03 Ekim 2019

,

Hristiyan Materyalizmi

Din ve dinin Marksizmle ilişkisi konusunda asıl mesele, din ve Marksizmin birbirine boyun eğmesine gerek kalmadan, ikisinin birlikte varolup olamayacağı değildir. Kurtuluş teolojisi geleneğinin de bizlere ispatladığı üzere, Marksizmle Hristiyanlığı birbirine teyellemek mümkündür.
Bizce asıl mesele, dinî külliyatın tedrisatından geçmeden materyalist (veya Marksist) olmanın mümkün olup olmadığı veya daha doğru bir ifadeyle, dini idealist bir teşebbüs olarak terk etmek suretiyle materyalist (Marksist) olmanın mümkün olup olmadığıdır.
Althusser’in ilk dönem yazılarıyla ilgili olarak, Roland Boer’in Althusser’in eserleri arasında yaptığı ayrım ve onun Althusser’in teoloji yazılarının Marx’ın şu ünlü ifadesiyle kıyaslanabileceğine dair tespiti üzerinde biraz durup düşünmek gerekmektedir:
“Cennetin eleştirisi dünyanın eleştirisine, din eleştirisi ise hukukun eleştirisine, teoloji eleştirisi ise politika eleştirisine dönüşmektedir.”[1]
Althusser’in teoloji yazıları, yukarıdaki tezin maddileştiği yapıyı ifade ediyor gibidir. O yapı, korkunun eleştirisini, insanî koşulun veya korkunun proleter yönünü, kilisenin statüsüne ve yapısına yönelik eleştiriyi vs. içermektedir. Bu başlıkları alan makalelerde Althusser, kendi asarında zaten mevcut olan materyalist eğilimleri yeniden yapılandırmaktadır. Bu işlem dâhilinde tuhaf ve beklenmedik karşılaşmalar yaşanmaktadır. Gariptir ki burada yoldaş tutulan isim Feuerbach’tır, Althusser’in tüm yönleriyle incelemeye tabi tuttuğu ve tercüme ettiği ise teorik hümanizm meselesidir.
Hristiyanlığın Özü isimli eserinde Feuerbach, Hristiyanlığın özünü sorgulamanın en iyi yolunun Tanrı’nın dünyayı hiçlikten yarattığı fikrini benimsemek olduğunu söyler. Ona göre bu özcü olmayan tez, Hristiyan bilinci nezdinde budünyanın sahip olduğu değeri ortaya koyar. Feuerbach’ın ifadesiyle, “eğer yaradılış Tanrı’nın iradesinin ürünü, aklın değil de hayal gücünün yani öznel İrade’nin ürünü ise o vakit mevcut hâliyle dünya, bir hiç olmanın değerine sahiptir. Dolayısıyla dünyanın sahip olduğu hiçlik, iradenin gücünü ifade eder.”[2]
“Her şeyi hiçlikten yaratmak, her şeye kadir oluşun en yüce ifadesidir: oysa her şeye kadirlik, tüm nesnel koşul ve sınırlamalardan kendisini muaf tutan öznellikten […] gerçek olmayan her şeyi gerçek, algılanır olanı mümkün olarak varsayma becerisinden, hayal gücünün veya hayal gücüyle özdeş olan iradenin iktidarından başka bir şey değildir.”[3]
Esasında bu, birçok Hristiyan metninde bulabileceğimiz bir olgudur, en iyi örneği de Kitap’ta kendisine yer bulan suyun şaraba dönüşmesi ile ilgili meseldir. Feuerbach’ın tabiriyle, burada dönüşümden çok hiçlikten yaratılma söz konusudur:
“Hiçlikten yaratma mucizeye benzer ve Tanrı’nın takdiridir. Zira Takdiri İlahi düşüncesi, özgün anlamıyla ve sahip olduğu, inanmayanların idraki ile henüz sınırlanmayıp o idrak eliyle tahrif edilmediği gerçek önemi dâhilinde esasen mucize düşüncesine denk bir düşüncedir. Takdiri İlahi’nin ispatı, mucizedir.”[4]
Bu, dindarların ateistlere verdiği cevaptır. Onlar, dünyada faal olan nedensel olaylar ağının yol açtığı musibetlerle veya talihsizliklerle henüz tanışmamış, Althusser’in ifadesiyle, yüzleşmemişlerdir. Burada Feuerbach, yüzme bilmeyen, nedensellik üzerine kurulu sistemin işlemesini isteyen, suda boğulmak üzere olan insandan bahseder. Bu insan hiçliğe dönüşecektir:
“Hristiyan Tanrı’nın insanı olarak zambakların üzerini örten, kuzgunları besleyen, başka bir insandır. Doğanın tanrısı, yüzme öğrenmemişse kişinin suya batmasını sağlar. Dinin tanrısı ise o kişiyi Rabbin eliyle suyun üzerinde sağ salim yürümesini mümkün kılar.”[5]
Feuerbach sözlerine şu şekilde devam eder:
“Tanrı, doğa kanunlarını yürürlükten kaldırır; zorunluluğun hâkim olduğu, sonuçları sebeplere bağlayan demir ağla örülü sürece müdahale eder; özetle o, dünyayı hiçlikten var eden aynı sınırsız, her şeye gücü yetendir. Mucize yoktan var etmektir [creatio ex nihilo].”[6]
Buradan şunu söyleyebiliriz: Bir kişinin ateist olabilmesi için sembolik düzende faal olan yapısal nedenselliğin bir hiç olmadığı konusunda belirli bir konum alması gerekir:
“Dolayısıyla maddenin veya dünyanın ebediliği konusunda kâfir felsefecilerin en fazla yalanlanmış olan öğretisine bakılacak olursa doğa, onlara göre esasen teorik bir gerçekliktir.”[7]
Burada Althusser ve onun nesnenin anlamının öznel indirgemeciliğe tabi tutulmasına karşı çıkan teorik konuma yönelik savunusu yankılanmaktadır. Feuerbach şunu söylemektedir: “Dünyanın üretildiği hiçlik hâlen daha yapısı gereği hiçliktir, yani “siz dünyanın hiçlikten yapıldığını, imal edildiğini söylediğinizde dünyayı esasında hiçlik olarak idrak ediyorsunuz demektir.”[8] Diğer yandan Althusser de tarihin geçmişe doğru inşasını bugün açısından ele alır. Bu noktada Materyalist Diyalektik isimli çalışmasında şunları yazmaktadır:
“Kökenlerin felsefesi ve bu felsefeye ait organik kavramlarla ilgili ideolojik bir mit oluşturmak yerine Marksizm, temelde her türden somut ‘nesne’nin karmaşık yapısının verili oluşunu kabul eder. Bu karmaşık yapı, nesneyle ilgili bilgiyi üreten, teorik pratiğin gelişimine ve nesnenin gelişimine hükmeden yapıdır. Artık yığınla bilgi kendi geçmişini didikleyip dursa da artık ortada herhangi bir asıl, ilk öz yoktur, sadece her daim önceden verili oluş söz konusudur.”[9]
Bu bağlamda arşınlanacak en güvenli yol, boşluk, rastlaşma gibi kavramları kullanmak suretiyle Althusser’in “rastlantısal materyalist” dönemine ait bakış açısı üzerinden bu yaklaşımı analiz etmektir. Köken Üzerine isimli çalışmasında Althusser şunu söylüyor: “İdeolojik (dinî) köken kategorisinin yerinden edilmesi anlamına gelen ‘karşılaşma teorisi’ veya ‘bağlanım (conjunction) teorisi planında, doğrusal soykütükleri olarak ifade edebileceğimiz bir yer vardır.”[10]
Başka bir ifadeyle Althusser’e göre yapı, sadece “bağlanım”a ait bir etki olarak düşünülebilir ve (verili bir) yapıya (örneğin suya, yüzmeye, boğulmaya) ait bağlanımda bir araya gelen her bir unsur, kendi içinde bir ürün veya bir etkidir. Yani burada Althusser, esasında sebebi olmayan bir yapıdan söz etmektedir ki bu, onun tüm felsefî ve politik projesindeki asli sorun olarak varlığını sürdürmüş olan bir konudur. Sonuçta mesele şudur: tarihsel (hatta politik, Hristiyan vs.) bir olayı yapı içerisinde mi düşüneceğiz yoksa toplumsal, politik, ideolojik yapının dönüşümü içerisinde mi düşüneceğiz ve bu, düşünme pratiği ne kadar mümkün?
Burada Althusser, kendisini bilhassa anlatımsal nedensellik kavramıyla Hegel’in karşısında konumlandırır.[11] Tam da bu noktada şu önemli notu aktarmak gerekmektedir: Althusser, yeni bir materyalizm anlayışı inşa etme seçeneğine başvurmuştur. Burada amaç, Stalin’in Marx’ın materyalizmini ve ekonomik determinizmini kabalaştırmasına karşı çıkmaktır.
Badiou’nün ifadesiyle formüle edecek olursak şunu söyleyebiliriz: her türden gerçek mânâda çağdaş felsefe işe, materyalizmi Althusser’in aşılması (Hegelci ifadeyle olumsuzlanması) gereken “eski materyalizm”e ait bir açmaz veya bir zemin olarak kurduğu felsefî tekillik temelinde yeniden düşünmekle başlamalıdır.
Althusser’in ilk dönemde sahip olduğu materyalizm anlayışı, Marx İçin ve Kapital’i Okumak’ta geliştirdiği materyalizm anlayışından, bilhassa “rastlantısal materyalizm”inden farklıdır ve felsefî düzlemde materyalizm anlayışını iki felsefe karşıtı gelenek koşullamaktadır: Marksizm ve Hristiyanlık.
Agon Hamza
[Kaynak: Althusser and Pasolini: Philosophy, Marxism, and Film, Palgrave Macmillan, 2016, s. 59-62.]
Dipnotlar
[1] Karl Marx, Selected Essays , Çev. H.J. Stenning, (Serenity Publishers, Maryland, 2008, s. 10.
[2] Ludwig Feuerbach, The Essence of Christianity, Dover, New York, 2008, s. 85.
[3] A.g.e.
[4] A.g.e., s. 86.
[5] A.g.e., s. 87/d1.
[6] A.g.e., s. 86.
[7] A.g.e., s. 97.
[8] A.g.e., s. 92.
[9] Louis Althusser, For Marx, Verso, Londra, 2005, s. 198–199.
[10] L. Althusser, On Genesis, Décalages, 1(1) (2012). Türkçesi: Komünizmin Güncelliği.
[11] Althusser’in Hegel eleştirisine dair bir eleştiri için bkz. S. Žižek, Mapping Ideology (Verso, Londra/New York, 1994, s. 136–140.

0 Yorum: