22 Ekim 2019

,

Cinselliğin İmparatorluğu


Joseph Massad Söyleşisi


Félix Boggio Éwanjé-Épée ve Stella Magliani-Belkacem

5 Mart 2013

 

Eserlerinizde ve akademik düzlemde yaptığınız müdahalelerde homo-hetero türü kategorilerin Batı dışı dünyaya dayatılmasını kapitalist üretim tarzının tesis ettiği hâkimiyetten ve emperyalizmin siyasetinden ayrı ele alamayacağımızı söylüyorsunuz. Bu süreci tarif edebilir misiniz?

Cinsellik gibi özel bir terim hakkında konuşmadaki güçlük, Avrupa ve Amerika’nın cinselliği genelleştirmeye dönük gayretlerinden kaynaklanmaktadır. Sonuçta esasen özel olan cinsellik kategorisi, Avrupa-Amerika bağlamı dâhilinde, özellikle yetmişlerden beri giderek artan ölçüde, genel bir kategori hâline getirilmeye çalışılmıştır. Desiring Arabs [“Arzulayan Araplar”] isimli çalışmamda amacım, cinselliğin farklı tarihsel veya coğrafî bağlamlarda farklı tecrübe edildiğini herkese anımsatmak veya cinselliğin onu biçimlendiren farklı “kültürel” yorumlara sahip olduğunu göstermek değildir. Bilâkis, benim ısrarla üzerinde durduğum husus şudur: cinselliğin kendisi, epistemolojik ve ontolojik bir kategori olarak, Avrupa ve Amerika’ya ait özgül tarihlerin ve toplumsal formasyonların bir ürünüdür; sonuçta cinsellik, genellik arz etmeyen, doğalında genelleştirilemeyecek, Avrupa ve Amerika’ya has bir “kültürel” kategoridir. Hattizatında cinsellik denilen kategori, Avrupa sömürgeciliği ile birlikte Avrupa dışı yerelliklere taşındığında bile, onun bu yerelliklere ait bağlamlara uyarlanması aynı içerikle gerçekleşmemiş, hatta cinsellik, Avrupa ve Amerika’daki konumuna paralel bir konum elde etmemiştir.

John D’Emilio’nun yıllar önce dile getirdiği biçimiyle, “eşcinsel erkekler ve lezbiyenler her zaman varolmadılar. Bu insanlar, tarihin bir ürünü ve kapitalist ilişkilerle bağlantılı olan, özel bir tarihsel dönemde varlık imkânı buldular.” Bu tespite şunu da eklemek gerek: heteroseksüel, “normal” kadın ve erkekler de özel bir tarihsel dönemin ürünüdür. Bu insanların tarihsel planda ortaya çıkışları ve üretilmeleri de dünyanın belirli coğrafî bölgelerine özgüdür, ayrıca özel bir sermaye birikimi tipinin meydana geldiği, belirli kapitalist üretim ilişkileri türlerinin hâkim olduğu koşullarla ve o koşullarda varolan sınıflarla alakalıdır.

Yakında çıkacak Islam in Liberalism [“Liberalizmde İslam”] isimli çalışmamda dile getirdiğim biçimiyle kapitalizm, üretimi genelleştiren bir araç olup kapitalist ilişkilerin genel hatlarını veren biçimleri ve tarzları ürettiğinden, bu tarzlar ve biçimler, ulusal kanunlar ve ekonomiler bağlamında kurumsallaştırılmış, muhtelif halkların gündelik pratiklerinde karşılık bulmuştur. Bu biçimler ve tarzlar, ABD ve Batı Avrupa’da yol açtığı etkilere benzer etkilere yol açmamışlardır.

Bu, tabii ki şu demek değil: Avrupa ve Amerika toplumlarının normalleştirilmesinde hetero-homo ikiliği, tam anlamıyla başarılı olamamıştır. Aksine bu ikilik, içselleştirilmiş homofobi, yanlış bilinç gibi hususların çilesini çektiğini söyleyerek, kendisine karşı çıkan Batı’da halkları normalleştirmeye devam etmektedir ve kendisini kimliklerin organize edilmesinde hegemonik bir biçim olarak kurmaktadır.

Söz konusu ikilik ve ona uygun toplumsal cinsiyet kimlikleri, kendilerini her yerde aynı şekilde kurumsallaştıramazlar. Bu durum, başka emperyalist başkentlerden eşitsiz gelişmeye tabi çevre ülkelere taşınan birçok kategori ve ürün için de geçerlidir. Ayrıca bu ürün ve kategoriler, çevre ülkelerde her zaman merkez ülkelerdeki gibi kullanılıp tüketilmezler.

Günümüzde Batı’ya ait cinsel kimliklerin takdim edildikleri postkolonyal bağlama ait cinsellik düzeni, esasen daha önceden yerele tercüme edilip orada tekrarlanan sömürgeci epistemolojinin yol açtığı bir etkidir.

Desiring Arabs isimli çalışmamda aktardığım biçimiyle, Avrupalıların Avrupalı olmayanları cinsel arzular ve pratikler temelinde utandırma girişimleri, sömürgecilikle birlikte başlıyor, sonuçta Avrupa’ya ait normlardan farklı olmayı, kimi zaman da o normları özümsemeyi esas alan bir söylem meydana geliyor.

Yani homo-hetero ikiliği, bilhassa gey-lezbiyen kimlikleri, imparatorluk eliyle ihraç ediliyor ve bu ihraç işlemi, önceden gerçekleştirilen aktarıma tanıklık etmiş bir bağlamda gerçekleşiyor. Doğal olarak bu süreç, çevre ülkelerde normatif ve doğal arzulara ilişkin özel anlayışların oluşmasına yol açıyor, Batı tıbbı ve bilimine ait argümanlar ve tasnifler hâkim hâle geliyor, ama buna karşın Batı’ya ait cinsiyet rejimi, tıpatıp aynısı olacak şekilde kurumsallaştırılamıyor.

Lâkin burada ben, söz konusu cinsel kimliklerin kendilerini Batı’nın içinde veya dışında her zaman kurumsallaştıramadığını, bu hatanın her şeyi kapsadığını söylemiyorum. Cinsel kimlikler, kapitalist yapıların yol açtıkları etkiye bağlı olarak, sınıflara ve ülkelere göre başarılı veya başarısız olabiliyorlar.

Sonuçta kapitalist yapılar, farklı sınıflara ait belirli yaşam tarzları, yaşam biçimleri üretmektedirler. Tüm bu tarzlar ve biçimler, eşitsiz kapitalist gelişmenin ürünüdürler. İmparatorluğun başkenti, çoğunlukla yeni kimlikler üretir; heteroseksüel burjuva çekirdek ailenin oluşturduğu cinsel kimlikler bu üretime dâhildir. Çevre ülkelerde üretilen, yaratılan yeni cinsel kimlikler, her zaman homo-hetero ikiliği bağlamında değerlendirilemezler.

Enternasyonalist gey hareketi ise bu kimlikleri homo-hetero çerçevesine sokarak asimile etmeye çalışıyor. Sonuçta bu hareket, emperyalist merkezin çevre ülkelere nüfuz etme pratiğine ait kültürel bir semptom, söz konusu nüfuz etme pratiğinin bir sonucu veya etkisi değil. Zira söz konusu hareket, Avrupa’daki normatif cinsel kimlikleri nüfusun çoğunluğuna dayatamamış ve yeniden üretememiştir.

Edward Said’in dediği gibi, “emperyalizm, kimlik ihracı demektir.” Emperyalizm, Avrupalı olmayan ülkeleri öteki olarak görür, bu şekilde kayıt altına alır, bazen de Avrupa’nın aşağı yukarı aynısı (potansiyel olarak aynısı) olarak değerlendirir.

D’Emilio, çalışmalarında Batı’da gey-lezbiyen kimliklerin ortaya çıkışında kapitalizmin etkisini ortaya koyuyor ve bu etkilerin yeni gelenlerin ve göçebelerin pratiklerine ihtiyaç duyan emek ilişkilerine ait birer sonuç olduğunu söylüyor. Bu süreçte akrabalık ilişkileri ve aile bağları dağılıyor veya zayıflıyor, tüketici toplumu gelişme kaydediyor, yaşanan değişimlere bağlı olarak cinsel arzuları üreten, biçimlendiren ve dillendiren sosyal ağlar ortaya çıkıyor, bu da cinsel kimliklerin gelişimine neden oluyor.

Çevre ülkelerde bu türden kimliklerin var olduğunu ısrarla söyleyen cinsel kimlik savaşçıları, Avrupa ve ABD’de yaşanan gelişmelere paralel bir gelişmenin olduğundan söz ediyorlar ve bu insanlar, bu toplumların az sayıda seçkin üyelerine ait özel kimliklere atıfta bulunuyorlar, ama öte yandan da Batı’da bu türden kimlikleri üreten ekonomik ve toplumsal yapıların yokluğunu bir şekilde göz ardı ediyorlar.

Kitabınız, Batılı STK’ların ve onların Arap dünyasındaki ortaklarının desteklediği gey enternasyonalizmine ait siyasete itiraz ediyor. Sizce bu itiraz, dünyanın heteroseksüelleştirilmesine karşı mücadelede ne tür politik sonuçlar doğuracaktır?

1980’lerden, bilhassa daha da yoğun biçimde, Sovyetler’in çöküşünden beri Amerikan neoliberal emperyalizmi, tüm bağımsız sivil toplum faaliyetlerini ve örgütlenme pratiğini kendi ürettiği veya kendi bünyesine kattığı sivil toplum kuruluşlarıyla ikame etmeye çalışıyor. Amerika bu kuruluşları eğitiyor, finanse ediyor, cinselliğe dair Batılı epistemoloji ve epistemolojinin desteklediği Amerika’ya ait beynelmilelleşmiş ajanda sayesinde kimlikler, haklar, yönetim, ekonomi, idare, hukuk, ulusötesi finans ve yatırım, din, kültür, sanat, edebiyat gibi başlıklarda faaliyet yürütüyor.

Burada amaç, Batı yanlısı diktatörlük, neoliberal ekonomi, ABD’ye-Avrupa’ya ait emperyal kontrol karşıtı kesimleri örgütleyecek tüm çabaları ortadan kaldırmak.

Seçkinler ve halk düzeyinde Batı Avrupa’ya dayatıldıktan sonra, kent merkezli, özel ve sınırlı batı orta sınıfına ait Protestan Amerikan liberalizminin geliştirdiği genel değerler sistemi, dünyanın geri kalan kısmına dayatılıyor. Bu dayatma işleminin ardından, bahsi geçen STK’lara ihtiyaç duyan, onları kullanan, insanlığın geleceğine dair neoliberal Amerikan anlayışı dayatılıyor. Bu STK’lar, seksenlerde borç krizine neden olan IMF ve Dünya Bankası’nın kendileri için hazırladığı ayak işlerinin önemli bir kısmını yapıyorlar.

Bu, zaten ABD’de toplumsal faaliyetleri ve örgütlenme pratiklerini kontrol altına almak için başvurulan bir model. Söz konusu model, devleti ve toplumu başka mücadelelerin yanında seksüel normatiflik, cinsiyetçi yurttaşlık ve ırkçı yurttaşlık temelinde tarif edilmesine itiraz eden, karşı koyan, altmışlı yıllara has örgütlenme pratiklerinin yerini alıyor.

Örgütlenme ve mücadele bağlamında devreye sokulan enerjinin büyük kısmı yetmişlerde soğuruldu ve özel kuruluşlarla devletin fon sağladığı STK’lara örgütlendi. Bu kuruluşlar devletle birlikte, Soğuk Savaş süresince ABD’nin emperyalist politikalarına hizmet ettiler (Ford Vakfı bu konuda en fazla öne çıkan kuruluştu.).

İşgal altındaki Filistin toprakları, bu programın ABD dışında en geniş ölçüde uygulandığı sahalardan biridir. Batı Şeria ve Gazze’deki sivil toplum kuruluşlarının büyük kısmı yok edildi, onların yerlerini barış süreciyle bağlantılı olan ve Yahudi yerleşimcilerini koruyan, Amerika ve Avrupa kaynaklı güçlerin getirdiği mevzuata bağlı hareket eden Batılı STK’lar aldı.

Gazze’de, ondan daha az olmak üzere Batı Şeria’da bu türden çabalara politik düzlemde itiraz ediliyor ama sonuçta bu itiraz, Batılı olmayan yerel ve uluslararası finansa sahip İslamcı STK’larda somutlanıyor.

Geyliğin enternasyonalleştirilmesi meselesi tam da bu bağlamda kamusal bir olgu hâlini alıyor, bu yönde özel bir çaba ortaya konuluyor. Eşcinsel olmama hâli, heteroseksüellik bu kadar üzerinde durulan bir husus değil. Geylik, neoliberal beyaz Amerikalı ve Avrupalı geyler eliyle destekleniyor. Öte yandan emperyalist beyaz Amerikalı ve Avrupalı kadınlar ise beyaz olmayan kadınları tüm dünyada beyaz olmayan erkeklerden korumakla meşguller. Bu kadınlar, tüm dünyada ezilen” eşcinsel kitleler”in özgürlük ve serbestlikle tanışmaları için uğraşıyorlar ama bir bakıyoruz ki Amerikan eyaletlerinin yarısında eşcinsellik kanunen yasak. 2003’te Amerikan liberal değerlerini öne alan ajandanın genelleştirilebilmesi için ABD Yüksek Mahkemesi, bir çırpıda tüm kanunları yürürlükten kaldırıyor.

Bu bağlamda Lübnan’da bir adet Arap Gey Enternasyonalist örgütü kuruluyor. İsrail’de faal olan bu türden örgütlerde İsrail’de yaşayan Filistinliler çalışıyor ve bu insanlar, ısrarla homo-hetero ikiliğini tanımlayıcı ilke olarak benimsiyorlar ve onu ülkelerinde cinsel açıdan baskı görenleri kurtarmak için verilen mücadele için asli kabul ediyorlar. Böylece bilerek ya da bilmeyerek, Batılı hetero-homo ikiliğinin ne olduğunu bilmeyenlere yönelik baskıların artmasına katkıda bulunuyorlar.

Bu insanların Arap dünyasını Avrupa-Amerika’nın bir kopyasına dönüştürerek o dünyayı normalleştirme girişimleri çocukça, ama aynı ölçüde tehlikeli olan bir kanaatten kaynaklanıyor. Giderek dinî inanç formu kazanan bu kanaat, kişilerin misyonerlere has şevkle hareket etmelerine neden oluyor.

Bu kanaate göre Araplar, homo-hetero ikiliğinin kurbanlarıdır, dolayısıyla asıl mesele, Arap toplumundaki eşcinselleri o ikilikten kurtarmaktır. Ancak yaptıkları müdahaleler, çoğunluğun heteroseksüelleşmesine, azınlığın da homonormatifleşmesine katkı sunmaktadır. Bu örgütlerin Gey Enternasyonali’nin birer parçası olarak asıl dayatmak istedikleri şeyse mevcut Batılı ontolojiyi temel alan, kişinin cinsel arzularının onun kim olduğunu tanımlayan unsur hâline geldiği, kişinin kimliği, kişiye ait hakikat hâline geldiği bir cinsellik rejimidir.

Bu tür örgütlere ABD ve Avrupa’da bulunan Arap Gey Enterasyonalizmi örgütleri destek sunuyor ki bu diasporadaki örgütler de Beyaz emperyalist Gey Enternasyonali’nin birer parçası.

Gayatri Spivak’ın da tespitiyle, beyaz erkekler esmer kadınları esmer erkeklerden kurtarmaya çalışıyorlar. Buna benzer biçimde Gey Enternasyonali’nin varolduğu, “faillik” kavramının sağcı bir içerikle kullanıldığı, el konulduğu koşullarda, Spivak’ın bahsini ettiğini durum giderek çetrefilli bir hâl alıyor. Bugün ister eşcinsel ister değil, esmer kadınlar ve Avrupa-Amerika kentlerinde yaşayıp kendi ülkelerine para akıtan STK’larla çalışan esmer eşcinsel erkekler, her tür cinsiyetten ve cinsel kimlikten beyaz müttefikleriyle birlikte, eşcinsel veya değil, esmer kadınları ve üçüncü dünyadaki, Avrupa’daki ve ABD’deki esmer “eşcinsel” erkekleri “eşcinsel olmayan” esmer erkeklerden kurtarmaya çalışıyorlar.

Bunlar olurken bu enternasyonalist faaliyete, eşcinsel veya homofobik kimliklerin var olmadığı bölgelerde Batı eliyle yürütülen homofobiyi enternasyonalleştirme girişimleri destek sunuyor.

Muhafazakâr laik ve dindar Amerikalıya has homofobi ideolojisi ve örgütlenme pratikleri, Amerikan “aile değerleri”ni tüm dünyaya ihraç etmek için sürece müdahale ediyor. Burada amaç, Avrupalı olmayanları heteroseksüelleştirmek ve onları homofobi konusunda eğitmek. Gey enternasyonali pratiğine bir de bu türden faaliyetler eşlik ediyor.

Tüm bunlar, sadece Batı’nın fonladığı STK’ların yürüttüğü toplumsal mühendislik projeleri dâhilinde gerçekleşmiyor, ayrıca kanunlara müdahale ederek, Amerika’ya has hetero-homo ikiliğinin dayatılmasına katkı sunmayan her türden cinsel ilişki biçimi suç hâline getiriliyor. Diğer yandan da Hristiyan ve Amerikan “aile değerleri” öne çıkartılıyor.

Enternasyonalist gey hareketi mensupları, aynı homo-hetero ikiliği projesi kendisine alan bulsun diye kendilerinin yasallaşmaları gerektiğini söylüyorlar ve bunu da cinsel azınlıkların “kurtuluşu” olarak tarif ediyorlar.

Bildiğimiz gibi, Uganda’da bu enternasyonalist Amerikalı geylerle Hristiyan evanjelikler kavga ettiler, güya bu kavga Ugandalılar içindi. Sonuçta Amerikalı sağcı, İslamofobik ve homofobik evanjelist Pat Robertson, Kenya ve Zimbamwe’de bu tür müdahaleler sayesinde başında bulunduğu Amerikan Hukuk ve Adalet Merkezi’nin yeni şubelerini açabildi.

Demek ki süreçte esas olarak, Batılı kültür savaşlarının ihraç edilmesine tanıklık ediyoruz. Bu savaşın her iki tarafı da aynı ölçüde ırkçı ve sömürgecidir. Her iki taraf da tek bir ortak emperyalist faaliyetin parçasıdır. Hetero-homo ikiliği denilen bu ihraç malı ise Avrupalı olmayan insanların heteroseksüelleşmesine, öte yandan eşcinselliği kabul edenlerin çağrısına kulak asan veya o ikiliği reddetmeyen kesimlerin azınlık hâline gelip Batı’nın diğer bir ihraç malı olan homofobinin hedefi hâline gelmelerine neden olmaktadır.

Size yönelik, kendilerini gey olarak tanımlayan Arapları görmezden geldiğinize ve Arap coğrafyasındaki LGBT örgütlerini emperyalizmin ajanı olarak tarif ettiğinize ilişkin eleştirilere ne cevap veriyorsunuz?

Ben kimseyi görmezden gelmedim, kimseyi görünmez kılmaya çalışmadım. Benim kendilerini gey veya eşcinsel olarak tanımlayan Arapları görünmez kılmam zaten mümkün değil.

Arap dünyasında yaşayan ve bu kimliği toplumsal kimlik olarak benimseyip onu Batı’nın fonladığı örgütler aracılığıyla enternasyonalleştirmeye çalışan, o kimliği başkalarına dayatan Araplar, devasa bir emperyalist aygıtın desteğini arkasına alıyorlar, paralarını ceplerine indiriyorlar ve o aygıt eliyle savunuluyorlar. O Arapları görünür kılan bu aygıt, öte yandan farklı cinsiyetle veya aynı cinsiyetle ilişkili kuran, onu arzulayan, hetero-homo ikiliğini kimliklerini örgütlemenin bir yolu olarak görmeyi reddeden çok sayıda Arap’ı görünmez kılıyor, üstelik bu insanların cinsel arzularını Batılı cinsellik rejiminin gerekli kıldığı biçimiyle kendi iç hakikatleri olarak resmediyor.

Eşcinsel Arap’ın ve onunla bağlantılı olarak düz Arap’ın üretilmesi, Arapların çoğunluğunun görünmez kılındığı süreç üzerinden işliyor. Bu Araplarsa, Batılı cinsellik rejimi uyarınca yaşamayan ve emperyalist misyonlar gereğince hareket etmeyip Avrupa-Amerikan oluşumuna tabi olmayan bir gerçekliğe sahipler.

Ben, Enternasyonalist Gey Hareketi mensuplarının yanlış aktardığı gibi, LGBT Arapların emperyalizmin ajanları olduğunu hiçbir vakit söylemedim.

Bu hareketin akademi kanadının teorik açıdan cehaletle malul olduğunu söylemek gerek. Ben esasen şunu söylüyorum: bahsi geçen enternasyonale mensup olan Araplar, emperyalizme suç ortaklığı yapıyorlar ve bu suç ortaklığının milliyetçi Arapların veya İslamcı Arapların suç ortaklığından hiçbir farkı yok (Desiring Arabs isimli kitabımda bu üç grubun Avrupa-Amerika emperyalizmine ve oryantalizme suç ortaklığı yaptığını söylüyorum).

Gelgelelim tüm bu gruplar içerisinde anti-emperyalist olan kişiler de var. Beyrut ve İsrail’deki kimi eşcinsel örgütlerinde, milliyetçi ve İslamcı gruplar içinde birileri ABD ve Avrupa’nın Arap dünyasındaki politik, ekonomik ve askerî varlığına karşı çıkıyorlar. Bu insanlar, ABD’nin Arap ve Müslüman dünyaya açtığı savaşlara itiraz ediyorlar. Filistin’e ve Filistinlilere yönelik Siyonist saldırganlığını eleştiriyorlar. Bu gerçeği, kaleme aldıkları dergi ve kitaplarda ayrıca örgüt bildirilerinde görmek mümkün.

Ben, burada epistemolojik ve ontolojik düzeyde işleyen bir suç ortaklığından söz ediyorum. Burada mesele, bahsi geçen örgütlerin kendilerini emperyalizmin açtığı kanallardan yayılan, Avrupa’ya ait genelleştirilmiş bir varlık ve akıl olarak görmeleri.

On dokuzuncu yüzyılın sonlarında Arap milliyetçileri, kendilerini ve tarihlerini emperyalist genelleşme, evrenselleşme pratiğine uyum gösteren kültür ve medeniyet algısı dâhilinde görmeye başladılar. Aynı dönemde Müslümanlar, şekli şemali olmayan, “İslam” denilen bir şeyden bahsediyorlardı ve bu “İslam” “Batı”ya karşıydı. Bazı Müslümanlar da İslam’ı “din” veya “medeniyet” olarak düşünmeye başladı ki bu da oryantalizmin, emperyalist dayatmaların ve içselleştirme süreçlerinin yol açtığı bir etkiydi.

Aynı şekilde, Enternasyonalist Gey Hareketi’ne mensup örgütler içerisinde örgütlenen az sayıdaki, kendisini eşcinsel olarak tanımlayan Arap da emperyalist cinsellik rejimine suç ortaklığı yapıyor. Bu rejim, dünyayı hetero-homo ikiliğine göre düzene sokuyor ve bu harekete mensup kişiler Arap dünyasında bu ikiliği hiç sorgulamadan onu yeniden üretiyorlar ve kurtuluş yolu olarak görüp her yere yayıyorlar.

Bu anlamda gey enternasyonalinin tüm Arap üyeleriyle birlikte emperyalizme suç ortaklığı yapıyor oluşunun sebebini şurada aramak gerekiyor: bu kişiler, emperyalizmin tesis ettiği homo-hetero ikiliğini reddeden Araplara arzulama, öğrenme ve düşünme yol yordamını unutma çağrısında bulunuyorlar. Arapların varolma biçimlerinin, varlıklarının, yaşama hâllerinin bir tür yanlış bilinç olduğunu söylüyorlar. Emperyalist homo-hetero ikiliğini benimsemenin zorunlu olduğundan bahsediyorlar ve bu ikiliği bir hakikatmiş gibi sunuyorlar, ayrıca kurtuluşun, kişinin ve arzuların kurtuluşunun bu ikiliği anlamada saklı olduğunu iddia ediyorlar.

Sizin yaptığınız eleştirilerin Jasbir K. Puar’ın Terrorist Assemblages, Homonationalism in Queer Times ["Lubunya Çağında Terörist Birliktelikler ve Homonasyonalizm"] isimli çalışmasına sunduğu destek ve kitap üzerinde yol açtığı etki konusunda neler söylersiniz?

Kanaatimce Enternasyonalist Gey Hareketi’ne mensup olup emperyalizmin dış siyasetine ve Amerika’nın emperyalist milliyetçiliğine karşı çıkan örgütler, Puar’ın bu çok önemli eleştiri çalışmasında benim Desiring Arabs kitabımda görecekleri kördüğümün nasıl kesilip atıldığını görecekler.

Desiring Arabs ve yakında çıkacak olan Islam in Liberalism cinselliği kültüre dair anlayışları belirli kültürlere ve ülkelere göre değişen genel bir oluşum değil de özel bir kültürden neşet eden özel bir rejim olarak anlıyorum. Bu kültürse Batı Avrupa’ya ve yerleşimci-sömürgeci uzanımı olan Amerika’ya ve belirli bir zamana aittir. Bu cinsellik özel bir kültürel oluşumdur, genel bir kategori değildir, emperyalizm sayesinde yayılma imkânı bulmuştur, onu temel alan kimlikleri ve ikilikleri benimseyen, genelleştirme projesini içselleştiren kişiler, bilerek ya da bilmeyerek, o cinselliği temel alan tasnif girişimlerine ortaklık ederler.

Puar’ın kitabı, bir yandan da cinselliğin ve cinsel kimliklerin genelleştirilmesine de itiraz etmektedir. Bence de doğru olan bu yaklaşıma göre cinsellik ve cinsel kimlikler verili birer gerçek olarak takdim edilmektedir, oysa ABD’de ve Avrupa’da eşcinsellik özel olarak millileştirilmekte, bu işlem de enternasyonalleştirmeyi esas alan emperyalist form ve (Puar’ın icat ettiği önemli bir kavram olarak) homonasyonalizm formu dâhilinde gerçekleşmektedir.

Dolayısıyla Helem veya İsrail’teki Kavs türünden eşcinsel örgütler ve destekçileri, eğer kendilerini emperyalizme ve ABD kaynaklı homonasyonalizme düşman olarak görüyorlarsa, Puar’ın büyük bir akılla kaleme alınmış olan oldukça faydalı kitabında emperyalizme varlığıyla ve aklıyla suç ortaklığı yapmamak için gerekli yolu bulacak, böylelikle emperyalizme suç ortaklığı yaptıklarına ilişkin suçlamalar karşısında kendilerini aklama imkânı bulacaklardır.

Son dönemde yürüttüğünüz çalışmalar “İslam’da cinsellik” ile ilgili. Size göre bu tespit yetersiz ve Batılı akademisyenlerin sorması gereken gerçek meselenin, İslam’ın cinsellik dolayımıyla üretilmesi meselesinin üzerini örtüyor. Soruyu tersten sormanız sizce ne tür riskler barındırıyor?

Ben, İslam’ın aktivistler ve akademisyenler arasında, cinsellik söylemleri dâhilinde nasıl üretildiğini anlamaya çalışıyorum. Tespitime göre, İslam’ın cinsellik bağlamında üretilmesi meselesi incelemeyi hak eden bir konu. Bu sayede İslam’da cinsellik meselesi de anlaşılacaktır. Ben, daha çok İslam’da cinsellik konusu ile ilgili çalışmaların mevcut yapısı dâhilinde İslam’ın nasıl üretildiğini, anlaşıldığını ortaya koymak niyetindeyim. Bu çalışmalar dâhilinde üretilen söylemde, Batı’da cinselliğin ne tür bir işleve sahip olduğu üzerinde durulmuyor, Batı’nın kendisini cinsellik dolayımıyla nasıl kurduğuna hiç bakılmıyor. Oryantalizmin eskiden beri başvurduğu bir yöntem, daha da doğrusu, bazen kendisi üzerinde kafa yorsa da kendisinin bilincinde olmayı gerekli görmemeyi âdet edinen bir hile bu.

Bence bugün bize “İslam” ve cinsellik hakkında hakiki ifadeler dile getirmenin koşullarını Foucault’cu mânâda soruşturmamız gerekmektedir. “İslam” denilen kategori dâhilinde cinsellik denilen şeyin işlemesini sağlayan mekanizmaların üzerindeki örtüyü kaldırmak veya kaldırmaya çalışmak yerine bizim, Foucault’nun bize öğrettiği gibi, Batılının bilme iradesinin ürettiği “pozitif mekanizmalar”la işe koyulmamız gerekiyor. Bu türden bir yaklaşım, Batı’da cinselliği inceleyen akademisyenlerin sadece “İslam” denilen şeyi değil, ayrıca ırksallaştırılmış bir normatiflik olarak Avrupa’yı ve “Batı”yı nasıl kurduğunu ortaya çıkartacaktır.

Kaynak

0 Yorum: