30 Kasım 2025

,

Ekoloji ve Marx


Bazıları, Manifesto’nun yazarı Marx’ın, Liebig’in topraktaki değer kaybı meselesini ele almak suretiyle Kapital’de karşımıza “ekoloji”yle alakalı biri olarak çıktığını iddia ediyorlar. Ama bu iddianın sahipleri, Marx’taki Aristocu-Hegelci doğa teorisini görmezden geliyorlar. Bu tür fikirlerin, akademiye hapsolmuş Marksolojinin en berbat biçimi olduklarını söylemek gerekiyor.

Kohei Saito’ya göre, Marx’ın Kapital’de dile getirdiği metabolizma teorisi bir “kopuş”u ifade ediyor. Saito, bu anlamda Marksist külliyattaki yorumlama tekniğini kötüye kullanıyor.

Saito,1840’larda Marx’ın ileride geliştireceği teori için gerekli felsefi temelleri atmaya çalıştığını görmüyor.

Hegel’i takip eden Marx, Paris Elyazmaları’nda insan aklının doğanın özbilince taşınmış hali olarak kavrıyor. Bu anlamda Marx, başından beri doğayla insan aklını “bir tutuyor.” Buradan da doğadaki değer kaybını önemli görüyor çünkü bizdeki değer kaybını önemsiyor.

Marx, sermayenin “doğayı, bizim hayatımızı sürdüren ve geliştiren sürecin parçasından çok bize hâkim olan dışsal bir nesneye, işçiye karşı gelen yabancı bir âleme dönüştürdüğünü” söylüyor.

“Doğa, insanın bedenidir. Ölmek istemiyorsa insan doğayla sürekli bir münasebet içerisinde olmalıdır. Metabolizmamızın doğayla kurduğu karşılıklı ilişki, bizim doğaya yabancılaşmamız neticesinde kopar, böylelikle ‘bedenimiz’ çürümeye başlar.”

Marx’ın 1860’ların başında topraktaki değer kaybına dair görüşleri okuduktan sonra kendisinde varolan “üretimciliği” aştığını söyleyen, sonrasında akademide geliştirilmiş olan görüş, Marksoloji sahasındaki Hegelcilik karşıtlığından kök almaktadır.

Oysa Marx, 1860’larda değil, yirmi yıl öncesinde yaptığı Aristo ve Alman idealistlerine ait eserlere yönelik okuma neticesinde bir “metabolizma teorisi” geliştirmeye başlamıştır. Bahsi geçen eserlerin sahipleri, Marx’ın da aşina olduğu kapsamlı bir metabolizma teorisi geliştirmişlerdir.

Bazen cehalet, bilimsel ilerleme kısvesine bürünebiliyor. Marx’ı küçülmeci bir yerden okuyanlar, bu türden bir cehaletle düşünüp konuşuyorlar. Asıl mesele, Marx’ın teoriyi ne vakit geliştirdiği değil, teorinin niteliği.

Kohei Saito, temelde ikilikçilik, doğa-insan ikiliği üzerinden bir okuma gerçekleştiriyor: doğanın insan faaliyetlerinin karşısına dışsal bir sınır çıkarttığını, elimizdeki sınırlı, sonlu kaynağı özenle ve dikkatle işlememiz gerektiğini söylüyor. Oysa Marx, bu konuda farklı bir görüşe sahip: O, bizim doğa olduğumuzu, doğanın dışsal sınır değil, içsel koşul olduğunu söylüyor.

Yani burada mesele, kendimizi dışarıdan dayatılmış bir sınıra uyarlamamız değil, kendimizi tutarlı, rasyonel ve demokratik bir tarzda, verili koşullara adapte edip bizi geliştirecek o koşulları kabul etmek suretiyle gerçekleştirmemiz.

Jensen Suther
12 Haziran 2025
Kaynak

0 Yorum: