Suudi Arabistan, uzun zamandır kendisini Arapların
ve Müslümanların davalarının savunucusu olarak takdim ediyor. Oysa Gazze ve
Batı Şeria’daki Filistinli siviller, çok sayıda insan hakları uzmanı ve
kuruluşunun “etnik temizlik” ve “soykırım” olarak tasnif ettiği duruma maruz
kalırlarken Suudi krallığı, İsrail’in insanlığa karşı işlediği suçlara katkı
sunan şirketlere yatırım yaparak elde ettiği o büyük nüfuzu kullanmaktan hep
imtina etti. Bilâkis, Suudi krallığı, bu suçları işleyenlere her daim el uzattı.
Suudi Arabistan, dünyanın en büyük petrol
üretimlerinden birine imza atan ülke. Daha çok ABD’den silah alıyor. Önemli bir
diplomatik ve ekonomik nüfuza sahip. Ancak Filistinlilerin korunması düzleminde
bu araçların hiçbirisini devreye sokmadı.
Bu konuda elini kolunu esas olarak, perde
gerisinde İsrail ile yürüttüğü normalleşme süreci bağlıyor. Neticede Suudi
Arabistan’ın elindeki güçlü diplomatik nüfuz, Filistinlilere sevgi sözcükleri
sunan, ancak somut bir korumadan dem vurmayan, yavan bir söylemden ibaret.
Suudi Arabistan, İsrail’in Filistinlilere yönelik
uyguladığı soykırıma yakıt, para ve kılıf temin etmek suretiyle, o “suç ortakları”
denilen çeteye bir şekilde dâhil oldu.
Petrol Akmaya Devam Ediyor
Filistin’de devam eden katliam ve soykırıma
rağmen, en zengin Arap devleti olarak Suudi Arabistan, anlamlı bir eylem yerine
etkili bir sessizliği tercih etti. Uluslararası toplantılarda rutin olarak
kınamalarda bulunan ülke, o muazzam gücünü katliamı yavaşlatmak veya durdurmak
için kullanmayı açıktan reddetti.
1973’te savaş sürecinde İsrail’e destek verenlere
baskı yapmak adına petrol ambargosu uygulayan Kral Faysal’ın aksine Suudi
yetkililer, 2023’te Vaşington ve Tel Aviv’e, bu türden bir kozun kullanılmayacağına
dair güvence verdiler. Gazze savaşını durdurmak için bir petrol ambargosu
konusunda baskı yapılması talebini işiten Suudi Yatırım Bakanı Halid Falih, “Bugün
böyle bir şey söz konusu değil” diye gülerek cevap verdi.
Falih, Suudi Arabistan’ın petrol üretimini İsrail’in
eylemlerini etkilemek için kullanma niyetinde olmadığını, bunun yerine, “barış
görüşmelerini” tercih ettiğini vurguladı. Suudiler, takındıkları bu aleni
tutumla İsrail’in askeri harekâtına yeşil ışık yakmış oldular. Mealen, “Filistin’de
dökülen kanı protesto edeceğiz diye olağan işleyişi durduracak değiliz” dediler.
Suudi Arabistan’ın kapalı kapılar ardındaki
tutumu daha da endişe vericiydi. Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman,
İsrail’e baskı yapmak yerine, Gazze’ye yönelik saldırıyı dolaylı olarak
körükleyen stratejik bağları sürdürdü, hatta derinleştirdi.
Araştırmalar, Suudi Arabistan’ın savaş boyunca
İsrail’e kritik kaynaklar sağlamaya devam ettiğini ortaya koyuyor. Petrol
ihracatı bunun en önemli örneği. Uluslararası Petrolü Değiştirme Örgütü’nün
Mart 2024 tarihli raporu, Gazze’ye bombalar yağarken dahi, İsrail’in, Suudi
Arabistan ile BAE’den petrol aldığını ortaya koyuyor. Petrol, Mısır’a ait SUMED
boru hattı üzerinden sevk edildi. Suudi ve Birleşik Arap Emirlikleri petrolü,
bu boru hattı aracılığıyla İsrail rafinerilerine ulaşarak İsrail jetlerine ve
tanklarına yakıt sağladı.
Raporda, “İsrail’e yakıt sağlamaya devam eden
ülkeler, devam eden şiddetin körüklenmesinde rol oynuyor” uyarısı yapılmaktaydı.
Suudi Arabistan, İsrail’in askeri operasyonları için “yakıt tedarik edenler”
arasında gösterilmekteydi.
Savaşa Yatırım Yapmak
Veliaht Prens Muhammed bin Selman, savunma
sektörü de dâhil olmak üzere ABD sanayiine milyarlarca dolar yatırım yapan Kamu
Yatırım Fonu’nu (PIF) tek başına kontrol ediyor. Son yıllarda bu fon, ABD’li
silah üreticilerinin önemli bir hissedarı haline geldi. Boeing’de 714 milyon
dolarlık hissesi bulunan Fon, ABD’nin İsrail’e askeri desteğiyle yakından
bağlantılı diğer havacılık ve teknoloji şirketlerine de yatırım yaptı.
Bu yatırımlar, Suud parasının İsrail saldırısını
silahlandıran şirketleri zenginleştirmeye yardımcı olduğu ve hâlâ yardım ettiği
anlamına geliyor. Suudi Arabistan, Gazze savaşı sırasında bu fonları çekmekle
tehdit etmek veya elden çıkarmak yerine, savaştan çıkar sağlayanlara yatırım
yaparak yoluna devam etti.
Aynı şekilde, Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin
Selman (MBS), eski Beyaz Saray danışmanı Jared Kushner’ın yeni hisse senedi
fonuna 2 milyar dolar gönderdi. Bu para, aslında İsrail’e ait teknoloji
şirketlerine yatırım yapmak için tahsis edilmişti. 2022 tarihli bu anlaşma
sayesinde Suudi Arabistan politik iyilikler karşılığında İsrail ekonomisine ilk
kez doğrudan yatırım yapma imkânı buldu.
2024 yılına gelindiğinde, Kushner’ın Suudi
Arabistan tarafından finanse edilen şirketi, bazıları siber güvenlik ve finans
gibi hassas sektörlerde faaliyet gösteren İsrailli şirketlerden sessizce hisse
satın almıştı. Gazze’nin çile çektiği dönemde Suud sermayesi, İsrail’in ileri
teknolojisi ile savunma sanayiine kan akıtıyordu. Bu durum, hükümetin Filistin’le
dayanışma içerisinde olduğu iddiasının parasal çıkarlarıyla net bir çelişki
içerisinde olduğunun deliliydi.
Suudi Arabistan-İsrail işbirliğinin belki de en
küstah biçimi, güvenlik alanında yapılan iş birliği olmuştur. Elde, iki ülke
arasında resmi diplomatik ilişkilerin bulunmamasına rağmen, Riyad ve Tel Aviv’in
askeriye ve istihbarat konularında birlikte çalıştığını gösteren mebzul miktarda
delil mevcut. Bunun çarpıcı bir örneği, NSO Group’un Kaşıkçı olayı vesilesiyle adı
kötüye çıkmış olan Pegasus isimli casus yazılım. Bu yazılım, İsrail’in ürettiği
bir siber silah.
MBS, 2017 yılında Pegasus’u satın almak için
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile 55 milyon dolarlık gizli bir anlaşma
yaptı. Anlaşma üzerinden İsrail Savunma Bakanlığı, Suudi Arabistan’ın bu casus
yazılımı kullanmasına onay verdi. Çıkarların ortaklaştığı açıktı: Suudi
Arabistan, daha sonra insan hakları ihlalleri ve muhalifleri hacklemek için
kullanacağı bir aracı elde etmekle kalmadı, aynı zamanda Suudi hava sahasını
İsrail’e açtı. Anlaşmanın bir parçası olarak, ABD aracılığıyla imzalanan
İbrahim Anlaşması’nı eleştirmekten kaçındı.
Bu gizli anlaşma, Riyad ve Tel Aviv’in gizli
temaslardan stratejik ortaklara dönüştüğünü, İran gibi ortak düşmanlara karşı
ittifak kurduğunu ve silah teknolojisini paylaştığını gösteriyor. Dolayısıyla,
İsrail savaş uçakları Gazze’yi bombalarken, Suudi Arabistan’ın hiçbir direniş sergilememesine
şaşırmamak gerekiyor; iki devletin askeri çıkarları sessiz sedasız kesişti.
Yemen: Suudi Arabistan’ın Kendi Savaş Suçlarının
Bir Aynası
Suudi Arabistan’ın Filistinlilere yönelik
şiddetteki suç ortaklığı, Krallığın Yemen’deki kendi uygulamalarıyla birlikte
değerlendirildiğinde daha da belirginleşiyor. Suudi Arabistan, 2015’ten bu yana
Yemen’de on binlerce sivilin ölümüne ve açlığa mahkûm edilmesine yol açan
acımasız bir askeri müdahaleye öncülük ediyor, ABD ile İngiltere’nin savaş
uçakları ve bombalar tedarik ettiği bu müdahaleye destek veriyor.
Yemen’de Suudi Arabistan öncülüğündeki
koalisyonun hava saldırıları okul otobüslerini, düğünleri, pazar yerlerini ve
hastaneleri sıklıkla vuruyor. Bu durum, BM’nin ve insan hakları örgütlerinin
savaş suçu işlendiğine dair suçlamalarına yol açıyor.
Suudi güçleri, uluslararası hukuka göre açık bir
savaş suçu olan sivilleri aç bırakarak Yemen limanlarına uzun süreli bir abluka
uyguladı.
Ancak, korkunç ihlallere dair onca kanıta rağmen,
Suudi Arabistan da İsrail gibi neredeyse hiçbir yaptırımla karşılaşmadı. Bunun
yerine, ekonomik ve diplomatik nüfuzunu kullanarak kınamadan kaçtı, 2021’de BM’ye
Yemen’deki savaş suçları soruşturmasını kapatması için baskı yaptı, Batılı
güçlerle kazançlı silah ve petrol anlaşmaları yaparak medyada çıkacak
eleştirileri susturdu. Bu, İsrail’e artık tanınan dokunulmazlığın bir
yansıması.
Suudi Arabistan’ın dolaylı desteği, İsrail’e
bölgesel bir koruma kalkanı sağladı, saldırılarını durdurması konusunda Tel
Aviv’e baskı uygulayan birleşik Arap cephesini parçaladı.
Benzerlikler çarpıcı. Hem Yemen’de hem de Gazze’de
savaş uçakları çocukları bombaladı. Bombalayanlar, hiçbir ceza almadılar. O
savaş uçaklarını tedarik edenler, ellerini kollarını sallaya sallaya
dolaştılar. Böylelikle dünya genelinde saldırgan ülkeler, doğru dostlara
sahiplerse savaş suçlarının görmezden gelineceğine, hatta o suçları işlemelerine
katkı sunulacağına dair bir mesaj almış oldular.
Vaşington, Suudi Arabistan’ı güvenlik anlaşmaları
ve iş anlaşmalarıyla etkilemeye devam ederken, MBS’yi fiilen ödüllendiriyor,
aynı zamanda “Amerika’nın en yakın müttefiki” İsrail’in Gazze’yi yerle bir
etmesine yardımcı oluyor. Bu reel politika, temel insani değerler hilafına icra
ediliyor.
Güney Afrika’ya has ırk ayrımcılığı koşullarına benzeri
koşullar ve Filistinlilere yönelik kitlesel katliamlar sona erecekse, bunlara imkân
sağlayanların adıyla çağrılması gerekir. Buna Arap devletleri de dâhildir.
Çifte standartçı yaklaşımların hep birlikte yol
açtığı sonuçlara tanıklık ediyoruz; Batı yanlısı güçlere ve onların dostlarına
başka, düşmanlarına ise başka kurallar tatbik ediliyor.
Gazze ve Batı Şeria’da sayısız Filistinli,
kaybettikleri aile üyelerinin yasını tutuyor, vatanlarının küle dönmesini
izliyor. Yemen’de ise çocuklar sakat kalıyor, travmalarla boğuşarak büyüyor.
Suudi Arabistan, her iki trajedide de derinden rol oynuyor; Filistin’e sırtını
dönüyor, Yemen’e yüzünü dönerek elindeki kanlı kılıcı sallıyor.
Sahir
6 Mayıs 2025
Kaynak


0 Yorum:
Yorum Gönder