06 Kasım 2025

, ,

Suudi Arabistan: Kan, Petrol, Sessizlik


Suudi Arabistan, uzun zamandır kendisini Arapların ve Müslümanların davalarının savunucusu olarak takdim ediyor. Oysa Gazze ve Batı Şeria’daki Filistinli siviller, çok sayıda insan hakları uzmanı ve kuruluşunun “etnik temizlik” ve “soykırım” olarak tasnif ettiği duruma maruz kalırlarken Suudi krallığı, İsrail’in insanlığa karşı işlediği suçlara katkı sunan şirketlere yatırım yaparak elde ettiği o büyük nüfuzu kullanmaktan hep imtina etti. Bilâkis, Suudi krallığı, bu suçları işleyenlere her daim el uzattı.

Suudi Arabistan, dünyanın en büyük petrol üretimlerinden birine imza atan ülke. Daha çok ABD’den silah alıyor. Önemli bir diplomatik ve ekonomik nüfuza sahip. Ancak Filistinlilerin korunması düzleminde bu araçların hiçbirisini devreye sokmadı.

Bu konuda elini kolunu esas olarak, perde gerisinde İsrail ile yürüttüğü normalleşme süreci bağlıyor. Neticede Suudi Arabistan’ın elindeki güçlü diplomatik nüfuz, Filistinlilere sevgi sözcükleri sunan, ancak somut bir korumadan dem vurmayan, yavan bir söylemden ibaret.

Suudi Arabistan, İsrail’in Filistinlilere yönelik uyguladığı soykırıma yakıt, para ve kılıf temin etmek suretiyle, o “suç ortakları” denilen çeteye bir şekilde dâhil oldu.

Petrol Akmaya Devam Ediyor

Filistin’de devam eden katliam ve soykırıma rağmen, en zengin Arap devleti olarak Suudi Arabistan, anlamlı bir eylem yerine etkili bir sessizliği tercih etti. Uluslararası toplantılarda rutin olarak kınamalarda bulunan ülke, o muazzam gücünü katliamı yavaşlatmak veya durdurmak için kullanmayı açıktan reddetti.

1973’te savaş sürecinde İsrail’e destek verenlere baskı yapmak adına petrol ambargosu uygulayan Kral Faysal’ın aksine Suudi yetkililer, 2023’te Vaşington ve Tel Aviv’e, bu türden bir kozun kullanılmayacağına dair güvence verdiler. Gazze savaşını durdurmak için bir petrol ambargosu konusunda baskı yapılması talebini işiten Suudi Yatırım Bakanı Halid Falih, “Bugün böyle bir şey söz konusu değil” diye gülerek cevap verdi.

Falih, Suudi Arabistan’ın petrol üretimini İsrail’in eylemlerini etkilemek için kullanma niyetinde olmadığını, bunun yerine, “barış görüşmelerini” tercih ettiğini vurguladı. Suudiler, takındıkları bu aleni tutumla İsrail’in askeri harekâtına yeşil ışık yakmış oldular. Mealen, “Filistin’de dökülen kanı protesto edeceğiz diye olağan işleyişi durduracak değiliz” dediler.

Suudi Arabistan’ın kapalı kapılar ardındaki tutumu daha da endişe vericiydi. Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, İsrail’e baskı yapmak yerine, Gazze’ye yönelik saldırıyı dolaylı olarak körükleyen stratejik bağları sürdürdü, hatta derinleştirdi.

Araştırmalar, Suudi Arabistan’ın savaş boyunca İsrail’e kritik kaynaklar sağlamaya devam ettiğini ortaya koyuyor. Petrol ihracatı bunun en önemli örneği. Uluslararası Petrolü Değiştirme Örgütü’nün Mart 2024 tarihli raporu, Gazze’ye bombalar yağarken dahi, İsrail’in, Suudi Arabistan ile BAE’den petrol aldığını ortaya koyuyor. Petrol, Mısır’a ait SUMED boru hattı üzerinden sevk edildi. Suudi ve Birleşik Arap Emirlikleri petrolü, bu boru hattı aracılığıyla İsrail rafinerilerine ulaşarak İsrail jetlerine ve tanklarına yakıt sağladı.

Raporda, “İsrail’e yakıt sağlamaya devam eden ülkeler, devam eden şiddetin körüklenmesinde rol oynuyor” uyarısı yapılmaktaydı. Suudi Arabistan, İsrail’in askeri operasyonları için “yakıt tedarik edenler” arasında gösterilmekteydi.

Savaşa Yatırım Yapmak

Veliaht Prens Muhammed bin Selman, savunma sektörü de dâhil olmak üzere ABD sanayiine milyarlarca dolar yatırım yapan Kamu Yatırım Fonu’nu (PIF) tek başına kontrol ediyor. Son yıllarda bu fon, ABD’li silah üreticilerinin önemli bir hissedarı haline geldi. Boeing’de 714 milyon dolarlık hissesi bulunan Fon, ABD’nin İsrail’e askeri desteğiyle yakından bağlantılı diğer havacılık ve teknoloji şirketlerine de yatırım yaptı.

Bu yatırımlar, Suud parasının İsrail saldırısını silahlandıran şirketleri zenginleştirmeye yardımcı olduğu ve hâlâ yardım ettiği anlamına geliyor. Suudi Arabistan, Gazze savaşı sırasında bu fonları çekmekle tehdit etmek veya elden çıkarmak yerine, savaştan çıkar sağlayanlara yatırım yaparak yoluna devam etti.

Aynı şekilde, Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman (MBS), eski Beyaz Saray danışmanı Jared Kushner’ın yeni hisse senedi fonuna 2 milyar dolar gönderdi. Bu para, aslında İsrail’e ait teknoloji şirketlerine yatırım yapmak için tahsis edilmişti. 2022 tarihli bu anlaşma sayesinde Suudi Arabistan politik iyilikler karşılığında İsrail ekonomisine ilk kez doğrudan yatırım yapma imkânı buldu.

2024 yılına gelindiğinde, Kushner’ın Suudi Arabistan tarafından finanse edilen şirketi, bazıları siber güvenlik ve finans gibi hassas sektörlerde faaliyet gösteren İsrailli şirketlerden sessizce hisse satın almıştı. Gazze’nin çile çektiği dönemde Suud sermayesi, İsrail’in ileri teknolojisi ile savunma sanayiine kan akıtıyordu. Bu durum, hükümetin Filistin’le dayanışma içerisinde olduğu iddiasının parasal çıkarlarıyla net bir çelişki içerisinde olduğunun deliliydi.

Suudi Arabistan-İsrail işbirliğinin belki de en küstah biçimi, güvenlik alanında yapılan iş birliği olmuştur. Elde, iki ülke arasında resmi diplomatik ilişkilerin bulunmamasına rağmen, Riyad ve Tel Aviv’in askeriye ve istihbarat konularında birlikte çalıştığını gösteren mebzul miktarda delil mevcut. Bunun çarpıcı bir örneği, NSO Group’un Kaşıkçı olayı vesilesiyle adı kötüye çıkmış olan Pegasus isimli casus yazılım. Bu yazılım, İsrail’in ürettiği bir siber silah.

MBS, 2017 yılında Pegasus’u satın almak için İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile 55 milyon dolarlık gizli bir anlaşma yaptı. Anlaşma üzerinden İsrail Savunma Bakanlığı, Suudi Arabistan’ın bu casus yazılımı kullanmasına onay verdi. Çıkarların ortaklaştığı açıktı: Suudi Arabistan, daha sonra insan hakları ihlalleri ve muhalifleri hacklemek için kullanacağı bir aracı elde etmekle kalmadı, aynı zamanda Suudi hava sahasını İsrail’e açtı. Anlaşmanın bir parçası olarak, ABD aracılığıyla imzalanan İbrahim Anlaşması’nı eleştirmekten kaçındı.

Bu gizli anlaşma, Riyad ve Tel Aviv’in gizli temaslardan stratejik ortaklara dönüştüğünü, İran gibi ortak düşmanlara karşı ittifak kurduğunu ve silah teknolojisini paylaştığını gösteriyor. Dolayısıyla, İsrail savaş uçakları Gazze’yi bombalarken, Suudi Arabistan’ın hiçbir direniş sergilememesine şaşırmamak gerekiyor; iki devletin askeri çıkarları sessiz sedasız kesişti.

Yemen: Suudi Arabistan’ın Kendi Savaş Suçlarının Bir Aynası

Suudi Arabistan’ın Filistinlilere yönelik şiddetteki suç ortaklığı, Krallığın Yemen’deki kendi uygulamalarıyla birlikte değerlendirildiğinde daha da belirginleşiyor. Suudi Arabistan, 2015’ten bu yana Yemen’de on binlerce sivilin ölümüne ve açlığa mahkûm edilmesine yol açan acımasız bir askeri müdahaleye öncülük ediyor, ABD ile İngiltere’nin savaş uçakları ve bombalar tedarik ettiği bu müdahaleye destek veriyor.

Yemen’de Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyonun hava saldırıları okul otobüslerini, düğünleri, pazar yerlerini ve hastaneleri sıklıkla vuruyor. Bu durum, BM’nin ve insan hakları örgütlerinin savaş suçu işlendiğine dair suçlamalarına yol açıyor.

Suudi güçleri, uluslararası hukuka göre açık bir savaş suçu olan sivilleri aç bırakarak Yemen limanlarına uzun süreli bir abluka uyguladı.

Ancak, korkunç ihlallere dair onca kanıta rağmen, Suudi Arabistan da İsrail gibi neredeyse hiçbir yaptırımla karşılaşmadı. Bunun yerine, ekonomik ve diplomatik nüfuzunu kullanarak kınamadan kaçtı, 2021’de BM’ye Yemen’deki savaş suçları soruşturmasını kapatması için baskı yaptı, Batılı güçlerle kazançlı silah ve petrol anlaşmaları yaparak medyada çıkacak eleştirileri susturdu. Bu, İsrail’e artık tanınan dokunulmazlığın bir yansıması.

Suudi Arabistan’ın dolaylı desteği, İsrail’e bölgesel bir koruma kalkanı sağladı, saldırılarını durdurması konusunda Tel Aviv’e baskı uygulayan birleşik Arap cephesini parçaladı.

Benzerlikler çarpıcı. Hem Yemen’de hem de Gazze’de savaş uçakları çocukları bombaladı. Bombalayanlar, hiçbir ceza almadılar. O savaş uçaklarını tedarik edenler, ellerini kollarını sallaya sallaya dolaştılar. Böylelikle dünya genelinde saldırgan ülkeler, doğru dostlara sahiplerse savaş suçlarının görmezden gelineceğine, hatta o suçları işlemelerine katkı sunulacağına dair bir mesaj almış oldular.

Vaşington, Suudi Arabistan’ı güvenlik anlaşmaları ve iş anlaşmalarıyla etkilemeye devam ederken, MBS’yi fiilen ödüllendiriyor, aynı zamanda “Amerika’nın en yakın müttefiki” İsrail’in Gazze’yi yerle bir etmesine yardımcı oluyor. Bu reel politika, temel insani değerler hilafına icra ediliyor.

Güney Afrika’ya has ırk ayrımcılığı koşullarına benzeri koşullar ve Filistinlilere yönelik kitlesel katliamlar sona erecekse, bunlara imkân sağlayanların adıyla çağrılması gerekir. Buna Arap devletleri de dâhildir.

Çifte standartçı yaklaşımların hep birlikte yol açtığı sonuçlara tanıklık ediyoruz; Batı yanlısı güçlere ve onların dostlarına başka, düşmanlarına ise başka kurallar tatbik ediliyor.

Gazze ve Batı Şeria’da sayısız Filistinli, kaybettikleri aile üyelerinin yasını tutuyor, vatanlarının küle dönmesini izliyor. Yemen’de ise çocuklar sakat kalıyor, travmalarla boğuşarak büyüyor. Suudi Arabistan, her iki trajedide de derinden rol oynuyor; Filistin’e sırtını dönüyor, Yemen’e yüzünü dönerek elindeki kanlı kılıcı sallıyor.

Sahir
6 Mayıs 2025
Kaynak

0 Yorum: