26 Kasım 2025

,

Yıkım Süreciyle Aradaki Bağı Kopartmak


7 Ekim 2023’ten bu yana geçen süre, ABD öncülüğündeki Batılı emperyalist düzenle uyumun sınırlarını açıkça ortaya koydu. Bir yandan, devam eden soykırıma karşı her türlü muhalefet kanalı cezalandırılırken, diğer yandan, soykırım, bölgesel ve küresel bir çatışmaya evrildi. Eşzamanlı olarak, G-7 ülkeleri, caydırıcılıkla alakalı yüzeysel tavırların ötesine geçerek, yaptırımlar, cezalar ve devlet destekli hapis cezalarından oluşan ekonomik cephaneliklerini hem devletlere hem de bireylere karşı kullandılar.

Şimdi “pragmatizm” ve sözde “gerçekçilik”in sadık savunucuları bile böylesi bir sistemle bütünleşme imkânından yoksun. Bağlantısızlaşma süreci, Küresel Güney’de hayatta kalmak için başvurulabilecek en temel strateji haline geldi. Aynı zamanda söz konusu pratik, Üçüncü Dünya’da kalkınma projesini canlandırmak için bir önkoşul niteliğinde.[1]

Kalkınma, bağlantısızlığa dayanan bir ulusal kurtuluş projesi olarak yeniden kavramsallaştırılmadığı sürece, çoğunluk, hatta gezegen, tam bir sefalet ve potansiyel bir yok oluşla yüzleşecektir.

Bağlantısızlaşma Ne Anlama Geliyor?

Dünya genelinde emperyalist küresel düzene karşı önerilen bir mekanizma olarak bağlantısızlık, farklı düşünsel kaynaklardan besleniyor.[2] Emperyalizme karşı hakiki ve doğal bir cevap geliştirmek isteyen çok sayıda yazar ve eylemci, emperyalist savaşlardan, soykırımlardan ve ekonomik baskılardan uzaklaşan yeni bir düzeni savundu. Emperyalizme karşı ulusal kurtuluş için verilen her militan mücadele, özerk bir kalkınma modeline dayalı bir gelecek vizyonunu somuta taşımaktadır.

Samir Amin’in bağlantısızlaşmayla ilgili çalışmaları, açıklığı, tutarlılığı ve inceliğiyle, düşünsel katkılar içerisinde değer verilen en önemli ve etkili çalışmalardan biri olmaya devam ediyor. Amin, bağlantısızlığı “ulusal kalkınma stratejisinin ‘küreselleşme’nin dayattığı zorunluluklara tabi kılınmasına yönelik itiraz” " olarak tanımlamıştır.[3] Daha da önemlisi, Amin’e göre bağlantısızlık, özyönetimle eşanlamlı değildi, çünkü bağlantısızlık, “dışarıyla ilişkileri reddetmek değil, dış ilişkiyi onlardan bağımsız olan ilk kalkınma mantığına tabi kılmaktı.”[4]

Bu da demek oluyor ki ulusal bir kalkınma projesi olarak bağlantısızlık, sermaye birikiminin dışsal veya küresel mantığıyla özünde uyumsuz değil. Esas olarak seçici bir yaklaşımla işleyen bir süreç. Sosyalizm olmasa da, sosyalizme uzanacak yolu açma potansiyeline sahip. Bu bağlamda, Çin’in dikkat çekici küresel yükselişi, dünya kapitalist ekonomisine entegrasyon sürecinin stratejik olarak yönetildiği “çevrenin düzene sokulmuş entegrasyonu”[5] olarak teorize edilmiştir. Bu model, evrensel olarak tekrarlanabilir olmasa da, Küresel Güney’deki ülkeler için kıymetli dersler sunmaktadır.

Ancak, dış ilişkilerde seçici bir katılımla bile, çevre ülkelerin nüfuzunu sağlamak ve ulusal kurtuluş arayışını ilerletmek, son derece zorlu olmuştur. Patnaik (2015), gerçek bir kopuşun henüz gerçekleşmediğini ileri sürmüştür: “Üçüncü dünya ülkelerinin kendi sınıf çelişkilerini ve sınıf karşıtlıklarını çözmeleri hiçbir zaman onlara bırakılmamıştır. Emperyalizm, kaçınılmaz olarak her yere girdi; her yere müdahale etti.”[6]

Bağlantının Kesilmesine Yönelik Direnç

Tarihsel olarak, emperyalizmin merkeziyle kurulmuş olan ekonomik bağları koparmanın her zaman şiddetli ve meşakkatli bir süreç olduğu görülmüştür. Gene de dünyanın büyük kısmında süregelen acı, şiddet ve erken ölüm döngüsüne son vermek için bağlantıyı kopartmak şarttır. Ali Kadri’nin “atık birikimi” olarak adlandırdığı bir olgudur bu.

Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 51. Madde’sinde güvence altına alınan sömürgeciliğe karşı öz savunma hakkı, sömürgeleştirilenlerin genellikle silahlı mücadeleye başvurmaktan başka alternatif kurtuluş yollarına sahip olmadığı gerçeğinin altını çizer.[7] Sonuç olarak, herhangi bir bağlantısızlaşma ihtimali, özünde ulusal kurtuluş ve direniş için verilen daha geniş mücadeleden kök alır.

Filistin’deki soykırımın gerçekleştiği, vahşetteki artış ve cezasızlıkla tanımlı alanı gören birçok insan, sömürge halkların direnişinin gerekliliğini kabul ediyor. Ancak bu kabul, herkesi kuşatmıyor. Örneğin Batılı solcular, direnişin gerekliliğini sürekli küçümsemiş, bunun yerine, en marjinal ulus-devletlerin belirleyici özelliği olarak iç çelişkilerine odaklanmışlardır.

Bu tür bakış açıları, temel bir direniş anlayışını gölgeleyen apolitik, tarih dışı ve nihayetinde yanlış yorumlanmış bir “korku” analizine dayanıyorlar. Kurtuluş mücadeleleri, ulus-devletlerin iç çelişkilerinden soyutlanmış, saf veya mutlak varlıklar olarak ortaya çıkamazlar. Bu çelişkilerin kendisi, emperyalist düzenin bir sentezi ve sürekli kuşatma altında olan ulusal birliğin kısıtlı çerçevesi içinde mümkün olanın bir yansımasıdır.

Emperyalizmin siyasi ve maddi sonuçlarını göz ardı eden bu hatalı mantık, sömürgeleştirilmiş ulusların eylemliliğini çoğu zaman salt otoriter bir despotizme indirgiyor (örneğin Libya[8]). Dahası, herhangi bir eylemlilik ifadesini direniş olarak görmezden gelmek, çoğu Batı analizine göre yalnızca siyasi açıdan olumsuz olmakla kalmıyor, aynı zamanda kültürel açıdan da sıklıkla aşağı görülüyor. Sonuç olarak, dünyanın geniş bölgeleri, yapay olarak oluşturulmuş mezhep çatışmasının gölgesinde kalmış, İslamcı köktenciliğin bir “kara deliği” olarak nitelendiriliyor.

Bu tür indirgemeci anlatılar, ABD önderliğindeki emperyal düzene karşı organik mücadelelerin, özellikle de giderek daha fazla birleşen Lübnan, Suriye ve Yemen önderliğindeki mücadelelerin gerçekliğini gölgeliyorlar. Batı’nın uluslararası hukuku, ana akım akademik ve medya anlatıları, emperyalizmin yaygın zararının daha geniş bağlamını göz ardı ederek, belirli ulus-devletlerin sözde “haydut” doğasına odaklanıyorlar.

İran Devrimi’ni teorize eden yaklaşımları, devrimi takip eden süreci ve onun Avrupamerkezci bilinç içerisindeki mevcut konumunu eleştiren Nina Farnia[9], Batı akademisinde İran’ın düşüncenin konusu kılınması çağrısında bulunuyor. İran’ın Üçüncü Dünya’daki mücadelelerin ana merkezi olarak oynadığı rolün yeniden merkeze alınması gerektiği fikrini savunuyor. Benzer şekilde, yaptırımlara onay veren, onları kabul eden ve yanlış yorumlayan yaklaşımların aksine Helya Dotaci gibi isimler, Gazze’de devam eden soykırımı kolaylaştıran yaptırımların ve İran ile diğer devletlere direniş kapasitelerini zayıflatmak için uygulanan yaptırımların özünde gayrimeşru olduğunu söylüyorlar.

ABD’nin Suriye’deki operasyonlarına odaklanan Donovan Higgins[10], yaygın Avrupamerkezci varsayımlar sorununu vurgulayarak, “savaş” ve “rejim değişikliği”nin birbirinin yerine kullanılabilen terimler olarak görülebileceğini, ABD önderliğindeki emperyalizmin herhangi bir örtülü savaşta hem azami hem de asgari hedeflere sahip olduğunu göz ardı eden bir kavram karmaşasını ifade ettiğini söylüyor.

Aynı şekilde, Jemima Pierre[11], ABD güçlerinin Haiti’yi tekrar tekrar işgal etmesini sağlayan dokunulmazlığı eleştirerek, bunu Haitilileri kendi kendilerini yönetemeyecek şekilde tasvir eden imal edilmiş rıza ve ırkçı söylemlerle ilişkilendiriyor.

Tarihin de gösterdiği gibi, Küresel Güney’deki hiçbir rejim, salt otoriter veya salt demokratik değildir. Aksine, bu rejimler, emperyal güçlerle belirli bağlamlarda, müzakere neticesinde kopartılmış tavizleri ifade ederler.[12] Bu gerçeklik, bağımlılığın gerçekte neleri gerektirdiğinin temel bir yansımasıdır, ancak Avrupamerkezci analizlerde, hatta görünüşte eleştirel bakış açılarında bile, sıklıkla göz ardı edilir. Örneğin, heterodoks ekonominin giderek artan cazibesi, sıklıkla “ekonomik” ve “politik” bağımlılığı ayırır; birincisine öncelik verirken, ikincisini soyutlar.

Buna karşılık, Utsa Patnaik ve Prabhat Patnaik (2021), daha bütüncül bir analiz sunmaktadır.[13] Yazarlar, neoliberalizm koşullarında sermayenin Küresel Güney’den kaçışının ardındaki itici güçleri, bağlantısızlığın önünde “kendiliğinden” dikilen engeller olarak tanımlamaktadırlar. Aynı zamanda, Üçüncü Dünya’daki mücadelelerin bastırılmasının ne yalnızca kendiliğinden oluşan engellerden ne de soyut bir süreçten ibaret olduğunu vurgulamaktadırlar. Özetle, şöyle ifade etmektedirler: “Ancak kendiliğindenlik başarısız olursa, devreye CIA girer.”

Özetle; Batılı entelektüellerin sürekli gevezelik etme eğilimi, Halk Mahkemeleri’ndeki artışla birlikte açığa çıkan anlamlı pratikleri engellemektedir.[14] Buna karşılık, bir direniş gündemi olarak bağlantısızlaşma, Batı’daki enternasyonalist dayanışmanın soyut ideallerini ulusal ve uluslararası kurtuluşun somut gerçekleşmesine yönlendirmektedir.

Filistin Hareketi türü örgütler[15], Batı’da doğrudan eylemin soykırımı sürdüren değer zincirlerini nasıl bozduğunu ve dağıttığını ortaya koymaktadır. Bu tür çabalar, BDS ve vatandaş liderliğinde ilerleyen ulusal boykotlar gibi tüketim odaklı hareketleri tamamlayarak, bireyleri gerçek demokratik eylemliliklerini kullanma ve ulusal liderliği sorumlu tutma konusunda güçlendirmektedir.

Uluslararası ve ulusal mücadeleler arasındaki içsel bağlantı, daha geniş bir direnişin temeli olarak örgütlü ve tutarlı anti-emperyalist hareketlerin önemine vurgu yapar. Benzer şekilde, Küresel Güney’de kolektif teorik çerçeveler oluşturmaya yönelik çabalar, ulusal kurtuluş mücadelelerinin emperyalist yapılarla iç içe geçmişliklerinin bilincinde olarak, bu mücadelelere odaklanmayı gerekli kılmaktadır.

Ferva Sial
16 Temmuz 2025
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Samir Amin, The Liberal Virus, 2004, MR, PDF.

[2] Arap coğrafyasında geliştirilen bakış açıları konusunda bkz.: Max Ajl, “The Hidden Legacy Of Samir Amin: Delinking’s Ecological Foundation”, 2020, Tand; Afrika bağlamında Rodney’nin katkılarıyla ilgili olarak bkz.: Chinedu Chukwudinma, “Towards a Full Understanding of Walter Rodney”, 1 Ağustos 2019, Roape ve Latin Amerika konusunda bkz.: “How Latin America Can Delink from Imperialism”, 23 Temmuz 2024, Tricontinental.

[3] Samir Amin, “A Note on the Concept of Delinking”, Review, Cilt 10, Sayı 3 (Kış 1987), s. 435, Jstor.

[4] A.g.e.

[5] Francesco Macheda ve Roberto Nadalini, “Samir Amin in Beijing: Delving into China’s Delinking Policy”, 6 Kasım 2020, Tand.

[6] “ ‘De-Linking’ and Domestic Reaction”, 7 Eylül 2015, EAS.

[7] “Charter of UN”, UN.

[8] Matteo Capasso, The Perils of Capitalist Modernity for the Global South: The Case of Libya”, 19 Nisan 2022, Tand.

[9] Nina Farnia, “The Iranian-American Intelligentsia in U.S. Foreign Affairs: Ahistoricism, Anti-Structuralism, and the Production of Idealism”, 25 Şubat 2023, Tand.

[10] Patrick Donovan Higgins, “Gunning for Damascus: The US War on the Syrian Arab Republic”, 19 Nisan 2023, Tand.

[11] Jemime Pierre, “Haiti and the Crisis of Imperialism in the Caribbean”, 8 Eylül 2024, Tand.

[12] Revolutionary Movements in Africa: An Untold Story, Yayına Hz.: Pascal Bianchini vd., 2023, Pluto.

[13] Utsa Patnaik ve Prabhat Patnaik, Capital and Imperialism, 3 Şubat 2021, MR.

[14] Azadeh Shahshahani vd., “Decolonizing Justice in Tunisia: From Transitional Justice to a People's Tribunal”, 2019, MR.

[15] “Palestine Action”, PA.

0 Yorum: