“İnsana düşen, içinde
bulunduğu ânı değerlendirmektir. Zira geçmiş elden çıkmıştır, gelecek ise
meçhuldür. Asıl olan, elinde olan andır.”
[Gazali, İhyâ,
Cilt 4, “Zamanın Kıymeti Üzerine”]
Müslümanları
sağlıklı düşünmeye ve karar almaya yönlendiren en önemli kavramlardan birisi, “anın
vacibi” kavramıdır. Kavram, net şekilde bizlere doğrudan içinde bulunulan anda
en doğru ve gerekli olanın yapılmasına dair ilke ortaya koymaktadır. Bu kavrama
ve Müslüman zihnine verilecek en büyük zarar, kavramın salt bireysel fıkıh
meselelerine indirgenmesidir. Siyasi ve sosyal olaylarda bu kavram, gerekli
önemle idrak edilip uygulanmazsa bireysel fıkhı uygulayacak Müslümanın da
kendisine yer bulacağı zemin ortadan kalkacaktır. Ve hatta muhatap olduğumuz
soykırım sürecine etkin ve ortak cevap üretemeyen İslam dünyası, bu zeminin
ortadan kalktığını bizlere gösteriyor. Anın vacibi, bu zemini yeniden inşa
etmek ve yaşanan krizlere çözüm üretmek adına bize çağrıda bulunuyor.
Sömürgeciliğin
başlaması toplumsal çözülmelerle mümkün hale geliyor. Rahmetli Akif’in “Toplu
vurdukça yürekler, onu top sindiremez” dizesi, bu hakikati güzel bir şekilde
ifade eder. Sömürgeciliğin devamlılığı da aynı şekilde bu çözülmelerin
devamlılığıyla mümkün oluyor.
İslam
dünyası, iki yıldır devam eden soykırım sürecini durduramayacak krizler
içerisinde. Bu krizin çözümü, bu krizi başlatan yerlerin, yani toplumsal
çözülmelerin tamiriyle mümkün gözüküyor.
Bugüne
dair konuştuğumuzda İslam dünyasının muhatap olduğu ve çözüm bekleyen en acil
konu, Gazze’de yaşanan soykırım sürecidir. Anın vacibi bu sorunun çözülmesinden
geçiyorsa bu sorunu çözecek yollar da üzerimizde vacip olarak duruyor.
Günümüzde coğrafyamızda yaşananları “geçmişten devralınan öfke ve
kutuplaşmalarla ele alıp yangının büyümesini seyretmek” veya “anın vacibini
yerine getirip vahdeti şiar edinerek maruz kalınan durumdan çıkış için gayret
etmek” önümüzde iki yol olarak duruyor.
Tel
Aviv’in panolarından İbrahim anlaşmalarını temsil eden görüntüler geliyor.
İbrahim anlaşmaları, İsrail’in Fas körfezine kadar var olan devletlerle
normalleşme ve etki kurma süreci için Trump öncülüğünde 2020 yılında başlayan
bir süreci temsil ediyor. Siyonist yönetimin bu görüntüleri işgalcilere sunma
ihtiyacını niçin hissettiği üzerine düşünmek gerekiyor. Uzun yıllardır bölgede
normalleşme ve etki alanı kurma çabası içerisindeyken bu sürece itiraz eden bir
mücadeleyle karşılaştılar. Mücadele ve sonrasında yaşananlar, İsrail’in
güvenlik anlatısını ve bölgede normalleşme arzusunu zarara uğrattı.
İsrail’deki
Demokrat Parti’nin lideri ve işgal ordusunda Yedek Tümgeneral Yair Golan’ın
deyimiyle İsrail, dışlanma süreci içerisine girdi. Dışlanma sürecini belirleyen
bölge halklarının iradesi görünür hale gelmişken, tek derdi koltuğu olan
yönetimler, Trump’ın Ortadoğu ziyareti akabinde yeniden İsrail’i dışlayan
pozisyonu değil, normalleştiren pozisyonu tercih ettiler. Bu durum bizlere
İslam dünyasının içerisinde bulunduğu krizleri siyasi tercihlerini ABD ve
İsrail’e göre belirleyen yönetimlerin ve yandaşlarının bitiremeyeceğini
göstermektedir.
2020
yılından beri İslam dünyasının yöneticileri İsrail’le normalleşme sürecine
kendisini hazırlarken İsrail, yeni katliamlara ve işgallere kendisini
hazırlamaktaydı. Önümüzde iki yoldan birisi olarak duran ve krizi
derinleştirecek olan seçeneği (geçmişten devralınan öfke ve kutuplaşmalarla ele
alıp yangının büyümesini seyretmek) İbrahim anlaşmalarını imzalayan ve
yönetimini buna hazırlayan yöneticiler tercih ediyor. İslam dünyasının bir
diğer yarısını öteki ve düşman gören akıl, ABD’yi “müttefik” ve İsrail’i “normalleşecek
devlet” olarak görüyor.
Gazze,
Lübnan, Yemen ve şimdi İran, Siyonizmin ve emperyalizmin saldırganlığına maruz
kalıyor. Bu saldırı dalgasında en son İran’a ait 3 nükleer tesis vuruldu.
Bombaları atan akıl, ülkelerin adına dahi bakarak anlaşılacak şekilde Sünni-Şii
ayrımı yapmıyor. Bombayı atan akıl için belirleyici ölçüt çok net: Direnmek.
Coğrafyaya dayatılan, sömürenlere ait yazgıya direnmek.
Bu
direniş, bölgede emperyalizmin ve Siyonizmin etki alanını kıracak iradeyi
barındırıyor olması hasebiyle saldırıya maruz kalıyor. Ki Trump, bu saldırı
akabinde “İsrail artık daha güvenli” açıklamasını yapmıştı. Saldırıyı yapan
akıl, tanımını net bir şekilde yapıp politikasını izhar ediyor.
Saldırıya
maruz kalan bizler de en az saldıranlar kadar net bir tanıma ihtiyaç duyuyoruz.
Eğer bu saldırılar, İsrail’in güvenliği ve ABD’nin çıkarları gereği yapılıyorsa
İran’a düşen bombalar bizatihi Sünni-Şii ve ideolojik düşüncesi ne olursa olsun
direniş yolunu tercih eden her kişiye yapılmıştır. Bu saldırıya karşı yaraları
birlikte sarmalı, önümüzde devam edecek olan mücadele dolu süreci birlikte
örgütlemeliyiz. Sömürüden çıkış yolunu temsil eden “Anın vacibini yerine
getirip vahdeti şiar edinerek maruz kalınan durumdan çıkış için gayret etmek”
seçeneği, en az sömürüyü koltuğu için devam ettirenlerin seçeneği kadar
kendisini görünür kılmıştır.
Dayatılan,
sömürenlere ait yazgı, mezhebi ve ideolojik ayrımları aşacak şekilde bizleri
kuşatıyor. Arasına duvarlar inşa etmiş İslam dünyasını duvarları aşan bombalar
vuruyor. Ne yazık ki süreci “Şiilerin üzerine ve rejimine bombalar düşüyor”
diyerek sevinçle ele alan, siyasal kıblesini şaşırmış insanlar ülkemizde de
bulunuyor.
Bizlerin
bu süreçte sevineceği tek bir şey olmalı: Bugün İslam coğrafyasında saldırıya
maruz kalan Sünni halk için, vurulmayı ve bedel ödemeyi göze alan Şiilerin var
olmasıdır. Tüm coğrafyayı siyasi, ekonomik ve askeri açıdan ele geçiren
sömürgeciliğe karşı tüm coğrafyayı birlikte mücadele etmeye çağıran bir
örnekliği yaşadık. Bu yol mümkün ve tek çıkar yol olarak önümüzde duruyor.
Günümüzde
sosyalistler, “Müslümanlarla aramızda duvarlar var ve bizler kapıyı bulup
zorlamalıyız” çağrısı yapıyor. Bizler de anın vacibini yerine getirerek “aramızda
duvarlar var, kapıyı bulup zorlamaktan öte duvarları yıkmalıyız” çağrısını
yapabilmeliyiz.
Anın
vacibi, bizleri Siyonizme ve emperyalizme karşı direnişe; mezhebi, ideolojisi
farklı da olsa bölge halklarıyla dayanışmaya çağırıyor.
Harun Özkarakaş
27 Haziran 2025
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder