İki Komünistin Hikâyesi:
Lübnanlı Komünistler Hüseyin Mürüvvet ve
Mehdi Amil’in Devrimci Projeleri[1]
Bu makale, “devrimci zamanlar”da ortaya
koydukları politik mücadeleleri ışığında, iki komünisti ve yaşadıkları düşünsel-toplumsal
gelişimi ele almaktadır. Devrimlere ve devrimci fikirlere damgasını vuran
coşku, bağlılık, umut, umutsuzluk ve tereddüt, bu değişim sürecinin birer
parçasıdır. Hüseyin Mürüvvet (1910-87) ve daha çok müstear adı Mehdi Amil ile
bilinen Hasan Hamdan’ın (1936-87) hayatlarıyla ilgili olan makale, bu iki
aydının devrimci projelerini nasıl somutladıklarını anlamaya çalışmaktadır.
Yeni bir politik vizyon sunan ve değişime dair fikirler ortaya atan bu devrimci
proje, iki aydının ömürleri boyunca merkeze aldıkları asli konudur. Proje,
somut ifadelerini, iki adamın eylemliliğinde, davaya bağlılığında ve düşünsel
üretiminde bulmaktadır.
Mürüvvet ve Amil, Lübnan komünist
geleneğinin iki önemli aydınıdır.[2] İki isim de Lübnan Komünist Partisi’nin
aktif birer üyesidir: Mürüvvet ellilerde; Mehdi Amil ise altmışlarda partili
olmuştur. İkisi de Lübnan’da ve oradan bölgeyi kuşatan ideolojik münazaraların,
tartışmaların ve faaliyetlerin bir demir gibi dövüldüğü solcu “düşünce
atölyesi”nin[3] birer sembolüdür. 1975-1991 arası dönemde yaşanan iç savaş
esnasında farklı milis gruplarının komünistlere yönelik gerçekleştirdikleri
saldırılar kapsamında katledilmişlerdir. Mürüvvet 1987 yılının Şubat ayında;
Amil Mayıs ayında Beyrut’ta öldürülmüştür. Katillerin kimler olduğu bugüne dek
aydınlatılamamışsa da birçok komünist, saldırılar konusunda Şii milisleri ve
Emel Hareketi’ni suçlamıştır.[4] Mürüvvet de Amil de bir muharebede ölmemiştir.
Mürüvvet saldırı esnasında evdedir; Amil ise sokakta yürümektedir. Sembolik
anlamlarla yüklü ölümleri ve komünist mücadeleye bağlılıkla geçen hayatları,
onların Arap dünyasında solcu/komünist ve eylemci çevrelerinde birer ikona
hâline gelmelerine neden olmuştur.[5] Kısa süre önce Vijay Prashad, bu iki
insanı “dinî köktencilikle komünist öğreti arasında hâlen devam eden
muharebenin birer örneği” olarak anmıştır.[6]
Bu makale, iki aydının yaşadıkları ilk
deneyimlerinin, farklı ortamlarda ayaklanmalara ve devrimlere dönük
tanıklıklarının izlerini sürmektedir. İkilinin elliler ve altmışlarda LKP’li
oluşlarını ele alan makale, Mürüvvet ve Amil’in ayrıca LKP’nin 1968’deki ikinci
parti konferansı ile 1980’lerin sonuna dek uzanan dönem dâhilinde izlediği
düşünsel güzergâhı anlamaya çalışmaktadır. Son olarak makalenin ömür boyu
sergilenen “devrimci” gayretin merkezine duyguyu ve toplumu aldığını belirtmek
gerekmektedir.
Araştırmacılar, LKP’nin 1968’deki parti
konferansı sonrası yaşadığı gelişmeyi ve iç savaş esnasında Lübnan Ulusal
Hareketi’ne katılımını ele almışlardır.[7] Gelgelelim akademisyenler, LKP’nin
düşünsel üretimi üzerinde pek durmamışlardır.[8] Aynı şekilde, Mürüvvet ve Amil
ile ilgili çalışmalar, bu isimlerin, devrimci çalışmaları ve politik
bağlılıkları ile tanımlı düşün emeğini incelememişlerdir.[9]
Bu devrimci projenin statik bir olgu
olduğunu söylemek kesinlikle mümkün değildir. Kişisel tercihler ve deneyimler,
projenin değiştiği sürece yön vermektedir. Projenin genel hatlarını çizense
komünist-Marksist görüş bünyesinde mevcut olan değişim fikrine bağlılıktır. İlk
başlarda yazdıkları yazılarda iki aydın, sömürgecilik ve emperyalizm üzerine
kafa yormuş, zaman içerisinde de sosyalist devrim görüşünü ve teorisini
benimsemiştir. Sonraki aşamalarda ise Mürüvvet ve Amil, Lübnan’daki koşulların
özgül yanlarını ele almıştır. Altmışların sonunda ülkedeki politik iklimin
radikalleşmesi ve 1975 sonrasında silâhlı çatışmaların yaşanması ile birlikte
iki aydının geliştirdiği proje değişmiştir. Bu noktada iki aydın, solcu ulusal
koalisyonun zaferini başa yazan, sağcı “burjuva ve emperyalist” koalisyonun
yenilgisini, Lübnan’da laik ve demokratik bir devletin inşasını ve Filistin’in
kurtuluşunu içeren, nispeten daha pragmatik bir gündeme bağlanmıştır. İkisi de
söz konusu hedefe ancak silâhlı mücadeleyle ulaşılacağını tespit etmiştir. İki
komünist ideolog, pragmatizmlerini devrimci söylemle desteklemişlerdir.
Tercüme-i Hâl ve Devrim: Mürüvvet ve Amil
Mürüvvet ellilerde; Amil altmışlarda
Lübnan’da yaşamayı tercih etmezden önce yurtdışında okuyup yaşadı. Yaptıkları
seyahatler ve edindikleri deneyimler, yaşam tarzları kadar ideolojik
tahayyüllerini de biçimlendirdi. Mürüvvet’in aktardığı kadarıyla, Marx hayatına
“Necef’te girdi.” Şii din âlimi Necef’te başka bir peygamberle tanıştı.[10]
Mürüvvet için yazmak, ergenlik döneminden
ölümüne dek olağan bir gündelik faaliyetti. Ellilerde ülkesine döndükten sonra
LKP’nin önde gelen aydınlarından biri hâline geldi. İslam tarihinin Marksist
yorumunu içeren iki ciltlik bir eser kaleme aldı.[11] Mürüvvet günlük, haftalık
ve aylık yayın organlarında dünya ve ülkede cereyan eden politik gelişmeler[12]
konusunda yazılar yazan, bu konuda epey bereketli olan bir yorumcuydu.[13]
Kendisine, Haziran 1982’de Batı Beyrut’taki İsrail işgali esnasında nasıl
hayatta kaldığı sorulduğunda şu cevabı veriyordu: “Yazmasaydım yaşamaya tahammül
edemezdim.”[14]
Mürüvvet 1910’da, Güney Lübnan’daki Cebel
Amil bölgesinde bulunan Haddatha köyünde doğdu. Nüfusunun büyük bölümü Şii olan
Cebel Amil’de geçim kaynağı tarım idi. Politik düzeyde ise hem Osmanlı hem de
Fransız Mandası döneminde görmezden gelinen bir bölgeydi. Otuzlardan itibaren
Cebel Amil’de yaşayan insanlar, politik ve ekonomik planda kendilerini ortaya
koymaya başladılar.[15] Fikrî düzeyde bölge yüzlerce yıldır Şiilik geleneğine
ait kaynakların öğrenildiği, yeni çalışmaların yapıldığı bir merkez olarak iş
görmüş olan Cebel Amil, Şii ilminin merkezi olan Necef’le köklü tarihsel
bağlara sahipti ve bu durum bölgenin statüsünü artırmaktaydı. Bir Şii din
adamının oğlu olan Hüseyin Mürüvvet, küçük yaşlarından itibaren babasının Cebel
Amil’deki dinî ortama girmesine dönük yönlendirmelerine maruz kaldı. Kendi
hayat hikâyesini kaleme aldığı yazılarında ve verdiği mülâkatlarda Mürüvvet,
çocukluğunun yoksullukla ve toplumsal dışlanmayla yüklü olduğundan
bahseder.[16]
1924 yılında Mürüvvet, Necef’teki Şii din
okulunda (havzada) eğitim almaya başladı. Bu dönemde babasının, ailesinin,
cemaatinin ve kendisinin düşlerini gerçekleştirdi. Gelgelelim kısa bir süre
sonra hayatına Marx girdi. Mürüvvet, değerlerin ve dinin dayandığı köklü
yapılara şüpheyle yaklaşmaya başladı. Modern edebiyat ve şiir okumaya başladı. İrfan
ve Hatif gibi modernist Şii dergilerinde eleştirel makaleler kaleme
aldı. Kendisi gibi düşünen öğrencilerle birlikte Necefli Amilli Gençlik
örgütünü kurdu. Örgüt, hem sözlü hem de yazılı olarak havzanın reformdan
geçmesini talep etmekteydi.[17] Fakat Mürüvvet’e göre, reformların dinî kurumla
sınırlı kalması kâfi değildi. Mürüvvet 1938’de dinî okuldan ayrıldı.
İki yıl sonra Bağdat’a taşındı. Burada
öğretmenlik yaptı, Irak’ta çıkan gazetelerde yazılar yazdı. Bağdat’taki
gazeteciler, kültür ve siyaset erbaplarından oluşan ortama girmesiyle birlikte
Mürüvvet, Marksist kitaplarla ve Irak Komünist Partisi liderleriyle daha fazla
tanışma imkânı buldu. Bağdat’ta geçirdiği dönemin başlarında daha çok milliyetçi
fikirlere yakın olan Mürüvvet[18], Iraklı aydınlar arasında, genel anlamda tüm
politik gerçeklikte, “fırtınalı bir ortam”a[19] girdi. Bu ortamda, sözde
bağımsız olan Haşimi krallığı ve İngiliz müttefikleri, karşılarında Iraklı
aydınların ve solcu/milliyetçi politik eylemcilerin sert muhalefetini buldular.
Muhalefete zulümle, tutuklamalarla ve idamlarla karşılık verildi. 1948’de
İngilizlerle yapılan ticaret anlaşmasına karşı gerçekleştirilen gösteriler, vasbe
(uyanış) denilen harekete yol açtı. Bu eylemlilik süreci boyunca ülke genelinde
komünist partinin başını çektiği büyük gösteriler ve eylemler düzenlendi.
Ayaklanmanın şiddetle bastırılması sonucu birçok gösterici öldürüldü veya
tutuklandı.[20] Mürüvvet’in aktardığı kadarıyla, bu ayaklanma kendisinin yüzünü
komünizme dönmesini sağladı. Irak’ta günlük olarak yayınlanan Ra’yü’l Amm
gazetesinde protesto hareketi ile ilgili yazılar yazdı. Bu yazılarda komünist
fikirlere yakın olduğunu söylese de IKP’ye hiçbir zaman üye olmadı.[21]
Ayaklanmanın ardından Mürüvvet, Irak siyaseti ile ilgili eleştirel makaleler
yayınlamaya devam etti, sonuçta bu yazılar Irak’tan kovulmasına neden oldu.
Irak’tan ayrılan Mürüvvet 1949’da Lübnan’a döndü.
Beyrut’a gelen Mürüvvet, Lübnan’da
yayınlanan günlük gazete Hayat için yazılar yazmaya başladı.
Bir yandan da LKP’nin aylık dergisi Tarik için yazan Mürüvvet, dönemin
iki önemli komünisti Nikola Şavi ve Faracullah Hilv ile tanışma imkânı buldu.
1951’de bu üçlü Takafaü’l Vataniye isimli bir kültür gazetesi çıkartmaya
başladı. Mürüvvet ile dostu ve yoldaşı Muhammed Dakrub, bu haftalık derginin
yayın yönetmenliğini üstlendi. Mürüvvet 1954’te LKP’ye girdi.[22] Ellilerde ve
altmışlarda parti, Mürüvvet’i araştırmalar yapması için iki kez Moskova’ya
gönderdi.[23] 1966’da Moskova’da bir yıl kalan Mürüvvet, burada İslam tarihinin
Marksist okuması olarak görülebilecek başyapıtı Arap-İslam Felsefesinde
Materyalist Eğilimler’i kaleme aldı.[24] Mürüvvet, Beyrut gibi Moskova’yı
da hem kişisel hem de entelektüel vatan belledi. İki şehir, Mürüvvet’in
Sovyetler Birliği ve LKP’nin oluşturduğu düşünsel bağlamla bütünleşmesini
temsil ediyordu.
Mehdi Amil ise daha katı bir
felsefî-sosyolojik yaklaşıma sahipti. Sömürgecilik bağlamında oluşan Lübnan
siyaseti ve Lübnan toplumuna ait gerçeklerle ilgili teorik katkılarında
sosyalist devrim çağrısı önemli bir yer tutuyordu. Kişisel değerlendirme veya otobiyografi
kaleme almamış olan Amil’in Tarik ve Nida gibi solcu dergi ve
gazetelere yaptığı katkılarda kendi gündelik hayatını ortaya koyan herhangi bir
şahsi duyguya veya anlatıma rastlanmamaktaydı. Bunun yerine kendisini
şekillendirmiş olan farklı etkileri ve deneyimleri ortaya koyan teorik
çalışmalar kaleme aldı. Buna karşılık kişiliğini ve hayatını daha çok dostları
ve meslektaşları anlattılar. Bu çalışmalarda karizmatik, duygusal ve nüktedan
bir karakterin yanında katı, davasına sıkı bir biçimde bağlı komünist bir
teorisyenden ve felsefeciden bahsedilmekteydi.[25]
Gerçek adı Hasan Hamdan olan Mehdi Amil,
1936’da Beyrut’ta dünyaya geldi. Çocukluğu hem başkentte hem de Güney
Lübnan’daki Haruf köyünde geçti. Gençlik döneminde politikleşen Amil’i esas
etkileyen ideoloji Arap milliyetçiliği idi. 1955’te liseyi bitirdikten sonra
Lyon’da felsefe, tarih ve edebiyat eğitimi aldı. Ellilerin sonu altmışların
başında Fransa’da kaldığı sıralarda Lyon Üniversitesi’deki solcu öğrencilerden
ve Cezayir kurtuluş mücadelesiyle kurduğu ilişki üzerinden Marksist ve solcu
fikirlerle tanıştı.[26] Ellilerde bölgesel ve uluslararası planda çatışmalı bir
konuma sahip olan Lübnan’ın görmezden gelinen güney bölgesinde yaşadıkları[27],
ayrıca düşünce ve kültür açıdan canlı olan Fransa’da geçirdiği yıllar ilk
yazılarına damgasını vurdu. Doktora tezi, tüm bu etkilerin açık kanıtı gibiydi:
Praksis ve Proje: Tarihin Yapısı Üzerine Deneme isimli tez 1967’de
Cezayir’de tamamlandı. Fransız felsefesinden de etkilenmiş olan bu çalışma,
Louis Althusser, Nicos Poulantzas, Fransız coğrafyacı Yves Lacoste ve Marksist
antropolog Pierre-Philippe Rey’i yankılamaktaydı.[28]
Amil’in doktora tezi, Fransız
sömürgeciliğine ait yapısal koşullara dair bir teorinin peşine düşmeye dönük
bir girişimdi. Fransa’da solcu çevrelere girmiş olması, onun sadece Marksizm
değil sömürgecilik ve üçüncü dünyacı bakış açılarına aşina olmasını
sağladı.[29] 1961’de Lyon’da Frantz Fanon’un Yeryüzünün Lanetlileri’ne
dair yaptığı okuma, sömürgecilik ve Cezayir kurtuluş savaşı ile ilgili
fikirlerinin oluşmasını sağladı. Fransa’da FLN’cilerle birlikte çalışmaya
başladı. Bu çalışma dâhilinde Fransa’daki Cezayirli işçilerden toplanan
paraları gizlice ülke dışına çıkartıp Cezayirli devrimcilere ulaştırdı.[30]
1963’te bu ilişkinin doğrudan bir sonucu olarak, Amil ve ailesi Cezayir’deki
Konstantin şehrine göç etti ve buradaki bir kolejde felsefe öğretmenliği
yapmaya başladı. Kurtuluşa yeni nail olmuş devlette dolaşımda olan sömürgecilik
karşıtı mücadele ve üçüncü dünyacılık onu epey etkiledi. Cezayir gazetelerinde
ve Révolution Africaine gibi dergilerde üçüncü dünyacılığa ve devrimci
mücadeleye bağlı olduğunu ortaya koyan yazılar kaleme aldı.[31] 1965’teki
askerî darbenin ardından Cezayir devrimi sürecinin yenildiğini düşünmeye
başladı. 1967’deki Altın Gün Savaşı ise onu Lübnan’a dönmeye ve kendi
ülkesindeki ulusal ve bölgesel boyutları bulunan politik mücadeleye katılmaya
ikna etti.[32]
1967’de ülkesine döndükten sonra öğretmen
olarak çalışan Amil, Komünist Parti içerisinde de faaliyet yürütmeye ve
yazılarını Arapça olarak yayımlamaya başladı. LKP’nin 1968’de düzenlediği
ikinci parti konferansı sonrası Amil partinin resmi üyesi oldu ve müstear
adıyla Tarik dergisinde yazılar yazdı.[33] Yetmişlerin ortalarından
itibaren Lübnan Üniversitesi sosyoloji bölümünde Marksist felsefe dersleri
verdi. Almışların sonlarında Beyrut’ta faal olan öğrenci hareketi içinde
çalışmış olan Amil, Lübnan’da süren eğitim reformu tartışmalarına katkıda
bulundu.[34] Ayrıca 1968’de LKP’nin düzenlediği ikinci konferansın önde gelen
entelektüel simalarından biriydi.[35] Parti üyesi olarak Amil, Marksizm ve
komünizm konusunda konuşmalar yapmak üzere sık sık Lübnan köylerini ziyaret
etti.
Devrimlere Tanıklık, Devrimleri Yazmak: Irak, Fransa, Cezayir ve Beyrut
Mürüvvet de Amil de yurtdışında eğitim
gördüğü ve yaşadığı dönemde ülke çapında etkili olan ayaklanmalara, kurtuluş
mücadelelerine ve politik kalkışmalara tanıklık etti. İki isim de devrim
meselesi üzerine yazılar yazdı ve bu yazılarda ağırlıklı olarak kendi deneyimlerinden
faydalandı. Mürüvvet, köşe yazılarında Cezayir, Yemen ve Irak gibi ülkelerdeki
devrimci gelişmeleri ele alıyor, bu olayları Lübnan’daki gidişatla
ilişkilendiriyordu. Öte yandan Amil ise devrim anlayışını politik ve toplumsal
dönüşümde gerekli olan teorik ve pratik görevin parçası olarak görüyor ve onu
geniş bir Marksist felsefî-sosyolojik çerçeve içine oturtuyordu. Amil Beyrut’a
geldiğinde ikili sıkı dost oldu, aynı yerlerde çalıştılr, düzenli olarak fikir
ve yazı alışverişinde bulundular.[36]
Arap dünyasında ellilerin sonunu devrimci
bir dönem olarak görmek mümkün. Bu dönem, Irak’ta Haşimi krallığını yıkan ve
1958’de Irak Cumhuriyeti’nin kurulmasını sağlayan 14 Temmuz Devrimi’ne tanıklık
etti. Bu, aynı zamanda Fransız sömürgeciliğine karşı devam eden Cezayir
devriminin yaşandığı dönemdi (1954-1962). Bu türden olaylara dair yorumlarda
bulunan Mürüvvet, devrimci mücadeleleri gazetesindeki köşesinde destekleyen
yazılar yazdı. Altmışların ortalarından itibaren Mürüvvet, Lübnan’ın içinde
bulunduğu koşulları daha kapsamlı ve daha sık bir biçimde ele almaya başladı.
Aynı zamanda Mürüvvet, “özgürlüğüne kavuşmuş” birçok ülkede ortaya çıkan
yenilgi fikrini de eleştiriyordu.
Mürüvvet’in Cezayir ve Irak’taki devrimci
olaylara dair konumu, onun Cebel Amil’de geçen çocukluğundan ve Necef’te
bulunan dinî okuldaki öğrencilik deneyiminden izler taşımaktaydı. Bu bağlamda
Necef’teki okul, sadece şeriat ve fıkıh ile ilgili geleneksel eğitimin merkezi
değil, ayrıca değişen politik ve düşünsel dünyaya dair fikirlerin yuvası olarak
da iş gördü.[37] Mürüvvet’in sömürgecilik, bağımsızlık, ulusal ve toplumsal
mücadele ile reform/devrim ile ilgili algı ve bilgisini bu ortam
biçimlendirdi.[38] Mürüvvet’e göre, ellilerin sonlarında Irak ve Cezayir’de
emperyalist güçlere, sömürgeciliğe ve anti-demokratik/özgürlük karşıtı
politikaya karşı başarılı ve kesintisiz bir mücadele verilmekteydi. Fransız
emperyalizmine karşı mücadele eden Cezayir kurtuluş hareketi, barış yanlısı ve
demokratik bir niteliğe sahipti. Emperyalist güçlerin saldırılarına karşı
Cezayir, bağımsızlık, özgürlük ve ulusal hegemonyya mücadelesi vermekteydi.[39]
Mürüvvet’e göre, Cezayir’de mücadele ülke bağımsız olunca sona ermeyecekti.
Sonuçta istikrar, bağımsızlık ve ekonomik, demokratik ve toplumsal değişim
mücadelesi devam edecekti.
Mürüvvet’in 14 Temmuz 1958’de Irak’ta
gerçekleşen devrime dair konumu, esasen onun Irak halkının mücadelesini tercübe
etmesinden, Bağdat’taki solcu mahfillerde bulunmasından ve Irak Komünist
Partisi’ne yakınlığından kaynaklanıyordu. Mürüvvet’e göre Irak devrimi, Irak
halkının kırk yılı aşkın bir süredir devam eden mücadelesinin bir sonucuydu. Bu
mücadele ülkedeki tüm güçlerin ortak çabasının ürünüydü, sonuçta hareket
içerisinde farklı politik ve düşünsel görüşler hâkimdi ve hepsi de demokratik
özgürlükleri ve ulusal bağımsızlığı talep ediyordu.[40]
Mürüvvet, bu iki hedefe ulaşılacağı
konusunda güven içerisindeydi: “Halka dayanan, kökleri halkın kanından beslenen
bir devrim asla ölmez, ölmeyecektir.”[41]
Ellilerden itibaren Mürüvvet, sosyalist devrim
için edebiyatın önemini gördü ve sosyalist gerçekçilik çizgisine bağlandı.
Zamanla sosyalist gerçekçilik teorisini Arap edebiyatına tatbik etmeye başladı.
Bu noktada Filistinli şair Mahmud Derviş’in yazılarını, Lübnanlı eleştirmen ve
yazar Raif Huri’nin çalışmaları ve Lübnanlı yazar Ömer Fahuri’nin eserlerini
ele aldı. 1954’te Moskova’da düzenlenen İkinci Sovyet Yazarları Kongresi’ne LKP
temsilcisi olarak katıldı.[42] O günden sonra edebiyat ve sosyalist
gerçekçilikle alakalı tüm konferanslarda yer aldı. 1962’de Kahire’de düzenlenen
İkinci Asyalı ve Afrikalı Yazarlar Konferansı’na katıldıktan sonra konferansla
ilgili olarak Tarik’e bir yazı yazdı. Mürüvvet’e göre konferansın amacı,
“gezegenimizin dört bir yanına nüfuz eden güçlü kurtuluş devrimlerini tetikleyecek
düşünceleri ve duyguları paylaşmak”tı.[43] Ayrıca konferans, “emperyalistlerin
açgözlülüğünü tatmin eden güçler karşısında devrimin yaşadığı yenilgi”yi de ele
almıştı.[44] Mürüvvet’in tespitiyle, bu türden ortamlarda yazar, kendisini
politik ve toplumsal bir bağlılıkla yapıya ve gelişmeye dair meseleleri ele
almakla, ayrıca ekonomik, toplumsal ve kültürel azgelişmişliği sorgulamakla
yükümlü hissetmeliydi.
Altmışların ortalarında Lübnan’a dönen
Mürüvvet, Lübnan’daki koşulları daha sık konu etmeye başladı. Mürüvvet, bu
ülkede eski emperyalizmin (sömürgeciliğin) uzantısından başka bir şey olmayan,
belki de onun bizatihi kendisi olarak görülebilecek bir emperyalizmin hâkim
olduğu düşüncesindeydi, zira küresel emperyalizm çerçevesinde iş başında olan ekonomi
yasaları hiç değişmemişti.[45] Bu yeni emperyalizm, aşılması gereken, kültürel
faaliyetlerin yürütüldüğü farklı sahalar üzerinden anlaşılmalıydı, çünkü tüm bu
sahalarda söz sahibi olan, bazen gizli, bazen açıktan işleyen bir ideoloji
idi.[46] 1972’de LKP’nin üçüncü konferansında kültürel ve ideolojik mücadeleyle
ilgili olarak hazırladığı raporda Mürüvvet, Lübnan’daki krizi sınıf mücadelesi
olarak takdim etmekteydi. Bu mücadele, bölgede Lübnan’ın sahip olduğu konum ve
özel koşullar sebebiyle faal bir alandı, ayrıca Lübnan devletinin kurduğu
ilişkilerin niteliği bu sisteme mensup insanları eonomik, politik ve kültürel
düzeylerde küresel emperyalizme bağlıyordu.[47] Bu krizde “devrimci aydın”,
çalışmalarını bu sınıf mücadelesine hasretmeliydi. Mürüvvet’e göre, Lübnan’daki
aydınların çoğu burjuva nihilist kültürü temsil etmekteydi, devrimci olma
vasfını pratikte çok azı taşımaktaydı.[48]
Mürüvvet’in esas üzerinde durduğu husus
ise Lübnan solu ve LKP içerisinde yaşanacak gelişmelerde aydının oynacağı rol idi.
Altmışların sonundan itibaren yeni gelişen işçi ve öğrenci hareketleri, ayrıca
yeniden canlanma imkânı bulan sol hareket ve Lübnan’daki FKÖ varlığı Lübnan
siyasetinin kutuplaşmasına ve radikalleşmesine sebep oldu.[49] Ülke genelinde
Fuad Şehab (1958-1964) ve Charles Helu’nun (1964-1970) cumhurbaşkanı olarak
gerçekleştirdikleri idari ve ekonomik reformlar da bu geçiş sürecinde önemli
sonuçlara yol açtı. Solcu ve seküler ilerici politik ortamın oluşması ve
Lübnan’daki FKÖ operasyonları, sağcı siyasetçilerin ve partilerin muhalefetiyle
karşılaştı. Bölgesel düzeyde Arapların 1967’de yaşanan Altı Gün Savaşı’nda
yaşadıkları yenilgi, süreçte belirleyici bir yere sahipti. Üçüncü dünyacı
kurtuluş teorileri ile Avrupa’daki öğrenci grevleri ve öğrenci hareketleri de
benzer türde etkilere yol açtı. Bu değişen koşullarda LKP, kendisini
Lübnan’daki solculuğun öncüsü ilân etti ve radikal değişimin savunucusu olarak
öne çıktı. Bu bağlamda parti, 1968’deki ikinci parti konferansında
dillendirildiği biçimiyle, kapsamlı bir yenilenme sürecine girdi. Bu yenilenme
süreci dâhilinde parti, Lübnan’ı “sosyalizme geçiş için gerekli zeminin
hazırlanması amacıyla demokratik bir temele ihtiyaç duyan kapitalist bir ülke”
olarak tanımladı.[50] Parti aldığı karar uyarınca bu süreçte yolu diğer ilerici
ve seküler isimlerle ve partilerle birlikte yürüyecekti. Kongrede ayrıca LKP,
Filistin meselesine ilişkin tavrını tekrar ortaya koydu. 1947’deki taksim
planını reddeden parti, Filistin direniş hareketine desteğini sundu.[51] Yeni
bir tavrın ve konumun benimsenmesi, esasen yeni oluşan ve Lübnan siyasetindeki
kutuplaşmaya tepki koyan gençlik hareketinin uyguladığı baskıların bir
sonucuydu. Mürüvvet ve Amil, partinin yeni ilkelerinin düşünsel ve teorik
dayanaklarının oluşturulmasına öncülük eden isimlerdi.
Mürüvvet gibi Amil de teorik müdahalesini
başarısız kurtuluş hareketleri üzerine geliştirdiği düşünceler üzerinden
gerçekleştirmekteydi. Amil’in asıl üzerinde durduğu, “azgelişmiş bir ülkede
sosyalist devrimin mümkün olup olmadığı” sorusuydu.[52] Kaleme aldığı ilk
yazılarda Amil, aydının ortaya attığı teoriyle fiilî devrimci pratik ve onun
somutlaşması arasındaki ilişki üzerinde durmaktaydı. Bu ilişki, teoriyle
pratiğin karşılıklı etkileşimine ihtiyaç duyan “organik” bir ilişkiydi. İki
ciltlik başyapıtı Mukaddimat Nazariyye isimli çalışmasında bu
yaklaşımını ayrıntılandıran Amil’e göre, “devrimci bir hareket, işçi sınıfının
politik mücadelesi dâhilinde ister istemez devrimci bir teorinin varlığına
ihtiyaç duyacaktı. […] Devrimci proleterlerin ideolojik pratiği de teorik
bilginin üretimini mümkün kılacaktı.”[53] Amil sonrasında diyalektik etkileşim
teorisini ve değişim teorisini ortaya atma konusunda aydının oynayacağı rolle
ilgili düşüncelerini geliştirdi.
Amil’in üzerinde durduğu diğer bir husus da
süreçte partinin oynayacağı roldü. Bu noktada Antonio Gramsci’nin partinin
eğitimci, koordinatör ve rehber olması gerektiğine ilişkin düşüncesini
benimsedi.[54] Amil’e göre, teoriyle pratiği bir araya getiren parti idi. Bir
yandan parti teori üretecek, partinin varlığı teoriye illaki ihtiyaç duyacaktı.
Diğer yandansa parti teorinin derinleşmesi için gerekli koşul olarak onu
pratiğe dökecekti. Dolayısıyla parti, devrimin yapılması için gerekli “şemsiye
örgüt”tü. Eğer mesele sosyalist devrimse, onu ancak bir komünist parti
yapabilirdi.
“Devlet aygıtına meydan okuma konusunda gerekli
devrimci gücü mevcut sınıfsal oluşumu dâhilinde bulabilecek yegâne parti
komünist partidir, işçi sınıfı partisidir, çünkü temelde en devrimci toplumsal
sınıf işçi sınıfıdır.”[55]
Bu formülde aydın, komünist partinin
hizmetinde olmalıydı. Amil’e göre aydın, partiyle ilişki için girmekle
kalmamalı, ayrıca partinin kitle tabanını teşkil eden işçilerle de ilişki
kurmalıydı. Her bir üye, teoriyi derinleştiren ve onu pratiğe döken birer aydın
olabilmeliydi.[56]
Amil’in teorisi, Arap, Afrika ve Asya
ülkelerinde azgelişmişliğin sebepleri üzerinde duran bir teorik faaliyeti de
içermekteydi.[57] Büyük ölçüde Cezayir’deki deneyimlerinden istifade eden Amil,
teorisinin en önemli öğesini geliştirme imkânı buldu: “sömürge ülkede üretim”
anlayışı ve farklı gerçeklikler düşüncesi. Başarısız kurtuluş hareketleri
ışığında Amil, devletler arasındaki yapısal farklılıkların devrim sürecini ve
devrimin başarısını etkilediğini tespit etmekteydi. Ona göre devrimci teori, bu
farklı gerçekleri ele almalıydı.[58] Örneğin başarılı bir mücadele, sömürgeci
ile sömürülen arasındaki ekonomik ilişki üzerinde durmalıydı. Amil’e göre
ekonomik koşullar, azgelişmişlik sebebiyle, emperyalist kapitalist yapının
varlığının sınırlı bir nitelik arz ettiği yapısal bir durumla alakalıydı. Aynı
zamanda azgelişmiş yapıların varlığı da emperyalist kapitalist yapı tarafından
sınırlanmaktaydı.[59] Azgelişmişlik, emperyalizm ve toplumsal yapı arasındaki
bu ilişki ise kapitalist ülkelerle sömürge ülkeler arasındaki temel
farklılıkların oluşmasını sağlamaktaydı ki bu farklılıklar bağlamında sosyalist
bir devrimin gerçekleştirilmesi noktasında farklı bir teoriye ihtiyaç vardı.
Pratiğe Dökülen Devrim: Lübnan İç Savaşı Deneyimleri
Altmışların sonuna doğru Amil ve Mürüvvet,
Lübnan’daki şartlarla ve yeni ortaya çıkan politik güçlüklerle başa çıkmak
zorunda kaldı. İki aydın, LKP’ye katıldıkları süreçte yüzleştikleri bu şartlara
katlanmayı bildi. Altmışlardan itibaren iki isim de projelerini muharebe
hatlarında büyük bir coşkuyla savundu. Altmışlarda Lübnan siyaseti sahnesine
çıktıkları günden Nisan 1975’de iç savaşın patlak verdiği güne dek devrimci
süreci bilince çıkartan Amil ve Mürüvvet, kendi teori ve pratik anlayışları
bağlamında farklı mücadele aşamalarından ve farklı “geçiş momentleri”nden
geçti.[60]
Lübnan iç savaşı, solcu ve
seküler-milliyetçi Lübnan ve Filistin partilerinin Kemal Canpolat liderliğinde
bir araya geldiği koalisyonla (Lübnan Ulusal Hareketi –LUH) Falanjist Partisi
ile Lübnan Cephesi içindeki müttefikleri türünden sağcı partilerin oluşturduğu
koalisyon arasında yaşanan çatışmalarla patlak verdi. Canpolat, siyasi çizgisi
net olmayan politik bir isimdi ve İlerici Sosyalist Partisi’nin
kurucusuydu.[61] Bahsi edilen iki koalisyon, silâhlı çatışmaların patlak
vermesinden önce zaten çeşitli momentlerde karşı karşıya gelmişti. İki yapıyı
birbirinden ayıran temel hususlar, FKÖ’nin Lübnan’daki mevcudiyeti,
Filistinlilerin yürüttükleri silâhlı mücadele, Lübnan devletinin yapısı, toplumsal
eşitsizlik ve cemaatlerin mezhep temelinde marjinalleştirilmesi veya öncelikli
kılınması idi.[62]
İç savaşın patlak vermesiyle Amil ve
Mürüvvet, geliştirdikleri projenin silâhla savunulması gerektiği sonucuna
ulaştı. Lübnan Ulusal Hareketi, ülkedeki düşünce sahasının filtrelediği
ideolojik dayanaklar temelinde kendi silâhlı savunmasını
gerçekleştirmekteydi.[63] Devrim ise esasen iki hedefe sahipti. Bir yandan
amaç, Lübnan’daki sağcı kapitalist burjuvazinin iktidarını yıkıp
demokratik/sosyalist bir seküler devlet kurmaktı. Amil ve Mürüvvet, ayrıca
1975’teki diğer birçok solcu açısından iç savaş, esasen genelde sekülerizm
özelde Marksizm adına yürütülen “politik ve bölgesel bir mücadele”yi temsil
etmekteydi.[64] Bu isimlere göre yaşanan, iç savaş değildi. O, ulusal, seküler
ve solcu güçlerin gerici kapitalist, emperyalist ve Siyonist güçlere karşı
yürüttükleri haklı bir savaştı ve bu savaş Lübnan’la da sınırlı değildi,
bilhassa Filistin’in kurtuluşu bağlamında tüm Arapların kurtuluşunu hedefleyen
bir hareketin verdiği savaştı.[65]
1979-80’de Amil, ulusal politika pratiğine
dair iki teorik çalışma kaleme aldı.[66] Bu kitaplarda Amil, mezhepçiliği
tarihsel planda gelişen bir gerçeklikten ziyade Lübnan’daki kapitalist ve
sömürgeci üretim tarzının yapısal bileşeni olarak tarif etmekteydi:
“Mezhepçilik bir sömürge burjuva devletinin burjuva devlet olamamasına dair bir
işarettir.”[67] Bu bağlamda Amil, Lübnan devrimini bölgedeki tüm Arapların
kurtuluşunu hedefleyen bir hareketi ve ulusal reformu şart koşan, aşamalı
olarak gerçekleşecek bir sosyalist devrim şeklinde tarif etmekteydi. İlk
aşamada Lübnan’daki mezhepçi, burjuva kapitalist devlet yıkılacak, ikinci
aşamada ise LKP’nin temsil ettiği işçilerin yönetimine yol açacak demokratik
bir devlet kurulacaktı. Sosyalist politik sistem bu dönemin sonunda inşa
edilecekti.[68] Sonuçta iç savaş, yeni devrim teorisinin formüle edilmesi için
gerekli imkân ve fırsatı sunmuştu. Ayrıca bu savaş devrimle bizatihi, pratikte
iştigal etmenin aracı olarak iş görmüştü. Amil, kendisini savaş döneminde
faaliyet yürüten bir devrimci olarak görmekteydi. Görüşlerini aktarmak için
Lübnan köylerini gezen Amil, genç LKP savaşçılarına konuşmalar yaptı ve kuşatma
döneminde su ve gıda dağıtımında yer aldı.[69] Amil’in iç savaş arifesinde ulusal
devrimle alakalı yaklaşımı LKP’nin LUH’a katılımında karşılık buldu. LUH
koalisyonu üyeleri farklı ideolojik konumlara ve politik görüşlere sahipti,
fakat tüm bileşenler, en azından görünüşte, mezhep temelli olmayan, seküler
demokratik Lübnan için belirlenen geçiş dönemi programına[70] ayrıca
Filistin’in kurtuluşu davasına destek olma konusunda anlaşmışlardı.[71]
Lübnan Ulusal Hareketi (LUH) iç savaşın
ilk bir buçuk yıllık kesitinde sürdürdüğü silâhlı mücadelede başarılı oldu. Ama
Haziran 1976’da Hafız Esad’ın emriyle Suriye güçlerinin LUH’u yenmeleri
konusunda Falanjistlere yardım etmek için Lübnan’ı işgal etmesiyle süreç terse
döndü. Sekiz ay sonra, Mart 1977’de Canpolat suikasta kurban gitti. Her iki
gelişme, sol hareketin ciddi yenilgilerle yüzleşmesine neden oldu.[72] Mart
1977’de Mürüvvet, Suriye işgalinin yol açtığı hayal kırıklığının üstesinden
gelmek için bir yazı kaleme aldı. Canpolat’ın yasını tutan Mürüvvet, bir yandan
da onun ölümüyle davanın son bulmadığını söylemekteydi:
“[…] Organizma tohumlar öldüğü takdirde asla büyümez.”
[…] Bu Kemal Canpolat’ın sözüydü, muhtemelen o bu sözü bir gün kendisini
öldürecek olan kişiye söyleyeceğini biliyordu. […] Artık onlar tohumun
öldüğünden, organizmanın bir daha hiç büyümeyeceğinden emin olabilirler. […] Ama
şu bilinsin ki dava ölmeyecek, Canpolat ölmeyecek.”[73]
Yemen Halk Cumhuriyeti’ndeki olaylardan
yararlanan ve bu olaylara dair bilgiyi Lübnan gerçekliğine aktaran Mürüvvet,
devrimin yüzleştiği güçlükleri görmekteydi. Ona göre devrimci teori ve pratik,
tüm gerekli silâhlarıyla halk arasında müşterek bir kudretin can bulmasını
sağlayacaktı.[74]
Suriye ordusunun ülkeye gelişi ve yaşanan
askerî yenilgiyle birlikte LKP, İsrail’e karşı sürdürülen silâhlı direniş
hareketine odaklandı ve güney Lübnan’dan Siyonist düşmana saldırdı. Bu
çatışmaların sonucunda, Haziran 1982’de İsrail Lübnan’ı işgal etti. Bu ani
gerçekleşen askerî saldırıya yoğun ve kesintisiz devam eden hava saldırıları ve
savaş gemilerinden atılan bombalar eşlik etti. Nihayetinde İsrail ordusu, Batı
Beyrut’u iki ay süreyle kuşattı ve FKÖ Tunus’a gitmek zorunda kaldı. İsrail
işgali, sol koalisyonun yüzleştiği en büyük badirelerden birisiydi. 1982’de
Lübnan Ulusal Hareketi dağıldı. Koalisyon, faaliyetlerini Lübnan Ulusal
Muhalefet Cephesi adıyla yürütmeye başladı. Lübnan halkı açısından İsrail’in
Batı Beyrut’u işgal altında tuttuğu dönem, her şeyin çöktüğü, krizin
kalıcılaştığı istisnai bir dönemdi. Mürüvvet ve Amil gibi birçok LKP’li aydın,
İsrail işgaliyle mücadele etmek için Batı Beyrut’ta kaldı. Bu isimler, şehirde
kalıp kuşatmayı belgelemeyi tercih ettiler. LKP’li aydınlar, kuşatma altındaki
şehre temel gıda malzemelerinin dağıtılmasında aktif rol aldılar. 1982 işgali,
FKÖ’nin çekilmesiyle yaşanan yıkım, Eylül 1982’deki Sabra-Şatilla katliamı,
Mürüvvet’in Nida gazetesinde “Dövüşen Ülke” başlığı altında kaleme
aldığı yazılarında üzerinde durduğu başlıca konulardı. Bu köşe yazıları,
kalemiyle dövüşen bir aydının ruhuyla yoğrulmuştu. Mürüvvet, ilgili süreçte
“ülkenin savunulması esnasında savaş alanında kanları birbirine karışan bir
ulusu savunmak” için savaşçılarla o savaş alanına girmenin yollarını aradı.[75]
Sahada ülkesinin geleceğine dair ihtimalleri ve imkânları korumak, belgelemek
ve onlara tanıklık etmek için uğraştı.[76] Bu yazılarda Beyrut, karşımıza her
gün bombalanan, tehlike içerisindeki, viran olmuş bir yerden çok bir direniş sembolü
olarak çıkmaktaydı. Mürüvvet’e göre Beyrut, dünyanın seyreyleyip hayran olması
gereken bir şehirdi.[77] Kuşatmayı günlük deneyimleri üzerinden aktaran yazar
içinde bulunduğu sığınağı bir tür direniş mekânı, yaşama istencinin hâkim
olduğu bir yer olarak takdim etmekteydi:
“Hepimiz ölmemeye, yaşamaya, yalnız değil halkımızla
birlikte yaşamaya karar vermiştik. Bir binada on dokuz saat insanlarla birlikte
yaşıyorduk. Kaldığımız yeri tehlikenin en az düzeyde bulunduğu bir yer olması
sebebiyle ‘sığınak’ olarak adlandırmıştık.”[78]
Mürüvvet’in Nida gazetesinde çıkan
yazıları kriz, yenilgi, bombalar ve tehlike üzerine kurulu tezviratı boşa
düşüren başka bir hikâye anlatmaktadır. Burada Mürüvvet süreklilikten,
yaşamaktan, birlikte olmaktan ve direnmekten söz eder. Yazılarında somut olarak
görülen iki husus da saadet ve güzelliktir.
