Ebony dergisinde çıkan bu makale, akla
Durkheim’ın klasikleşen İntihar
çalışmasını getiriyor. Bu kitabı Oakland Şehir Koleji’nde öğrenciyken okuma
fırsatı bulmuştum. Durkheim, her türden intiharın toplumsal koşullarla bir
alakasının bulunduğunu söylüyordu. Tespitine göre intiharın ana sebebi, kişinin
tabiatı değil, toplumsal ortamdaki güçlerdi. Başka bir ifadeyle, intiharın
temel sebebi, içsel faktörler değil dışsal faktörlerdi. Siyahların koşulları ve
Dr. Hendin’in çalışması üzerine düşünmeye başladım ve Durkheim’ın analizini
geliştirip onu ABD’de siyahların tecrübelerine tatbik ettim. Nihayetinde bu
çalışmanın sonucunda “devrimci intihar” kavramını ortaya attım.
Devrimci intiharı
anlamak için ilkin gerici intihar konusunda bir fikre sahip olmak gerekiyor. Çünkü
devrimci intiharla gerici intihar birbirinden çok farklı şeyler. Dr. Hendin, gerici
intiharı tarif etmiş: insan kendisini boğan, kahreden toplumsal koşullara tepki
olarak hayatını alıp bir tepki koyuyor ortaya, böylelikle çaresizliği kabulleniyor.
Genç siyah erkekler, çalışmaya göre, insanlık onurunu ayaklar altına alan
koşullara mahkûmlar, zulmün altında inim inim inliyorlar, üstelik gururla ve
özgürce yaşama haklarından mahrum edilmişler.
Bu noktada
Dostoyevski’nin Suç ve Ceza romanında
yer alan bir bölüm, analoji kurma konusunda güzel bir imkân sunuyor. Oldukça fakir
olan Marmeladof, yoksulluğun bir kusur olmadığını söylüyor. Ona göre yoksulken insanın
ruhu doğal bir asalete kavuşuyor ki bu asaleti dilenci iken elde etmek asla
mümkün değil. İnsanlar yoksulu sopayla kovalarken, dilenciyi süpürgeyle
kovalıyor. Neden? Çünkü dilenci, kendisini küçük düşürmüş bir kişi olarak
esasen onursuz biri. Sonuçta kendisine zerre saygı duymayan dilenci, korku ve
ümitsizlikle canına kıyıyor. İşte buna “gerici intihar” deniliyor.
ABD’de
milyonlarca siyah, gerici intiharla bağlantılı olarak, daha acı ve daha küçük
düşürücü bir pratik dâhilinde manevi ölümü tecrübe etmiş. Bugün bu türden bir
ölüme Siyah toplumun her yerinde rastlamak mümkün. Ölenler, kanlarını içen her
türden zulme karşı koymayı, onunla mücadele etmeyi bir yol olarak
bellememişler. Bu, uzun zamandır yaygın bir tavır hâlini almış. Peki ama bu, ne
işe yaramış? “Bir insan, ABD gibi büyük bir gücün karşısına dikildiğinde
hayatta kalması mümkün değildir!” İşte buna inandıkları için birçok Siyah, bedenen
değilse bile ruhen ölmüş, hayatlarını çaresizliğe mahkûm etmiş. Ama öte yandan
da her Siyah, gelecekte hayatın bir şekilde değişeceğine dair umudu
yüreklerinde korumayı gene de biliyor.
Medyanın,
eğitim ve kültür kurumlarının destekleyip perçinlediği, ekonomik altyapıya
dayanan iktidar anlamında müesses nizama, yeryüzünün lanetlilerini sömürmeye
devam eden o güce saldırmadan hayırlı hiçbir değişim gerçekleşemez. Devrimci intihar anlayışının özünü bu inanç meydana getirir. Dolayısıyla
en doğrusu, beni canıma kıymanın eşiğine getiren güçlere karşı koymak, onlara
direnmektir. Ölüm gibi bir ihtimal olsa da tahammülü imkânsız olan koşulları
değiştirmek gibi bir ihtimal de vardır. Bu ihtimal önemlidir, çünkü insan, kendi
hayatında tehlikelere ve sorunlara dair gerçek bir anlayışa sahip olmasa da
umuda bel bağlar. Siyah beyaz fark etmez, hepimiz aynı şekilde hastalanmaktayız
ve bu hastalık ölüme yazgılıdır. Peki ölmeden önce nasıl yaşamalıyız? Umutla ve
onurla… Eğer erken öleceksek, bu ölümün bir anlamı olacaktır ama gerici intiharın
asla olmayacaktır. Bu, insanın kendisine duyduğu saygının bir bedelidir.
Devrimci
intihar, benim ve yoldaşlarımın ölümü arzuladığımız anlamına gelmez. Tam aksine…
Biz, umutla ve onurlu bir biçimde yaşama konusunda güçlü bir isteğe sahibiz. Biliyoruz
ki yaşamak, umutsuz ve onursuz asla mümkün değildir. Gerici güçler bizi ezse
bile, ölme riskini göğüsleyip onların üzerine yürümeliyiz. Kapılarının önünden
bizi kovacaklarsa bunu süpürgeyle değil sopayla yapmalılar.
Che Guevara’nın
dediği gibi: devrimci ölüm gerçektir, zaferse bir düş. Çünkü devrimci, bıçak
sırtında yaşar, asıl hayatta kalmak mucizevidir. Devrimci İlmihal çalışmasında
Birinci Enternasyonal’in en militan kanadı ile ilgili söz söylerken Bakunin
de aynı şeyi söyler. Bakunin’e göre, devrimcinin alması gereken ilk ders şudur:
Devrimci, ölüme yazgılıdır. Bunu idrak etmeden, hayatın temel anlamını
kavrayamaz.
Fidel
Castro ve az sayıdaki ekibi, Meksika’da Küba Devrimi için hazırlık çalışmaları
yürütmektedir. Yoldaşlarının çoğu, Bakunin’in bahsini ettiği kuraldan
bihaberdir. Gemiyle yola çıkmazdan birkaç saat önce Fidel, tek tek herkese ölmeleri
durumunda bu durumun ailelerine bildirilmesini kimlerin istediğini sorar. İşte o
noktada devrimin ciddiyeti idrak edilir. Artık verilen mücadele, romantik bir
faaliyet olmaktan çıkmıştır. Herkesin heyecanlı ve neşeli olduğu gemide ölümle
ilgili o ağır ve basit gerçek yüzlere çarpar ve herkes sessizliğe gömülür.
Bu ülkede
ister siyah olsun ister beyaz, kendisine “devrimciyim” diyen birçok kişi, bu
gerçeği kabule hazır değil. Öte yandan Kara Panterler intihara meyilli bir yapı
olarak görülemez. Bizler, devrimin sonuçlarını kendi ömürlerimiz dâhilinde
romantize ediyor da değiliz. Birçok kişi, kendisini “devrimci” olarak niteliyor
ama bir yandan da devrimi tecrübe edip ihtiyar iken yataklarında öleceklerine
dair bir yanılsamaya kul oluyor. Bunun imkânı yok.
Bizim devrimimizden
kendimin sağ çıkacağımı asla düşünmüyorum, meseleyi ciddiye alan birçok
yoldaşım da muhtemelen bu gerçekçi yaklaşımı benimsiyor. Dolayısıyla “hayatta devrim”
tabirini başkalarının kullandığından farklı bir anlamla kullanıyorum. Bence devrim
bizim kendi hayatımız, ömrümüz dâhilinde gelişip serpiliyorsa da ben devrimin
nimetlerinden yararlanma beklentisi içerisinde değilim. Öyle olsa bu, çelişkili
bir tutum olurdu. Oysa gerçek, alabildiğine acımasız.
Devrimin zafere
ulaşacağından hiç şüphem yok. Halklar başaracak, iktidarı alacak, üretim
araçlarını ele geçirecek, ırkçılığın, kapitalizmin, gerici toplumlar arası
ilişkilerin kökünü kazıyıp atacak, gerici intihar zeminini yitirecek. İnsanlar,
yeni bir dünyaya kavuşacaklar. Ama gene de devrimde kişiler hayatlarını
yitirmeyi göze almalılar. Bu gerçeği, bilhassa Amerika’da, sömürgeci toplumun
tüm kötülüklerinin yol açtığı tehlikelerle yaşamak zorunda olan siyahî devrimcilerin
kabul etmeleri gerekiyor. Nasıl yaşamamız gerektiğini göz önüne alırsak,
devrimci intihar anlayışını kabullenmek o kadar da güç olmayacaktır. Bu noktada
beyaz radikallerden farklıyız. Çünkü onlar, soykırımla karşı karşıya değiller.
Acilen ele
alınması gereken asıl sorun, tüm dünyanın bekasıdır. Eğer dünya değişmezse tüm
insanlar, ciddi bir tehditle yüzleşecekler ve Amerikan imparatorluğunda
iktidarın açgözlülüğü, sömürüsü ve şiddetine maruz kalmaya devam edecekler. Bir
duvarda şöyle bir cümleye rastlamıştım: “ABD hem kendi varlığını hem de
insanlığın varlığını riske atıyor.” Eğer Amerikalılar yaşayacakları felâketleri
bilselerdi, kendilerini korumak için toplumu dönüştürürlerdi. Kara Panter
Partisi, bu ülkeyi günahlarının ağırlığı altında ezilmekten kurtaracak devrimin
öncüsüdür. Bizler, gerçek eşitliği tesis etme ve yaratıcı çalışma pratiği için
gerekli araçları oluşturmaya kararlıyız.
Bazıları,
bizim mücadelemizi Siyahlar arasında görülen intihar eğilimine ait bir işaret
olarak görüyor. Bilhassa akademisyenler ve araştırmacılar bizi bu bağlamda
alelacele suçluyorlar. Bu insanlar, aradaki farklılıkları algılayamıyorlar. Köprüden
atlamakla zulmün ordusunca devreye sokulan gücü ezmek için harekete geçmek asla
aynı şeyler değildir. Akademisyenler, bizim eylemlerimizi birer intihar girişimi
olarak gördüklerinde bu mantığı tutarlı bir biçimde sonuna kadar savunmalı ve
tarihteki tüm devrimci hareketleri aynı şekilde tarif etmeliler. O hâlde geçmişte
Amerika’da İngiltere’ye karşı savaşan yerleşimciler, on sekizinci yüzyılı
sonlarında mücadele eden Fransızlar, 1917’de Ruslar, Varşovalı Yahudiler,
Kübalılar, Cezayir’deki Ulusal Kurtuluş Cephesi savaşçıları, Kuzey
Vietnamlılar, zorba ve zalim bir güce karşı mücadele eden tüm insanlar,
intihara meyillidirler. Ayrıca eğer Kara Panterler, siyahlar arasındaki intihar
eğilimine ait bir işaretse o vakit tüm Üçüncü Dünya intihara meyillidir, çünkü
Üçüncü Dünya, ABD’deki yönetici sınıfa karşı direnmekte, onu alt etmek için
uğraşmaktadır. Eğer bu âlimlerin niyeti analizi derinleştirmekse,
imparatorluğun gücünü kırmak için uğraşan dünyanın beşte dördünün yapıp
ettiklerini kabule yanaşmaya mecburdurlar. O durumda Üçüncü Dünya’nın intihara
meyilli olmaktan çıkıp cinayete meyilli olduğu söylenecektir. Cinayet, yasadışı
bir biçimde can almak demekse de Üçüncü Dünya bu işi sadece kendisini savunmak
için yapmaktadır. Böylesi bir durumda, ele silâh aldığında, rüzgâr tersten eser
mi? Bence eser: işte o zaman biz de ABD hükümetinin “intihara meyilli” olduğunu
söyleriz.
Buradaki tanım
üzerinden “devrimci intihar”ın artık basit bir olgu olduğunu iddia edemeyiz. Terimi
icat ederken iki bilinen kelimeyi alıp bilinmeyen bir terim ortaya koyuyorum. Bu
yeni ifadede “devrimci” kelimesi “intihar” kelimesini yeni ve karmaşık bir
duruma uygulanabilecek farklı boyut ve anlamlara sahip bir fikre
dönüştürmektedir.
Benim hapishane
tecrübem, devrimci intiharın pratikte ortaya konulmuş, iyi bir örneğidir. Zira hapishane,
dış dünyanın özeti niteliğindeki bir mikrokozmostur. Hapishaneye adım attığım
ilk andan itibaren işbirliğine asla yanaşmadım. Sonuçta beni hücreye attılar. Aylar
geçti, azmim ve direncim kırılmadı, bu noktada hapishane yetkilileri benim bu
tutumumu intihar olarak değerlendirdiler. Bana kırılacağımı, bunalıma gireceğimi
söylediler. Ama irademi asla kıramadılar, durduğum yeri bir saniye bile terk
etmedim. Böylece daha da güçlendim.
Saldırılarına
teslim olup istediklerini yapsaydım, ruhumu öldürüp kendimi yaşayan bir ölüye
çevirmiş olurdum. Hapishane idaresiyle işbirliği yapmak bence gerici bir
intihardı. Hücre, fiziken ve zihnen yıkıcı olsa da adımlarımı riskleri idrak
ederek attım. Mevcut hâlin çilesini çekmem gerektiğini biliyordum. Direndim. Bu
direniş, onlara benim temsil ettikleri her şeyi redde tabi tuttuğumu
söylüyordu. Verdiğim mücadele sağlığıma zarar verse de hatta beni öldürse bile,
ben o mücadeleyi hapishane arkadaşlarımı bilinçlendirmenin bir yolu ve süre
giden devrime bir katkı olarak gördüm. Çünkü gerici intihara sebep olan
baskıları ancak direniş ortadan kaldırırdı.
Devrimci intihar
anlayışı, ne yenilgiyi kabul etmişliktir ne de kadercilik. Tam aksine devrimci
intihar umutla, yani değişimi koşullamak için gerekli kararlılıkla gerçeği, yani
bir devrimcinin ölümle yüzleşeceği güne hazır olması gerektiği gerçeğini birleştirme
konusunda belirli bir bilinç meydana getirir. Her şeyden önce devrimci intihar,
devrimcinin hayatı ve ölümü aynı bütünün parçası olarak görmesini talep eder. Başkan
Mao’nun da dediği gibi, “ölüm hepimizi gelip bulacak, ama ölümün sahip olduğu
anlam ve önem kişiye göre farklılık arz eder: gericilik için ölmek tüyden hafiftir,
devrim için ölmekse Doğu Dağı’ndan da ağır.”
*
* *
Ailem
yok
İnsanlık
ailesi tek mirasım.
Malım
mülküm yok
Her
şey benim.
Tek
bir kişiyi sevmeyi bıraktım.
Herkesi
sevmek bana kaldı.
Devrime
teslim ettim hayatımı
Devrimci
intiharla
Bildim
ebedi olmayı.
Huey P. Newton
[Kaynak: Revolutionary Suicide, Writers and Readers, 1995, s. 19-23.]
0 Yorum:
Yorum Gönder