2020
yılında Cezire gazetecisi Gada Uveys, Ensarullah sözcüsü Muhammed Buhaiti’ye
şunu söylüyordu: “Sana’daki çocukları bile doyuramazken Kudüs’ü mü
kurtaracaksınız?” Buhaiti, bu alaycı ifadeyi şu şekilde cevapladı: “Yemen
halkına saygı gösterin. Saygı gösterin.”
Sözlerindeki
kesinliğin, sadece dört yıl sonra, Filistin semalarında, Arap sularında ve
hatta Tel Aviv’in kalbinde eyleme dönüşeceğini çok az kişi öngörebilirdi. Dolayısıyla
bugün, Yemen’in sunduğu, Filistin için hem “7 Ekim” öncesi hem de sonrası için
önemli olan dersleri hatırlamak için bir an durup düşünmeye değer.
“Bunu
kim bekliyordu?” sorusu, Ensarullah’ın yükselişini izleyen Arap ve yabancı
analistler tarafından sıkça tekrarlanan bir sorudur. Bu yükseliş, Ali Abdullah
Salih rejimiyle, Suudi Arabistan’la ardı ardına verilen savaşlarla, sonrasında
dokuz yıl süren ABD ve Suudi Arabistan öncülüğündeki amansız saldırganlıkla
şekillenmişti.
Hareket,
askeriye, teknoloji, kültür ve medya alanlarında giderek büyüdü, daha
disiplinli hale geldi. Silahlı mücadele için stratejik hedefler belirlerken,
bombardıman altında ekonomik dayanıklılık, güvenlik ve siyasi-kültürel
seferberlik için araçlar geliştirmeyi temel alan, ateş altında olgunlaşmaya
yönelik kendine özgü bir strateji geliştirdi.
Bu
strateji, tüm şiddetine rağmen, siyasi vizyon ile sahadaki eylem arasında
kesintisiz bir bağ kurar; seferberlik ve eğitim, eylemlerle, fedakarlıklarla ve
elle tutulur sonuçlarla sürekli olarak doğrulanır.
Bu
durum, Yemen’in ulusal iradeyi temsil edecek kadar güçlü bir askeri harekât
yürütürken Gazze için her hafta düzenlediği devasa yürüyüşleri açıklıyor.
Yıllardır süren siyasi, kültürel ve inanç temelli seferberlik, kuşatma ve
katliamın çelikleştirdiği her Yemenliye bireysel sorumluluk duygusu
aşılamıştır.
Aynı
zamanda siyasi liderliğin halkın hedefleri doğrultusunda kararlılıkla
ilerlemesi ve bu hedeflere adım adım ulaşmadaki başarısı, Yemenlilerin ABD
hegemonyasına karşı mücadelede halk katılımının değerine olan inancını
güçlendirmiştir.
Mücadeleci
bir liderlik ile sabırlı ve fedakâr bir halkın oluşturduğu terkip, Arap
coğrafyasında etkili olabilecek her türden eylem için eksiksiz ve kusursuz bir
formülü meydana getiriyor. Bu formül, Gazze haricinde Filistin’deki genel
politik yapının belirli kısımları da dâhil olmak üzere, birçok Arap toplumunda göremediğimiz
bir olgu.
Yemen,
Filistin’e siyasi vizyonda netlik konusunda da bir model sunuyor. Filistinli
direniş hareketleri, uzun zamandır devrimci radikalizmi, coğrafyanın ve savaş
alanının gerçeklerinin dayattığı pragmatizmle dengelemeye çalışıyorlar.
Örneğin,
Gazze’deki bir direniş gücü, Mısır’ın Gazze’yi boğan politikalardaki suç
ortaklığını alenen kınayamıyor ki esasen bu tür bir pragmatizm anlaşılabilir
bir durum. Ancak pragmatizme kolayca meyletmek, Filistinlilerin temel
duruşlarını aşındırmış, ulusal bilinci parçalayıp kurtuluş yolunu tıkayan içi
boş tavizlere yol açmıştır.
Buna
karşılık, Ensarullah, en başından beri siyasi değişmezlerini, özellikle de ABD
ve İsrail varlığına olan düşmanlığını net bir biçimde tanımladı. Devlet
iktidarını, kendi çıkarı için değil, Yemen’i çatışma haritasına sağlam bir
şekilde yerleştirmek amacıyla ele geçirmek için uğraştı.
“Arap
Baharı”nın yol açtığı dalgalar içerisinde ilerlerken dahi hareket, pusulasını
ve yönünü hiçbir vakit kaybetmedi, stratejik amaç pahasına iç siyasetin dar
sokaklarında boğulmadı, en önemlisi de kısa vadeli kazanımlar için Vaşington
veya bölgesel işbirlikçileriyle pazarlık yapmanın iğvasına asla kapılmadı.
Yemen, ekonomik kuşatmaya, açlığa ve yağmaya bu kararlılıkla karşı koydu.
Bu
açıdan bakıldığında, Buhaiti’nin açlık ve kuşatmaya rağmen Yemen’in Filistin’in
kurtuluşundaki rolü konusundaki ısrarı, daha derin bir anlam kazanıyor.
Yemenliler, her Allah’ın günü yüzleştikleri zorlukların çözümünün Batı
egemenliğinden kurtulmaya bağlı olduğunu, bunun da başta İsrail olmak üzere,
Batı’nın güç merkezleriyle yüzleşmeyi gerektirdiğini anladılar.
Hem
yurttaşlar hem de liderler tarafından paylaşılan bu siyasal anlayış, sarsılmaz
siyasal kararlılığın ürünü olan devrimci Arap bilincinin belirgin bir biçimi
olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu
kararlılık, sömürgeci yıkımla karşı karşıya kalan Filistin direnişinin temel
dersidir. Kuşatma altında olan ve hedef alınan bir halkı temsil eden herhangi
bir siyasi hareketin başarısı, siyasi çizgisini korumakla başlar.
Filistinli
örgütler, bu ilkeyi giderek daha fazla benimsiyorlar. Aksa Tufanı, Direniş
Ekseni içerisinde hem kendi cephelerinde hem de rejimlerinin ellerini kollarını
bağladığı Arap ülkelerinde siyasi, kültürel ve örgütsel kavgada daha da büyük
bir cesarete ihtiyaç duyulduğunu ortaya koydu.
Filistinliler,
direniş projesini Arap toplumlarına yaymak için uğraşıyorlar. Yabancı üsler ve
onların bekçileri tarafından kuşatılmış ülkelerdeki mevcut felç halinin
üstesinden gelinmesine ancak bu çaba katkıda bulunabilir.
Siyasi
kararlılık, aynı zamanda dayatılan dengeleri yıkmanın da koşuludur: Bu olmadan,
halk ve siyasi yapı arasında kalıcı bir bağ olamaz. Toplum, kolektif kurtuluşun
bireysel kurtuluştan önce gelmesi gerektiği şeklindeki devrimci gerçeği
içselleştiremez.
Yemen’in
sömürgeciliğin imal ettiği putları ve onlara hizmet edenleri yerle bir eden
destanı, dünyanın dört bir yanındaki halklara, özellikle de Filistinlilere ve
siyasi hareketlerine bir model sunuyor. Tarihi şekillendirme ve küresel
dengeleri değiştirme yeteneğimizi hatırlatıyor. Her bir sömürgeciye ve her bir işbirlikçiye
parmak kaldırıp, Yemen’in meydan okumasının onuruyla “Saygı gösterin!” dememizi
istiyor.
Nidal Halef
8 Ekim 2025
Kaynak


0 Yorum:
Yorum Gönder