“Yaşamak, benim için güzel ve narin bir
şeydi. Farklı ve yoğun duygulara dair muhtelif ifadelere başvurulmasını gerekli
kılan dünyaya kolayca giriş imkânı sunuyordu. Böylesine istisnai bir durumda
duyguların üzerindeki örtü kalkıyor, o duyguların tüm prangaları
kırılıyordu.”[79]
Ama öte yandan 1982 işgali, askerî ve
ahlâkî yenilginin tüm derinliğiyle yaşandığı bir dönemdi. En ağırı da FKÖ’nün
Lübnan’dan ayrılması ve Sabra-Şatilla Katliamı idi. Bu momentle birlikte
devrimci projenin çöküş süreci de başlamış oldu. Takip eden yıllarda iç savaşın
şiddeti daha da yoğunlaştı. Hiziplerin sayısı arttı, ittifaklar sürekli
değişime uğradı. Sürecin ta başından beri varlığını hissettiren mezhepçilik
daha da kökleşti ve savaşın dayandığı mantığa hükmetmeye başladı. Amil ve
Mürüvvet’in devrimci projesi, düşmana ve değişimin hedefine dair net görüsü
zedelendi, nihayetinde kargaşanın ve hayal kırıklığının hâkim olacağı dönemin
eşiğinde tarumar oldu.[80] Kargaşa döneminin orta yerinde Amil, krizi aşacağını
umduğu yeni bir yaklaşım önerdi. Bu noktada komünist projeyi ve savaş
öncesinde, hatta savaşın başlarında sahip olduğu devrimci ruhu sorgulayan yeni
solculara saldırdı. Bu yeni solcuların niyeti, şiddete ve silâhlı çatışmalara
bir an önce son vermekti.[81] Amil, bu yeni solcu çizgiyi didik didik ettikten
sonra, onun “nihilist düşünce”yi yaydığını söyledi. Bu, Amil’in ölümünden sonra
yayınlanan ve 1980 sonrası kaleme aldığı yazıları bir araya getiren Nakdü’l
Fikrü’l Yevmi (Gündelik Düşüncenin Eleştirisi) adlı kitabında özel olarak
üzerinde durduğu bir meseleydi. 1987 tarihli, ölümünden kısa bir süre önce
yayımlanan o ünlü “Kültür ve Devrim” isimli makalesinde ise Amil, mücadelenin
sürmesini büyük bir coşkuyla isteyen biri olarak çıkıyordu karşımıza. Devrimin
ruhunu canlı tutmaya yönelik yoğun gayreti dâhilinde Amil, esasen şunları
söylemekteydi:
“Lübnan’da gericilerin mezhep temelli sistemlerini
koruyup faşizmi zorla dayatabilmek başlattıkları iç savaş sürecinde devrim
hâlen daha faaldir. Bu ulusal demokratik devrim, gericilerin ve sistemlerinin
üzerine yürümektedir. Burada amaçsa çökmekte olan dünyayı parçalamak, dağıtmak
ve yeni bir dünyanın doğuşu ihtimalini somutlamak suretiyle eski dünyayı
yıldırmaktır.”[82]
Amil ve Mürüvvet’in devrimci projeleri,
alt üstlerin yaşandığı “devrimci” dönemlerde teoriyi ve pratiği yaşamaya
yönelik entelektüel birer girişimdi. Bu iki aydının ortaya koydukları gayret,
cesaret ve azimle yoğrulmuştu. Buna karşılık yaptıkları çalışmalarda
istenilenlerle gerçek arasında derin bir uçurumun bulunduğunu görmek gerek.
Sosyalist bir devrimin teorik planda istediklerinin Lübnan’da iç savaş öncesi
döneme ait politik gerçeklikle boy ölçüşmesi asla mümkün değildi. Aynı şekilde
Lübnan devrimi ve Arap kurtuluşu ile ilgili projeler, iç savaşta ortaya konulan
şiddet, döneme hâkim olan mezhepçilik ve parçalanma karşısında tüm itibarını
yitirdiler. Dahası, kimin kazandığını kimin kaybettiğini tespit etmek bile
imkânsızdı. Her iki aydın da devrimci projelerine bağlı kalmakla onu mevcut
koşullara uyarlama seçeneği arasında bir tercihte bulunmak zorunda kalacakları
önemli momentlerle yüzleşti. Bu açmaz dâhilinde Mürüvvet ve Amil, LKP’nin
politik hattından yana saf tuttu ve partinin farklı stratejik hamlelerini
savundu. Geriye dönüp baktığımızda bu iki ismin tercihlerini yaşanan yıkım
karşısında ütopik bir görüşü ayakta tutma ve destekleme yönünde ortaya konulmuş
bir çaba olarak görmek mümkün. Bugün Mürüvvet ve Amil, bize istenilen
sonuçların oluşmasının imkân dâhilinde bulunduğu politik koşullardan ümitsizce
ve giderek daha yoğun biçimde kopmanın iki örneğiymiş gibi görünüyor. Amil ve
Mürüvvet’in kurtuluşa ulaşacağımız bir geleceği tahayyül etmelerini sağlayacak
yegâne yol ise farklı aktörleri bir araya getirecek bir düşünce atölyesinin
kurulması. Sonuçta Amil ve Mürüvvet, teoriyi pratiğe taşıma noktasında
düştükleri açmaz dâhilinde başka düşünsel yaklaşımları ısrarla ıskartaya
çıkartmış isimler.
Peki Hikâye Bitti mi?
Mürüvvet ve Amil’in hayat hikâyeleri ve
devrimler birden sona erdi. Bu bitiş, kişisel tercih değil bir cinayetle
gerçekleşti. İki aydın, iç savaşta görülen şiddetin zirveye ulaştığı 1987
yılının üç aylık döneminde öldürüldü. İki suikast da Mürüvvet ve Amil’in
projelerinin yaşadıkları yenilgiye damgasını vuran bir momentte gerçekleşti. Beyrut’tan
Mektup isimli çalışmasında Vijay Prashad’ın yazdığı gibi, “tekerlek
dönüyor, hatta bazen kendisini tekrar ediyor.”[83] Bu noktada Prashad, 2013
yılında Tunus’ta suikast sonucu öldürülen Tunuslu solcu Şükrü Belayid’den ve
onun Mürüvvet ile ilgili şiirinden söz ediyor.
Mürüvvet ve Amil, bugün birçok devrimci
hareket için birer ikona. Bu hâlleriyle, hayatlarını ideolojik, politik ve
toplumsal devrim projesine adamış, onu teorileştirmeye, savunmaya ve takip
etmeye çalışan birer fikir ve eylem adamı olarak, solcu aydınlar nezdinde
önemli bir örnekliği ve modeli temsil ediyorlar. Bu canlı model, bugüne dek
farklı ortamlarda, ille de ayaklanmalara ve devrimlere tanıklık edilen, alt
üstlerin yaşandığı dönemlerde karşımıza çıkıyor. Bu gerçek, anlattığımız
devrimci hayatların derinliklerinde yankılanıyor.
Meryem Yunus
2016
Kaynak
Dipnotlar
[1] Makalenin başlığı Charles Dickens’ın 1859 tarihli, devrimci değişimle
alakalı iki ayrı anlayışı aktardığı romanı İki Şehrin Hikâyesi’ne atıfla
konuldu. Dickens romanda Fransız Devrimi bağlamında Paris ve Londra şehirlerini
ele alıyor. Düzeltme ve yaptığı faydalı yorumlar ayrıca Mürüvvet ile Amil’in
yazılarını İngilizceye tercüme etmek gibi önemli bir görevi yerine getirme
konusunda sunduğu katkılar sebebiyle Alâ Naccar’a çok teşekkür ediyorum. Ayrıca
iki aydının hayatları ve eserleri konusunda son üç yıl boyunca bana
kendileriyle görüşme imkânı sunan, onca mülâkatı ve gayriresmi sohbeti mümkün
kılan Mehdi Amil ve Hüseyin Mürüvvet’in ailelerine teşekkür etmek isterim.
[2] Samer Frangie, “Theorizing from the
Periphery: The Intellectual Project of Mahdi ‘Amil,” International Journal
of Middle East Studies 44 (2012), s. 465.
[3] El-Warşatu’l-fikriyyetü’l-qa’ima
ilkin Mehdi Amil’in kullandığı bir ifadedir. Amil bu ifadeyle aydınlar arasında
farklı konu başlıklarının tartışılmasına atıfta bulunur. İlgili dönemde oldukça
yaygın bir biçimde kullanılan ifade düşünsel tartışmalarda ve müzakerelerde
önemli bir yere sahiptir. Bkz. Karim Muruwwa, “Mahdi ‘Amil mufakkiran
wa-munadilan,” al-Tariq 5/6 (1988), s. 10.
[4] Bkz. Rula Jurdi Abisaab ve Malek
Abisaab, The Shi’ites of Lebanon: Modernism, Communism, and Hizbullah’s
Islamists (Syracuse, NY: Syracuse University Press, 2014), s. 72.
[5] Aralık 2014’te Tunuslu aydın Tahir
Lebib Sidi Buzid şehrinde “el Takafa ve’l Savra” başlıklı bir tartışma organize
etti. Lebib, bu ismi doğrudan Amil’in 1987 tarihli ve aynı başlığı taşıyan
metninden ve konuşmasından almıştı. Tartışma ise Amil’in teorisini bugün Tunus
devriminin sahip olduğu devrimci gerçekliğe uygulamakla ilgiliydi. Aynı şekilde
Şubat 2013’te katledilen solcu siyasetçi Şükrü Belayid de ölümünden kısa bir
süre önce devrimci ruhu anısına Hüseyin Mürüvvet için bir şiir yazmıştı: Bkz.
Muhammad Salah ‘Umri, “Shukri Bil‘id yarthi Husayn Muruwwa,” Bidayat 5 (2013).
[6] Vijay Prashad, “Letter from Beirut:
The Arab Gramsci,” Frontline, 21 Mart 2014.
Türkçesi: İştirakî.
[7] Bkz. Tareq Y. Ismael ve Jacqueline S.
Ismael, The Communist Movement in Syria and Lebanon (Gainesville:
University Press of Florida, 1998), s. 81-131.
[8] Bu konudaki tek istisna Frangie’nin
Mehdi Amil ile ilgili “Theorizing from the Periphery” başlıklı makalesidir. Türkçesi:
İştiraki.
[9] Abisaab ve Abisaab, The Shi’ites, s.
65-66, 69-75; Peter Gran, “Islamic Marxism in Comparative History: The Case of
Lebanon: Reflection on the Recent Book of Husayn Muruwah,” The Islamic
Impulse içinde, ed. Barbara Freyer-Stowasser (Londra: Croom Helm, 1989),
106-120; Miriam Younes, “Die Verwirrungen der Zöglinge Najafs: Reformkonzepte
in der und über die hawza im frühen 20 Jahrhundert, Asiatische Studien 66,
Sayı. 3 (2012), s. 711-748; Yoav Di-Capua, “Homeward Bound: Husayn Muruwwah’s
Integrative Quest for Authentity,” Journal of Arabic Literature 44
(2013), s. 21-52; Frangie, “Theorizing.”
[10] Husayn Muruwwa, “Min al-Najaf dakhala
hayati Marks,” Husayn Muruwwa fi masiratihi al-nidaliyya fikran wa-mumarasatan,
ed. al-Majlis al-Thaqafi li-Lubnan al-Janub, (Beirut: Dar al-Farabi, 1997),
89-113.
[11] Mürüvvet’in düşünsel yolculuğu için
bkz. Di-Capua, “Homeward Bound.“
[12] 1959 ve 1960 yıllarında Mürüvvet’in Nida
gazetesinde 344 makalesi yayımlandı.
[13] Örneğin, İrfan, Hatif, Sarha,
Ahbar, Takafayü’l Vataniyye, Nida ve Tarik.
[14] Husayn Muruwwa, “Husayn Muruwwa ‘an
ayyam al-harb wa-l-hisar: Lam ‘ustati‘ al-hayat dun ‘an aktub,” al-Nida’,
7 Kasım 1982. Mürüvvet ve LKP’deki yoldaşları işgal esnasında Beyrut’ta kalmaya
karar verdiler ve yaşanan olayları günbegün Nida gazetesi aracılığıyla
aktardılar.
[15] Bu süreçle ilgili olarak bkz. Tamara
Chalabi, The Shi‘is of Jabal ‘Amil and the New Lebanon: Community and
Nation-State, 1918-1943 (New York: Palgrave, 2006); Abisaab ve Abisaab, The
Shi’ites, s. 34-38.
[16] ‘Abbas Baydun, “Hiwar ma‘a Husayn
Muruwwa: Wulidtu rajulan wa-amutu tiflan,” al-Safir, 18-22 ve 24 Eylül
1985, s. 18; Muhammad Abi Samra, “Husayn Muruwwa yatadhakkar: Wulidtu tiflan
wa-amutu rajulan,” al-Masira 1 (1981), s. 19.
[17] Necefli Amilli Gençlik ve Mürüvvet’in
ilk dönem yazıları ile ilgili olarak bkz. Younes, “Die Verwirrungen.”
[18] Baydun, “Hiwar,” s. 56.
[19] A.g.e., s. 57.
[20] Bkz. Orit Bashkin, The Other Iraq:
Pluralism and Culture in Hashemite Iraq (Stanford, CA: Stanford University
Press, 2009), s. 114-116; Samira Haj, The Making of Iraq, 1900-1963:
Capital, Power, and Ideology (Albany, NY: State University of New York
Press, 1997), s. 102-105.
[21] Bkz. Abi Samra, “Husayn Muruwwa,” s.
28.
[22] Ayrıca Baydun, “Hiwar,” s. 61-63.
[23] Moskova’ya yaptığı ilk seyahatle
ilgili olarak bkz. Di-Capua, “Homeward Bound,” s. 38-39. Ayrıca bkz.
Mürüvvet’in Ahbar’da aktardığı görüşleri, al-Akhbar, 6 Mart
1955 ve 13 Mart 1955.
[24] Bkz. Di-Capua, “Homeward Bound,” s.
48-51
[25] Bkz. Muhammad Dakrub, “Rajul yutqin
fann tahrik al-fikr wa-taftih al-‘uyun,” al-Tariq 5/6 (1988), s. 12-18;
Muruwwa, “Mahdi ‘Amil mufakkiran wa-munadilan.” Amil’in bu nüktedan ve duygusal
karakteri Helal ibn Zeytun müstear adıyla kaleme aldığı şiirlerine de
yansımıştır.
[26] Mehdi Amil’in eşi Evelyn Hamdan ile
görüşme, Beyrut, 16 Ocak 2016.
[27] Ellilerin ortalarındaki gerginlik
1958’deki kısa süreli iç savaşla ve ardından ABD’nin Lübnan’a müdahalesiyle
sonuçlandı. Bkz. Fawwaz Traboulsi, A History of Modern Lebanon (Londra:
Pluto Press, 2007), s. 133-137.
[28] Mehdi Amil’in oğlu Rıza Hamdan ile
görüşme, Beyrut, 14 Ocak 2014; Ayrıca bkz. ‘Isam al-Khafaji, “Musahama fi
al-bahth ‘an hayawiyyatina: Hawla namat al-intaj al-kuluniyyali,” al-Tariq
5/6 (1988), s. 138; Frangie, “Theorizing,” s. 470.
[29] Bu, Fransa’da yaşamış ve okumuş
birçok Arap aydının ortak tecrübe ettiği bir şey olarak görülebilir. Bu değiş
tokuş ve Francis Maspero Yayınevi’nin ve Kitabevi’nin bu bağlamda yürüttüğü
faaliyetlerle ilgili olarak bkz. Fadi Bardawil, When All This Revolution
Melts into Air: The Disenchantment of Levantine Marxist Intellectuals (Doktora
Tezi, Columbia University, 2010), s. 132, 152.
[30] Vadda Şarara ile görüşme, Beyrut, 23
Eylül 2014; Evelyn Hamdan ile görüşme, Beyrut, 16 Ocak 2016.
[31] Y.‘I., “Sutur wa-‘anawin: Min
masirat Mahdi ‘Amil,” al-Tariq 5/6 (1988), s. 30; “Milaff min al-Arshif,
Hasan Hamdan ‘Mahdi ‘Amil,’” Jadaliyya, 2 Ekim 2012.
[32] Evelyn Hamdan ile görüşme, Beyrut, 16
Ocak 2016.
[33] Y. ‘I., “Sutur,” s. 30; Dakrub,
“Rajul,” s. 12-14.
[34] Örneğin bkz. Mahdi ‘Amil, “Nizam
al-ta‘lim fi Lubnan,” al-Tariq 10 (1970), s. 26-47; Mahdi
‘Amil, “al-Zahirat al-jadida fi azmat al-jami‘a al-lubnaniyya,” al-Tariq
12 (1971), s. 37-59.
[35] İkinci konferansla ilgili yazıları
için bkz.: Mahdi ‘Amil, “al-Mu’tamar al-thani aw al-in‘itaf al-tarikhi fi
harakat al-taharrur al-watani lil-shu‘ub al-‘arabiyya,” al-Nazariyya fi
al-mumarasa al-siyasiyya: Bahth fi asbab al-harb al-ahliyya fi Lubnan içinde
(Beyrut: Dar al-Farabi, 1990), s. 58-84.
[36] Eski yoldaşı ve bugün Tarik
gazetesinin yayın yönetmeni olarak çalışan İlyas Şakir’le görüşme, Beyrut, 19
Temmuz 2013. Ayrıca birbirleriyle ilgili yazıları: Örneğin: Husayn Muruwwa,
“Ma‘a kitab Mahdi ‘Amil: ‘Fi ‘ilmiyyat al-fikr al-khalduni,’” al-Tariq 3
(1985), s. 167-178.
[37] A.g.e., s. 40.
[38] A.g.e., s. 28, 43, 52-54. Bkz.
Mürüvvet’in bu dönemde İrfan ve Hatif’te çıkan yazıları. Bu
yazılarla ilgili genel bir değerlendirmeyi şu çalışmada bulmak mümkündür:
Younes, “Die Verwirrungen.”
[39] Husayn Muruwwa, “Amrika…wa thawrat
al-Jaza’ir,” al-Nida’, 1 Mayıs 1959. Ayrıca bkz. Husayn Muruwwa,
“Diblumasiyyat al-thawra al-jaza’iriyya,” al-Nida’, 8 Mayıs 1959.
[40] Husayn Muruwwa, “al-Istiqlal… wa-l-dimuqratiyya,”
al-Nida’, 11 Ağustos 1959.
[41] Husayn Muruwwa, “Thawra wa-sha‘b,” al-Nida’,
5 Aralık 1959.
[42] Mürüvvet ve ondaki sosyalist
gerçeklikle ilgili olarak bkz. Di-Capua, “Homeward Bound,” s. 37-47.
[43] Husayn Muruwwa, “al-Mu’tamar al-thani
li-l-kuttab Asiya wa-Ifriqiya: Huwa al-wajh al-fikri li-wahdat kifah
al-qaratayn,” al-Tariq 3 (1962), s. 62.
[44] A.g.e., s. 64.
[45] Husayn Muruwwa, “al-Qawa‘id
al-fikriyya li-l-isti‘mar fi Lubnan,” al-Tariq 3 (1966), s. 32.
[46] A.g.e., s. 24.
[47] Husayn Muruwwa, “Taqrir ‘an
al-thaqafa wa-l-nidal al-idiyuluji wa-l-‘amal bayn al-muthaqqafin,” al-Nida’,
12 Ocak 1972.
[48] Nihilist kültür [mefhumü’l
ademiyye], bilhassa 1967 yenilgisi sonrası birçok Arap aydınının aldığı
devrimci olmayan konumla ilgili bir meseledir. Bkz. Muruwwa, “Taqrir.”
[49] Bkz. Agnès Favier, Logiques de
l’engagement et modes de contestation au Liban: genèse et éclatement d’une
génération de militants intellectuels (1958-1975) (Doktora Tezi, Aix-Marseille
Université, 2004).
[50] Aktaran: Ismael ve Ismael, The
Communist Movement, s. 84.
[51] A.g.e., s. 83-99.
[52] Mahdi ‘Amil, “al-Isti‘mar
wa-l-takhalluf: al-qism al-thani: nizam al-intaj al-kuluniyali,” al-Tariq,
Sayı 6 (1969), s. 90.
[53] Mahdi ‘Amil, Muqaddimat nazariyya
li-dirasa ‘athr al-fikr al-ishtiraki fi harakat al-taharrur al-watani: al-qism
al-awwal: fi al-tanaqud (Beyrut: Dar al-Farabi, 1980), s. 106.
[54] John H. Holst, “The Revolutionary
Party in Gramsci’s Pre-Prison Educational and Political Theory and Practice,” Gramsci
and Educational Thought içinde, ed. Peter Mayo (Chichester: John Wiley
& Sons, 2010), s. 42.
[55] ‘Amil, Muqaddimat, s. 86.
[56] Faisal Daraj, “al-Hizb wa-l-nazariyya
fi fikr Mahdi ‘Amil,” al-Tariq Sayı 5/6 (1988), s. 87.
[57] ‘Amil, “al-Isti‘mar,” s. 87.
[58] ‘Amil, Muqaddimat, s. 175.
[59] ‘Amil, “al-Isti‘mar,” s. 97.
[60] “Geçiş momentleri” ifadesi Bjørn
Thomassen’in bir makalesinden alındı. Thomassen’e göre bu, devrim süreçlerini
antropolojik açıdan incelerken benimsenmesi gereken bir kategori. İlgili
kategori, süreçteki en dip ve en üst noktayı, “ara dönemler”i ve bazen de
“düşünce deneyimin birbirine bağlanmasını” ifade ediyor. Bjørn Thomassen,
“Notes Towards an Anthropology of Political Revolutions,” Comparative Studies
in Society and History, Cilt 54, Sayı. 3 (2012), s. 684, 688.
[61] Canpolat’la ilgili daha fazla bilgi
için bkz. Farid al-Khazen, “Kamal Jumblatt, the Uncrowned Druze Prince of the
Left,” Middle Eastern Studies, Cilt 24, Sayı. 2 (1988), s. 178-205.
[62] Bkz. Traboulsi, A History, s.
156-183.
[63] Frangie, “Theorizing,” s. 469.
[64] A.g.e.
[65] Ismael ve Ismael, The Communist
Movement, s. 101-102.
[66] Mahdi ‘Amil, al-Nazariyya fi
al-mumarasa al-siyasiyya: Bahth fi asbab al-harb al-ahliyya fi Lubnan (Beyrut:
Dar al-Farabi, 1979) ve Madkhal ila naqd al-fikr al-ta’ifi: al-qadiya
al-filastiniyya fi idiyulujiyyat al-burjuwaziyya al-lubnaniyya (Beyrut: Dar
al-Farabi, 1980).
[67] ‘Amil, Madkhal, aktaran: Frangie,
“Theorizing,” s. 481, 40. dipnot.
[68] Ismael ve Ismael, The Communist
Movement, s. 101-102; Mahdi ‘Amil, “al-Saha allubnaniyya aw al-haql
al-markazi li-l-sira‘ bayna al-khattayn al-siyasiyyayn al-naqdayn fi harakat
al-taharrur al-watani li-l-shu‘ub al-‘arabiyya,” al-Nazariyya fi al-mumarasa
al-siyasiyya içinde, s. 85-110.
[69] Bkz. Y.‘I., “Sutur,” s. 31.
Amil’in savaş döneminde ortaya koyduğu pratik eylemlere yaptığım birçok
görüşmede mülâkat yaptığım kişiler özel olarak vurguda bulundular. Eski bir LKP
savaşçısı katıldığı bir toplantıyla ilgili olarak şunları aktarmıştı: Mehdi
Amil bizim için bir rehberdi, düşünce rehberimizdi, gelip bize devrimden,
dövüşmekten ve Marx’tan bahsederdi. Onu çıt çıkarmadan dinler, ağzından çıkan
her bir kelimeyi anlamaya çalışırdık. Bizi devrimin uğruna mücadele etmeye
değecek bir şey olduğuna ikna eden oydu.”
[70] Inam Raad, “For More Than a Year
Eighty Percent of Lebanon Was Run by the Lebanese National Movement,” MERIP
Reports 73 (1978), s. 14-15.
[71] Michael Salkind ve Nadeem
Abdel-Samad, “Lebanese Communist Party: Interview with Nadeem Abdel-Samad,” MERIP
Reports 61 (1977), s. 15-16. Ayrıca bkz. al-Khazen, “Kamal Jumblatt,” s.
181-182.
[72] Bkz. Traboulsi, A History,
s. 198-204.
[73] Husayn Muruwwa, “Kamal Junblat: Hadha
al-faris jazarahu fi al-watan al-jamahir,” al-Nida’, 23 Mart 1977.
Ayrıca bkz. Husayn Muruwwa, “Kamal Junblat fi siyaq al-ta‘amul al-sira‘i bayna
al-mujarrad wa-l-waqa‘i,” al-Tariq 3 (1977), s. 22.
[74] Husayn Muruwwa, “al-Fikr al-thawri fi
huqul al-tatbiq al-thawri,” al-Nida’, 3 Haziran 1979.
[75] Husayn Muruwwa, “Ayuha al-muqatilun,
hadha sha‘ir muqatil,” al-Nida’, 12 Haziran 1982.
[76] Husayn Muruwwa, “Ha-kadha atfaluna
yarsamuna al-harb...,” al-Nida’, 10 Ağustos 1982.
[77] Bkz.Husayn Muruwwa, “Hadhihi
Bayrut...ayyuha al-‘alam!!,” al-Nida’, 15 Ağustos 1982.
[78] Husayn Muruwwa, “19 sa‘a fi
al-malja’…,” al-Nida’, 8 Ağustos 1982.
[79] A.g.e.
[80] Bkz. Frangie, “Theorizing,” s. 470,
473.
[81] Örneğin Musa Vehbi, İlyas Huri,
Adonis ve Hasan Davud. Bkz. Sune Haugbolle, “Being Secular in Lebanon,
1975-2013” (İsveç’in Lund şehrinde 19 Eylül 2013 tarihinde düzenlenen Dokuzuncu
Kuzey Ülkeleri Ortadoğu Çalışmaları Konferansı’na sunulan makale).
[82] Mahdi ‘Amil, “al-Thaqafa wa
al-thawra,” al-Tariq 4 (1987), s. 106.
[83] Prashad, “Letter from Beirut.”
0 Yorum:
Yorum Gönder