20 Kasım 2025

, ,

İşgalcinin Gözündeki Diken



Güney Lübnan, sebat konusunda bir ders niteliğindedir. Bir halkın işgalciye karşı koyma ve mutlak zafer kazanma isteğinin inatçı ve kararlı bir ispatıdır.

İsrail’in Lübnan Direnişi’ni ve destekçilerini ezmeyi amaçlayan yıpratma savaşı kendisini, hem Lübnan’ın güneyinde hem de Beyrut’un Dahiye gibi güney mahallelerinde tüm acımasızlığıyla hissettiriyor. Yaklaşık bir yıl süren bu savaşın ardından, derin kraterler, yıkılmış binalar, moloz yığınları ve beyaz fosfor kokusu, tüm duyu organlarını ele geçiriyor. Bir zamanlar yoğun nüfuslu olan mahalle bugün tanınmaz halde, buna karşın, insanlar orayı terk etmediler. Bu da devrimci koşulların ve her şeye rağmen direnmenin başlı başına bir direniş eylemi olduğuna dair yaygın inancın ispatıdır.

İsrail’in yağdırdığı bombalara rağmen hiçbir yere gitmeyen, Çiya mahallesinden dört çocuk babası genç Ebu Ali’nin ağzından şu cümle dökülüyor: “Dahiye'yi asla terk etmeyeceğim, çünkü mahalle ve halkı beni hiçbir zaman terk etmedi.” Kurtuluş mücadelesine olan bu saf bağlılık kendisini, sadece “Filistin’i terk etmeyeceğiz” yazılı pankartta değil, Dahiye’de gördüğüm her yüzde, artan yıkıma rağmen dik duran her başta da hissettiriyor.

Ebu Ali, sözlerine şu şekilde devam ediyor:

“Bugünkü mücadelemizin temeli hakikattir, kendi kaderini tayin hakkımızdır. Hikâyelerimizi yazacağız, mücadelemiz, sadece Lübnan’ın değil, bölgenin de geleceğini tayin edecek. Kendimizi tekil kişi olarak görmek hiçbir şeye kafi gelmez. Hayır, biz, esasında tek bir eliz, tek else tek başına alkış tutamaz. Bu mevcut açmaz yüzünden her şeyimi kaybettim, ama yemin ederim ki fedakârlığımla daha fazlasını kazandım, hepsi de direniş uğruna.”

Dahiye’deki ve ABD-İsrail saldırganlığından etkilenen diğer bölgelerdeki insanları birleştiren şey, sarsılmaz bir inanç ve Filistin’i pusula kabul eden net siyasi çizgidir. İsrail’in sömürgeleştirme çabalarına ve emperyal kibrine meydan okuyan, sadece Lübnan Direnişi değil, aynı zamanda tüm Lübnan halkının giderek güçlenen devrimci vizyonudur.

Dahiye’de silahı yüceltmek yetmez; silahlı direnişin onur, birlik, sebat ve halkın iradesine bilinçli bağlılık gibi net biçimde belirlenmiş ilkelerine bağlı kalmak gerekir. Halk olmadan direniş olmaz.

Ebu Ali:

“Biz direnişiz. Çocuklarım, eşim, halkım nerede olursa olsun, hepimiz direnişiz. Bizi öldürebilir ve evlerimizi başımıza yıkabilirler, ancak direnişimizi asla elimizden alamazlar çünkü direnişimiz, bomba veya insansız hava aracıyla ulaşamayacakları bir varoluş düzleminde yaşıyor.”

Ebu Ali göğsünü işaret ederek: “İşte tam burada.”

Gazze, ateşkes denilen o her an sona erebilecek sürece rağmen, soykırımın pençesinde. Bu koşullarda Lübnan’daki mücadele, emperyalizme karşı verilen kapsamlı devrimci mücadelenin bir parçasıdır. Bu mücadele, yalnızca bir ölüm-kalım meselesi değil, aynı zamanda Lübnan’ı ABD’ye bağlı bir başka vasal devlete dönüştürme çabalarına karşı bilinçli bir meydan okumadır.

Savaş alanında, emperyalistlerin yenilmeyeceğine dair efsane, her direniş operasyonuyla, yanan her Merkava tankıyla, kanlarıyla topraklarımızı sulayan, tek bir güney köyünün düşmesini engelleyen şehitlerimizle toz gibi dağılıp gidiyor.

Hizbullah Medya İlişkileri Şefi Muhammed Afif, İsrail’in 17 Kasım’da Dahiye’ye düzenlediği hava saldırısında öldürülmeden önce, Şehitler Günü’nde düzenlenen bir konferansta konuşmuştu. Orada, Lübnan Direnişi’nin, İsrail’in siyasi ve askeri hedeflerine ulaşmasını engellemede başarılı olduğunu vurguladı. Ona göre, diplomasiye her an açık olmaları, Lübnan Direnişi’nin İsrail’i sahada engellemedeki başarısının işaretiydi. Yakın zamanda ilan edilen 27 Kasım “ateşkesi” direnişin zaferlerinin kanıtı olduğunu söyledi. O gün Afif, “Direnmezsen yenilirsin. Ancak bizim yenilgi anlayışımız sizinkinden farklı. Bedelin yüksek olduğunu inkâr etmiyoruz, ancak zafer sadece bir saatlik sabırdır. İçeride ve dışarıda, her düzeyde ve her savaşta çok uzun bir savaşa hazırlandık” diyordu.

Afif, söylediği her söze sadık kaldı ve Seyyid Hasan Nasrallah gibi, halkının arasında tüm cüretiyle dimdik ayakta dururken öldürüldü. ABD-İsrail projesi, Lübnan’da halkın iradesini kırmayı, Lübnan Direnişi’ni dağıtmayı ve Gazze ile silahlı dayanışmaya ağır bir bedel ödetmeyi hedefliyor. Bu proje, bugün yenilgiyle değil, devrimci bir iyimserlikle karşılandı. Bugün de denklem aynı: Ya ayakta öleceğiz ya da özgür yaşayacağız.

Lübnan Direnişi’ni Genel Sekreter Seyyid Hasan Nasrallah suikastı ve o sadist çağrı cihazı saldırısıyla zayıflatmayı amaçlayan İsrail ve Amerikan terörizmi, Hizbullah’ı Kuzey Cephesi’nde çatışmaya girmekten ve Gazze’deki direnişle bağlarını korumaktan alıkoyamadı. Eylül ayındaki suikasttan evvel Seyyid Hasan Nasrallah, olası bir ateşkesin şartlarını şu şekilde dile getirmişti:

“Şehitler, yaralılar, gözlerini ve ellerini kaybedenler, Gazze’yi destekleme sorumluluğunu üstlenen herkes adına, Netanyahu ve Gallant’a şunu söylüyoruz: Gazze’deki savaş sona erene kadar Lübnan Cephesi durmayacak.”

Bu kırmızıçizgi, yoğunlaşan bombardımanlara ve artan katliamlara rağmen, Hizbullah’ın İsrail ile çatışmasının kılavuzu olmaya devam etti.

İsrail’in Lübnan’ın güneyindeki köyler ve mahallelerde, Bekaa ve Baalbek'te gerçekleştirdiği katliamlar, 3.000’den fazla şehitle sonuçlandı ve Direniş'e yönelik desteğin artmasını sağladı. “Heybetli Güç Harekâtı” sırasında Hizbullah operasyonları arttı ve İsrail denilen teşekkülün daha da derinlerine ulaştı. Bunlar arasında Binyamin Netanyahu’nun Sezariye’deki evine doğrudan gerçekleştirilen saldırı ve Tel Aviv’e yönelik saldırılar da vardı. Direniş, düşmana ağır maddi ve siyasi kayıplar verdirerek, İsrail güçlerinin Güney Lübnan’dan çekilmesi için gerekli koşulları dayattı. İsrail’in, İsrailli yerleşimcileri işgal altındaki Filistin’in kuzeyine geri döndürmeyi ve Hizbullah’ın Kuzey Cephesi’ndeki mücadelesine son vermeyi amaçlayan “Kuzey Oku Harekâtı”, İsrailli yerleşimcilerin daha fazla yerinden edilmesine ve Hizbullah’la doğrudan çatışmaya giremeyen işgal güçlerinin 130’dan fazla kayıp vermesine neden oldu. İsrail’e bağlı işgal güçlerinin savaş alanında aniden beliren “hayalet figürler” olarak tanımladığı, Lübnan Direnişi’nin son derece disiplinli savaşçıları, hibrit gerilla savaşının ustaları olduklarını kanıtladılar. Bu savaşçılar, bugün ABD-İsrail projesini tehdit etmeye devam ediyorlar. Gazze ve Lübnan’daki imha harekâtını yöneten ABD, vekil devletine akan fonlara rağmen, kaybettiği siyasi ve askeri gücünü geri kazanamıyor.

Lübnan halkının ödediği bedel ağırdır: bu halk, sivil kayıplardan, haberleşme araçları üzerinden gerçekleştirilen iki saldırının ardından binlerce kişinin yaralanmasına ve zorla yerinden edilmeye kadar birçok bedel ödedi. İsrail’in Ekim ayından bu yana Lübnan’a yönelik gerçekleştirdiği saldırılar neticesinde, yerinden edilenlerin sayısı 1,5 milyonu buldu; bunların çoğu, Beyrut’un güneyindeki mahallelerinde yaşayan insanlardı.

Bu insanlardan biri de Hizbullah ile İsrail işgal güçleri arasında yoğun çatışmalara sahne olan Hiyam köyünden yetmiş üç yaşındaki Fatme. Fatme, köylerine düzenlenen bir saldırıda yaralanan oğlu da dâhil olmak üzere, on akrabasıyla birlikte hâlen daha evsiz. Evi ve akrabalarının evleri yıkıldı. Ancak ondaki sebat, Dahiye halkındaki sebatın yansıması.

“Yaptığımız fedakârlıklar buna değer. Direnişimiz ve toprağımız uğruna, tahammül etmeye ve bu yolda yürümeye hazırız. Çünkü bu sayede kimse bizi aşağılayamayacak, işgalcinin Gazze’deki katliamlarının karşılıksız kalmasına izin vermeyeceğiz. Evlerimiz, hatta hayatlarımız, kurtuluşun daha büyük bir bedeli karşılığında ödenecek küçük birer bedeldir. Özgürlük gecikse bile, sabırlı olacağız ve geri dönüp evlerimizi yeniden inşa edeceğiz.”

Fatme, Lübnan’daki yıkımdan bahsederken elimi tuttu, köyünün kokusunu ve Hiyam’daki hayatının anılarını anlatırken o tuttuğu eli sıktı. Hiyam, Mayıs 2000’de silahlı direnişle sona erecek olan yaklaşık yirmi yıllık İsrail işgalinin çilesini çekmiş bir yer. O köyün insanı olarak Fatme, bana şunları söyledi:

“Gazze’deki insanların yanlarında olduğumuzu bilmelerini istiyorum. Kalbimiz, ruhumuz, hayatımız, tüm bunlar bizim için olduğu kadar onlar için de. Bu yolda bir şeyler verebildiğimiz için onur duyuyoruz. Dünya sessizken, başımız dik bir şekilde ayağa kalktık. Bu mücadeleye bağlı kalacağız. Zafer bizim olacak. Sözümüz senettir, muzaffer olacağız.”

26 Kasım’da Beyrut’ta, Mar İlyas, Barbur ve Hamra’nın dış mahallelerine ulaşan İsrail hava saldırıları sırasında, şehrin dört bir yanında insanlar, nefeslerini tutarak ateşkesin onaylanmasını bekliyorlardı. Beyrut Amerikan Üniversitesi Tıp Merkezi’nin girişinde, insansız hava araçlarının dolaştığı ve İsrail saldırılarının devam ettiği bir sırada yüzlerce kişi toplandı. Ateşkesin yerel saatle sabah 10’da onaylanmasıyla birlikte, aniden sessizlik kuşattı her yanı. Birden kutlama amaçlı sıkılan silahın sesi duyuldu. “Eve gidiyoruz, Allah’a şükür! Eve gidiyoruz!” diye bağırdı genç bir kadın, göğsünde gülümseyen bir çocukla. Neredeyse bir yıl süren, eziyet dolu bir yersiz-yurtsuzluk sürecinin çilesini çeken Güneyliler, toparlanmaya başladılar. Birkaç saat içinde çoğu, köylerine geri dönmek üzere yola koyuldu.

Araçları Seyyid Hasan Nasrallah ve Hizbullah şehitlerinin fotoğrafları süslüyor, otoyolda Hizbullah bayrakları dalgalanıyordu. Rab Selasun köyünden bir aile, kendilerini bekleyen yıkıma rağmen, zafer duygusunun çok güçlü olduğunu söylüyordu. 34 yaşındaki Nur’un ağzından şu cümleler dökülmekteydi:

“Evimiz gitti ama her şey yeniden inşa edilebilir. Cephedeki savaşçılar, bize hiçbir zaman karşılığı ödenemeyecek, büyük bir zafer kazandırdılar. Köyümüz, evimiz, kendilerinden büyük bir savaşın parçası. Başlarımız ve bayraklarımız, eskisinden daha yükseğe kaldırılmış bir şekilde, geri dönüyoruz.”

İsrail hava saldırılarının yerle bir ettiği Dahiye’de bile insanlar, binalarının enkazına tırmanıp Hizbullah, Emel Hareketi bayrakları ve Seyyid Hasan Nasrallah ile mevcut Genel Sekreter Şeyh Naim Kasım’ın resimlerini astılar, yüzleri gururla parlıyordu. Burü’l Baracine’den bir adam, “Bunun bittiğini sanmıyorum. İsrail var olduğu sürece, Filistinliler özgür olmadığı sürece mücadelemiz devam edecek. Bugün yaptığımız fedakârlıkları kutlayacağız, ancak bu yolculuk henüz bitmedi” diyordu.

Kudüs yolunda yüzlerce şehit veren Güney Lübnan toprakları, işgalcimizin gözüne saplanmış diken olma vasfını koruyor. Bu mücadelede ellerinden gelen her şeyi veren mütevazı Güney halkı, kendilerinden çok daha büyük olduğunu anladıkları bir mücadelede, ezilenlerle maddi dayanışmanın gücünün canlı birer ispatıdır.

Her yıl 25 Mayıs’ta kutlanan Kurtuluş Günü kutlanmaya devam ediyor. Bu toprakların öz halkı, bugün yeni ve belirsiz bir yola, hâlâ Filistin ve halkıyla bağlantılı olan yola revan oluyor.

Güney’e dönüş, hayatlarını bu toprakların onurlu halkına ve Gazze’nin kararlı halkına adayan, feda eden Lübnanlı Direniş savaşçılarının ve şehit Seyyid Hasan Nasrallah’ın yerine getirdiği bir vaattir. Eve dönüş yolculuğu başladı, ama bu yolculuk Filistin kurtulmadan tamamlanmaz; bu nedenle insanlarımız, birbirlerinin topraklarına bir kez daha özgürce geçme imkânı bulana dek, yumruklarımızı cüretkâr bir dayanışma pratiğiyle yukarı kaldırmaya devam edeceğiz.

Rukiye Şemseddin
9 Aralık 2024
Kaynak

0 Yorum: