Bir
yıl önce yazar, eğitimci ve üç çocuk annesi genç Nur Abdüllatif, Nuseyrat Kampı
sahilinde bir çadırda yaşıyordu. Gazetemiz için bir şeyler yazmak istediğini,
ancak ne yazacağından emin olmadığını söyledi. Birkaç gün sonra, “soykırım
günlüğü” adını verdiği kapsamlı bir tanıklık aktardı bize.
Nur,
7 Ekim 2023 günü günlüğüne şu kelimeleri dizdi:
“Filistin’in
tamamını özgürleştirmeyi ve uzun süredir mahrum kaldığımız toprakları geri
almayı hayal ederken göz yaşlarına boğulduk. Birkaç saat sonra şehrime bombalar
yağmaya başladı, kısa süreliğine sahip olduğumuz özgürlüğün gerçek bedelini o
an anladım.”
Nur,
soykırımın ilk günlerinde şehit düşen kız kardeşine duyduğu o bitmek bilmeyen
özlemi; yiyecek stokunun yavaş yavaş azaldığı kalabalık bir sığınakta
geçirdikleri günleri; ve yüzlerce Gazzeli çocuğa ders verdiği gayriresmi okulu
anlattı tanıklığında. Orada, “Nuseyrat Kampı’ndaki sahilde, yemeğimize kumun
karışmasına alıştık, her gün yüzleştiğimiz zulüm gibi onu da çiğneyip yuttuk”
diyordu. Tüm çıplaklığıyla aktardığı ayrıntılar, yürek paralayıcıydı.
Ocak
ayında, o kısa ve sonuçsuz ateşkes esnasında Nur, bu kez ailesinin Gazze’ye
dönüşünü anlatan ikinci bir tanıklığı bizimle paylaştı. Yazısında, binlerce
Filistinlinin, aylarca süren terörün ardından mahallelerine ve ailelerine
kavuşmak için kuzeye doğru giderken yollardaki insan kalabalığını ve oluşan o
izdihamı aktarıyordu. Nur, nihayet vardıklarında, bir vakitler aşina olduğu sokakların
tanınmayacak kadar çirkinleştiğini ve küle dönmüş bir dünyayla
karşılaştıklarını söylüyordu. İşgalciler, soykırım amaçlı harekâtını
hızlandırmak suretiyle Gazze’de acımasız bir kıtlığa sebep olmuşlardı. Sonra Nur,
şehit öğretmen Rıfat Alarer'in anısına sosyal medya hesabından “Madem Açlıktan Öleceğim”
adlı şiirini paylaştı.
Sohbet
esnasında Nur bize, mümkün olduğunca Kuzey’de kalacağını söylemişti, ancak
geçen ay işgal güçleri ailesinin evine giderek yaklaşırken, tekrar güneye dönme
kararı aldı. Sahildeki bir çadırda bize bir şiir daha gönderdi. Şiir, dünyanın kıyısında
durmuş bir insanın sorularını aktarıyordu.
* * *
Burada Olmak ve Gitmek Arasında
Bir şehri
göğsüme nasıl bastırayım?
Sokaklarını, evlerini, pencerelerini nasıl kucaklayayım?
Bu kadar derin bir hasrete dayanmak için
Daha ne kadar büyütebilirim yüreğimi?
Nasıl öpebilirim yaralı toprağını,
Ruhum âlem-i ervaha göçmeden?
Eskiden
oynadığım o sokakta dolaşırken
Derinlerden gelen çığlığı daha ne kadar tutabilirim?
Nasıl silerim o sessizce süzülen gözyaşını,
Babamın bir zamanlar oturduğu o taşa?
Nasıl yeniden taşıyabilirim gülüşlerimizi
Yürüdüğüm sokaklara?
Ve nasıl
derim, seni çok özledim,
Kalbimin kırıklığını belli etmeden?
Gölgemi
nasıl onarabilirim?
Onun zamanla aşınmış taşında,
Her çatlak bir zamanlar
Beni kendi çatlağı olarak bilirken?
Genç
ayaklarımın arşınladığı sokaklarda nasıl yürürüm,
Kaybedilen her şeyin ağırlığını tekrar hissetmeden?
Nasıl dinlerim göğe yükselen ezanı,
Gözyaşlarımın içimde saklı çığlıkları
Ele duyurmasına izin vermeden?
Nasıl derim, gitmem gerekiyordu,
Ruhum hiç ayrılmamışken?
Gazze...
Sağa sola
saçılmış çığlıklarını kim nasıl
Tek kucakta toplayabilir?
Adın her anıldığında
Kalbim bu kaybı nasıl atlatabilir?
Sokaklarında yürüyorum ama orada değilim,
Yüzünü arıyorum ama kaybolmuş.
Bildiğim bir sebebi olmadan
Parçalanıyorsun içimde.
Gazze
hâlâ ayakta
Ama eskisi gibi değil,
Bir zamanlar alevlerin yandığı yerde
Şimdi bir gölge yürüyor.
Ve göğsümde kalan acı
Daha derin, daha ağır
Kederim ölümle gelenden büyük.
Madem Açlıktan Öleceğim
Madem
açlıktan öleceğim,
Sessiz sedasız, elleri bağlı değil
Çocuklarımın onur duyacağı
Biri olarak öleyim.
Dünya
şahit olsun ki
Ben açlığa boyun eğmedim,
Yer ağzını kapatıp
Gök döküldüğünde dahi
Ayakta kalmayı bildim.
Madem
açlıktan öleceğim,
Dipnotlarda yitip giden bir sayı olarak değil,
Çocuğumun umudunu emzirirken öleyim.
Deniz,
adımı
Halkımı unutmuş kıyılara taşısın
ve rüzgâr
“Ekmek bittiğinde o sevgiyi emzirdi”
Diye fısıldasın.


0 Yorum:
Yorum Gönder