19 Kasım 2020

Nasrullah Camii Vaazı

[…]

Bir de o müsellah olduğunu kabul ettiğimiz haydutların başları pek boş değil. Korktukları tehlikeler var. Biz zaruri olan müdafaa-i hayat vazifesinde biraz daha sebat edecek olursak emin olunuz ki cehennem olup gidecekler. Galiba maksat anlaşılmadı. Biraz izah edelim.

Kuvvetlerinin, kudretlerinin pek büyük olduğunu bildiğimiz düşmanlarımızın önünde bugün iki müthiş tehlike var: Biri onların kendi ta’biri veçhile İslâm tehlikesi, diğeri komünistlik tehlikesi! İslâm tehlikesini herifler çoktan beri hesaba almışlardı da ona göre ellerinden gelen tedbiri tatbikten geri durmamışlardı. Lâkin altı yedi seneden beri devam eden bu harp birçok hesapları alt üst etti. Birçok tahminler yanlış çıktı. Bugün düşmanlar, artık müstemlekelerindeki insanlardan eskisi gibi emin olamıyorlar. Beşeriyetin gözü açıldı. Mahkûm milletler, kendilerinin hâkim milletler elinde ne büyük bir kuvvet olduğunu bu sefer gözleriyle gördüler. Kanlarını, canlarını kimlerin hesabına döktüklerini anladılar. Harbin her türlü safahatında bulundular. Hücum nedir, müdafaa nasıl olur? En son icad olunmuş silâhlar, bombalar nasıl kullanılır? Hepsini bilfiil öğrendiler. Hele tahakkümleri, esaretleri altında yaşadıkları Avrupalıların kendilerini harbe sürüklerken verdikleri vaadlerin hiçbirinin aslı faslı olmadığına, bu gidişle kıyamete kadar kendileri için hürriyet, refah, rahat yüzü görmek nasip olamayacağına iyice yakîn hâsıl ettiler. Bugün cihan eski cihan değil. Hele Asya hiç o bildiğimiz hâlde bulunmuyor. Bilumum şarkta, bilhassa müslümanlarda büyük bir intibah, bir uyanıklık mevcut. Asya’nın şimal kısmında yaşayan dindaşlarımız, kâmilen denilecek derecede müsellah, mütebakisi de bir taraftan silahlanıyor, fikirler gittikçe değişiyor. İstiklâl sevdaları her yerde uyanıyor. İşte bütün bu hareketler, İslâm tehlikesi namı altında toplanarak düşmanlarımızı titretiyor.

İkinci tehlikeye gelince: Komünistlik denilen bu hareket, Avrupa'nın doğrudan doğruya kalbine çevrilmiş bir silâhtır. Senelerden beri sosyalistlik namı altında için için kaynayarak Avrupa hükümetlerini ürkütüp duran bu hareket, bugün artık yanardağlar gibi alevler saçmaya başladı. Bu yangının kıvılcımları Paris, Londra, Roma ufuklarına dağılır, oralarda yer yer yangınlar çıkarır oldu. Çünkü hükümetleri ne kadar uğraşsa, ne kadar çabalasa buna karşı gelemiyor. Zaten böyle bir yangın için Avrupa'nın her tarafında istidad vardı, hazırlık vardı. Sermaye sahipleriyle amele arasındaki gerginlik, son senelerde, bilhassa bu muharebe esnasında son dereceyi bulmuştu. Ruslar ön ayak olarak çarı, çarlığı, asilzadelerin bitmez tükenmez imtiyazlarını, servetlerini, sâmânlarını, hâk ile yeksan edince, Avrupa’daki sosyalistler de ayaklanmaya azmetti. Bu adamlar diyor ki:

“Bu harp, bu yedi seneden beri devam eden âfet kırk, elli milyon beşerin doğrudan doğruya harp meydanlarında helâkine sebep oldu. Bir o kadar insanı da bu sönen hayatların arkasından bikes, perişan bir hâlde bıraktı, manevî bir ölüme mahkûm etti. Netice ne oldu? Birkaç zalim hükümet istibdadını artırdı. Milyarlarca servet sahibi birkaç muhtekirin hâzinelerini, kasalarını doldurdu. Fukara tabakasının, işçi tabakasının sefaletini artık tahammül edilmeyecek derecelere getirdi. Ahlâk namına, hayâ namına, ırz namına, haysiyet namına, insaf namına bir şey bırakmadı. Hepsini sildi süpürdü. Kimsenin kimseye emniyeti, itimadı kalmadı. Âlemi beşeriyet, her türlü insanlık duygularından sıyrılarak yırtıcı hayvanlar derekesine indi. O hâlde biz, kimin için çarpışmış, hangi gayeye hizmet etmiş olduk? Bununla beraber sulh şeraiti diye ortaya atılan hezeyannameleri bundan böyle milletlere asla rahat huzur temin etmeyecektir. Bilâkis bunların aralarındaki ihtilâfları, husumetleri, rekabetleri, kinleri, intikam hislerini büsbütün körükleyecektir. Artık beşeriyet buna tahammül edemez. Artık sefil mahiyetleri bütün çıplaklığı ile meydana çıkan bütün bu teşkilâtı, bütün bu müessesatı yıkmalı, yerine yenilerini koymalıdır...”

İşte bunların mülâhazaları aşağı yukarı bu merkezdedir. Garbin ukalası, hükeması çoktan beri böyle bir akıbetin zuhurunu bekliyorlardı. Dışı gözlere pek parlak görünen medeniyeti haziranın içinden çürümeye yüz tuttuğunu, günün birinde paldır küldür yıkılacağını söyleyip duruyorlardı. Benim bu kürsüden söyleyecek bir sözüm varsa, o da garp medeniyeti dediğimiz o rezil âlemin bir an evvel hâk ile yeksan olmasını temenniden ibarettir.

Ey cemaati müslimin! Sakın bu sözlerimden benim ilim düşmanı, maarif düşmanı, terakki düşmanı olduğuma zahip olmayınız. Benim bütün insanlar hesabına, bilhassa dindaşlarım namına istediğim bir medeniyet varsa, o da her manasile pek yüksek, namuslu, vekarlı bir medeniyettir, yani bir medeniyeti fazıladır. Garp medeniyeti maddiyattaki terakkisini maneviyyat sahasında kat’iyyen gösteremedi. Bilakis o ciheti büsbütün ihmâl etti. Hayır ihmâl etmedi; bile bile payımâl etti. Avrupalıların ne mal olduklarını anlayamayanlar, zannederim ki bu sefer artık gözlerde görerek hatalarını tashih etmişlerdir.

Avrupa hükümetlerini titreten komünizm tehlikesi de budur. Bütün sömürgeci devletler, bu tehlike karşısında şaşırdılar ve gittikçe şaşkınlıkları artacaktır...

[…]

Mehmet Âkif Ersoy

19 Kasım 1920

Kastamonu

0 Yorum: