Kürt olan ve anadilini asla unutmayan Devrimci Önder Hüseyin Cevahir, Kürt illerine giderek kurduğu ilişkiler ve hazırladığı raporu Kürt sorununa dair Demokratik Halk Devrimi tezlerinin ortaya çıkmaya başladığı sürecin içinde okunmalıdır.
“Doğu
Anadolu Raporu” sonrası Cevahir’in izinden Kürdistan’a giden birçok devrimci,
yerelde halkla ve gençlikle kurduğu bağlar ile devrimci mücadeleyi büyütmüştür.
Hem
Cevahir’in hem de devrimci hareketin gelişiminde önemli bir yer tuttuğunu
düşündüğümüz için ve yakın zamanda yaşanan sıcak gelişmelerden kaynaklı, Mayıs
1970’te Hüseyin Cevahir tarafından kaleme alınan “Doğu Anadolu Raporu” yayımlıyoruz.
* * *
BİSMİL’DE:
Bismil,
Diyarbakır’a bağlı bir ilçe. Merkez nüfusu 6 bin. Bismil’e bağlı 96 muhtarlık
var. Bunlara mezralar (muhtarlığa bağlı olan daha küçük yerleşme noktaları) da
eklediğinde, yerleşme yerlerinin sayısı 120-130’a varmakta. Köyler iki bölüme
ayrılabilir: Dağ köyleri ve ova köyleri. Halk, geçimini tahıl üretiminden
sağlamaktadır. Ekilebilir toprak miktarı iki milyon dönümün üstündedir.
Toprakların bir kısmı ağaların elinde. Ovaya traktör ve diğer tarım makinaları
girmesine rağmen ağa ve şeyh baskısı devam etmekte.
(Silvan’da
Yusuf Azizoğlu’nun kardeşi Abdülkadir Azizoğlu, köyünden geçen dereye bir baraj
yapmaya karar verir. Bütün müritlerini ve marabalarını toplayarak işe girişir
-ücretsiz çalışılmaktadır, angarya- baraja torbalarla kum taşınmaktadır. Zayıf
bir köylü yarı yolda düşer, torbayla. Şeyh bu durumu, görünce çok sinirlenir.
Köylünün yanına vararak tekmelemeye başlar. Köylü torbaya çok kum
doldurulduğunu söyleyince küfrederek “gözün kör müydü?” der. Aradan birkaç gün
geçince mühendissiz, plansız barajın duvarı arkada biriken suların basıncıyla
çöker ve bir köylünün beli kırılır.)
Bismil
kaymakamı Birgi Yaşar Çağlaşan’ın dediğine bakılırsa, ilçede asayişsizlik diye
bir şey yok: Eşkıya, çevreyi sürekli tedirgin eden bir çete hiç olmamış.
Yalnız. Adam vuran birkaç kişiyle bazı hırsızlar ve birkaç da asker kaçağı
varmış. Bunların çoğu kendiliğinden teslim olmuş.
Yine
Bismil’deki kavgaların adam vurmaların bir tek nedeni var: TOPRAK. Bir yandan
ağa toprakları on binlerce dönümü bulurken, bir yandan da ağalar hazine
topraklarına el atmışlar. İki milyon dönümü aşan toprağın %80’i ihtilaflı. Bu
ihtilaflı durumu da şimdilik bir tek şey çözümlüyor; YILDIRMAK. Bu yüzden bütün
Bismil hatta bütün Doğu ve Güney-Doğu’da herkes, ağaların silahlı fedai
beslediğini bilmekte. Asayişsizliğin tek nedeni toprak demiştik. Ağalar,
köylülerin toprak taleplerini mahkûm besleyerek durduruyorlar. Belli bölgeler,
bu mahkumlarca ağa adına korunuyor. Bu durum politikaya seçimlere de yansıyor.
Nitekim gazeteler Şaki Özbay’ın filan parti için, Hamido’nun falan parti için
çalıştığını yazıp durdular.
(Bismil’in
Sinan Köyü’nde bir ağa oturur. İsmi: Abdülkadir Sinanlı -Köylüler ve çevre
halkı FERMAN AĞA demekte- Silahlı fedaileri olduğunu, bunların, otomatik
silahlarla dolaştığını bilmeyen yok. Yüz bin dönüm toprağı var. Birkaç köy
kendisinin, çuluyla, eviyle, insanıyla. 1969 milletvekili seçimlerinde AP için
çalışır. Köyden Kasap İbrahim ise ilçeye uğradığında “YTP’ye oy vereceğim” diye
bir tanıdığına söz verir. Bunu köy kahvesinde seçimlere bir gün kala, Ferman
Ağa’ya söyler. Vay sen misin bunu diyen! Hemen ertesi gün kapı dışarı edilir.
