Türkiye’de
bir örgüt, popüler hareketin rüzgârıyla yelken şişirmeyi devrimcilik
zannediyor. Dün Mahir Çayan’a karşı gelerek fokoculuk yapıp sağda solda poz kesenler,
bugün “Barınamıyoruz” sözü gündeme gelmişse hemen bu ismi mülk ediniyor, o
isimle kurulmuş örgüt gibi hareket ediyor. Popüler imajların dünyasında kendisini
göstermeyi politika olarak anlıyor.
Bir
bölümü seksen sonrasında mafya olan bu örgüt, genelde yazının başlığındaki
markanın renklerini kullanıyor. Çarpıcı renklerle varolmak istiyor. Bu boş ve
beyhude çabalar, sosyalist hareketi tüketiyor. Küçük olanın büyüme çabası, onu
daha da küçültüyor. Nicele değil nitel kütlenin maddesine ve diyalektiğine
örgütlenmek gerekiyor.
İmamoğlu maskesi takan örgütlerin iddianame sonrası harekete geçmemiş olmaları da
onların aynı pop-siyasetin uzantıları olduklarını kanıtlıyor. Bunların andığı
Ekim Devrimi’nin gerçek Ekim’le bir alakası olamaz. Ekim iradesini başka bir
yerde aramak gerekiyor. Ekim, Şubat’ın niceliğine kul olmuş olsaydı, şekline
bağlansaydı, o maskeyi taksaydı varolamazdı. Ekrem maskesi, bu gerçeği
anlamıyor.
Az
olan, çokmuş gibi görünmenin yollarını arıyor. Bu yolların devrimle ve
sosyalizmle bir bağı yok. Sosyalizmin tek bir sınıfa aitmiş gibi görünmesine
karşı olanlar, “Sadece bir sınıfa ait olmayan sosyalizm anlayışını geniş bir
yelpazede ele alıp topluma mal etmek gerekiyor” diyenler[1], başka sınıflara
hizmet ettiklerini söylüyorlar aslında. “Küçük burjuvazinin, onun şahsında
burjuvazinin malı olsun” dedikleri sosyalizmi, esasen burjuvaziye sıcak
göstermek için uğraşıyorlar. Burjuvazinin niceliğine kul olanların tek derdi,
proletaryanın ve halkın niteliğini yok etmek.
Özünde
TKP de çok uzakta durmuyor. Sadece efendileri farklı. Onun Kautsky sevdası ve
güzellemesi de sosyalizmi başka sınıflara mal etme uğraşıyla alakalı.[2] Düzen
içerisinde yol arayan herkes, önce devrime ve sosyalizme saldırma ihtiyacı
duyuyor. Devrimin ve sosyalizmin açtığı yolları yok etmek için uğraşıyor.
Bir
TKP’li, bugün Mansur Yavaş savunuyor. Ecdadı Şefik Hüsnü de “bu Kemalistler,
halk cumhuriyeti kuracak da sermaye izin vermiyor” diyordu. Onların patronları
Sovyetler de aynı şekilde 12 Eylül sonrası “bu Kenan Evren ve hükümeti halkçı
bir hükümet. Halktan yana kararlar alacaklar ama sermaye buna izin vermiyor”
serzenişinde bulunuyordu. Altmışlarda Aybar çizgisi de “Atatürk’ün emek-sermaye
çelişkisinden arınmış, sosyalist bir ülke kurmayı hedeflediğini ama sermayenin
buna izin vermediğini” iddia ediyordu.
Bu
düzen içinden şerik ve yoldaş arama çabası, kıyasıya sorgulanmalı. Sermayeyi
devletin gömleğindeki kirmiş gibi görenlerin sonradan sermayedar oldukları,
sermayeye raporlar hazırladıkları görülmeli. Bugün “sermaye terörü”[3]
diyenlerin sermayenin işleyişinin çapaklarından, dikenlerinden rahatsız olan
Ali Koç’un uzantıları oldukları idrak edilmeli. Bugün “halkımızdan sermayeye
kaynak aktarılıyor” diyenler, bu kaynağın aktarılması için yürütülen operasyon
olarak Pandemi sürecinde yurttaşlık bilinci ve bilim adına sermayeye ve devlete
uşaklık ettiler. Onlara destek sundular. Halkın yoksullaştırılması operasyonuna
ses çıkartmadılar. Suyun başına oturtulanlar, efendilerinin dediklerini
yaptılar.
Sermayeden
ari, arınık, münezzeh bir devletin var olduğu iddiası, sosyalist hareketin
fikrini ve eylemini tayin ediyor. Bir başka kanat da devletten ari, arınık,
münezzeh sermayenin ilerleyişine örgütleniyor. Her ikisi de tartışılmalı.
Düzen
içerisinden şerik ve yoldaş arama çabası ile sosyalizmi proletaryadan, halktan
ve ezilenden kurtarma çabası arasında bir bağ olmalı. Devrim ve sosyalizm,
halkın, işçi sınıfının ve ezilenin olmasın diye uğraşanlar, düzen içerisinde
kendilerince yollar arıyorlar. Düzen, o yolları hemen açıveriyor. Açılmış her
yol sorgulanmalı.
Solculuğu
meslek bilenlerle mesleğini solculuk bilenler, el ele kol kola ilerliyorlar.
Bunların motivasyonu, devrim ve sosyalizm davası değil. Mesleğin çıkarları.
Kendi varlığını solculuk mesleğine veya mesleki solculuğa bağlayanlar, devrimin
ve sosyalizmin işçinin ve halkın olmasını istemiyorlar.
İnşaat
mühendisleri odası üzerinden düzenden pay koparmayı tek ideoloji ve tek siyaset
bilenler, düzen içerisinden şerik ve yoldaş arayışına girişiyorlar. Bu arayış,
devrim ve sosyalizm anlayışını tayin ediyor.
Öcalan’ın
“Perspektif”i de benzer bir yerden ele alınmalı. Öcalan, sırf dışarı çıkacağım
diye sosyalizmi zindana atıyor. Anlaşma bu değiş tokuş üzerine kurulu. Belli ki
masada birilerine “sosyalizm mücadelesine izin vermeyeceğim” sözü iletilmiş.
HDP’yi bu söz bağlamında değerlendirmek gerekiyor. Eskiden onun parçası olup
bugün yeni yönelimi eleştiriyormuş gibi yapanlar, sigaya çekilmeli. Hepsi yalan
söylüyorlar. Kürt’le kurdukları ilişkilerin sosyalizm düşmanlığını ve devrim
karşıtlığını gizlediği gerçeği ifşa edilmeli.
Yoksula,
işçiye, ezilene yakıştıramadıkları sosyalizmi efendilerine pazarlamak
isteyenlerin İştirakî’den çaldıkları malları satmak için kurdukları .org-anize
tezgâhı da buradan okumalı. Bu tür gasp işlemlerinin arttığına tanıklık
ediliyor. İşgal ve Kuşatma, birey eksenli ele alınıyor. Çünkü sosyalizm
ve devrimin halka, proletaryaya mal olmasını istemiyorlar.
İştirakî’yi boşa
düşürmek, etkisiz kılmak, yalnızlaştırmak, maddi zeminini parçalamak
isteyenlerin sosyalizmi halka, işçiye ve ezilene yakıştıramadıkları, herkesin
malumu. Onlar, “TOGG diye bir fabrika yok” deyip, aldığı alkolle titreyerek
Nâzım şiirleri okuyan solcuların soyundan geliyorlar. “Nâzım en çok da
burjuvaziye yakışır” diye düşünenler, TKP ismini alma karşılığında Nâzım’ı
sermayeye, komünist hareketi AB’ye peşkeş çekiyorlar. Bunların tek derdi,
sosyeteyle Üsküdar korularında lüks kahvaltılar etmek, sermayeye mühendis
çocuklar yetiştirmek. Başka bir dertleri, başka bir davaları yok.
Devrimi
ve sosyalizmi halktan, işçiden, ezilenden kurmakla onlara ait kılmak arasında
bir bağ olmalı. “Önderler kuşağını aştık”[4] diyenler, bu bağa düşman. Bu
görülmeli. Bunlar, “Dev-GenZ” diyerek, egemenlerin popüler kültürüne bağlanmak,
orada yol almak istiyorlar. Gratis renginde bayraklarıyla burjuvaziye hizmet
etmek için yanıp tutuşuyorlar. Öcalan’ın koltuk altından sonra tekellerin
pop-siyasetine sığınıyorlar. Ortadoğu’yu dönüştürecek sermaye iradesine
örgütleniyorlar. “Yeniyiz biz” pozu kesip, eski siyasetlerini güncellemeye
çalışıyorlar.
Dev-GenZ
gibi sınıf dışı, sınıf üstü, sınıf karşıtı kurgular, devrim ve sosyalizm
işçinin-emekçinin olmasın diye var. Bu kurgular, kıyasıya eleştirilmeli.
Sınıfın dışına çıkan, onu altına alan, onun karşısına geçen pop-siyaset
pratiklerinin devrimi ve sosyalizmi halka, işçiye ve ezilene ait kılmayacağı
görülmeli. Kendi liberal suretlerinde imal ettikleri Z kuşağının akıl
dışılıklarını, tuhaflıklarını, bireyciliğini devrim ve sosyalizm diye
yutturmaya çalışanlar, o tabelaya asılmalı!
Eren Balkır
26
Kasım 2025
Dipnotlar:
[1] Fırat Dicle, “Rojava Sosyalizmin Son Durağı, Demokratik Sosyalizmin İlk
Adımıdır”, 19 Kasım 2025, ANF.
[2]
Serdal Bahçe, “Bir Kere Daha Lenin vs. Kautsky – I”, 24 Kasım 2025, Sol.
[3]
“Okuyan'dan 'Süreç' Yorumu”, 25 Kasım 2025, Sol.
[4]
Kamil Aslan, “Stratejiden Biraz Önce: Dayanabilirsek Kendimizi Eleştirelim”, 21
Kasım 2025, Sendika.


0 Yorum:
Yorum Gönder