7
Ekim 2023’ten bu yana geçen süre, ABD öncülüğündeki Batılı emperyalist düzenle
uyumun sınırlarını açıkça ortaya koydu. Bir yandan, devam eden soykırıma karşı
her türlü muhalefet kanalı cezalandırılırken, diğer yandan, soykırım, bölgesel
ve küresel bir çatışmaya evrildi. Eşzamanlı olarak, G-7 ülkeleri, caydırıcılıkla
alakalı yüzeysel tavırların ötesine geçerek, yaptırımlar, cezalar ve devlet
destekli hapis cezalarından oluşan ekonomik cephaneliklerini hem devletlere hem
de bireylere karşı kullandılar.
Şimdi
“pragmatizm” ve sözde “gerçekçilik”in sadık savunucuları bile böylesi bir
sistemle bütünleşme imkânından yoksun. Bağlantısızlaşma süreci, Küresel Güney’de
hayatta kalmak için başvurulabilecek en temel strateji haline geldi. Aynı
zamanda söz konusu pratik, Üçüncü Dünya’da kalkınma projesini canlandırmak için
bir önkoşul niteliğinde.[1]
Kalkınma,
bağlantısızlığa dayanan bir ulusal kurtuluş projesi olarak yeniden
kavramsallaştırılmadığı sürece, çoğunluk, hatta gezegen, tam bir sefalet ve
potansiyel bir yok oluşla yüzleşecektir.
Bağlantısızlaşma
Ne Anlama Geliyor?
Dünya
genelinde emperyalist küresel düzene karşı önerilen bir mekanizma olarak
bağlantısızlık, farklı düşünsel kaynaklardan besleniyor.[2] Emperyalizme karşı hakiki
ve doğal bir cevap geliştirmek isteyen çok sayıda yazar ve eylemci, emperyalist
savaşlardan, soykırımlardan ve ekonomik baskılardan uzaklaşan yeni bir düzeni
savundu. Emperyalizme karşı ulusal kurtuluş için verilen her militan mücadele,
özerk bir kalkınma modeline dayalı bir gelecek vizyonunu somuta taşımaktadır.
Samir
Amin’in bağlantısızlaşmayla ilgili çalışmaları, açıklığı, tutarlılığı ve
inceliğiyle, düşünsel katkılar içerisinde değer verilen en önemli ve etkili
çalışmalardan biri olmaya devam ediyor. Amin, bağlantısızlığı “ulusal kalkınma
stratejisinin ‘küreselleşme’nin dayattığı zorunluluklara tabi kılınmasına
yönelik itiraz” " olarak tanımlamıştır.[3] Daha da önemlisi, Amin’e göre
bağlantısızlık, özyönetimle eşanlamlı değildi, çünkü bağlantısızlık, “dışarıyla
ilişkileri reddetmek değil, dış ilişkiyi onlardan bağımsız olan ilk kalkınma
mantığına tabi kılmaktı.”[4]
Bu
da demek oluyor ki ulusal bir kalkınma projesi olarak bağlantısızlık, sermaye
birikiminin dışsal veya küresel mantığıyla özünde uyumsuz değil. Esas olarak
seçici bir yaklaşımla işleyen bir süreç. Sosyalizm olmasa da, sosyalizme uzanacak
yolu açma potansiyeline sahip. Bu bağlamda, Çin’in dikkat çekici küresel
yükselişi, dünya kapitalist ekonomisine entegrasyon sürecinin stratejik olarak
yönetildiği “çevrenin düzene sokulmuş entegrasyonu”[5] olarak teorize edilmiştir.
Bu model, evrensel olarak tekrarlanabilir olmasa da, Küresel Güney’deki ülkeler
için kıymetli dersler sunmaktadır.
Ancak,
dış ilişkilerde seçici bir katılımla bile, çevre ülkelerin nüfuzunu sağlamak ve
ulusal kurtuluş arayışını ilerletmek, son derece zorlu olmuştur. Patnaik (2015),
gerçek bir kopuşun henüz gerçekleşmediğini ileri sürmüştür: “Üçüncü dünya
ülkelerinin kendi sınıf çelişkilerini ve sınıf karşıtlıklarını çözmeleri hiçbir
zaman onlara bırakılmamıştır. Emperyalizm, kaçınılmaz olarak her yere girdi;
her yere müdahale etti.”[6]
Bağlantının
Kesilmesine Yönelik Direnç
Tarihsel
olarak, emperyalizmin merkeziyle kurulmuş olan ekonomik bağları koparmanın her
zaman şiddetli ve meşakkatli bir süreç olduğu görülmüştür. Gene de dünyanın
büyük kısmında süregelen acı, şiddet ve erken ölüm döngüsüne son vermek için
bağlantıyı kopartmak şarttır. Ali Kadri’nin “atık birikimi” olarak adlandırdığı
bir olgudur bu.
Birleşmiş
Milletler Sözleşmesi’nin 51. Madde’sinde güvence altına alınan sömürgeciliğe
karşı öz savunma hakkı, sömürgeleştirilenlerin genellikle silahlı mücadeleye
başvurmaktan başka alternatif kurtuluş yollarına sahip olmadığı gerçeğinin
altını çizer.[7] Sonuç olarak, herhangi bir bağlantısızlaşma ihtimali, özünde
ulusal kurtuluş ve direniş için verilen daha geniş mücadeleden kök alır.
Filistin’deki
soykırımın gerçekleştiği, vahşetteki artış ve cezasızlıkla tanımlı alanı gören birçok
insan, sömürge halkların direnişinin gerekliliğini kabul ediyor. Ancak bu
kabul, herkesi kuşatmıyor. Örneğin Batılı solcular, direnişin gerekliliğini
sürekli küçümsemiş, bunun yerine, en marjinal ulus-devletlerin belirleyici
özelliği olarak iç çelişkilerine odaklanmışlardır.
Bu
tür bakış açıları, temel bir direniş anlayışını gölgeleyen apolitik, tarih dışı
ve nihayetinde yanlış yorumlanmış bir “korku” analizine dayanıyorlar. Kurtuluş
mücadeleleri, ulus-devletlerin iç çelişkilerinden soyutlanmış, saf veya mutlak
varlıklar olarak ortaya çıkamazlar. Bu çelişkilerin kendisi, emperyalist
düzenin bir sentezi ve sürekli kuşatma altında olan ulusal birliğin kısıtlı
çerçevesi içinde mümkün olanın bir yansımasıdır.
Emperyalizmin
siyasi ve maddi sonuçlarını göz ardı eden bu hatalı mantık, sömürgeleştirilmiş
ulusların eylemliliğini çoğu zaman salt otoriter bir despotizme indirgiyor
(örneğin Libya[8]). Dahası, herhangi bir eylemlilik ifadesini direniş olarak
görmezden gelmek, çoğu Batı analizine göre yalnızca siyasi açıdan olumsuz
olmakla kalmıyor, aynı zamanda kültürel açıdan da sıklıkla aşağı görülüyor.
Sonuç olarak, dünyanın geniş bölgeleri, yapay olarak oluşturulmuş mezhep
çatışmasının gölgesinde kalmış, İslamcı köktenciliğin bir “kara deliği” olarak
nitelendiriliyor.
Bu
tür indirgemeci anlatılar, ABD önderliğindeki emperyal düzene karşı organik
mücadelelerin, özellikle de giderek daha fazla birleşen Lübnan, Suriye ve Yemen
önderliğindeki mücadelelerin gerçekliğini gölgeliyorlar. Batı’nın uluslararası
hukuku, ana akım akademik ve medya anlatıları, emperyalizmin yaygın zararının
daha geniş bağlamını göz ardı ederek, belirli ulus-devletlerin sözde “haydut”
doğasına odaklanıyorlar.
İran
Devrimi’ni teorize eden yaklaşımları, devrimi takip eden süreci ve onun Avrupamerkezci
bilinç içerisindeki mevcut konumunu eleştiren Nina Farnia[9], Batı akademisinde
İran’ın düşüncenin konusu kılınması çağrısında bulunuyor. İran’ın Üçüncü Dünya’daki
mücadelelerin ana merkezi olarak oynadığı rolün yeniden merkeze alınması
gerektiği fikrini savunuyor. Benzer şekilde, yaptırımlara onay veren, onları
kabul eden ve yanlış yorumlayan yaklaşımların aksine Helya Dotaci gibi isimler,
Gazze’de devam eden soykırımı kolaylaştıran yaptırımların ve İran ile diğer
devletlere direniş kapasitelerini zayıflatmak için uygulanan yaptırımların
özünde gayrimeşru olduğunu söylüyorlar.
ABD’nin
Suriye’deki operasyonlarına odaklanan Donovan Higgins[10], yaygın
Avrupamerkezci varsayımlar sorununu vurgulayarak, “savaş” ve “rejim değişikliği”nin
birbirinin yerine kullanılabilen terimler olarak görülebileceğini, ABD
önderliğindeki emperyalizmin herhangi bir örtülü savaşta hem azami hem de
asgari hedeflere sahip olduğunu göz ardı eden bir kavram karmaşasını ifade
ettiğini söylüyor.
Aynı
şekilde, Jemima Pierre[11], ABD güçlerinin Haiti’yi tekrar tekrar işgal
etmesini sağlayan dokunulmazlığı eleştirerek, bunu Haitilileri kendi
kendilerini yönetemeyecek şekilde tasvir eden imal edilmiş rıza ve ırkçı
söylemlerle ilişkilendiriyor.
Tarihin
de gösterdiği gibi, Küresel Güney’deki hiçbir rejim, salt otoriter veya salt
demokratik değildir. Aksine, bu rejimler, emperyal güçlerle belirli bağlamlarda,
müzakere neticesinde kopartılmış tavizleri ifade ederler.[12] Bu gerçeklik,
bağımlılığın gerçekte neleri gerektirdiğinin temel bir yansımasıdır, ancak
Avrupamerkezci analizlerde, hatta görünüşte eleştirel bakış açılarında bile,
sıklıkla göz ardı edilir. Örneğin, heterodoks ekonominin giderek artan
cazibesi, sıklıkla “ekonomik” ve “politik” bağımlılığı ayırır; birincisine
öncelik verirken, ikincisini soyutlar.
Buna
karşılık, Utsa Patnaik ve Prabhat Patnaik (2021), daha bütüncül bir analiz
sunmaktadır.[13] Yazarlar, neoliberalizm koşullarında sermayenin Küresel Güney’den
kaçışının ardındaki itici güçleri, bağlantısızlığın önünde “kendiliğinden”
dikilen engeller olarak tanımlamaktadırlar. Aynı zamanda, Üçüncü Dünya’daki
mücadelelerin bastırılmasının ne yalnızca kendiliğinden oluşan engellerden ne
de soyut bir süreçten ibaret olduğunu vurgulamaktadırlar. Özetle, şöyle ifade
etmektedirler: “Ancak kendiliğindenlik başarısız olursa, devreye CIA girer.”
Özetle;
Batılı entelektüellerin sürekli gevezelik etme eğilimi, Halk Mahkemeleri’ndeki
artışla birlikte açığa çıkan anlamlı pratikleri engellemektedir.[14] Buna
karşılık, bir direniş gündemi olarak bağlantısızlaşma, Batı’daki
enternasyonalist dayanışmanın soyut ideallerini ulusal ve uluslararası
kurtuluşun somut gerçekleşmesine yönlendirmektedir.
Filistin
Hareketi türü örgütler[15], Batı’da doğrudan eylemin soykırımı sürdüren değer
zincirlerini nasıl bozduğunu ve dağıttığını ortaya koymaktadır. Bu tür çabalar,
BDS ve vatandaş liderliğinde ilerleyen ulusal boykotlar gibi tüketim odaklı
hareketleri tamamlayarak, bireyleri gerçek demokratik eylemliliklerini kullanma
ve ulusal liderliği sorumlu tutma konusunda güçlendirmektedir.
Uluslararası
ve ulusal mücadeleler arasındaki içsel bağlantı, daha geniş bir direnişin
temeli olarak örgütlü ve tutarlı anti-emperyalist hareketlerin önemine vurgu
yapar. Benzer şekilde, Küresel Güney’de kolektif teorik çerçeveler oluşturmaya
yönelik çabalar, ulusal kurtuluş mücadelelerinin emperyalist yapılarla iç içe
geçmişliklerinin bilincinde olarak, bu mücadelelere odaklanmayı gerekli
kılmaktadır.
Ferva Sial
16 Temmuz 2025
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Samir Amin, The Liberal Virus, 2004, MR, PDF.
[2]
Arap coğrafyasında geliştirilen bakış açıları konusunda bkz.: Max Ajl, “The Hidden
Legacy Of Samir Amin: Delinking’s Ecological Foundation”, 2020, Tand; Afrika
bağlamında Rodney’nin katkılarıyla ilgili olarak bkz.: Chinedu Chukwudinma, “Towards
a Full Understanding of Walter Rodney”, 1 Ağustos 2019, Roape ve Latin Amerika konusunda bkz.: “How
Latin America Can Delink from Imperialism”, 23 Temmuz 2024, Tricontinental.
[3]
Samir Amin, “A Note on the Concept of Delinking”, Review, Cilt 10, Sayı 3 (Kış 1987),
s. 435, Jstor.
[4]
A.g.e.
[5]
Francesco Macheda ve Roberto Nadalini, “Samir Amin in Beijing: Delving into China’s
Delinking Policy”, 6 Kasım 2020, Tand.
[6]
“ ‘De-Linking’ and Domestic Reaction”, 7 Eylül 2015, EAS.
[7]
“Charter of UN”, UN.
[8]
Matteo Capasso, The Perils of Capitalist Modernity for the Global South: The
Case of Libya”, 19 Nisan 2022, Tand.
[9]
Nina Farnia, “The Iranian-American Intelligentsia in U.S. Foreign Affairs:
Ahistoricism, Anti-Structuralism, and the Production of Idealism”, 25 Şubat
2023, Tand.
[10]
Patrick Donovan Higgins, “Gunning for Damascus: The US War on the Syrian Arab
Republic”, 19 Nisan 2023, Tand.
[11]
Jemime Pierre, “Haiti and the Crisis of Imperialism in the Caribbean”, 8 Eylül
2024, Tand.
[12]
Revolutionary Movements in Africa: An Untold Story, Yayına Hz.: Pascal
Bianchini vd., 2023, Pluto.
[13]
Utsa Patnaik ve Prabhat Patnaik, Capital and Imperialism, 3 Şubat 2021, MR.
[14]
Azadeh Shahshahani vd., “Decolonizing Justice in Tunisia: From Transitional
Justice to a People's Tribunal”, 2019, MR.
[15] “Palestine Action”, PA.


0 Yorum:
Yorum Gönder