Hiçbir ağa Kasap İbrahim’i yanına almaz, ağasına karşı geldi diye. Kasap
İbrahim şimdi Batman’da iş aramaktadır.)
Son
aylarda yapılan komando baskını sırasında ağa köylerine özellikle dokunulmamış.
Ferman Ağa’nın köyünde sözde arama yapılmış ve hiçbir şey bulunamamış.
Köylülerin bir şikâyet nedeni de bu. “Ağa’nın silahı var, elinden alınmaz,
baskı yapılmaz. Ama bizde silah olmadığı halde işkence yapılır”. Komandolar,
ellerinde Bakanlar Kurulu’nca arama ve işkence etme kararı olduğunu
söylüyorlar. Bu kararı bugüne kadar gören olmamış. Eğer gerçekten böyle bir
karar varsa, tam bir baskı, yıldırma ve terör havası yaratma; orduyu ağaların
yanındaymış gibi gösterme çabası var. Aydınlar, ilericiler ve devrimciler bu
kararın peşine düşmelidirler. Bu Türkiye halklarının kardeşliğini, birliğini
bozup bölme ve sonra da hükmetme planıdır. Emperyalizmin Orta-Doğu’da
uyguladığı planın Türkiye’ye düşen bölümüdür.
(Bismil’in
Göçmen Kahvesi’nden Mustafa Bulut, komandoların kahveye gelişini anlatıyor:
“Komandolar kahveye geldiler. Benim silahla adam öldürmeyle herhangi bir ilgim
yok. Bismil’in içinde kahve işletmekteyim. ‘Buyurun’ dedim. Demez olaydım.
Başladılar bana küfretmeye. Benim dayım da komando üsteğmeni. İyi bir insan.
Bunu söyledim. Suçum ne dedim. Tartaklayıp daha beter küfrettiler. Bir sürü
adam vardı kahvede. Onurum kırıldı. Gözlerim doldu. Dayımdan bile nefret etmeğe
başladım. Yazık değil mi, biz de bu memleketin insanlarıyız!”)
Bu
ilçe merkezinde bir küçük olay. Bu olayın arkasında yatan hesap basit ve
tehlikeli. Ordunun, devrimci yanını bir yandan yok etmek, bir yandan da ordu
ile halk arasında aşılmaz nefret duvarları yaratmak. Bunu kısmen başardıkları
da söylenebilir.
Komandolar
Kenberli Köyü’ne giderler. Köyde bir ortaokul mezunu var; Adnan Aktepe. Pırıl
pırıl uyanık bir genç. Türkiye’nin ne durumda olduğunu kavramış: Kurtuluş için
çareler düşünmekte, araştırmakta, okumakta. Kenberli ağa köyü. Adnan fakir,
ortaokuldan sonra okuyamamış. Komandolar köye gitmeden ağalar Adnan’ı
duyurmuşlar. Adnan sorulmuş. Gelmiş. Getir silahını demişler. Yok deyince
başlamışlar dövmeye. Biz gittiğimizde elleri parça parça idi. Vücudunda
morartılar vardı. Sonunda köyde silah bulamazlar. Adnan’ın yediği dayak yanına
kar kalır. Aslında bütün köylerde erkekleri bir tarafa kadınları bir tarafa
toplayarak dövüyorlar ve çoğu köyden eli boş dönüyorlar.
Köylünün
mahkumlara ve ağanın adamlarına karşı silahlanmaları olağan bir şey. Ağanın
adamları ağanın çıkarları için gözlerini kırpmadan adam öldürüyorlar, soygun
yapıyorlar. İdari makamlarsa buna seyirci kalıyor. Köylüler bütün baskıları sır
saklar gibi saklıyorlar.
(Aşağı
Salat’tan Halil Toptaş; “Ağaların fedaisi mahkumlar belli bölgeleri diğer
mahkumlara ve köylülere karşı koruyorlar. Bunun yanında baskılar bize geliyor
ve kuru yanmadan yaşı yakıyorlar. Komandolar bizim köye de geldiler. Hepimizi
içtima ettiler. Sonra koşturup güldüler. Ardından da başladılar dayak atmağa.
Anlamıyorum bir türlü. Bu nasıl iş, bu nasıl hükümet, bu nasıl düzen?
Komandolar bekçiden su istediler. Bekçi suyu getirince başından aşağı döküp
gülüştüler. Bekçi suçumuz ne deyince it oğlu it, su getirecek bir tek sen mi
kaldın? dediler.”)
Bunların
yanında gübre ve tohum yolsuzlukları ayyuka çıkmıştır. Örneğin; geçen sene
gübre dağıtımı yüzünden halk yolsuzluk iddiasında bulunmuş. Ziraat Bankası
Genel Müdürlüğü’ne başvurmuş. Banka müdür muavini Bahattin – şimdi Palu’da ve
belediye Başkanı Necip Aslan ile adam kayırdıkları, gübreyi kapatıp karaborsa
yaptıkları söylenmiş. Müfettişler gelmiş. Sonunda hiçbir şey çıkmamış. Tepecik,
Aralık Köyü’nün hakkı olan 25 ton tohumluk buğday toprakla hiç ilgisi olmayan
üç kişiye verilmiş. Valiye yapılan müracaattan bir sonuç alınamamıştır.
Sonra
tohumluğu Necip Aslan’la Banka müdür muavini satmışlar – maaşı dışında hiçbir
geliri olmayan Ziraat Bankası müdür muavini 150 bin liraya bir kamyon ve iki
kat satın almıştır.
Hangi
taraftan tutulursa tutulsun, bir bozukluk bir kokmuşluk ve bir yolsuzlukla
karşılaşmaktasınız. İktidar bu durumu iyi bildiği için dikkatleri bilinçli bir
biçimde başka tarafa çekmekte; yoğun bir “Kürtçülük” akımı olduğunu
yaymaktadır. Oysa Kürtçülük yoktur. Olan, kendi ana dilini kullanma hakkına
sahip eşit vatandaş olma özlemidir. Ve ancak gerçek eşitlik şartlarında Türkiye
halkının gerçek birliği ve kardeşliğinin inancıdır.
(Aralık
Köyü muhtarı Ali Budak anlatıyor: “Bizim köyden Obalı Köyüne giden bir çocuğu
yoldan çeviriyorlar. Saat sabahın 4.30’u. Hava sisli, alabildiğine soğuk. Bizi
evden çıkardılar. Beni köyün dışına götürüp, mahkûm ve silah olup olmadığını
sordular. Kadınları camiye doldurdular. Bizi de bir araya topladılar. Hepimizi
aradılar. Köyü didik didik ettiler, hiçbir şey bulamadılar. Subaylar görmedi
ama, erler bizi dövdüler.”)
Bekir
Cengiz yaşlı ve kulakları ağır işiten bir çerçi. Köylere incik boncuk satarak
ekmek parası çıkarmağa çalışıyor. Yolda komandolar Bekir Cengiz’i görüyorlar,
‘dur’ diyorlar. Bekir Cengiz duymuyor ve yoluna devam ediyor. Hızlanarak
yetişiyorlar. Ve Bekir Cengiz’i feci bir şekilde dövüyorlar.
Molla
Feyyat Köyünde herkesin toprağı var. Köyün ağası olmadığından “hükümet
kapısı”nda itibarı yok, koruyucusu yok. Komandolar köylüleri bir araya
toplarlar, köyü ararlar. Hiçbir şey bulamayınca başlarlar köylüleri dövmeye.
“Niye silahınız yok” diye. Bir köylü “Silahın olsa bir türlü olmasa bir türlü”
diyordu. Diğeri ise “Adamların gayesi seni dövmek ister silahın olsun, ister
olmasın.”
Mezrakebir
Köyü’nde de köy imamına kimde silah olduğunu soruyorlar. İmam bilmediğini,
bilse de zaten ‘söylemeyeceğini, bir din adamına ispiyonculuk yakışmadığını
söylüyor. Bunun üzerine köylüleri dereye götürüp çamura yatırıyorlar.
Yatmayanları da zorla yatırıp sırtında tepiniyorlar.
Bunlar
birkaç örnek. Bismil’de bunlardan dahi kötü, daha akla hayale sığmaz işkenceler
yapılmıştır. Bunları yapanlar bu memleketin askerleri. Yaptıranlar da
emperyalizmin işbirlikçileri ve toprak ağaları. İşkence yapılanlar ise
ülkemizin halkı. Birinci Milli Kurtuluş Savaşı’nda Fransız ve İtalyan
kurşunlarına karşı koyanlarla onların çocukları. Emperyalizmi silah zoruyla
ülkemizden söküp atan Mustafa Kemal’in çetecileriyle, onların çocukları.
SİLVAN’DA
Korit’e
üç kere baskın yapılıyor. I. ve II seferlerinde köylüler tüm dışarı
çıkarıldıktan sonra erkekleri bir yere, kadınları bir yere topluyorlar. Sonra
köyde arama yapılıyor. Didik didik ediliyor köy. Komandolar zaten birkaç aydan
beri eşkiyaları ve ağaların kiralık katillerini kovalamayı bırakıp bu işle
uğraştıklarından durumu çok iyi idare etmektedirler. Hiçbir şey bulamayınca
küplere biniyorlar. Yaşlıları ayırmamak kaydıyla bütün erkeklere yat-kalk-sürün
emirleriyle işkence ediliyor. Köylüleri tepeye çıkararak dereye doğru
yuvarlıyorlar. Dereye gelindikten sonra tepeye doğru marş marşla koşturuyorlar.
Geride kalan ihtiyarlar dövülüyor, küfrediliyor. Üçüncü sefer göçebeler de
arandıktan sonra tekrar köye geliniyor. Yolda sığırtmaca rastlayan komandolar
“Ulan niye eşkıya besliyorsunuz” deyince, sığırtmaç; “Hiçbir şeyden haberim
yok. Ben hep dışardayım” cevabını veriyor. Bunun üzerine sığırtmaç İbrahim’i
falakaya yatırarak işkence ediyorlar. Sığırtmacın bacakları mosmordu.
Ayaklarının altı kabarıp çatlamıştı. Ve on gün sığırtmaç yatağından kalkamamış,
ayağının üstüne basamamıştı.
Veysitaulya’da
köylüler hiçbir şey demediler. Çocuklardan biri dövüldüklerini söyleyince “Yok
öyle bir şey” dediler ve çocuğu kovalamaya başladılar.
Silvan’ın
merkezinde 8 Nisan 1970 günü sabah saat üç sıralarında 3 bine yakın jandarma,
komando birlikleri, altı helikopter ve topçu keşif uçaklarının desteğiyle
etrafı kuşattılar. Görenler sanki bir düşman kalesi muhasara altına alınmış da
düşürülecekmiş sanırdı. Gürültüden uyanıp evinden çıkan herkesi istisnasız
belli bir toplanma yerine götürüyorlar. Toplanma yerleri Tekel İşletmesi
Meydanı, Çala Korte, Şador’un yukarı kısmı idi. Olup bitenleri öğrenmek için
başını dışarı çıkaran herkes dipçiklenerek bu toplanma yerlerine getirildi.
Toplanma yerlerinde halka sürün, yat, kalk, yuvarlan emirleriyle toplu halde
işkence edildi. Ve halkı sırt üstü, yüzü koyun yere yatırarak üzerlerinde
tepiniyorlar, gülüşüyorlardı. Bu durumdan haberdar edilen Mehdi Zana Tekel
İşletmesi yanındaki toplama yerine gider, fakat Zana da aynı işleme tabi
tutulur. Bu işkencelerin en şiddetlisi Şador’un yukarı kısmındaki toplama
yerinde olur.
Saat
dokuz sıralarında kaymakamlığa müracaat edilir, -Şimdi Köyceğiz Kaymakamı-
Kaymakam işkence yapılmadığını, yalan söylediklerini beyan edince, Abdülkerim
Ceylan kaymakamı olay yerine davet eder. Bunun üzerine kaymakam, “Öyleyse
gidin, bildiğiniz yere şikâyet edin” der. Sonra güya Abdülkerim Ceylan
makamında kendisine hakaret etti diye nezarete alınır. Polis Abdülkerim
Ceylan’ı bir süre karakolda alıkoyar. Aynı anda Feridun Tepesi semtinde evler
aranarak halka sürekli işkence yapılır. Arama ve işkence saat 17’ye kadar devam
eder.
Emperyalizm
işbirlikçi patron ağa mütegallibe ittifakı somut olarak bu aramalar sırasında
halkın gözü önüne seriliyor. Aramadan üç gün önce Diyarbakır valisi -ki şimdi
kendisine Emniyet Genel Müdürlüğü teklif edilmiştir- Silvan ağalarına haber
yollar. Ağalar hemen Ankara’ya tatil yapmaya gelirler. Halk bu durumun
farkında. Ayrıca Silvan’da arama ve işkence yalnız sur dışında yapılır. Sur
içine dokunulmaz. -Buralar Silvan zenginlerinin oturduğu yerlerdir
Bu
arama ve işkencelerin en korkunçları Derik, Eruh ve Siirt taraflarında yapılır.
Ama buralardan hiç ses çıkmaz. Halk gün geçtikçe kabaran öfkesini içine
hapseder. Ancak 8 Nisan’da Silvan’ın merkezi basılınca bazı kimselerin haberi
olur.
(Örneğin
Derik’te Rafşat köyü imamını çırılçıplak soyarlar. Tenasül uzvuna bir ip
bağlayarak karısının eline tutuştururlar, bütün köyü dolaştırırlar. Sonra
karısına işkence ederler. Köy imamı bu olaydan sonra kaçıp ortadan
kaybolmuştur. Kimse nereye gittiğini bilmemektedir.)
Bir
başka olay: Diyarbakır merkezine bağlı Davudi köyünde arama yapılırken
komandolar bir genci yatırıp korkunç bir şekilde döverler. Bu duruma
dayanamayan babası çocuğun üstüne atılır, “Aman, onun yerine beni dövün” der.
Başının arka kısmına indirilen bir dipçikle kafası yarılır. Duru köyü doğumlu
Mehmet oğlu Dursun Yanardağ 60 yaşındaydı. 18.3.1970 tarihinde Diyarbakır Tıp
Fakültesi Hastanesine getirilir ve 22.3.1970’te beyin kanamasından ölür.
Köylüler trafik kazasında öldü diyorlardı. Biz ısrar edince “Yahu diriltecek
misiniz? Öldü işte” dediler.
Bunlar
bizim gözleyebildiğimiz birkaç olay. Daha bunlar gibi, bunlardan kötü
binlercesi yapılmakta Doğu ve Güney-Doğu Anadolu’da. Bunlar özünde
emperyalizmin “böl ve hükmet” politikasının tezahürleridir. Ülkemizin
emperyalizmden, işbirlikçileri ve toprak ağalarından temizlenip halkımızın
kurtuluşunu ve mutluluğunu istiyorsak bu olayları dikkatle izlemek, Doğu
sorununu bilimsel bir açıdan, gerçek yurtseverlik açısından ortaya koymak
zorundayız. Doğu’da yüzyıllardır Türk halkıyla kader birliği yapmış, düşmana
karşı omuz omuza dövüşmüş bir Kürt halkı var. Bu halkın Türk halkı gibi
çözümlenmemiş binlerce sorunu ortada duruyor. Ağa baskısı, açlık, zulüm,
işbirlikçi iktidarın terörü Doğu’da kol geziyor.
Bir
yandan da emperyalizm Orta Doğu’da planını hızla tatbik etmekte. Halkların
arasına düşmanlık sokup emperyalizme karşı kurtuluş mücadelesini bölmeye,
arkadan hançerlemeye çalışmaktadır. İşte durumun can alıcı noktası burası.
Türkiye devrimcileri uyanık davranıp bu oyunu şimdiden bozmaya çalışmazlarsa
ilerde çok büyük açmazlara düşebilirler.
Doğu
sorunu ancak devrimci yoldan çözüme bağlanabilir. Bu devrimci iktidar uğruna
Türk ve Kürt devrimciler, bütün yurtseverler omuz omuza çalışmalıdırlar.
Halkların var olan gerçek kardeşliği pekiştirilmeli, baş düşman emperyalizme
karşı mücadele edilmeli ve uyanık olunmalıdır. Tek doğru yol budur. Yoksa hangi
saflarda olursa olsun burjuva şovenizmine düşmek, emperyalizmin oyununa
gelmektir, bölücülüktür.
* Bu yazı Mayıs 1970 tarihli Aydınlık Sosyalist Dergi’nin 19.
sayısından alınmıştır.
0 Yorum:
Yorum Gönder