve sağlık hizmetlerine erişim imkânları artırılmalı, iklim değişikliğine müdahale edecek akıllı teknoloji temelli altyapıya yatırım yapılmalı.” Başkan ayrıca, yüksek kaliteli çocuk bakımı imkânlarına sahip olan ülkelerin kadınların çalışma hayatına katılımını hızlandıracağını, ayrıca uzun vadede büyümeyi sağlayacağını düşünüyor. Peki bu işler nasıl yapılacak? “Harcama süreçlerinin verimliliğini artırmak ve devletin elindeki kaynakları harekete geçirmek suretiyle.” Bu noktada en üst gelir vergisi oranı artırılmalı, hem ulusal hem de uluslararası planda vergi kaçakları önlenmeli, yasadışı akışlar durdurulmalı. Ama tabii ki çokuluslu şirketlerden fazla vergi alınmamalı.

Georgieva konuşmasında, eğitime daha fazla yatırım yapılması gerektiğini söylüyor. Ona göre okullara para harcamakla yetinilmemeli, uzaktan eğitim kapasitesi artırılmalı, eğitim kalitesi yükseltilmeli, yeni yetenekler edinme, hayat boyunca öğrenme fırsatları elde etme imkânları çoğaltılmalı. İyi de kamusal harcamalar artırılmadan ve zenginlere özel eğitim konusunda sunulan teşviklere son vermeden bu adımlar nasıl atılacak?

Georgieva, bir de finansal teknolojinin gücünün herkes için artırılması gerektiğinden söz ediyor. Başkan, burada daha çok bankacılık sektörünü kastediyor. Ama herkesin internete ücretsiz erişmesinden, bu noktada teknolojiden istifade edilmesinden hiç bahsetmiyor. Başkanın sözünü ettiği adımları Telekom şirketlerini ve sosyal medya şirketlerini, ayrıca bankaları kamulaştırmadan atmak mümkün değil.

IMF başkanı, ekonominin resetlenmesi sürecinde dünyanın koordineli bir çalışma yürütmesi gerektiğini söylüyor. Ama bu pandemi sürecinde görüldü ki bu tür bir koordinasyon oluşturulamadı. Çünkü mesele, ulusal hükümetlerin kendi kapitalist sektörlerinin çıkarlarına tabi olması idi. Sonuçta bahsi edilen koordinasyon, toplumsal ihtiyaçları değil, piyasayı temel alıyordu.

Büyük sermaye, sermayenin kâr etme imkânlarını işten çıkartmalar, ücretleri düşürme ve canlı emeği robotlar ve otomasyonla ikame etmeyi içeren adımlarla artırmaya, bu sayede “normale dönme”ye çalışıyor. Oysa dünya ekonomisi, “normale dönerek”, yani gezegenin korunması, yatırım, üretim, istihdam ve sağlık gibi konularda ana itici güç olarak kârı öne almak suretiyle resetlenemez.

Peki ekonomiyi toplumsal ihtiyaçlar temelinde resetlemeye dönük adımlar hangi hususları içermeli? Bu noktada birkaç öneri sunmak mümkün:

Bizim, geçim ücreti olarak belirli bir gelirin sağlandığı iş imkânları sunan, dünya genelinde yürürlüğe konulacak bir tam istihdam planına ihtiyacımız vardır. Çalışamayanlara verilen sosyal yardımlar ve emekli maaşları, ortalama ücretin en az üçte ikisi oranında artırılmalıdır.

Eğitim, sağlık, barınma ve iletişim gibi kamu hizmetlerine ve altyapıya devlet eliyle yatırım yapılmalıdır. Yatırım alanlarının bu şekilde değiştirilmesiyle bir süre sonra bu hizmetler dünya genelinde ücretsiz olacaktır.

Yatırımlar, doğa ve gezegenle uyumlu olmalıdır. Tıpkı tütün ve ordu gibi fosil yakıt endüstrisi de kademeli olarak ortadan kaldırılmalıdır. Bunun için gerekli teknoloji zaten mevcuttur, asıl mesele, ekonomik ve politik gücün demokratik kurumlar değil de büyük şirketler ve temsilcilerin elinde olmasıdır. Bu güçlerse “herkesi kucaklama” ve “sürdürülebilir büyüme” konusunda boş laflar etmekle yetinmektedirler.

Emperyalist ülkelere ait çokuluslu şirketlerce sömürülen yoksul ülkelerin borçları iptal edilmelidir. Zenginlere ve muktedirlere hizmet eden vergi cennetleri yok edilmelidir. Eşitsizlik düzeyini aşağı çekmek için (Komünist Manifesto’nun ilk taleplerinden biri olan) artan oranlı vergiler yürürlüğe konulmalıdır.

Tüm bu adımlarsa büyük finans kurumları ve çokuluslu şirketler kamulaştırılmadan, böylelikle dünya bir avuç sermaye sahibinin kârı değil, toplumsal hedefler doğrultusunda planlanmadan atılamaz.

Ekonominin resetlenmesi bu tür bir anlama sahip olmalıdır.

Michael Roberts
12 Haziran 2020
Kaynak

0 Yorum: