21 Kasım 2025

, ,

Nur Abdüllatif’ten İki Şiir



Bir yıl önce yazar, eğitimci ve üç çocuk annesi genç Nur Abdüllatif, Nuseyrat Kampı sahilinde bir çadırda yaşıyordu. Gazetemiz için bir şeyler yazmak istediğini, ancak ne yazacağından emin olmadığını söyledi. Birkaç gün sonra, “soykırım günlüğü” adını verdiği kapsamlı bir tanıklık aktardı bize.

Nur, 7 Ekim 2023 günü günlüğüne şu kelimeleri dizdi:

“Filistin’in tamamını özgürleştirmeyi ve uzun süredir mahrum kaldığımız toprakları geri almayı hayal ederken göz yaşlarına boğulduk. Birkaç saat sonra şehrime bombalar yağmaya başladı, kısa süreliğine sahip olduğumuz özgürlüğün gerçek bedelini o an anladım.”

Nur, soykırımın ilk günlerinde şehit düşen kız kardeşine duyduğu o bitmek bilmeyen özlemi; yiyecek stokunun yavaş yavaş azaldığı kalabalık bir sığınakta geçirdikleri günleri; ve yüzlerce Gazzeli çocuğa ders verdiği gayriresmi okulu anlattı tanıklığında. Orada, “Nuseyrat Kampı’ndaki sahilde, yemeğimize kumun karışmasına alıştık, her gün yüzleştiğimiz zulüm gibi onu da çiğneyip yuttuk” diyordu. Tüm çıplaklığıyla aktardığı ayrıntılar, yürek paralayıcıydı.

Ocak ayında, o kısa ve sonuçsuz ateşkes esnasında Nur, bu kez ailesinin Gazze’ye dönüşünü anlatan ikinci bir tanıklığı bizimle paylaştı. Yazısında, binlerce Filistinlinin, aylarca süren terörün ardından mahallelerine ve ailelerine kavuşmak için kuzeye doğru giderken yollardaki insan kalabalığını ve oluşan o izdihamı aktarıyordu. Nur, nihayet vardıklarında, bir vakitler aşina olduğu sokakların tanınmayacak kadar çirkinleştiğini ve küle dönmüş bir dünyayla karşılaştıklarını söylüyordu. İşgalciler, soykırım amaçlı harekâtını hızlandırmak suretiyle Gazze’de acımasız bir kıtlığa sebep olmuşlardı. Sonra Nur, şehit öğretmen Rıfat Alarer'in anısına sosyal medya hesabından “Madem Açlıktan Öleceğim” adlı şiirini paylaştı.

Sohbet esnasında Nur bize, mümkün olduğunca Kuzey’de kalacağını söylemişti, ancak geçen ay işgal güçleri ailesinin evine giderek yaklaşırken, tekrar güneye dönme kararı aldı. Sahildeki bir çadırda bize bir şiir daha gönderdi. Şiir, dünyanın kıyısında durmuş bir insanın sorularını aktarıyordu.

* * *

Burada Olmak ve Gitmek Arasında

 

Bir şehri göğsüme nasıl bastırayım?
Sokaklarını, evlerini, pencerelerini nasıl kucaklayayım?
Bu kadar derin bir hasrete dayanmak için
Daha ne kadar büyütebilirim yüreğimi?
Nasıl öpebilirim yaralı toprağını,
Ruhum âlem-i ervaha göçmeden?

Eskiden oynadığım o sokakta dolaşırken
Derinlerden gelen çığlığı daha ne kadar tutabilirim?
Nasıl silerim o sessizce süzülen gözyaşını,
Babamın bir zamanlar oturduğu o taşa?
Nasıl yeniden taşıyabilirim gülüşlerimizi
Yürüdüğüm sokaklara?

Ve nasıl derim, seni çok özledim,
Kalbimin kırıklığını belli etmeden?

Gölgemi nasıl onarabilirim?
Onun zamanla aşınmış taşında,
Her çatlak bir zamanlar
Beni kendi çatlağı olarak bilirken?

Genç ayaklarımın arşınladığı sokaklarda nasıl yürürüm,
Kaybedilen her şeyin ağırlığını tekrar hissetmeden?
Nasıl dinlerim göğe yükselen ezanı,
Gözyaşlarımın içimde saklı çığlıkları
Ele duyurmasına izin vermeden?
Nasıl derim, gitmem gerekiyordu,
Ruhum hiç ayrılmamışken?

Gazze...

Sağa sola saçılmış çığlıklarını kim nasıl
Tek kucakta toplayabilir?
Adın her anıldığında
Kalbim bu kaybı nasıl atlatabilir?
Sokaklarında yürüyorum ama orada değilim,
Yüzünü arıyorum ama kaybolmuş.
Bildiğim bir sebebi olmadan
Parçalanıyorsun içimde.

Gazze hâlâ ayakta
Ama eskisi gibi değil,
Bir zamanlar alevlerin yandığı yerde
Şimdi bir gölge yürüyor.
Ve göğsümde kalan acı
Daha derin, daha ağır
Kederim ölümle gelenden büyük.

Madem Açlıktan Öleceğim

 

Madem açlıktan öleceğim,
Sessiz sedasız, elleri bağlı değil
Çocuklarımın onur duyacağı
Biri olarak öleyim.

Dünya şahit olsun ki
Ben açlığa boyun eğmedim,
Yer ağzını kapatıp
Gök döküldüğünde dahi
Ayakta kalmayı bildim.

Madem açlıktan öleceğim,
Dipnotlarda yitip giden bir sayı olarak değil,
Çocuğumun umudunu emzirirken öleyim.

Deniz, adımı
Halkımı unutmuş kıyılara taşısın
ve rüzgâr
“Ekmek bittiğinde o sevgiyi emzirdi”
Diye fısıldasın.

0 Yorum: