17 Ekim 2019

, ,

İki Komünistin Hikâyesi

İki Komünistin Hikâyesi:
Lübnanlı Komünistler Hüseyin Mürüvvet ve
Mehdi Amil’in Devrimci Projeleri
[1]

Bu makale, “devrimci zamanlar”da ortaya koydukları politik mücadeleleri ışığında, iki komünisti ve yaşadıkları düşünsel-toplumsal gelişimi ele almaktadır. Devrimlere ve devrimci fikirlere damgasını vuran coşku, bağlılık, umut, umutsuzluk ve tereddüt, bu değişim sürecinin birer parçasıdır. Hüseyin Mürüvvet (1910-87) ve daha çok müstear adı Mehdi Amil ile bilinen Hasan Hamdan’ın (1936-87) hayatlarıyla ilgili olan makale, bu iki aydının devrimci projelerini nasıl somutladıklarını anlamaya çalışmaktadır. Yeni bir politik vizyon sunan ve değişime dair fikirler ortaya atan bu devrimci proje, iki aydının ömürleri boyunca merkeze aldıkları asli konudur. Proje, somut ifadelerini, iki adamın eylemliliğinde, davaya bağlılığında ve düşünsel üretiminde bulmaktadır.

Mürüvvet ve Amil, Lübnan komünist geleneğinin iki önemli aydınıdır.[2] İki isim de Lübnan Komünist Partisi’nin aktif birer üyesidir: Mürüvvet ellilerde; Mehdi Amil ise altmışlarda partili olmuştur. İkisi de Lübnan’da ve oradan bölgeyi kuşatan ideolojik münazaraların, tartışmaların ve faaliyetlerin bir demir gibi dövüldüğü solcu “düşünce atölyesi”nin[3] birer sembolüdür. 1975-1991 arası dönemde yaşanan iç savaş esnasında farklı milis gruplarının komünistlere yönelik gerçekleştirdikleri saldırılar kapsamında katledilmişlerdir. Mürüvvet 1987 yılının Şubat ayında; Amil Mayıs ayında Beyrut’ta öldürülmüştür. Katillerin kimler olduğu bugüne dek aydınlatılamamışsa da birçok komünist, saldırılar konusunda Şii milisleri ve Emel Hareketi’ni suçlamıştır.[4] Mürüvvet de Amil de bir muharebede ölmemiştir. Mürüvvet saldırı esnasında evdedir; Amil ise sokakta yürümektedir. Sembolik anlamlarla yüklü ölümleri ve komünist mücadeleye bağlılıkla geçen hayatları, onların Arap dünyasında solcu/komünist ve eylemci çevrelerinde birer ikona hâline gelmelerine neden olmuştur.[5] Kısa süre önce Vijay Prashad, bu iki insanı “dinî köktencilikle komünist öğreti arasında hâlen devam eden muharebenin birer örneği” olarak anmıştır.[6]

Bu makale, iki aydının yaşadıkları ilk deneyimlerinin, farklı ortamlarda ayaklanmalara ve devrimlere dönük tanıklıklarının izlerini sürmektedir. İkilinin elliler ve altmışlarda LKP’li oluşlarını ele alan makale, Mürüvvet ve Amil’in ayrıca LKP’nin 1968’deki ikinci parti konferansı ile 1980’lerin sonuna dek uzanan dönem dâhilinde izlediği düşünsel güzergâhı anlamaya çalışmaktadır. Son olarak makalenin ömür boyu sergilenen “devrimci” gayretin merkezine duyguyu ve toplumu aldığını belirtmek gerekmektedir.

Araştırmacılar, LKP’nin 1968’deki parti konferansı sonrası yaşadığı gelişmeyi ve iç savaş esnasında Lübnan Ulusal Hareketi’ne katılımını ele almışlardır.[7] Gelgelelim akademisyenler, LKP’nin düşünsel üretimi üzerinde pek durmamışlardır.[8] Aynı şekilde, Mürüvvet ve Amil ile ilgili çalışmalar, bu isimlerin, devrimci çalışmaları ve politik bağlılıkları ile tanımlı düşün emeğini incelememişlerdir.[9]

Bu devrimci projenin statik bir olgu olduğunu söylemek kesinlikle mümkün değildir. Kişisel tercihler ve deneyimler, projenin değiştiği sürece yön vermektedir. Projenin genel hatlarını çizense komünist-Marksist görüş bünyesinde mevcut olan değişim fikrine bağlılıktır. İlk başlarda yazdıkları yazılarda iki aydın, sömürgecilik ve emperyalizm üzerine kafa yormuş, zaman içerisinde de sosyalist devrim görüşünü ve teorisini benimsemiştir. Sonraki aşamalarda ise Mürüvvet ve Amil, Lübnan’daki koşulların özgül yanlarını ele almıştır. Altmışların sonunda ülkedeki politik iklimin radikalleşmesi ve 1975 sonrasında silâhlı çatışmaların yaşanması ile birlikte iki aydının geliştirdiği proje değişmiştir. Bu noktada iki aydın, solcu ulusal koalisyonun zaferini başa yazan, sağcı “burjuva ve emperyalist” koalisyonun yenilgisini, Lübnan’da laik ve demokratik bir devletin inşasını ve Filistin’in kurtuluşunu içeren, nispeten daha pragmatik bir gündeme bağlanmıştır. İkisi de söz konusu hedefe ancak silâhlı mücadeleyle ulaşılacağını tespit etmiştir. İki komünist ideolog, pragmatizmlerini devrimci söylemle desteklemişlerdir.

Tercüme-i Hâl ve Devrim: Mürüvvet ve Amil

Mürüvvet ellilerde; Amil altmışlarda Lübnan’da yaşamayı tercih etmezden önce yurtdışında okuyup yaşadı. Yaptıkları seyahatler ve edindikleri deneyimler, yaşam tarzları kadar ideolojik tahayyüllerini de biçimlendirdi. Mürüvvet’in aktardığı kadarıyla, Marx hayatına “Necef’te girdi.” Şii din âlimi Necef’te başka bir peygamberle tanıştı.[10]

Mürüvvet için yazmak, ergenlik döneminden ölümüne dek olağan bir gündelik faaliyetti. Ellilerde ülkesine döndükten sonra LKP’nin önde gelen aydınlarından biri hâline geldi. İslam tarihinin Marksist yorumunu içeren iki ciltlik bir eser kaleme aldı.[11] Mürüvvet günlük, haftalık ve aylık yayın organlarında dünya ve ülkede cereyan eden politik gelişmeler[12] konusunda yazılar yazan, bu konuda epey bereketli olan bir yorumcuydu.[13] Kendisine, Haziran 1982’de Batı Beyrut’taki İsrail işgali esnasında nasıl hayatta kaldığı sorulduğunda şu cevabı veriyordu: “Yazmasaydım yaşamaya tahammül edemezdim.”[14]

Mürüvvet 1910’da, Güney Lübnan’daki Cebel Amil bölgesinde bulunan Haddatha köyünde doğdu. Nüfusunun büyük bölümü Şii olan Cebel Amil’de geçim kaynağı tarım idi. Politik düzeyde ise hem Osmanlı hem de Fransız Mandası döneminde görmezden gelinen bir bölgeydi. Otuzlardan itibaren Cebel Amil’de yaşayan insanlar, politik ve ekonomik planda kendilerini ortaya koymaya başladılar.[15] Fikrî düzeyde bölge yüzlerce yıldır Şiilik geleneğine ait kaynakların öğrenildiği, yeni çalışmaların yapıldığı bir merkez olarak iş görmüş olan Cebel Amil, Şii ilminin merkezi olan Necef’le köklü tarihsel bağlara sahipti ve bu durum bölgenin statüsünü artırmaktaydı. Bir Şii din adamının oğlu olan Hüseyin Mürüvvet, küçük yaşlarından itibaren babasının Cebel Amil’deki dinî ortama girmesine dönük yönlendirmelerine maruz kaldı. Kendi hayat hikâyesini kaleme aldığı yazılarında ve verdiği mülâkatlarda Mürüvvet, çocukluğunun yoksullukla ve toplumsal dışlanmayla yüklü olduğundan bahseder.[16]

1924 yılında Mürüvvet, Necef’teki Şii din okulunda (havzada) eğitim almaya başladı. Bu dönemde babasının, ailesinin, cemaatinin ve kendisinin düşlerini gerçekleştirdi. Gelgelelim kısa bir süre sonra hayatına Marx girdi. Mürüvvet, değerlerin ve dinin dayandığı köklü yapılara şüpheyle yaklaşmaya başladı. Modern edebiyat ve şiir okumaya başladı. İrfan ve Hatif gibi modernist Şii dergilerinde eleştirel makaleler kaleme aldı. Kendisi gibi düşünen öğrencilerle birlikte Necefli Amilli Gençlik örgütünü kurdu. Örgüt, hem sözlü hem de yazılı olarak havzanın reformdan geçmesini talep etmekteydi.[17] Fakat Mürüvvet’e göre, reformların dinî kurumla sınırlı kalması kâfi değildi. Mürüvvet 1938’de dinî okuldan ayrıldı.

İki yıl sonra Bağdat’a taşındı. Burada öğretmenlik yaptı, Irak’ta çıkan gazetelerde yazılar yazdı. Bağdat’taki gazeteciler, kültür ve siyaset erbaplarından oluşan ortama girmesiyle birlikte Mürüvvet, Marksist kitaplarla ve Irak Komünist Partisi liderleriyle daha fazla tanışma imkânı buldu. Bağdat’ta geçirdiği dönemin başlarında daha çok milliyetçi fikirlere yakın olan Mürüvvet[18], Iraklı aydınlar arasında, genel anlamda tüm politik gerçeklikte, “fırtınalı bir ortam”a[19] girdi. Bu ortamda, sözde bağımsız olan Haşimi krallığı ve İngiliz müttefikleri, karşılarında Iraklı aydınların ve solcu/milliyetçi politik eylemcilerin sert muhalefetini buldular. Muhalefete zulümle, tutuklamalarla ve idamlarla karşılık verildi. 1948’de İngilizlerle yapılan ticaret anlaşmasına karşı gerçekleştirilen gösteriler, vasbe (uyanış) denilen harekete yol açtı. Bu eylemlilik süreci boyunca ülke genelinde komünist partinin başını çektiği büyük gösteriler ve eylemler düzenlendi. Ayaklanmanın şiddetle bastırılması sonucu birçok gösterici öldürüldü veya tutuklandı.[20] Mürüvvet’in aktardığı kadarıyla, bu ayaklanma kendisinin yüzünü komünizme dönmesini sağladı. Irak’ta günlük olarak yayınlanan Ra’yü’l Amm gazetesinde protesto hareketi ile ilgili yazılar yazdı. Bu yazılarda komünist fikirlere yakın olduğunu söylese de IKP’ye hiçbir zaman üye olmadı.[21] Ayaklanmanın ardından Mürüvvet, Irak siyaseti ile ilgili eleştirel makaleler yayınlamaya devam etti, sonuçta bu yazılar Irak’tan kovulmasına neden oldu. Irak’tan ayrılan Mürüvvet 1949’da Lübnan’a döndü.

Beyrut’a gelen Mürüvvet, Lübnan’da yayınlanan günlük gazete Hayat için yazılar yazmaya başladı. Bir yandan da LKP’nin aylık dergisi Tarik için yazan Mürüvvet, dönemin iki önemli komünisti Nikola Şavi ve Faracullah Hilv ile tanışma imkânı buldu. 1951’de bu üçlü Takafaü’l Vataniye isimli bir kültür gazetesi çıkartmaya başladı. Mürüvvet ile dostu ve yoldaşı Muhammed Dakrub, bu haftalık derginin yayın yönetmenliğini üstlendi. Mürüvvet 1954’te LKP’ye girdi.[22] Ellilerde ve altmışlarda parti, Mürüvvet’i araştırmalar yapması için iki kez Moskova’ya gönderdi.[23] 1966’da Moskova’da bir yıl kalan Mürüvvet, burada İslam tarihinin Marksist okuması olarak görülebilecek başyapıtı Arap-İslam Felsefesinde Materyalist Eğilimler’i kaleme aldı.[24] Mürüvvet, Beyrut gibi Moskova’yı da hem kişisel hem de entelektüel vatan belledi. İki şehir, Mürüvvet’in Sovyetler Birliği ve LKP’nin oluşturduğu düşünsel bağlamla bütünleşmesini temsil ediyordu.

Mehdi Amil ise daha katı bir felsefî-sosyolojik yaklaşıma sahipti. Sömürgecilik bağlamında oluşan Lübnan siyaseti ve Lübnan toplumuna ait gerçeklerle ilgili teorik katkılarında sosyalist devrim çağrısı önemli bir yer tutuyordu. Kişisel değerlendirme veya otobiyografi kaleme almamış olan Amil’in Tarik ve Nida gibi solcu dergi ve gazetelere yaptığı katkılarda kendi gündelik hayatını ortaya koyan herhangi bir şahsi duyguya veya anlatıma rastlanmamaktaydı. Bunun yerine kendisini şekillendirmiş olan farklı etkileri ve deneyimleri ortaya koyan teorik çalışmalar kaleme aldı. Buna karşılık kişiliğini ve hayatını daha çok dostları ve meslektaşları anlattılar. Bu çalışmalarda karizmatik, duygusal ve nüktedan bir karakterin yanında katı, davasına sıkı bir biçimde bağlı komünist bir teorisyenden ve felsefeciden bahsedilmekteydi.[25]

Gerçek adı Hasan Hamdan olan Mehdi Amil, 1936’da Beyrut’ta dünyaya geldi. Çocukluğu hem başkentte hem de Güney Lübnan’daki Haruf köyünde geçti. Gençlik döneminde politikleşen Amil’i esas etkileyen ideoloji Arap milliyetçiliği idi. 1955’te liseyi bitirdikten sonra Lyon’da felsefe, tarih ve edebiyat eğitimi aldı. Ellilerin sonu altmışların başında Fransa’da kaldığı sıralarda Lyon Üniversitesi’deki solcu öğrencilerden ve Cezayir kurtuluş mücadelesiyle kurduğu ilişki üzerinden Marksist ve solcu fikirlerle tanıştı.[26] Ellilerde bölgesel ve uluslararası planda çatışmalı bir konuma sahip olan Lübnan’ın görmezden gelinen güney bölgesinde yaşadıkları[27], ayrıca düşünce ve kültür açıdan canlı olan Fransa’da geçirdiği yıllar ilk yazılarına damgasını vurdu. Doktora tezi, tüm bu etkilerin açık kanıtı gibiydi: Praksis ve Proje: Tarihin Yapısı Üzerine Deneme isimli tez 1967’de Cezayir’de tamamlandı. Fransız felsefesinden de etkilenmiş olan bu çalışma, Louis Althusser, Nicos Poulantzas, Fransız coğrafyacı Yves Lacoste ve Marksist antropolog Pierre-Philippe Rey’i yankılamaktaydı.[28]

Amil’in doktora tezi, Fransız sömürgeciliğine ait yapısal koşullara dair bir teorinin peşine düşmeye dönük bir girişimdi. Fransa’da solcu çevrelere girmiş olması, onun sadece Marksizm değil sömürgecilik ve üçüncü dünyacı bakış açılarına aşina olmasını sağladı.[29] 1961’de Lyon’da Frantz Fanon’un Yeryüzünün Lanetlileri’ne dair yaptığı okuma, sömürgecilik ve Cezayir kurtuluş savaşı ile ilgili fikirlerinin oluşmasını sağladı. Fransa’da FLN’cilerle birlikte çalışmaya başladı. Bu çalışma dâhilinde Fransa’daki Cezayirli işçilerden toplanan paraları gizlice ülke dışına çıkartıp Cezayirli devrimcilere ulaştırdı.[30] 1963’te bu ilişkinin doğrudan bir sonucu olarak, Amil ve ailesi Cezayir’deki Konstantin şehrine göç etti ve buradaki bir kolejde felsefe öğretmenliği yapmaya başladı. Kurtuluşa yeni nail olmuş devlette dolaşımda olan sömürgecilik karşıtı mücadele ve üçüncü dünyacılık onu epey etkiledi. Cezayir gazetelerinde ve Révolution Africaine gibi dergilerde üçüncü dünyacılığa ve devrimci mücadeleye bağlı olduğunu ortaya koyan yazılar kaleme aldı.[31] 1965’teki askerî darbenin ardından Cezayir devrimi sürecinin yenildiğini düşünmeye başladı. 1967’deki Altın Gün Savaşı ise onu Lübnan’a dönmeye ve kendi ülkesindeki ulusal ve bölgesel boyutları bulunan politik mücadeleye katılmaya ikna etti.[32]

1967’de ülkesine döndükten sonra öğretmen olarak çalışan Amil, Komünist Parti içerisinde de faaliyet yürütmeye ve yazılarını Arapça olarak yayımlamaya başladı. LKP’nin 1968’de düzenlediği ikinci parti konferansı sonrası Amil partinin resmi üyesi oldu ve müstear adıyla Tarik dergisinde yazılar yazdı.[33] Yetmişlerin ortalarından itibaren Lübnan Üniversitesi sosyoloji bölümünde Marksist felsefe dersleri verdi. Almışların sonlarında Beyrut’ta faal olan öğrenci hareketi içinde çalışmış olan Amil, Lübnan’da süren eğitim reformu tartışmalarına katkıda bulundu.[34] Ayrıca 1968’de LKP’nin düzenlediği ikinci konferansın önde gelen entelektüel simalarından biriydi.[35] Parti üyesi olarak Amil, Marksizm ve komünizm konusunda konuşmalar yapmak üzere sık sık Lübnan köylerini ziyaret etti.

Devrimlere Tanıklık, Devrimleri Yazmak: Irak, Fransa, Cezayir ve Beyrut

Mürüvvet de Amil de yurtdışında eğitim gördüğü ve yaşadığı dönemde ülke çapında etkili olan ayaklanmalara, kurtuluş mücadelelerine ve politik kalkışmalara tanıklık etti. İki isim de devrim meselesi üzerine yazılar yazdı ve bu yazılarda ağırlıklı olarak kendi deneyimlerinden faydalandı. Mürüvvet, köşe yazılarında Cezayir, Yemen ve Irak gibi ülkelerdeki devrimci gelişmeleri ele alıyor, bu olayları Lübnan’daki gidişatla ilişkilendiriyordu. Öte yandan Amil ise devrim anlayışını politik ve toplumsal dönüşümde gerekli olan teorik ve pratik görevin parçası olarak görüyor ve onu geniş bir Marksist felsefî-sosyolojik çerçeve içine oturtuyordu. Amil Beyrut’a geldiğinde ikili sıkı dost oldu, aynı yerlerde çalıştılr, düzenli olarak fikir ve yazı alışverişinde bulundular.[36]

Arap dünyasında ellilerin sonunu devrimci bir dönem olarak görmek mümkün. Bu dönem, Irak’ta Haşimi krallığını yıkan ve 1958’de Irak Cumhuriyeti’nin kurulmasını sağlayan 14 Temmuz Devrimi’ne tanıklık etti. Bu, aynı zamanda Fransız sömürgeciliğine karşı devam eden Cezayir devriminin yaşandığı dönemdi (1954-1962). Bu türden olaylara dair yorumlarda bulunan Mürüvvet, devrimci mücadeleleri gazetesindeki köşesinde destekleyen yazılar yazdı. Altmışların ortalarından itibaren Mürüvvet, Lübnan’ın içinde bulunduğu koşulları daha kapsamlı ve daha sık bir biçimde ele almaya başladı. Aynı zamanda Mürüvvet, “özgürlüğüne kavuşmuş” birçok ülkede ortaya çıkan yenilgi fikrini de eleştiriyordu.

Mürüvvet’in Cezayir ve Irak’taki devrimci olaylara dair konumu, onun Cebel Amil’de geçen çocukluğundan ve Necef’te bulunan dinî okuldaki öğrencilik deneyiminden izler taşımaktaydı. Bu bağlamda Necef’teki okul, sadece şeriat ve fıkıh ile ilgili geleneksel eğitimin merkezi değil, ayrıca değişen politik ve düşünsel dünyaya dair fikirlerin yuvası olarak da iş gördü.[37] Mürüvvet’in sömürgecilik, bağımsızlık, ulusal ve toplumsal mücadele ile reform/devrim ile ilgili algı ve bilgisini bu ortam biçimlendirdi.[38] Mürüvvet’e göre, ellilerin sonlarında Irak ve Cezayir’de emperyalist güçlere, sömürgeciliğe ve anti-demokratik/özgürlük karşıtı politikaya karşı başarılı ve kesintisiz bir mücadele verilmekteydi. Fransız emperyalizmine karşı mücadele eden Cezayir kurtuluş hareketi, barış yanlısı ve demokratik bir niteliğe sahipti. Emperyalist güçlerin saldırılarına karşı Cezayir, bağımsızlık, özgürlük ve ulusal hegemonyya mücadelesi vermekteydi.[39] Mürüvvet’e göre, Cezayir’de mücadele ülke bağımsız olunca sona ermeyecekti. Sonuçta istikrar, bağımsızlık ve ekonomik, demokratik ve toplumsal değişim mücadelesi devam edecekti.

Mürüvvet’in 14 Temmuz 1958’de Irak’ta gerçekleşen devrime dair konumu, esasen onun Irak halkının mücadelesini tercübe etmesinden, Bağdat’taki solcu mahfillerde bulunmasından ve Irak Komünist Partisi’ne yakınlığından kaynaklanıyordu. Mürüvvet’e göre Irak devrimi, Irak halkının kırk yılı aşkın bir süredir devam eden mücadelesinin bir sonucuydu. Bu mücadele ülkedeki tüm güçlerin ortak çabasının ürünüydü, sonuçta hareket içerisinde farklı politik ve düşünsel görüşler hâkimdi ve hepsi de demokratik özgürlükleri ve ulusal bağımsızlığı talep ediyordu.[40]

Mürüvvet, bu iki hedefe ulaşılacağı konusunda güven içerisindeydi: “Halka dayanan, kökleri halkın kanından beslenen bir devrim asla ölmez, ölmeyecektir.”[41]

Ellilerden itibaren Mürüvvet, sosyalist devrim için edebiyatın önemini gördü ve sosyalist gerçekçilik çizgisine bağlandı. Zamanla sosyalist gerçekçilik teorisini Arap edebiyatına tatbik etmeye başladı. Bu noktada Filistinli şair Mahmud Derviş’in yazılarını, Lübnanlı eleştirmen ve yazar Raif Huri’nin çalışmaları ve Lübnanlı yazar Ömer Fahuri’nin eserlerini ele aldı. 1954’te Moskova’da düzenlenen İkinci Sovyet Yazarları Kongresi’ne LKP temsilcisi olarak katıldı.[42] O günden sonra edebiyat ve sosyalist gerçekçilikle alakalı tüm konferanslarda yer aldı. 1962’de Kahire’de düzenlenen İkinci Asyalı ve Afrikalı Yazarlar Konferansı’na katıldıktan sonra konferansla ilgili olarak Tarik’e bir yazı yazdı. Mürüvvet’e göre konferansın amacı, “gezegenimizin dört bir yanına nüfuz eden güçlü kurtuluş devrimlerini tetikleyecek düşünceleri ve duyguları paylaşmak”tı.[43] Ayrıca konferans, “emperyalistlerin açgözlülüğünü tatmin eden güçler karşısında devrimin yaşadığı yenilgi”yi de ele almıştı.[44] Mürüvvet’in tespitiyle, bu türden ortamlarda yazar, kendisini politik ve toplumsal bir bağlılıkla yapıya ve gelişmeye dair meseleleri ele almakla, ayrıca ekonomik, toplumsal ve kültürel azgelişmişliği sorgulamakla yükümlü hissetmeliydi.

Altmışların ortalarında Lübnan’a dönen Mürüvvet, Lübnan’daki koşulları daha sık konu etmeye başladı. Mürüvvet, bu ülkede eski emperyalizmin (sömürgeciliğin) uzantısından başka bir şey olmayan, belki de onun bizatihi kendisi olarak görülebilecek bir emperyalizmin hâkim olduğu düşüncesindeydi, zira küresel emperyalizm çerçevesinde iş başında olan ekonomi yasaları hiç değişmemişti.[45] Bu yeni emperyalizm, aşılması gereken, kültürel faaliyetlerin yürütüldüğü farklı sahalar üzerinden anlaşılmalıydı, çünkü tüm bu sahalarda söz sahibi olan, bazen gizli, bazen açıktan işleyen bir ideoloji idi.[46] 1972’de LKP’nin üçüncü konferansında kültürel ve ideolojik mücadeleyle ilgili olarak hazırladığı raporda Mürüvvet, Lübnan’daki krizi sınıf mücadelesi olarak takdim etmekteydi. Bu mücadele, bölgede Lübnan’ın sahip olduğu konum ve özel koşullar sebebiyle faal bir alandı, ayrıca Lübnan devletinin kurduğu ilişkilerin niteliği bu sisteme mensup insanları eonomik, politik ve kültürel düzeylerde küresel emperyalizme bağlıyordu.[47] Bu krizde “devrimci aydın”, çalışmalarını bu sınıf mücadelesine hasretmeliydi. Mürüvvet’e göre, Lübnan’daki aydınların çoğu burjuva nihilist kültürü temsil etmekteydi, devrimci olma vasfını pratikte çok azı taşımaktaydı.[48]

Mürüvvet’in esas üzerinde durduğu husus ise Lübnan solu ve LKP içerisinde yaşanacak gelişmelerde aydının oynacağı rol idi. Altmışların sonundan itibaren yeni gelişen işçi ve öğrenci hareketleri, ayrıca yeniden canlanma imkânı bulan sol hareket ve Lübnan’daki FKÖ varlığı Lübnan siyasetinin kutuplaşmasına ve radikalleşmesine sebep oldu.[49] Ülke genelinde Fuad Şehab (1958-1964) ve Charles Helu’nun (1964-1970) cumhurbaşkanı olarak gerçekleştirdikleri idari ve ekonomik reformlar da bu geçiş sürecinde önemli sonuçlara yol açtı. Solcu ve seküler ilerici politik ortamın oluşması ve Lübnan’daki FKÖ operasyonları, sağcı siyasetçilerin ve partilerin muhalefetiyle karşılaştı. Bölgesel düzeyde Arapların 1967’de yaşanan Altı Gün Savaşı’nda yaşadıkları yenilgi, süreçte belirleyici bir yere sahipti. Üçüncü dünyacı kurtuluş teorileri ile Avrupa’daki öğrenci grevleri ve öğrenci hareketleri de benzer türde etkilere yol açtı. Bu değişen koşullarda LKP, kendisini Lübnan’daki solculuğun öncüsü ilân etti ve radikal değişimin savunucusu olarak öne çıktı. Bu bağlamda parti, 1968’deki ikinci parti konferansında dillendirildiği biçimiyle, kapsamlı bir yenilenme sürecine girdi. Bu yenilenme süreci dâhilinde parti, Lübnan’ı “sosyalizme geçiş için gerekli zeminin hazırlanması amacıyla demokratik bir temele ihtiyaç duyan kapitalist bir ülke” olarak tanımladı.[50] Parti aldığı karar uyarınca bu süreçte yolu diğer ilerici ve seküler isimlerle ve partilerle birlikte yürüyecekti. Kongrede ayrıca LKP, Filistin meselesine ilişkin tavrını tekrar ortaya koydu. 1947’deki taksim planını reddeden parti, Filistin direniş hareketine desteğini sundu.[51] Yeni bir tavrın ve konumun benimsenmesi, esasen yeni oluşan ve Lübnan siyasetindeki kutuplaşmaya tepki koyan gençlik hareketinin uyguladığı baskıların bir sonucuydu. Mürüvvet ve Amil, partinin yeni ilkelerinin düşünsel ve teorik dayanaklarının oluşturulmasına öncülük eden isimlerdi.

Mürüvvet gibi Amil de teorik müdahalesini başarısız kurtuluş hareketleri üzerine geliştirdiği düşünceler üzerinden gerçekleştirmekteydi. Amil’in asıl üzerinde durduğu, “azgelişmiş bir ülkede sosyalist devrimin mümkün olup olmadığı” sorusuydu.[52] Kaleme aldığı ilk yazılarda Amil, aydının ortaya attığı teoriyle fiilî devrimci pratik ve onun somutlaşması arasındaki ilişki üzerinde durmaktaydı. Bu ilişki, teoriyle pratiğin karşılıklı etkileşimine ihtiyaç duyan “organik” bir ilişkiydi. İki ciltlik başyapıtı Mukaddimat Nazariyye isimli çalışmasında bu yaklaşımını ayrıntılandıran Amil’e göre, “devrimci bir hareket, işçi sınıfının politik mücadelesi dâhilinde ister istemez devrimci bir teorinin varlığına ihtiyaç duyacaktı. […] Devrimci proleterlerin ideolojik pratiği de teorik bilginin üretimini mümkün kılacaktı.”[53] Amil sonrasında diyalektik etkileşim teorisini ve değişim teorisini ortaya atma konusunda aydının oynayacağı rolle ilgili düşüncelerini geliştirdi.

Amil’in üzerinde durduğu diğer bir husus da süreçte partinin oynayacağı roldü. Bu noktada Antonio Gramsci’nin partinin eğitimci, koordinatör ve rehber olması gerektiğine ilişkin düşüncesini benimsedi.[54] Amil’e göre, teoriyle pratiği bir araya getiren parti idi. Bir yandan parti teori üretecek, partinin varlığı teoriye illaki ihtiyaç duyacaktı. Diğer yandansa parti teorinin derinleşmesi için gerekli koşul olarak onu pratiğe dökecekti. Dolayısıyla parti, devrimin yapılması için gerekli “şemsiye örgüt”tü. Eğer mesele sosyalist devrimse, onu ancak bir komünist parti yapabilirdi.

“Devlet aygıtına meydan okuma konusunda gerekli devrimci gücü mevcut sınıfsal oluşumu dâhilinde bulabilecek yegâne parti komünist partidir, işçi sınıfı partisidir, çünkü temelde en devrimci toplumsal sınıf işçi sınıfıdır.”[55]

Bu formülde aydın, komünist partinin hizmetinde olmalıydı. Amil’e göre aydın, partiyle ilişki için girmekle kalmamalı, ayrıca partinin kitle tabanını teşkil eden işçilerle de ilişki kurmalıydı. Her bir üye, teoriyi derinleştiren ve onu pratiğe döken birer aydın olabilmeliydi.[56]

Amil’in teorisi, Arap, Afrika ve Asya ülkelerinde azgelişmişliğin sebepleri üzerinde duran bir teorik faaliyeti de içermekteydi.[57] Büyük ölçüde Cezayir’deki deneyimlerinden istifade eden Amil, teorisinin en önemli öğesini geliştirme imkânı buldu: “sömürge ülkede üretim” anlayışı ve farklı gerçeklikler düşüncesi. Başarısız kurtuluş hareketleri ışığında Amil, devletler arasındaki yapısal farklılıkların devrim sürecini ve devrimin başarısını etkilediğini tespit etmekteydi. Ona göre devrimci teori, bu farklı gerçekleri ele almalıydı.[58] Örneğin başarılı bir mücadele, sömürgeci ile sömürülen arasındaki ekonomik ilişki üzerinde durmalıydı. Amil’e göre ekonomik koşullar, azgelişmişlik sebebiyle, emperyalist kapitalist yapının varlığının sınırlı bir nitelik arz ettiği yapısal bir durumla alakalıydı. Aynı zamanda azgelişmiş yapıların varlığı da emperyalist kapitalist yapı tarafından sınırlanmaktaydı.[59] Azgelişmişlik, emperyalizm ve toplumsal yapı arasındaki bu ilişki ise kapitalist ülkelerle sömürge ülkeler arasındaki temel farklılıkların oluşmasını sağlamaktaydı ki bu farklılıklar bağlamında sosyalist bir devrimin gerçekleştirilmesi noktasında farklı bir teoriye ihtiyaç vardı.

Pratiğe Dökülen Devrim: Lübnan İç Savaşı Deneyimleri

Altmışların sonuna doğru Amil ve Mürüvvet, Lübnan’daki şartlarla ve yeni ortaya çıkan politik güçlüklerle başa çıkmak zorunda kaldı. İki aydın, LKP’ye katıldıkları süreçte yüzleştikleri bu şartlara katlanmayı bildi. Altmışlardan itibaren iki isim de projelerini muharebe hatlarında büyük bir coşkuyla savundu. Altmışlarda Lübnan siyaseti sahnesine çıktıkları günden Nisan 1975’de iç savaşın patlak verdiği güne dek devrimci süreci bilince çıkartan Amil ve Mürüvvet, kendi teori ve pratik anlayışları bağlamında farklı mücadele aşamalarından ve farklı “geçiş momentleri”nden geçti.[60]

Lübnan iç savaşı, solcu ve seküler-milliyetçi Lübnan ve Filistin partilerinin Kemal Canpolat liderliğinde bir araya geldiği koalisyonla (Lübnan Ulusal Hareketi –LUH) Falanjist Partisi ile Lübnan Cephesi içindeki müttefikleri türünden sağcı partilerin oluşturduğu koalisyon arasında yaşanan çatışmalarla patlak verdi. Canpolat, siyasi çizgisi net olmayan politik bir isimdi ve İlerici Sosyalist Partisi’nin kurucusuydu.[61] Bahsi edilen iki koalisyon, silâhlı çatışmaların patlak vermesinden önce zaten çeşitli momentlerde karşı karşıya gelmişti. İki yapıyı birbirinden ayıran temel hususlar, FKÖ’nin Lübnan’daki mevcudiyeti, Filistinlilerin yürüttükleri silâhlı mücadele, Lübnan devletinin yapısı, toplumsal eşitsizlik ve cemaatlerin mezhep temelinde marjinalleştirilmesi veya öncelikli kılınması idi.[62]

İç savaşın patlak vermesiyle Amil ve Mürüvvet, geliştirdikleri projenin silâhla savunulması gerektiği sonucuna ulaştı. Lübnan Ulusal Hareketi, ülkedeki düşünce sahasının filtrelediği ideolojik dayanaklar temelinde kendi silâhlı savunmasını gerçekleştirmekteydi.[63] Devrim ise esasen iki hedefe sahipti. Bir yandan amaç, Lübnan’daki sağcı kapitalist burjuvazinin iktidarını yıkıp demokratik/sosyalist bir seküler devlet kurmaktı. Amil ve Mürüvvet, ayrıca 1975’teki diğer birçok solcu açısından iç savaş, esasen genelde sekülerizm özelde Marksizm adına yürütülen “politik ve bölgesel bir mücadele”yi temsil etmekteydi.[64] Bu isimlere göre yaşanan, iç savaş değildi. O, ulusal, seküler ve solcu güçlerin gerici kapitalist, emperyalist ve Siyonist güçlere karşı yürüttükleri haklı bir savaştı ve bu savaş Lübnan’la da sınırlı değildi, bilhassa Filistin’in kurtuluşu bağlamında tüm Arapların kurtuluşunu hedefleyen bir hareketin verdiği savaştı.[65]

1979-80’de Amil, ulusal politika pratiğine dair iki teorik çalışma kaleme aldı.[66] Bu kitaplarda Amil, mezhepçiliği tarihsel planda gelişen bir gerçeklikten ziyade Lübnan’daki kapitalist ve sömürgeci üretim tarzının yapısal bileşeni olarak tarif etmekteydi: “Mezhepçilik bir sömürge burjuva devletinin burjuva devlet olamamasına dair bir işarettir.”[67] Bu bağlamda Amil, Lübnan devrimini bölgedeki tüm Arapların kurtuluşunu hedefleyen bir hareketi ve ulusal reformu şart koşan, aşamalı olarak gerçekleşecek bir sosyalist devrim şeklinde tarif etmekteydi. İlk aşamada Lübnan’daki mezhepçi, burjuva kapitalist devlet yıkılacak, ikinci aşamada ise LKP’nin temsil ettiği işçilerin yönetimine yol açacak demokratik bir devlet kurulacaktı. Sosyalist politik sistem bu dönemin sonunda inşa edilecekti.[68] Sonuçta iç savaş, yeni devrim teorisinin formüle edilmesi için gerekli imkân ve fırsatı sunmuştu. Ayrıca bu savaş devrimle bizatihi, pratikte iştigal etmenin aracı olarak iş görmüştü. Amil, kendisini savaş döneminde faaliyet yürüten bir devrimci olarak görmekteydi. Görüşlerini aktarmak için Lübnan köylerini gezen Amil, genç LKP savaşçılarına konuşmalar yaptı ve kuşatma döneminde su ve gıda dağıtımında yer aldı.[69] Amil’in iç savaş arifesinde ulusal devrimle alakalı yaklaşımı LKP’nin LUH’a katılımında karşılık buldu. LUH koalisyonu üyeleri farklı ideolojik konumlara ve politik görüşlere sahipti, fakat tüm bileşenler, en azından görünüşte, mezhep temelli olmayan, seküler demokratik Lübnan için belirlenen geçiş dönemi programına[70] ayrıca Filistin’in kurtuluşu davasına destek olma konusunda anlaşmışlardı.[71]

Lübnan Ulusal Hareketi (LUH) iç savaşın ilk bir buçuk yıllık kesitinde sürdürdüğü silâhlı mücadelede başarılı oldu. Ama Haziran 1976’da Hafız Esad’ın emriyle Suriye güçlerinin LUH’u yenmeleri konusunda Falanjistlere yardım etmek için Lübnan’ı işgal etmesiyle süreç terse döndü. Sekiz ay sonra, Mart 1977’de Canpolat suikasta kurban gitti. Her iki gelişme, sol hareketin ciddi yenilgilerle yüzleşmesine neden oldu.[72] Mart 1977’de Mürüvvet, Suriye işgalinin yol açtığı hayal kırıklığının üstesinden gelmek için bir yazı kaleme aldı. Canpolat’ın yasını tutan Mürüvvet, bir yandan da onun ölümüyle davanın son bulmadığını söylemekteydi:

“[…] Organizma tohumlar öldüğü takdirde asla büyümez.” […] Bu Kemal Canpolat’ın sözüydü, muhtemelen o bu sözü bir gün kendisini öldürecek olan kişiye söyleyeceğini biliyordu. […] Artık onlar tohumun öldüğünden, organizmanın bir daha hiç büyümeyeceğinden emin olabilirler. […] Ama şu bilinsin ki dava ölmeyecek, Canpolat ölmeyecek.”[73]

Yemen Halk Cumhuriyeti’ndeki olaylardan yararlanan ve bu olaylara dair bilgiyi Lübnan gerçekliğine aktaran Mürüvvet, devrimin yüzleştiği güçlükleri görmekteydi. Ona göre devrimci teori ve pratik, tüm gerekli silâhlarıyla halk arasında müşterek bir kudretin can bulmasını sağlayacaktı.[74]

Suriye ordusunun ülkeye gelişi ve yaşanan askerî yenilgiyle birlikte LKP, İsrail’e karşı sürdürülen silâhlı direniş hareketine odaklandı ve güney Lübnan’dan Siyonist düşmana saldırdı. Bu çatışmaların sonucunda, Haziran 1982’de İsrail Lübnan’ı işgal etti. Bu ani gerçekleşen askerî saldırıya yoğun ve kesintisiz devam eden hava saldırıları ve savaş gemilerinden atılan bombalar eşlik etti. Nihayetinde İsrail ordusu, Batı Beyrut’u iki ay süreyle kuşattı ve FKÖ Tunus’a gitmek zorunda kaldı. İsrail işgali, sol koalisyonun yüzleştiği en büyük badirelerden birisiydi. 1982’de Lübnan Ulusal Hareketi dağıldı. Koalisyon, faaliyetlerini Lübnan Ulusal Muhalefet Cephesi adıyla yürütmeye başladı. Lübnan halkı açısından İsrail’in Batı Beyrut’u işgal altında tuttuğu dönem, her şeyin çöktüğü, krizin kalıcılaştığı istisnai bir dönemdi. Mürüvvet ve Amil gibi birçok LKP’li aydın, İsrail işgaliyle mücadele etmek için Batı Beyrut’ta kaldı. Bu isimler, şehirde kalıp kuşatmayı belgelemeyi tercih ettiler. LKP’li aydınlar, kuşatma altındaki şehre temel gıda malzemelerinin dağıtılmasında aktif rol aldılar. 1982 işgali, FKÖ’nin çekilmesiyle yaşanan yıkım, Eylül 1982’deki Sabra-Şatilla katliamı, Mürüvvet’in Nida gazetesinde “Dövüşen Ülke” başlığı altında kaleme aldığı yazılarında üzerinde durduğu başlıca konulardı. Bu köşe yazıları, kalemiyle dövüşen bir aydının ruhuyla yoğrulmuştu. Mürüvvet, ilgili süreçte “ülkenin savunulması esnasında savaş alanında kanları birbirine karışan bir ulusu savunmak” için savaşçılarla o savaş alanına girmenin yollarını aradı.[75] Sahada ülkesinin geleceğine dair ihtimalleri ve imkânları korumak, belgelemek ve onlara tanıklık etmek için uğraştı.[76] Bu yazılarda Beyrut, karşımıza her gün bombalanan, tehlike içerisindeki, viran olmuş bir yerden çok bir direniş sembolü olarak çıkmaktaydı. Mürüvvet’e göre Beyrut, dünyanın seyreyleyip hayran olması gereken bir şehirdi.[77] Kuşatmayı günlük deneyimleri üzerinden aktaran yazar içinde bulunduğu sığınağı bir tür direniş mekânı, yaşama istencinin hâkim olduğu bir yer olarak takdim etmekteydi:

“Hepimiz ölmemeye, yaşamaya, yalnız değil halkımızla birlikte yaşamaya karar vermiştik. Bir binada on dokuz saat insanlarla birlikte yaşıyorduk. Kaldığımız yeri tehlikenin en az düzeyde bulunduğu bir yer olması sebebiyle ‘sığınak’ olarak adlandırmıştık.”[78]

Mürüvvet’in Nida gazetesinde çıkan yazıları kriz, yenilgi, bombalar ve tehlike üzerine kurulu tezviratı boşa düşüren başka bir hikâye anlatmaktadır. Burada Mürüvvet süreklilikten, yaşamaktan, birlikte olmaktan ve direnmekten söz eder. Yazılarında somut olarak görülen iki husus da saadet ve güzelliktir.

“Yaşamak, benim için güzel ve narin bir şeydi. Farklı ve yoğun duygulara dair muhtelif ifadelere başvurulmasını gerekli kılan dünyaya kolayca giriş imkânı sunuyordu. Böylesine istisnai bir durumda duyguların üzerindeki örtü kalkıyor, o duyguların tüm prangaları kırılıyordu.”[79]

Ama öte yandan 1982 işgali, askerî ve ahlâkî yenilginin tüm derinliğiyle yaşandığı bir dönemdi. En ağırı da FKÖ’nün Lübnan’dan ayrılması ve Sabra-Şatilla Katliamı idi. Bu momentle birlikte devrimci projenin çöküş süreci de başlamış oldu. Takip eden yıllarda iç savaşın şiddeti daha da yoğunlaştı. Hiziplerin sayısı arttı, ittifaklar sürekli değişime uğradı. Sürecin ta başından beri varlığını hissettiren mezhepçilik daha da kökleşti ve savaşın dayandığı mantığa hükmetmeye başladı. Amil ve Mürüvvet’in devrimci projesi, düşmana ve değişimin hedefine dair net görüsü zedelendi, nihayetinde kargaşanın ve hayal kırıklığının hâkim olacağı dönemin eşiğinde tarumar oldu.[80] Kargaşa döneminin orta yerinde Amil, krizi aşacağını umduğu yeni bir yaklaşım önerdi. Bu noktada komünist projeyi ve savaş öncesinde, hatta savaşın başlarında sahip olduğu devrimci ruhu sorgulayan yeni solculara saldırdı. Bu yeni solcuların niyeti, şiddete ve silâhlı çatışmalara bir an önce son vermekti.[81] Amil, bu yeni solcu çizgiyi didik didik ettikten sonra, onun “nihilist düşünce”yi yaydığını söyledi. Bu, Amil’in ölümünden sonra yayınlanan ve 1980 sonrası kaleme aldığı yazıları bir araya getiren Nakdü’l Fikrü’l Yevmi (Gündelik Düşüncenin Eleştirisi) adlı kitabında özel olarak üzerinde durduğu bir meseleydi. 1987 tarihli, ölümünden kısa bir süre önce yayımlanan o ünlü “Kültür ve Devrim” isimli makalesinde ise Amil, mücadelenin sürmesini büyük bir coşkuyla isteyen biri olarak çıkıyordu karşımıza. Devrimin ruhunu canlı tutmaya yönelik yoğun gayreti dâhilinde Amil, esasen şunları söylemekteydi:

“Lübnan’da gericilerin mezhep temelli sistemlerini koruyup faşizmi zorla dayatabilmek başlattıkları iç savaş sürecinde devrim hâlen daha faaldir. Bu ulusal demokratik devrim, gericilerin ve sistemlerinin üzerine yürümektedir. Burada amaçsa çökmekte olan dünyayı parçalamak, dağıtmak ve yeni bir dünyanın doğuşu ihtimalini somutlamak suretiyle eski dünyayı yıldırmaktır.”[82]

Amil ve Mürüvvet’in devrimci projeleri, alt üstlerin yaşandığı “devrimci” dönemlerde teoriyi ve pratiği yaşamaya yönelik entelektüel birer girişimdi. Bu iki aydının ortaya koydukları gayret, cesaret ve azimle yoğrulmuştu. Buna karşılık yaptıkları çalışmalarda istenilenlerle gerçek arasında derin bir uçurumun bulunduğunu görmek gerek. Sosyalist bir devrimin teorik planda istediklerinin Lübnan’da iç savaş öncesi döneme ait politik gerçeklikle boy ölçüşmesi asla mümkün değildi. Aynı şekilde Lübnan devrimi ve Arap kurtuluşu ile ilgili projeler, iç savaşta ortaya konulan şiddet, döneme hâkim olan mezhepçilik ve parçalanma karşısında tüm itibarını yitirdiler. Dahası, kimin kazandığını kimin kaybettiğini tespit etmek bile imkânsızdı. Her iki aydın da devrimci projelerine bağlı kalmakla onu mevcut koşullara uyarlama seçeneği arasında bir tercihte bulunmak zorunda kalacakları önemli momentlerle yüzleşti. Bu açmaz dâhilinde Mürüvvet ve Amil, LKP’nin politik hattından yana saf tuttu ve partinin farklı stratejik hamlelerini savundu. Geriye dönüp baktığımızda bu iki ismin tercihlerini yaşanan yıkım karşısında ütopik bir görüşü ayakta tutma ve destekleme yönünde ortaya konulmuş bir çaba olarak görmek mümkün. Bugün Mürüvvet ve Amil, bize istenilen sonuçların oluşmasının imkân dâhilinde bulunduğu politik koşullardan ümitsizce ve giderek daha yoğun biçimde kopmanın iki örneğiymiş gibi görünüyor. Amil ve Mürüvvet’in kurtuluşa ulaşacağımız bir geleceği tahayyül etmelerini sağlayacak yegâne yol ise farklı aktörleri bir araya getirecek bir düşünce atölyesinin kurulması. Sonuçta Amil ve Mürüvvet, teoriyi pratiğe taşıma noktasında düştükleri açmaz dâhilinde başka düşünsel yaklaşımları ısrarla ıskartaya çıkartmış isimler.

Peki Hikâye Bitti mi?

Mürüvvet ve Amil’in hayat hikâyeleri ve devrimler birden sona erdi. Bu bitiş, kişisel tercih değil bir cinayetle gerçekleşti. İki aydın, iç savaşta görülen şiddetin zirveye ulaştığı 1987 yılının üç aylık döneminde öldürüldü. İki suikast da Mürüvvet ve Amil’in projelerinin yaşadıkları yenilgiye damgasını vuran bir momentte gerçekleşti. Beyrut’tan Mektup isimli çalışmasında Vijay Prashad’ın yazdığı gibi, “tekerlek dönüyor, hatta bazen kendisini tekrar ediyor.”[83] Bu noktada Prashad, 2013 yılında Tunus’ta suikast sonucu öldürülen Tunuslu solcu Şükrü Belayid’den ve onun Mürüvvet ile ilgili şiirinden söz ediyor.

Mürüvvet ve Amil, bugün birçok devrimci hareket için birer ikona. Bu hâlleriyle, hayatlarını ideolojik, politik ve toplumsal devrim projesine adamış, onu teorileştirmeye, savunmaya ve takip etmeye çalışan birer fikir ve eylem adamı olarak, solcu aydınlar nezdinde önemli bir örnekliği ve modeli temsil ediyorlar. Bu canlı model, bugüne dek farklı ortamlarda, ille de ayaklanmalara ve devrimlere tanıklık edilen, alt üstlerin yaşandığı dönemlerde karşımıza çıkıyor. Bu gerçek, anlattığımız devrimci hayatların derinliklerinde yankılanıyor.

Meryem Yunus
2016
Kaynak

Dipnotlar
[1] Makalenin başlığı Charles Dickens’ın 1859 tarihli, devrimci değişimle alakalı iki ayrı anlayışı aktardığı romanı İki Şehrin Hikâyesi’ne atıfla konuldu. Dickens romanda Fransız Devrimi bağlamında Paris ve Londra şehirlerini ele alıyor. Düzeltme ve yaptığı faydalı yorumlar ayrıca Mürüvvet ile Amil’in yazılarını İngilizceye tercüme etmek gibi önemli bir görevi yerine getirme konusunda sunduğu katkılar sebebiyle Alâ Naccar’a çok teşekkür ediyorum. Ayrıca iki aydının hayatları ve eserleri konusunda son üç yıl boyunca bana kendileriyle görüşme imkânı sunan, onca mülâkatı ve gayriresmi sohbeti mümkün kılan Mehdi Amil ve Hüseyin Mürüvvet’in ailelerine teşekkür etmek isterim.

[2] Samer Frangie, “Theorizing from the Periphery: The Intellectual Project of Mahdi ‘Amil,” International Journal of Middle East Studies 44 (2012), s. 465.

[3] El-Warşatu’l-fikriyyetü’l-qa’ima ilkin Mehdi Amil’in kullandığı bir ifadedir. Amil bu ifadeyle aydınlar arasında farklı konu başlıklarının tartışılmasına atıfta bulunur. İlgili dönemde oldukça yaygın bir biçimde kullanılan ifade düşünsel tartışmalarda ve müzakerelerde önemli bir yere sahiptir. Bkz. Karim Muruwwa, “Mahdi ‘Amil mufakkiran wa-munadilan,” al-Tariq 5/6 (1988), s. 10.

[4] Bkz. Rula Jurdi Abisaab ve Malek Abisaab, The Shi’ites of Lebanon: Modernism, Communism, and Hizbullah’s Islamists (Syracuse, NY: Syracuse University Press, 2014), s. 72.

[5] Aralık 2014’te Tunuslu aydın Tahir Lebib Sidi Buzid şehrinde “el Takafa ve’l Savra” başlıklı bir tartışma organize etti. Lebib, bu ismi doğrudan Amil’in 1987 tarihli ve aynı başlığı taşıyan metninden ve konuşmasından almıştı. Tartışma ise Amil’in teorisini bugün Tunus devriminin sahip olduğu devrimci gerçekliğe uygulamakla ilgiliydi. Aynı şekilde Şubat 2013’te katledilen solcu siyasetçi Şükrü Belayid de ölümünden kısa bir süre önce devrimci ruhu anısına Hüseyin Mürüvvet için bir şiir yazmıştı: Bkz. Muhammad Salah ‘Umri, “Shukri Bil‘id yarthi Husayn Muruwwa,” Bidayat 5 (2013).

[6] Vijay Prashad, “Letter from Beirut: The Arab Gramsci,” Frontline, 21 Mart 2014. Türkçesi: İştirakî.

[7] Bkz. Tareq Y. Ismael ve Jacqueline S. Ismael, The Communist Movement in Syria and Lebanon (Gainesville: University Press of Florida, 1998), s. 81-131.

[8] Bu konudaki tek istisna Frangie’nin Mehdi Amil ile ilgili “Theorizing from the Periphery” başlıklı makalesidir. Türkçesi: İştiraki.

[9] Abisaab ve Abisaab, The Shi’ites, s. 65-66, 69-75; Peter Gran, “Islamic Marxism in Comparative History: The Case of Lebanon: Reflection on the Recent Book of Husayn Muruwah,” The Islamic Impulse içinde, ed. Barbara Freyer-Stowasser (Londra: Croom Helm, 1989), 106-120; Miriam Younes, “Die Verwirrungen der Zöglinge Najafs: Reformkonzepte in der und über die hawza im frühen 20 Jahrhundert, Asiatische Studien 66, Sayı. 3 (2012), s. 711-748; Yoav Di-Capua, “Homeward Bound: Husayn Muruwwah’s Integrative Quest for Authentity,” Journal of Arabic Literature 44 (2013), s. 21-52; Frangie, “Theorizing.”

[10] Husayn Muruwwa, “Min al-Najaf dakhala hayati Marks,” Husayn Muruwwa fi masiratihi al-nidaliyya fikran wa-mumarasatan, ed. al-Majlis al-Thaqafi li-Lubnan al-Janub, (Beirut: Dar al-Farabi, 1997), 89-113.

[11] Mürüvvet’in düşünsel yolculuğu için bkz. Di-Capua, “Homeward Bound.“

[12] 1959 ve 1960 yıllarında Mürüvvet’in Nida gazetesinde 344 makalesi yayımlandı.

[13] Örneğin, İrfan, Hatif, Sarha, Ahbar, Takafayü’l Vataniyye, Nida ve Tarik.

[14] Husayn Muruwwa, “Husayn Muruwwa ‘an ayyam al-harb wa-l-hisar: Lam ‘ustati‘ al-hayat dun ‘an aktub,” al-Nida’, 7 Kasım 1982. Mürüvvet ve LKP’deki yoldaşları işgal esnasında Beyrut’ta kalmaya karar verdiler ve yaşanan olayları günbegün Nida gazetesi aracılığıyla aktardılar.

[15] Bu süreçle ilgili olarak bkz. Tamara Chalabi, The Shi‘is of Jabal ‘Amil and the New Lebanon: Community and Nation-State, 1918-1943 (New York: Palgrave, 2006); Abisaab ve Abisaab, The Shi’ites, s. 34-38.

[16] ‘Abbas Baydun, “Hiwar ma‘a Husayn Muruwwa: Wulidtu rajulan wa-amutu tiflan,” al-Safir, 18-22 ve 24 Eylül 1985, s. 18; Muhammad Abi Samra, “Husayn Muruwwa yatadhakkar: Wulidtu tiflan wa-amutu rajulan,” al-Masira 1 (1981), s. 19.

[17] Necefli Amilli Gençlik ve Mürüvvet’in ilk dönem yazıları ile ilgili olarak bkz. Younes, “Die Verwirrungen.”

[18] Baydun, “Hiwar,” s. 56.

[19] A.g.e., s. 57.

[20] Bkz. Orit Bashkin, The Other Iraq: Pluralism and Culture in Hashemite Iraq (Stanford, CA: Stanford University Press, 2009), s. 114-116; Samira Haj, The Making of Iraq, 1900-1963: Capital, Power, and Ideology (Albany, NY: State University of New York Press, 1997), s. 102-105.

[21] Bkz. Abi Samra, “Husayn Muruwwa,” s. 28.

[22] Ayrıca Baydun, “Hiwar,” s. 61-63.

[23] Moskova’ya yaptığı ilk seyahatle ilgili olarak bkz. Di-Capua, “Homeward Bound,” s. 38-39. Ayrıca bkz. Mürüvvet’in Ahbar’da aktardığı görüşleri, al-Akhbar, 6 Mart 1955 ve 13 Mart 1955.

[24] Bkz. Di-Capua, “Homeward Bound,” s. 48-51

[25] Bkz. Muhammad Dakrub, “Rajul yutqin fann tahrik al-fikr wa-taftih al-‘uyun,” al-Tariq 5/6 (1988), s. 12-18; Muruwwa, “Mahdi ‘Amil mufakkiran wa-munadilan.” Amil’in bu nüktedan ve duygusal karakteri Helal ibn Zeytun müstear adıyla kaleme aldığı şiirlerine de yansımıştır.

[26] Mehdi Amil’in eşi Evelyn Hamdan ile görüşme, Beyrut, 16 Ocak 2016.

[27] Ellilerin ortalarındaki gerginlik 1958’deki kısa süreli iç savaşla ve ardından ABD’nin Lübnan’a müdahalesiyle sonuçlandı. Bkz. Fawwaz Traboulsi, A History of Modern Lebanon (Londra: Pluto Press, 2007), s. 133-137.

[28] Mehdi Amil’in oğlu Rıza Hamdan ile görüşme, Beyrut, 14 Ocak 2014; Ayrıca bkz. ‘Isam al-Khafaji, “Musahama fi al-bahth ‘an hayawiyyatina: Hawla namat al-intaj al-kuluniyyali,” al-Tariq 5/6 (1988), s. 138; Frangie, “Theorizing,” s. 470.

[29] Bu, Fransa’da yaşamış ve okumuş birçok Arap aydının ortak tecrübe ettiği bir şey olarak görülebilir. Bu değiş tokuş ve Francis Maspero Yayınevi’nin ve Kitabevi’nin bu bağlamda yürüttüğü faaliyetlerle ilgili olarak bkz. Fadi Bardawil, When All This Revolution Melts into Air: The Disenchantment of Levantine Marxist Intellectuals (Doktora Tezi, Columbia University, 2010), s. 132, 152.

[30] Vadda Şarara ile görüşme, Beyrut, 23 Eylül 2014; Evelyn Hamdan ile görüşme, Beyrut, 16 Ocak 2016.

[31] Y.‘I., “Sutur wa-‘anawin: Min masirat Mahdi ‘Amil,” al-Tariq 5/6 (1988), s. 30; “Milaff min al-Arshif, Hasan Hamdan ‘Mahdi ‘Amil,’” Jadaliyya, 2 Ekim 2012.

[32] Evelyn Hamdan ile görüşme, Beyrut, 16 Ocak 2016.

[33] Y. ‘I., “Sutur,” s. 30; Dakrub, “Rajul,” s. 12-14.

[34] Örneğin bkz. Mahdi ‘Amil, “Nizam al-ta‘lim fi Lubnan,” al-Tariq 10 (1970), s. 26-47; Mahdi ‘Amil, “al-Zahirat al-jadida fi azmat al-jami‘a al-lubnaniyya,” al-Tariq 12 (1971), s. 37-59.

[35] İkinci konferansla ilgili yazıları için bkz.: Mahdi ‘Amil, “al-Mu’tamar al-thani aw al-in‘itaf al-tarikhi fi harakat al-taharrur al-watani lil-shu‘ub al-‘arabiyya,” al-Nazariyya fi al-mumarasa al-siyasiyya: Bahth fi asbab al-harb al-ahliyya fi Lubnan içinde (Beyrut: Dar al-Farabi, 1990), s. 58-84.

[36] Eski yoldaşı ve bugün Tarik gazetesinin yayın yönetmeni olarak çalışan İlyas Şakir’le görüşme, Beyrut, 19 Temmuz 2013. Ayrıca birbirleriyle ilgili yazıları: Örneğin: Husayn Muruwwa, “Ma‘a kitab Mahdi ‘Amil: ‘Fi ‘ilmiyyat al-fikr al-khalduni,’” al-Tariq 3 (1985), s. 167-178.

[37] A.g.e., s. 40.

[38] A.g.e., s. 28, 43, 52-54. Bkz. Mürüvvet’in bu dönemde İrfan ve Hatif’te çıkan yazıları. Bu yazılarla ilgili genel bir değerlendirmeyi şu çalışmada bulmak mümkündür: Younes, “Die Verwirrungen.”

[39] Husayn Muruwwa, “Amrika…wa thawrat al-Jaza’ir,” al-Nida’, 1 Mayıs 1959. Ayrıca bkz. Husayn Muruwwa, “Diblumasiyyat al-thawra al-jaza’iriyya,” al-Nida’, 8 Mayıs 1959.

[40] Husayn Muruwwa, “al-Istiqlal… wa-l-dimuqratiyya,” al-Nida’, 11 Ağustos 1959.

[41] Husayn Muruwwa, “Thawra wa-sha‘b,” al-Nida’, 5 Aralık 1959.

[42] Mürüvvet ve ondaki sosyalist gerçeklikle ilgili olarak bkz. Di-Capua, “Homeward Bound,” s. 37-47.

[43] Husayn Muruwwa, “al-Mu’tamar al-thani li-l-kuttab Asiya wa-Ifriqiya: Huwa al-wajh al-fikri li-wahdat kifah al-qaratayn,” al-Tariq 3 (1962), s. 62.

[44] A.g.e., s. 64.

[45] Husayn Muruwwa, “al-Qawa‘id al-fikriyya li-l-isti‘mar fi Lubnan,” al-Tariq 3 (1966), s. 32.

[46] A.g.e., s. 24.

[47] Husayn Muruwwa, “Taqrir ‘an al-thaqafa wa-l-nidal al-idiyuluji wa-l-‘amal bayn al-muthaqqafin,” al-Nida’, 12 Ocak 1972.

[48] Nihilist kültür [mefhumü’l ademiyye], bilhassa 1967 yenilgisi sonrası birçok Arap aydınının aldığı devrimci olmayan konumla ilgili bir meseledir. Bkz. Muruwwa, “Taqrir.”

[49] Bkz. Agnès Favier, Logiques de l’engagement et modes de contestation au Liban: genèse et éclatement d’une génération de militants intellectuels (1958-1975) (Doktora Tezi, Aix-Marseille Université, 2004).

[50] Aktaran: Ismael ve Ismael, The Communist Movement, s. 84.

[51] A.g.e., s. 83-99.

[52] Mahdi ‘Amil, “al-Isti‘mar wa-l-takhalluf: al-qism al-thani: nizam al-intaj al-kuluniyali,” al-Tariq, Sayı 6 (1969), s. 90.

[53] Mahdi ‘Amil, Muqaddimat nazariyya li-dirasa ‘athr al-fikr al-ishtiraki fi harakat al-taharrur al-watani: al-qism al-awwal: fi al-tanaqud (Beyrut: Dar al-Farabi, 1980), s. 106.

[54] John H. Holst, “The Revolutionary Party in Gramsci’s Pre-Prison Educational and Political Theory and Practice,” Gramsci and Educational Thought içinde, ed. Peter Mayo (Chichester: John Wiley & Sons, 2010), s. 42.

[55] ‘Amil, Muqaddimat, s. 86.

[56] Faisal Daraj, “al-Hizb wa-l-nazariyya fi fikr Mahdi ‘Amil,” al-Tariq Sayı 5/6 (1988), s. 87.

[57] ‘Amil, “al-Isti‘mar,” s. 87.

[58] ‘Amil, Muqaddimat, s. 175.

[59] ‘Amil, “al-Isti‘mar,” s. 97.

[60] “Geçiş momentleri” ifadesi Bjørn Thomassen’in bir makalesinden alındı. Thomassen’e göre bu, devrim süreçlerini antropolojik açıdan incelerken benimsenmesi gereken bir kategori. İlgili kategori, süreçteki en dip ve en üst noktayı, “ara dönemler”i ve bazen de “düşünce deneyimin birbirine bağlanmasını” ifade ediyor. Bjørn Thomassen, “Notes Towards an Anthropology of Political Revolutions,” Comparative Studies in Society and History, Cilt 54, Sayı. 3 (2012), s. 684, 688.

[61] Canpolat’la ilgili daha fazla bilgi için bkz. Farid al-Khazen, “Kamal Jumblatt, the Uncrowned Druze Prince of the Left,” Middle Eastern Studies, Cilt 24, Sayı. 2 (1988), s. 178-205.

[62] Bkz. Traboulsi, A History, s. 156-183.

[63] Frangie, “Theorizing,” s. 469.

[64] A.g.e.

[65] Ismael ve Ismael, The Communist Movement, s. 101-102.

[66] Mahdi ‘Amil, al-Nazariyya fi al-mumarasa al-siyasiyya: Bahth fi asbab al-harb al-ahliyya fi Lubnan (Beyrut: Dar al-Farabi, 1979) ve Madkhal ila naqd al-fikr al-ta’ifi: al-qadiya al-filastiniyya fi idiyulujiyyat al-burjuwaziyya al-lubnaniyya (Beyrut: Dar al-Farabi, 1980).

[67] ‘Amil, Madkhal, aktaran: Frangie, “Theorizing,” s. 481, 40. dipnot.

[68] Ismael ve Ismael, The Communist Movement, s. 101-102; Mahdi ‘Amil, “al-Saha allubnaniyya aw al-haql al-markazi li-l-sira‘ bayna al-khattayn al-siyasiyyayn al-naqdayn fi harakat al-taharrur al-watani li-l-shu‘ub al-‘arabiyya,” al-Nazariyya fi al-mumarasa al-siyasiyya içinde, s. 85-110.

[69] Bkz. Y.‘I., “Sutur,” s. 31. Amil’in savaş döneminde ortaya koyduğu pratik eylemlere yaptığım birçok görüşmede mülâkat yaptığım kişiler özel olarak vurguda bulundular. Eski bir LKP savaşçısı katıldığı bir toplantıyla ilgili olarak şunları aktarmıştı: Mehdi Amil bizim için bir rehberdi, düşünce rehberimizdi, gelip bize devrimden, dövüşmekten ve Marx’tan bahsederdi. Onu çıt çıkarmadan dinler, ağzından çıkan her bir kelimeyi anlamaya çalışırdık. Bizi devrimin uğruna mücadele etmeye değecek bir şey olduğuna ikna eden oydu.”

[70] Inam Raad, “For More Than a Year Eighty Percent of Lebanon Was Run by the Lebanese National Movement,” MERIP Reports 73 (1978), s. 14-15.

[71] Michael Salkind ve Nadeem Abdel-Samad, “Lebanese Communist Party: Interview with Nadeem Abdel-Samad,” MERIP Reports 61 (1977), s. 15-16. Ayrıca bkz. al-Khazen, “Kamal Jumblatt,” s. 181-182.

[72] Bkz. Traboulsi, A History, s. 198-204.

[73] Husayn Muruwwa, “Kamal Junblat: Hadha al-faris jazarahu fi al-watan al-jamahir,” al-Nida’, 23 Mart 1977. Ayrıca bkz. Husayn Muruwwa, “Kamal Junblat fi siyaq al-ta‘amul al-sira‘i bayna al-mujarrad wa-l-waqa‘i,” al-Tariq 3 (1977), s. 22.

[74] Husayn Muruwwa, “al-Fikr al-thawri fi huqul al-tatbiq al-thawri,” al-Nida’, 3 Haziran 1979.

[75] Husayn Muruwwa, “Ayuha al-muqatilun, hadha sha‘ir muqatil,” al-Nida’, 12 Haziran 1982.

[76] Husayn Muruwwa, “Ha-kadha atfaluna yarsamuna al-harb...,” al-Nida’, 10 Ağustos 1982.

[77] Bkz.Husayn Muruwwa, “Hadhihi Bayrut...ayyuha al-‘alam!!,” al-Nida’, 15 Ağustos 1982.

[78] Husayn Muruwwa, “19 sa‘a fi al-malja’…,” al-Nida’, 8 Ağustos 1982.

[79] A.g.e.

[80] Bkz. Frangie, “Theorizing,” s. 470, 473.

[81] Örneğin Musa Vehbi, İlyas Huri, Adonis ve Hasan Davud. Bkz. Sune Haugbolle, “Being Secular in Lebanon, 1975-2013” (İsveç’in Lund şehrinde 19 Eylül 2013 tarihinde düzenlenen Dokuzuncu Kuzey Ülkeleri Ortadoğu Çalışmaları Konferansı’na sunulan makale).

[82] Mahdi ‘Amil, “al-Thaqafa wa al-thawra,” al-Tariq 4 (1987), s. 106.

[83] Prashad, “Letter from Beirut.”

0 Yorum: