Güney
Lübnan, sebat konusunda bir ders niteliğindedir. Bir halkın işgalciye karşı
koyma ve mutlak zafer kazanma isteğinin inatçı ve kararlı bir ispatıdır.
İsrail’in
Lübnan Direnişi’ni ve destekçilerini ezmeyi amaçlayan yıpratma savaşı kendisini,
hem Lübnan’ın güneyinde hem de Beyrut’un Dahiye gibi güney mahallelerinde tüm
acımasızlığıyla hissettiriyor. Yaklaşık bir yıl süren bu savaşın ardından,
derin kraterler, yıkılmış binalar, moloz yığınları ve beyaz fosfor kokusu, tüm duyu
organlarını ele geçiriyor. Bir zamanlar yoğun nüfuslu olan mahalle bugün
tanınmaz halde, buna karşın, insanlar orayı terk etmediler. Bu da devrimci
koşulların ve her şeye rağmen direnmenin başlı başına bir direniş eylemi
olduğuna dair yaygın inancın ispatıdır.
İsrail’in
yağdırdığı bombalara rağmen hiçbir yere gitmeyen, Çiya mahallesinden dört çocuk
babası genç Ebu Ali’nin ağzından şu cümle dökülüyor: “Dahiye'yi asla terk
etmeyeceğim, çünkü mahalle ve halkı beni hiçbir zaman terk etmedi.” Kurtuluş
mücadelesine olan bu saf bağlılık kendisini, sadece “Filistin’i terk
etmeyeceğiz” yazılı pankartta değil, Dahiye’de gördüğüm her yüzde, artan yıkıma
rağmen dik duran her başta da hissettiriyor.
Ebu
Ali, sözlerine şu şekilde devam ediyor:
“Bugünkü mücadelemizin
temeli hakikattir, kendi kaderini tayin hakkımızdır. Hikâyelerimizi yazacağız,
mücadelemiz, sadece Lübnan’ın değil, bölgenin de geleceğini tayin edecek.
Kendimizi tekil kişi olarak görmek hiçbir şeye kafi gelmez. Hayır, biz, esasında
tek bir eliz, tek else tek başına alkış tutamaz. Bu mevcut açmaz yüzünden her
şeyimi kaybettim, ama yemin ederim ki fedakârlığımla daha fazlasını kazandım,
hepsi de direniş uğruna.”
Dahiye’deki
ve ABD-İsrail saldırganlığından etkilenen diğer bölgelerdeki insanları
birleştiren şey, sarsılmaz bir inanç ve Filistin’i pusula kabul eden net siyasi
çizgidir. İsrail’in sömürgeleştirme çabalarına ve emperyal kibrine meydan
okuyan, sadece Lübnan Direnişi değil, aynı zamanda tüm Lübnan halkının giderek
güçlenen devrimci vizyonudur.
Dahiye’de
silahı yüceltmek yetmez; silahlı direnişin onur, birlik, sebat ve halkın
iradesine bilinçli bağlılık gibi net biçimde belirlenmiş ilkelerine bağlı
kalmak gerekir. Halk olmadan direniş olmaz.
Ebu
Ali:
“Biz direnişiz. Çocuklarım,
eşim, halkım nerede olursa olsun, hepimiz direnişiz. Bizi öldürebilir ve
evlerimizi başımıza yıkabilirler, ancak direnişimizi asla elimizden alamazlar
çünkü direnişimiz, bomba veya insansız hava aracıyla ulaşamayacakları bir
varoluş düzleminde yaşıyor.”
Ebu
Ali göğsünü işaret ederek: “İşte tam burada.”
Gazze,
ateşkes denilen o her an sona erebilecek sürece rağmen, soykırımın pençesinde. Bu
koşullarda Lübnan’daki mücadele, emperyalizme karşı verilen kapsamlı devrimci
mücadelenin bir parçasıdır. Bu mücadele, yalnızca bir ölüm-kalım meselesi
değil, aynı zamanda Lübnan’ı ABD’ye bağlı bir başka vasal devlete dönüştürme
çabalarına karşı bilinçli bir meydan okumadır.
Savaş
alanında, emperyalistlerin yenilmeyeceğine dair efsane, her direniş
operasyonuyla, yanan her Merkava tankıyla, kanlarıyla topraklarımızı sulayan,
tek bir güney köyünün düşmesini engelleyen şehitlerimizle toz gibi dağılıp gidiyor.
Hizbullah
Medya İlişkileri Şefi Muhammed Afif, İsrail’in 17 Kasım’da Dahiye’ye düzenlediği
hava saldırısında öldürülmeden önce, Şehitler Günü’nde düzenlenen bir
konferansta konuşmuştu. Orada, Lübnan Direnişi’nin, İsrail’in siyasi ve askeri
hedeflerine ulaşmasını engellemede başarılı olduğunu vurguladı. Ona göre, diplomasiye
her an açık olmaları, Lübnan Direnişi’nin İsrail’i sahada engellemedeki
başarısının işaretiydi. Yakın zamanda ilan edilen 27 Kasım “ateşkesi” direnişin
zaferlerinin kanıtı olduğunu söyledi. O gün Afif, “Direnmezsen yenilirsin. Ancak
bizim yenilgi anlayışımız sizinkinden farklı. Bedelin yüksek olduğunu inkâr
etmiyoruz, ancak zafer sadece bir saatlik sabırdır. İçeride ve dışarıda, her
düzeyde ve her savaşta çok uzun bir savaşa hazırlandık” diyordu.
Afif,
söylediği her söze sadık kaldı ve Seyyid Hasan Nasrallah gibi, halkının
arasında tüm cüretiyle dimdik ayakta dururken öldürüldü. ABD-İsrail projesi,
Lübnan’da halkın iradesini kırmayı, Lübnan Direnişi’ni dağıtmayı ve Gazze ile
silahlı dayanışmaya ağır bir bedel ödetmeyi hedefliyor. Bu proje, bugün yenilgiyle
değil, devrimci bir iyimserlikle karşılandı. Bugün de denklem aynı: Ya ayakta
öleceğiz ya da özgür yaşayacağız.
Lübnan
Direnişi’ni Genel Sekreter Seyyid Hasan Nasrallah suikastı ve o sadist çağrı
cihazı saldırısıyla zayıflatmayı amaçlayan İsrail ve Amerikan terörizmi,
Hizbullah’ı Kuzey Cephesi’nde çatışmaya girmekten ve Gazze’deki direnişle
bağlarını korumaktan alıkoyamadı. Eylül ayındaki suikasttan evvel Seyyid Hasan
Nasrallah, olası bir ateşkesin şartlarını şu şekilde dile getirmişti:
“Şehitler, yaralılar,
gözlerini ve ellerini kaybedenler, Gazze’yi destekleme sorumluluğunu üstlenen
herkes adına, Netanyahu ve Gallant’a şunu söylüyoruz: Gazze’deki savaş sona
erene kadar Lübnan Cephesi durmayacak.”
Bu
kırmızıçizgi, yoğunlaşan bombardımanlara ve artan katliamlara rağmen, Hizbullah’ın
İsrail ile çatışmasının kılavuzu olmaya devam etti.
İsrail’in
Lübnan’ın güneyindeki köyler ve mahallelerde, Bekaa ve Baalbek'te
gerçekleştirdiği katliamlar, 3.000’den fazla şehitle sonuçlandı ve Direniş'e
yönelik desteğin artmasını sağladı. “Heybetli Güç Harekâtı” sırasında Hizbullah
operasyonları arttı ve İsrail denilen teşekkülün daha da derinlerine ulaştı.
Bunlar arasında Binyamin Netanyahu’nun Sezariye’deki evine doğrudan gerçekleştirilen
saldırı ve Tel Aviv’e yönelik saldırılar da vardı. Direniş, düşmana ağır maddi
ve siyasi kayıplar verdirerek, İsrail güçlerinin Güney Lübnan’dan çekilmesi
için gerekli koşulları dayattı. İsrail’in, İsrailli yerleşimcileri işgal
altındaki Filistin’in kuzeyine geri döndürmeyi ve Hizbullah’ın Kuzey Cephesi’ndeki
mücadelesine son vermeyi amaçlayan “Kuzey Oku Harekâtı”, İsrailli
yerleşimcilerin daha fazla yerinden edilmesine ve Hizbullah’la doğrudan
çatışmaya giremeyen işgal güçlerinin 130’dan fazla kayıp vermesine neden oldu.
İsrail’e bağlı işgal güçlerinin savaş alanında aniden beliren “hayalet figürler”
olarak tanımladığı, Lübnan Direnişi’nin son derece disiplinli savaşçıları,
hibrit gerilla savaşının ustaları olduklarını kanıtladılar. Bu savaşçılar,
bugün ABD-İsrail projesini tehdit etmeye devam ediyorlar. Gazze ve Lübnan’daki
imha harekâtını yöneten ABD, vekil devletine akan fonlara rağmen, kaybettiği
siyasi ve askeri gücünü geri kazanamıyor.
Lübnan
halkının ödediği bedel ağırdır: bu halk, sivil kayıplardan, haberleşme araçları
üzerinden gerçekleştirilen iki saldırının ardından binlerce kişinin
yaralanmasına ve zorla yerinden edilmeye kadar birçok bedel ödedi. İsrail’in
Ekim ayından bu yana Lübnan’a yönelik gerçekleştirdiği saldırılar neticesinde, yerinden
edilenlerin sayısı 1,5 milyonu buldu; bunların çoğu, Beyrut’un güneyindeki
mahallelerinde yaşayan insanlardı.
Bu
insanlardan biri de Hizbullah ile İsrail işgal güçleri arasında yoğun
çatışmalara sahne olan Hiyam köyünden yetmiş üç yaşındaki Fatme. Fatme,
köylerine düzenlenen bir saldırıda yaralanan oğlu da dâhil olmak üzere, on
akrabasıyla birlikte hâlen daha evsiz. Evi ve akrabalarının evleri yıkıldı.
Ancak ondaki sebat, Dahiye halkındaki sebatın yansıması.
“Yaptığımız fedakârlıklar
buna değer. Direnişimiz ve toprağımız uğruna, tahammül etmeye ve bu yolda yürümeye
hazırız. Çünkü bu sayede kimse bizi aşağılayamayacak, işgalcinin Gazze’deki
katliamlarının karşılıksız kalmasına izin vermeyeceğiz. Evlerimiz, hatta
hayatlarımız, kurtuluşun daha büyük bir bedeli karşılığında ödenecek küçük birer
bedeldir. Özgürlük gecikse bile, sabırlı olacağız ve geri dönüp evlerimizi yeniden
inşa edeceğiz.”
Fatme,
Lübnan’daki yıkımdan bahsederken elimi tuttu, köyünün kokusunu ve Hiyam’daki
hayatının anılarını anlatırken o tuttuğu eli sıktı. Hiyam, Mayıs 2000’de
silahlı direnişle sona erecek olan yaklaşık yirmi yıllık İsrail işgalinin çilesini
çekmiş bir yer. O köyün insanı olarak Fatme, bana şunları söyledi:
“Gazze’deki insanların
yanlarında olduğumuzu bilmelerini istiyorum. Kalbimiz, ruhumuz, hayatımız, tüm
bunlar bizim için olduğu kadar onlar için de. Bu yolda bir şeyler
verebildiğimiz için onur duyuyoruz. Dünya sessizken, başımız dik bir şekilde
ayağa kalktık. Bu mücadeleye bağlı kalacağız. Zafer bizim olacak. Sözümüz senettir,
muzaffer olacağız.”
26
Kasım’da Beyrut’ta, Mar İlyas, Barbur ve Hamra’nın dış mahallelerine ulaşan
İsrail hava saldırıları sırasında, şehrin dört bir yanında insanlar,
nefeslerini tutarak ateşkesin onaylanmasını bekliyorlardı. Beyrut Amerikan
Üniversitesi Tıp Merkezi’nin girişinde, insansız hava araçlarının dolaştığı ve
İsrail saldırılarının devam ettiği bir sırada yüzlerce kişi toplandı. Ateşkesin
yerel saatle sabah 10’da onaylanmasıyla birlikte, aniden sessizlik kuşattı her
yanı. Birden kutlama amaçlı sıkılan silahın sesi duyuldu. “Eve gidiyoruz, Allah’a
şükür! Eve gidiyoruz!” diye bağırdı genç bir kadın, göğsünde gülümseyen bir
çocukla. Neredeyse bir yıl süren, eziyet dolu bir yersiz-yurtsuzluk sürecinin
çilesini çeken Güneyliler, toparlanmaya başladılar. Birkaç saat içinde çoğu,
köylerine geri dönmek üzere yola koyuldu.
Araçları
Seyyid Hasan Nasrallah ve Hizbullah şehitlerinin fotoğrafları süslüyor,
otoyolda Hizbullah bayrakları dalgalanıyordu. Rab Selasun köyünden bir aile,
kendilerini bekleyen yıkıma rağmen, zafer duygusunun çok güçlü olduğunu söylüyordu.
34 yaşındaki Nur’un ağzından şu cümleler dökülmekteydi:
“Evimiz gitti ama her şey
yeniden inşa edilebilir. Cephedeki savaşçılar, bize hiçbir zaman karşılığı
ödenemeyecek, büyük bir zafer kazandırdılar. Köyümüz, evimiz, kendilerinden büyük
bir savaşın parçası. Başlarımız ve bayraklarımız, eskisinden daha yükseğe
kaldırılmış bir şekilde, geri dönüyoruz.”
İsrail
hava saldırılarının yerle bir ettiği Dahiye’de bile insanlar, binalarının
enkazına tırmanıp Hizbullah, Emel Hareketi bayrakları ve Seyyid Hasan Nasrallah
ile mevcut Genel Sekreter Şeyh Naim Kasım’ın resimlerini astılar, yüzleri
gururla parlıyordu. Burü’l Baracine’den bir adam, “Bunun bittiğini sanmıyorum. İsrail
var olduğu sürece, Filistinliler özgür olmadığı sürece mücadelemiz devam
edecek. Bugün yaptığımız fedakârlıkları kutlayacağız, ancak bu yolculuk henüz
bitmedi” diyordu.
Kudüs
yolunda yüzlerce şehit veren Güney Lübnan toprakları, işgalcimizin gözüne
saplanmış diken olma vasfını koruyor. Bu mücadelede ellerinden gelen her şeyi
veren mütevazı Güney halkı, kendilerinden çok daha büyük olduğunu anladıkları
bir mücadelede, ezilenlerle maddi dayanışmanın gücünün canlı birer ispatıdır.
Her
yıl 25 Mayıs’ta kutlanan Kurtuluş Günü kutlanmaya devam ediyor. Bu toprakların
öz halkı, bugün yeni ve belirsiz bir yola, hâlâ Filistin ve halkıyla bağlantılı
olan yola revan oluyor.
Güney’e
dönüş, hayatlarını bu toprakların onurlu halkına ve Gazze’nin kararlı halkına
adayan, feda eden Lübnanlı Direniş savaşçılarının ve şehit Seyyid Hasan
Nasrallah’ın yerine getirdiği bir vaattir. Eve dönüş yolculuğu başladı, ama bu
yolculuk Filistin kurtulmadan tamamlanmaz; bu nedenle insanlarımız, birbirlerinin
topraklarına bir kez daha özgürce geçme imkânı bulana dek, yumruklarımızı cüretkâr
bir dayanışma pratiğiyle yukarı kaldırmaya devam edeceğiz.
Rukiye Şemseddin
9
Aralık 2024
Kaynak


0 Yorum:
Yorum Gönder