“Yeni Sol derken kastettiğimiz
tam da bu değil mi? Bırakalım şu ihtiyar adamlar, o ekşi suratlarıyla ve tüm
kayıtsızlıklarıyla, ‘neyin yeni solu?’ diye sorup dursunlar? Kendi hâlinden
hoşnut olma dönemi sona erdi. Bırakalım ihtiyar kadınlar, bilgece bir üslupla
ideolojinin sonuna dair şikâyetlerini dile getirsinler. Biz, yeniden harekete
geçiyoruz.”[1]
[C. Wright Mills, Letter to the New Left, 1960]
Amerikalı
sosyolog Wright Mills, ABD’de ve dünya genelinde gerçekleşen öğrenci olaylarını
şımartılmış orta sınıfın isyanı diyerek alaya alanlara cevaben New Left
Review dergisine “Yeni Sola Mektup” başlıklı bir yazı kaleme aldı.[1] Yeni
ortaya çıkan beyaz öğrenci hareketiyle ilgili yazısında Mills, “Yeni aydın
kuşağının toplumsal değişimin gerçek failleri” olabileceğini söylüyordu.
Mills’e göre bu hareket, köklü oluşumlara kıyasla hareketlerin hareketi olma
vasfına daha fazla sahipti.
“Aramızda Marx’ın ‘eski
zırvalar’ dediği şeyden bıkmayan var mı? Bugün kimin düşüncesi ve eylemi
radikal? Tüm dünya, bu soruya aynı cevabı veriyor: genç aydınlar.”
Mills,
esasında bu genç aydınlardan, onların teoriyle pratik, öğrenciyle işçi ve batı
ile batı dışı arasında köprü kurma ihtimaline sahip olmaları sebebiyle
umutluydu.[3] Mills’e göre, Batı’daki aydınların radikal toplumsal değişimi
düşünürken yeniden enternasyonalist bir niteliğe kavuşması ve başkalarının
bakış açılarını anlamak için onlarla temas kurmaya çalışması gerekiyordu. Bu
gençler, sömürgecilik sonrası bağımsızlık için mücadele eden güneyin
deneyimleriyle bağ kurmaya hevesli, komünist partileri eleştiren, sosyalist
ilkeleri temel alan küresel yeni sol için bir şiar ortaya koyuyorlardı. Burada
aynı zamanda ellilerin sonundan yetmişlerin ortalarına dek uzanan dönemde
Batı’da gelişen radikal düşünce ve eylemin önemli bir kısmına ilham veren Batı
harici dünyaya yönelik duygusal ve ideolojik ilgi anlamında üç dünyacılığın ilk
patikaları da açılmaktaydı.[4]
Küresel
yeni sol hareket, zirvesine birçok Arap ülkesini de içerecek biçimde, tüm dünya
genelinde öğrenci eylemlerinin başladığı 1968 yazında ulaştı. 1968’in ateşi,
tam da Haziran 1967’deki Arap-İsrail savaşının ardından tutuştu. Arap toplumları,
bu dönemde şok ve utanma aşamasından öfke ve ruh arayışı aşamasına geçtiler.
Ortadoğulu
aydınlar, bu dönemin etkilerini nesiller boyu tanımlamaya çalıştılar. 1967’nin
genel bir hikâyesini aktaran bu aydınlar, küçük farklılıklarla, Arap
toplumlarının yenilenme umutlarını Nasır’a bağladıklarından ve yaşanan yenilgi
sonrası o ağır uykularından uyandıklarından söz edip durdular.
Sonrasında
Araplar, olaylara dair söylemlerini benzer ifadelerle dile getirdiler.[5] Buna
göre yaşanan yenilgi, Nasırcı projenin yeniden gündeme geleceğine dair inanç
üzerinden, ya bir gerileme (nekse) ya da tüm medeniyetin yüzleştiği bir
hezimet olarak değerlendiriliyordu.[6] Her iki söylemde de savaş, esasında Arap
politik kültürünün büyük umutlarla ve çabalarla biçimlendiği dönemin ardından
gelen, sonrasında yeni gelecek vizyonlarının geliştirilmesini gerekli kılan
ideolojik hezimete denk düşüyordu.
Esasında
bu tarihyazımı, birçok sebebe bağlı olarak sorunludur.
1.
Savaş, Arap milliyetçiliğini ortadan kaldırmadı. Kültür düzleminde birçok Arap
müşterek kimliklerine ve birlik arzularına vurgu yapmayı sürdürdü. Bu vurgu
bugün de yapılıyor.[7] Politika düzleminde ise bölgesel politik sistem, 1967’yi
takip eden 30-40 yıl boyunca Arapların birliği ülküsünü merkeze koydu.[8]
2.
1967’nin sömürgecilik sonrasında gelişen iyimserliğin yerini ümitsizliğe
bıraktığı üzerinde duruluyor. Bu görüş, gereğinden fazla dillendiriliyor. Bunun
esasında Arap milliyetçilerine ait bir teorik yaklaşım olduğunu görmek
gerekiyor. Bu görüş, Nasırcılığı modern Arap tarihinin nihai sabitesi olarak
ele alıyor.
Burada
biz, 1967’nin önemli olmadığını söylemiyoruz. Haziran savaşının sadece
Nasırcılar değil, bölgedeki gelişmeye cevaplar arayan sonraki kuşaklar için bir
kopuşu ve dönüm noktasını ifade ettiğine hiç şüphe yok. Bu savaş, aynı zamanda
travmatik sonuçlar da doğurdu. Ama bu sonuçlara tek taraflı bakıp salt onlara
odaklanırsak, sonrasında gelişen ve Arap milliyetçilerinin yoluyla kesişmeyen
başka tarihsel süreçlerin üzerini külle örteriz.
On
yıl önce Suriyeli yazar Yasin Hacı Salih’in de dediği gibi, sıradan bir
yaklaşımla 1967’i her şeyi altüst etmiş olan bir tür “deprem” veya “felâket”
olarak okuyanları, 1967’nin “Araplarda plan yapma, gelişme, birleşme ve toprak
kaybı gibi konularda görülen yapısal kusurlar”ı açığa çıkarttığını söyleyen
Fuad Acemi[9] gibi Arap kültürü eleştirmenlerinin eleştirileriyle yüzleştirmek
gerekiyor.
Arap
milliyetçileri, bu momenti “ilk günah” olarak görüyor ve sonrasında Arap
devletleriyle toplumlarının çöküş yoluna girdiklerini iddia ediyorlar. 1967,
nekse veya hezimet olarak değerlendiriliyor. Bu hâliyle 1967 vurgusu, Salih’in
belirttiği felâketlerin üzerini örtüyor. Ayrıca bizim Haziran 1967 öncesi ve
sonrası arasındaki sürekliliği ve illiyet bağını görmemize mani oluyor.[10]
Salih’in
dediklerine bir hususu eklemek gerek. Asıl sorunlu olan, bu yaklaşımın Arap
politik kültüründe milliyetçilik, sosyalizm ve devrim arasındaki karmaşık
ilişkiyi basitleştiriyor olması. Nasır’ın Arap milletinin lideri olduğuna dair
görüş, fikir ve örgütlülük düzeyinde sert itirazlara mazhar oluyor. 1967
sonrası Arap politikasının gelişimini Nasırcılığın veya Arap milliyetçiliğinin
yenilgisinin bir sonucu olduğu tespitini aşacak bir yaklaşım üzerinden idrak
etmek istiyorsak bu itirazları dikkate almak gerekiyor.
Tarihyazımına
yönelik eleştirinin ardından ben, 1967’nin alternatif bir düşünsel soykütüğünü
aktarmaya çalışacağım. Bu noktada, küresel bağları ve etkileri, Haziran Savaşı
öncesi ve sonrası tarihi ile birlikte Yeni Arap Solu’na odaklanacağım.
1967,
Yeni Arap Solu nezdinde yeni politik hareketlere biçim verme ve geni bir
ideolojik alan açma konusunda önemli bir rol oynadı. Bu hareketler, Baasçılık,
Arap milliyetçiliği, Nasırcılık, sosyalizm, komünizm ve Filistin milliyetçiliği
gibi mevcut ortamlar içerisinde yaşanan ideolojik gelişmelerden beslendiler.
Yeni Sol için en önemli ortam, Arap Milliyetçileri Hareketi’ydi.
Genelde
1967 savaşının doğrudan bir sonucu olarak görülse de Arap politik kültüründeki
solculaşma, 1967 öncesine ait bir gelişmeydi.
Burada
benim amacım, Yeni Sol’un bakış açısı üzerinden, 1967 öncesi ve sonrasına ait
Arap politik kültürüne yeniden bakmak, böylece yirminci yüzyılın sonlarında
Arap Ortadoğusu’nda kaleme alınan tarihyazımlarını eleştirmek. Bu coğrafyada
“uzun altmışlar” boyunca yaşanan politik ve toplumsal gelişmeleri ne Arap
milliyetçiliğinin yenilgisine ne de sonraki tepkilere indirgeyebiliriz.
Muhammed
Haykal, 1967’nin sevra (devrim/Nasırcılık) dönemi ile servet
(petro-İslam) arasındaki ayrım çizgisi olduğunu söylüyor, bu anlamda sadece
mevcut projenin değil, “yanlış giden” her şeyin neden yok oluşa sürüklendiğini
anlatan, altmışlara ve yetmişlere dair güzel bir özet sunuyor.
Dahası,
Haykal’ın yaklaşımı, Mills’in “genç aydınlar”ının formüle ettiği, Nasır’ın
ajandasıyla kesişen ama ondan da ayrışan devrimci kurtuluş yolunu dünya
düzleminde açan bu genç aydınların geliştirdiği farklı sevra anlayışlarını
hükümsüz kılıyor. Bu koşullarda bakışlarımızı Yeni Arap Solu’na çevirmemiz
gerekiyor.
Yeni
Arap Solu ve “Uzun Altmışlar”
Ortadoğu
tarihçileri, Yeni Sol’un önemli bir yere sahip olduğu tarihsel süreçleri uzun
süre görmezden geldiler. Yeni Arap Solu’na dair akademik çalışmaların
yetmişlerden itibaren kaleme alındığını, bunların devrimci projenin zayıflamaya
başladığı bir dönemde ek görüş olarak gündeme geldiğini görüyoruz.[11]
Sonrasında
Arap Solu’nun tarihine ilgi yeniden arttı. Son yıllarda akademisyenler,
devrimci grupların ve fikirlerin hikâyelerini ellilerden yetmişlere uzanan
dönem bağlamında yeniden incelemeye başladılar.[12] Toby Matthiesen’in de kısa
süre önce dediği gibi bu, önemli bir gelişmeydi, zira “uzun altmışlar” denilen
dönem, Ortadoğu’nun geleceği için hayati önemdeydi. Neticede bölgeyi hâlen daha
şekillendiren yollar o dönemde çizildi.[13]
Yeni
Sol’un etkisini küçümseyen veya tümüyle görmezden gelen tarihçiler, esasında
milliyetçi söylemin nüfuzundan kurtulamamış kişilerdi.[14] Öğrenci
hareketlerini, yeni politik partileri, radikal düşünceyi ve kültürel
ifadelerini, antiemperyalist, Marksist-Leninist veya Maoist ideolojiye
örgütlenmiş devrimci hareketleri içeren Yeni Sol bölgedeki düzene kafa tutacak
büyüklüğe erişememiş olsa da bu hareket, Arap Ortadoğusu’nda o “uzun altmışlar”
denilen dönem boyunca muazzam bir etki yarattı. Zirvede oldukları dönemde
Filistinli fedai örgütleri, toplamda 50.000 civarında bir gücü ifade ediyordu,
bu anlamıyla ilgili örgütler, İsrail’e veya Arap rejimlerine kafa tutacak güce
hiçbir zaman kavuşamadılar.[15] Ancak bu örgütlerdeki halk devrimi anlayışı,
bugünkü Arap ayaklanmalarına dek Arap toplumlarını etkilemeyi sürdürdü.
Ben
bu makalede, 1967 savaşını zirvesine 1968’de ulaşan, ellilerin sonundan kök
alan küresel Yeni Sol ile sohbete sokmak gerektiğini söylüyorum. Bu amaç
doğrultusunda ben, küresel Yeni Sol’un 1967 savaşına yol açan olaylar
üzerindeki tesirini ve savaşın takip eden yıllarda Yeni Sol’un gelişimine nasıl
etkide bulunduğunu inceliyorum.
Bu
tür bir incelemenin, öncelikle küresel Yeni Sol’un ve Arap Yeni Solu’nun
tanımına ihtiyacı var. Yeni Sol, Soğuk Savaş üzerinden oluşan dünya düzenine
dair bilgi ışığında kapitalizmin, emperyalizmin ve demokrasinin eleştirilmesi
için gerekli zemini yeniden tefekkür etmeye çalışan genç aydınları ve
eylemcileri ifade ediyor. Altmışlardan önce ve sonra başka Yeni Sol akımlar da
açığa çıktı elbette ama ben, burada esas olarak belirli bir tarihsel momente
atıfta bulunuyorum.
Yeni
Sol, ırk, siyaset ve patriarka temelli hâkimiyete ve ekonomik sömürüye karşı
çıktı. Maddi yoksunluktan kurtuluşu, düşünce ve yaratıcılık özgürlüğünü
savundu. “Ruhun serbest kalabilmesi” için demokratik sürecin işletilmesine ve
bireysel hakların genişlemesine ihtiyaç vardı. Bir yandan da Yeni Sol, işçi
sınıfı dışındaki devrim alanının genişletilmesini sağladı.
Sömürge
ülkelerinde Yeni Sol hareketler, “doğrudan eylem” fikrine Batı’daki
hareketlerden daha fazla destek sundular. Doğrudan eylem, devlet, toplumsal
otorite veya köklü sol partiler gibi sağlam zemine sahip güçlerin karşısına
dikilmeyi gerekli kılıyordu. Bu hareketlere göre devrim, toplumun aşağıdan
yukarıya devrimci müdahaleyle dönüştürülmesini, toplumsal dönüşümün aracı
olarak kamusal alanın işgal edilmesini, alternatif yaşam biçimlerinin,
kadroların, komünlerin ve yerellikle ilişki üzerinden politik hayatın yeniden
diriltilmesini ifade ediyordu. Yeni Solcu eylemciler ve düşünürler, bir yandan
da kendilerini Mills’in önerisi üzerinden “başarılı olabilmesi için küresel olması
gereken”, eşgüdümlü işleyen dünya-tarihsel hareketin parçası olarak
gördüler.[16]
Şurası
açık ki bu fikirler, her yerde tatbik edilebilecek bir plandan ziyade sola
sunulmuş, politik hayatın yenilenmesi için gerekli yönergeler olarak
tanımlanmaktaydı. Yenilenme gerekliydi çünkü Sovyetler Birliği ve ona müttefik
olan komünist partiler, Yeni Sol’un ifadesiyle, “sosyalizmin demokratik
kökleri”ne ihanet etmiş olan, devrim ve demokrasi karşıtı “bürokratik komünizm”
kalıbı içerisinde katılaşmıştı.
Batı
Avrupa’da faaliyet yürüten, İkinci Dünya Savaşı sonrası kapitalist ve
emperyalist genişleme sürecine gerekli cevapları üretebilecek ideolojik ve
örgütsel yenilenmeyi gerçekleştiremedikleri gibi mevcut düzene alternatif de
sunamamış olan sosyal demokrat partiler ise bünyelerindeki merkeziyetçilik
sebebiyle eleştiriliyorlardı. Bu iki solun arasında konum almaya çalışan Yeni
Sol, bırakalım “hareketlerin hareketi” olmayı, hiçbir vakit, yukarıda aktarılan
ana ütopik hedeflere farklı yaklaşımları benimseyen, sol politikayı özgürlükçü
bir yerden yorumlayan, kendi içinde tutarlı bir hareket de olamadı. Bu
hareketler, yerelliklerde ve dünya genelinde faal olan sosyalist geleneklerin
içinden çıktılar. Aynı şekilde, bu hareketler, politik ve kültürel bağlamlara,
aynı zamanda tarihsel koşullara tabiydiler.
Batı
haricinde Che gibi Latin Amerikalı devrimciler, kentlerde işçi sınıfının
öncülerine dayanan komünist parti stratejisine alternatif olarak kendi halk
seferberliği anlayışını gündeme getiren küçük gerilla birlikleri anlamında
fokoculuğun kırda başvuracağı yeni isyan taktiklerini takdim ettiler. Bu
taktikler, sömürgeciliğin sonuçları ve dolaylı sonuçlarıyla hâlihazırda
mücadele eden başka ülkelerdeki devrimcilere sıcak geldi. Cezayir, Vietnam,
Kongo ve 1965 sonrası Filistinli gerilla örgütleri, doğrudan eylem fikrini
benimseyerek, sadece Arap milliyetçisi liderlerden değil, ayrıca ilgili aşamada
Nasır’dan yana olan Filistin Kurtuluş Örgütü’nden de koptular.
Che,
Mao, Giap ve Marighella gibi devrimci liderlere talip olanlar, eylemci örgütler
kurdular. Bu örgütler, Cezayir, Filistin ve Lübnan’da önemli yankıları olan Üç
Kıta Hareketi’nin zeminini teşkil etti.
Üç
Kıta Hareketi, Batı emperyalizmine ve kapitalizmine küresel bir alternatif
sunulması gerektiği üzerinde duruyordu. “Üç Kıta” ismini taşıyan ilk konferans,
Ocak 1966’da Havana’da gerçekleştirildi. Bu, Asya, Afrika ve Latin Amerika’da
mücadele eden örgütlerin ve ülkelerin temsilcilerini bir araya getiren çalışma,
Batı emperyalizmine karşı çıkıyor, bağımsız ulusal kalkınma fikrini
savunuyordu.[17]
Birçok
yönden aştığı Bandung Konferansı’yla kıyaslandığında Üç Kıta Konferansı, daha
fazla eylem odaklıydı, ayrıca direnişlere enternasyonalist açıdan yaklaşan konferans
güneydeki ülkelerle dayanışma ilişkisi kuruyordu. Bandung gibi Üç Kıta
Konferansı da sömürge ülkelerde ve kısa süre önce bağımsızlığına kavuşmuş
ülkelerde politik düşünceyi büyük ölçüde etkiledi.[18]
Arap
ülkelerinde Yeni Solcu yürek, ellilerin sonlarında atmaya başladı. Hareket,
ilkin Arap komünist partilerine, ardından da Arap Milliyetçi Hareketi’ne tepki
olarak ortaya çıktı. Müesses nizamın yeni kuşağın yüzleştiği güçlüklere,
bilhassa Filistin meselesine çözüm sunamadığını düşünen gençler, kırkların
sonlarında yeni hareketler inşa etmeye başladılar.
1952
darbesinden itibaren Kahire, 1962’de FLN’nin Fransa karşısında elde ettiği
zaferden itibaren Cezayir, gençlerin devrimci başkentleri hâline geldi. Bu iki
mücadele merkezi, gençlere devrimci hassasiyetler için gerekli yapıyı temin
etti.[19] Sosyalizm, Arap milliyetçiliği ve antiemperyalizm adına yapılacak
devrim, artık bir ülkü değil, kendisini aşama aşama geliştiren, gerçek bir
projeydi.
Fadi
Bardavil’in söyleşi yaptığı eski bir Lübnanlı militanın da dile getirdiği
biçimiyle, gençler arasında baskın olan politik hassasiyet, ulusal sınırları
temel alan mantıkla çelişiyordu. Sınırlar, o günlerde bugünlere nazaran daha
geçirgen kabul ediliyordu. Neticede farklı ideolojik düzlemlerde farklı milletlerden
kesimler ve aydın grupları bir araya geldiler.
Bu
bağlamda, devrimci sosyalizmin ellilerde ve altmışlarda yaşadığı gelişimi
antiemperyalizm ve Arap milliyetçiliği bağlamında ele almak gerekiyor. Tüm
hassasiyetlerin ve ideolojik hedeflerin ana zeminini bu iki ideoloji
oluşturuyor. Bardavil’in yerinde tespitiyle, Arap milliyetçiliği “güçlü
duyguların dünyası”ydı.[20] Farklı kitle hareketleri bu duyguları örgütledi.
Bazıları Nasırcı ve Baasçı devlet projelerinin peşinden giderken bazıları da
bunlara karşı çıktılar.
1967
savaşı, genelde politik duyguları yeni bir yola sokan, Nasır gibi eski
devrimcileri yeni gericilere dönüştüren, Filistinli örgütlerin gerilla
taktiklerine başvurdukları, aydınların ulusal kurtuluş ve sosyalist ütopya için
radikal cevaplar aramak adına kolları sıvadıkları farklı bir aşamayı başlatan
bir olay olarak yorumlanır. Ben de bu anlatımın doğru olduğunu, ama Haziran
Savaşı’nın yol açtığı kopuşa aşırı vurgu yaptığını düşünüyorum. Haziran
1967’deki değişiklikleri önceki tartışmalara, özellikle önemli Yeni Solcu
hareketleri doğuran Arap Milliyetçi Hareketi içerisinde süren tartışmalara
bağladığımızda daha derin, daha ilginç ve daha gerçekçi bir resim ortaya
çıkacak.
1967’nin
Hareketi “Radikalleştiren” Etkileri
Savaşın
siyasi alanı radikalleştiren sonuçlarını birçok çalışma ele aldı. Chamberlin’in
FKÖ ve Amerikan karşı-devrimciliğinin 1967 sonrası yeni Filistin soluna karşı
geliştirdiği cevap ile ilgili çalışmasında dile getirildiği biçimiyle, savaş,
Filistin toplumunu “geleneksel güçlerle devrimci güçler arasında yaşanan
savaşın sahası”na dönüştürdü ve Arafat ile Habeş gibi liderleri Arap
siyasetinde öne çıkarttı. Arap sosyalizminin kutsal mekânları olarak Kahire ve
Şam’dan, onların sunduğu devrimci örneklikten umudunu kesen bu liderler,
Vietnam ve Küba gibi uzak diyarlardaki devrimci hareketler üzerinden meşruiyet
zemini bulmak zorunda kaldılar.[21] İdeolojinin ve duygu dünyasının değiştiği
koşullarda hayal kırıklığına uğramış Arap milliyetçileri ve sosyalistler,
ayrışmalara ve birleşmelere tanıklık ettiler. Bu hareketler, artık İsrail ve
ABD’nin çıkarlarıyla mücadele ederken dolaysız bir halk tabanı bulma çabası
içine girdiler.
FHKC,
bu yeni hareketlerden biriydi. Hareketin liderlerinden olan Corç Habeş, Arap
Milliyetçi Hareketi’nin kurucu isimlerinden biriydi. Aralık 1967’de FHKC kurucu
metnini yayımladı. “Mücadele eden halk kitleleri”ne hitap eden metin, “devrimci
şiddet” ihtiyacına vurgu yapıyor, düşmanın sadece bu dilden anladığını
söylüyordu.
Öncüsü
Fetih olan, Filistinli fedailerinin öncülük ettiği halk kurtuluş hareketi
Haziran 1967 sonrası Filistin’in kurtuluşuna uzanan yolun Arapların birliğinden
geçtiğine dair iddiasından vazgeçti ve Arap cephesinin tüm noktalarında süren
kavganın lideri hâline geldiğini söyledi. Manifestoda dile getirildiği
biçimiyle, bu kavgaya tüm Araplar iştirak etmeliydi, zira “işgal altındaki
topraklarda bizzat Filistin halkı tarafından yürütülen savaş, Arapların dünya
emperyalizmine ve ona uşaklık eden güçlere karşı isyanının etkin bir
parçası”ydı. Verilen mücadele, aynı zamanda dünya genelinde tüm antiemperyalist
güçleri bir araya getirecek bir ittifakın oluşturulmasına ihtiyaç
duyuyordu.[22]
Yüzeyden
bakıldığında, eskiden Araplara vurgu yapan Habeş’in artık antiemperyalist
devrimin halkın içinden gelen liderleri üzerinde duruyor oluşu, bir tür siyaset
değişikliğiymiş gibi görünebilir, zira Habeş, eskiden Nasır’a ve Arap
Milliyetçi Hareketi’ne yakın bir isimdi. Oysa bu makalede ortaya koyduğum
üzere, Fetih gibi AMH de bir süredir Filistinlilerin ve Arapların mevcut kötü
hâlini enternasyonalist ve halkçı bir yerden ele alıyordu. Haziran 1967 sonrası
Filistinlilere dağıtılan, “Halkın Silahlı Devrimini Nasıl Başlatacağız?” gibi
başlıkları taşıyan broşür ve bildiriler, bu anlamda, bir fikri aniden eyleme dökme
çabasından çok eski bir teorik faaliyetin devamı ve derinleştirilmesi olarak
görülmeli.[23] Bu teorik faaliyet, neticede yürüdüğü yolu tam da bu yeni
hareketlerin kendilerini ayırmaya çalıştıkları Arap milliyetçi geleneğiyle
belirli noktalarda kesişen bir pratikti.
Ulaştığımız
bu sonuç, esasında Yeni Sol’u ele alan, sınırlı sayıdaki çalışmayı temel
almakla birlikte, o çalışmalardan belirli ölçüde ayrışıyor. Yeni Arap Solu ile
ilgili İngilizcede yayımlanmış tek kitap, Tarık İsmail’in Arap Solu’nun 1976 sonrası
yürüdüğü yolu ele alan çalışması.[24] İsmail, kitabında Yeni Sol’a iki bölüm
ayırıyor ve burada tepki gösterilen, komünist partiler, Arap Milliyetçi
Hareketi (ve Nasır), ayrıca Baasçı partiler gibi yapıları “eski” Arap solu
kategorisinde değerlendiriyor. Bu yapılara Corç Habeş’in Arap Sosyalist Eylem
Partisi, FHKC ve 1969’da FHKC’den ayrılan Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi
gibi Filistinli örgütleri de dâhil ediyor.
Lübnan’da
Yeni Sol’u altmışların başında Sosyalist Lübnan[25] isimli küçük öncü aydın
grubu temsil ediyordu. Bu grup, altmışların başında teşkil edilmişti.
Sonrasında Lübnanlı Sosyalistler Örgütü adını taşıyan, AMH’nin Beyrut
şubesinden kopmuş bir yapıyla birleşerek Lübnan Komünist Eylem Örgütü’nü kurdu.
Irak’ta
Sosyalist Arap Hareketi, Baas partisiyle komünist parti arasında sıkışıp kalmış
bir yapıyken, Arap Körfezi’nde Suudi Arabistan, Yemen ve Umman’da faal örgütler
sosyalist devrimci ideolojiyi benimsemişlerdi.
İsmail’in
1967’in yarattığını söylediği bu Yeni Sol, İsrail’e ve başta ABD emperyalizmi
olmak üzere tüm dünya emperyalizmine karşı başarılı bir savaş yürütmek amacıyla
1967’de Filistin yanlısı güçlerin yaşadığı başarısızlığa bir tepki olarak ortaya
çıkmıştı.[26]
Aslında
Yeni Sol örgütlerin uzun tarihinin 1967’nin öncesine uzandığını İsmail de gayet
iyi biliyor. İsmail, savaş sonrası oluşan tepkinin önceki on yıl boyunca
Nasır’ın Mısır’ı, Baasçı Suriye ve Irak ayrıca özelde AMH içerisinde gelişen
solcu örgütlerde yaşanan örgütsel ve ideolojik rahatsızlığın somutlaşmış hâli
olduğunu düşünüyor. Ama İsmail bir yandan da, bu örgütlerin ideolojilerini net
bir biçimde tanımlayıp uygulayamamış olmalarının politik zayıflığa ve ideolojik
tatminsizliğe yol açtığını söylüyor.[27]
Baas
ve AMH’de olduğu gibi esasında politik güçsüzlük hissi, yeni oluşumları
tetikledi. Bu örgütler, farklı sosyalist görüşleri benimsedi. Kendi
bayraklarını alıp, yeni taleplerin, yeni politik yöntemlerin ve net bir
ideolojik tanıma bağlanma iradesinin basıncıyla ayrıştı. 1967 savaşı, bu
ayrışmaları belirli bir karar eşiğine getirip bıraktı. Sonrasında döneme uygun
Yeni Sol hareketler ortaya çıktı.
Hâsılı,
İsmail’in “açıktan Marksizm-Leninizme bağlı olduğunu beyan eden bu yeni partiler
ve/veya örgütler” dediği “Yeni Arap Solu”, esasında sadece Nasır’ın Arap
devrimini ileriye taşımak yerine onu boğan liderliğinin yanında statükoya karşı
hoşnutsuzluğu giderek yoğunlaştıran eski örgütlerin ve politik olayların
ürünüydü.[28]
Doğrudur,
Yeni Sol hareketler, Haziran yenilgisinin sonucu olarak, tam da Haziran Savaşı
sonrası kuruldular. Ancak rüşeym hâlindeki Yeni Sol içerisinde süren ideolojik
tartışmalar daha derin ve daha ilginçti, hatta uluslararası hareketin İsmail’in
sandığından daha çok güdümündeydi.
Ben,
burada “Yeni Sol” ifadesinin anlamını ortaya koyacağım diye kelimeleri eğip
bükmenin derdinde değilim. Bahsi edilen dönem boyunca Arap Solu’nun yerinde ve
detayları içeren bir tarihyazımını geliştirmenin önemli olduğunu, bu çabanın bizim
1967 savaşında Arapların yaşadıkları yenilginin sonucu olan, aynı zamanda ona
yol açan sebepler arasında bulunan temel ideolojik anlaşmazlıkları anlamamıza
katkıda bulunacağını düşünüyorum.
Altmışlar
açısından şu sorular önemli bir yere sahip: Arap coğrafyasında bir devrimci
proje, isyan konusunda geliştirdiği geleneklere ve elde ettiği başarılara ne
kadar bel bağlamalı, uluslararası devrimci sosyalizmden neler alınmalı, onunla
kurulacak bağ ne düzeyde olmalı? Uluslararası sosyalizmin deneyimlerinden ne
kadar yararlanılmalı?
Arap
Milliyetçi Hareketi’nde Enternasyonal Sosyalizm
Haziran
1967’deki savaşı basitleştirici bir yaklaşım dâhilinde “Arap milliyetçiliğinin
Waterloo’su”[29] olarak gören anlayış, Arapların 1967 öncesi Nasır’ın projesine
sundukları desteğe gereğinden fazla vurgu yapıyor. Bu anlamda, aslında
hepimizin gayet iyi bildiği bir dizi gerçeği değersizleştiriyor:
1.
1961’de Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin çöküşüne uzanan süreçte Arap milliyetçi
hareketi içerisinde oluşan derin çatlaklar;
2.
Nasır’ın liderliğini kimi isimlerin kabul etmemesi;
3.
Özelde Filistin, genelde bölgede süren antiemperyalist mücadeleye dair yorumlarda
yaşanan anlaşmazlık.
Nasır’ın
projesine sunulan desteğe gereğinden fazla vurgu yapanlar, savaşa uzanan
süreçte Mısır, Suriye, Irak ve Ürdün’ün uluslararası ilişkiler düzeyinde
ulus-devlet merkezli hesaplar yaptığı gerçeğinin üzerini örtüyorlar.[30]
Politik ideoloji ve toplumsal hareketler düzleminde ise ilgili yaklaşım,
devrimci sosyalist eğilimleri, liberal hümanist eğilimleri, işçilerin ve
öğrencilerin kurtuluş mücadelesini, genelde Arap ülkelerinde ve dünyada Yeni
Sol’un asli hedefler olarak gördüğü özyönetim, iktidarın ve kaynakların
merkezsiz kılınması ve özyönetim kavgasını marjinal şeylermiş gibi görüyor.
Hâsılı bu yaklaşım, ilgili dönemde politik açıdan aktif olan Arapların dünyayı
görme tarzını öne çıkartıyor.
Ben
burada ilgili eğilimleri, Haziran Savaşı öncesinde, esnasında ve sonrasındaki
halleri üzerinden analiz etmeden önce, Yeni Sol’u 1948 sonrası Arap
Ortadoğusu’nun genel politik zeminine yerleştiren, köklerini Arap Milliyetçi
Hareketi’nde bulan, milliyetçilikten devrimci sosyalizme doğru dönüştüğünü
söyleyen yaklaşımımı kısaca aktaracağım.
Yeni
Sol örgütler, Arap sahnesine “Arap sosyalizmi”yle kaynaşan laik milliyetçiliğin
1948’de Filistin’in kaybına mani olamayan eski elitlerin başarısızlığına bir
cevap sunduğu koşullarda ortaya çıktı.[31] Arap sosyalizmi anlayışını ilk
geliştiren isim, Batılı ve materyalist değerleri dayattığını düşündüğü
komünistlere karşı kırklarda Baas Partisi’ni kuran Mişel Eflak’tı. Eflak’a göre
“Arap sosyalizmi, milliyetçi devletin bir kolu ve sonucu, milliyetçiliğin
dayattığı bir zorunluluk”tu. “Arap sosyalizmi, milliyetçi ülkü denilen köke
bağlı bir kol”du.[32] Eflak, milliyetçiliğin (kavmiyetçiliğin) Arap
sosyalizminin inşası için gerekli manevi temeli temin ettiği
düşüncesindeydi.[33]
Sömürgecilik
karşıtı kavganın zirvede olduğu koşullarda sosyalist ilkelerle ve Fihteci “kan
ve toprak” anlayışını esas alan milliyetçi ilkeleri muğlak bir zeminde
harmanlayan bu yaklaşım, geniş ilgi gördü. Arap öğrenciler, örgütlenerek yeni
partiler ve hareketler inşa ettiler, hatta bunların bazıları, Suriye, Irak,
Cezayir, Mısır, Libya ve Yemen’de iktidara geldiler.
FLN
haricinde Baasçı partiler, Genç Subaylar Hareketi ve Arap Milliyetçi Hareketi
(AMH), bölgeleri kuşatan, devrimci düşünce ve eylemin gelişeceği önemli bir zemin
oluşturdu. 1949’da Şam ve Beyrut’taki Filistinli öğrencilerden oluşan küçük bir
grubun kurduğu Arap Milliyetçi Hareketi, ellilerde tüm bölgeyi kuşatan hücre
ağına sahip oldu.[34] Arap solculuğu, tam da bu zeminde gelişti. İşte asıl
mesele de bu gelişmenin üzerinde pek durulmaması.
Ta
başından itibaren AMH’nin düşünce dünyasının merkezinde Filistin vardı. Ama
ellilerin sonlarından itibaren bu düşünce dünyası, toplumun sosyalist
dönüşümüyle ilgili yaklaşımları benimsedi. Zamanla ilgili eğilim Marksizme evrildi
ve neticede Arap Körfezi’ndeki önemli devrimci hareketler yanında FHKC ve FDKC
gibi yapıları üretti.[35]
İlk
başta AHM, uluslararası meseleler ve gelişmeler konusunda pek bir görüş ortaya
koymadı. Zaten bu dönemde sosyalizm de milliyetçi fikirlerin ve önceliklerin
gölgesi altındaydı. Örgütün eski üyelerinden Velid Kazziha’nın da aktardığı
gibi, ellilerde Beyrut’ta örgüt üyelerinin yabancı bir ürün almasına izin
verilmiyor, onlardan gizli çalışma yürüten kardeşlik örgütü bünyesinde milli
davaya sıkı sıkıya bağlı olmaları bekleniyordu.[36]
Örgütsel
düzeyde diğer birçok örgüt gibi AHM de faşistlerde görülen güçlü lider
anlayışını benimsedi. Corç Habeş, her ne kadar tartışmalı bir isim olsa da yeni
üyelerin karşısına karizmatik bir isim olarak çıkartılıyordu[37] Örgüt üyeleri,
ideolojik açıdan faşist değil, milliyetçiydi. Lübnanlı Dürzi düşünür Ali
Nasreddin ile Arap milliyetçisi düşünür Sati Husri gibi isimlerden beslenen
üyeler, bir yandan da Nekbe ve Arapların intikam alması (örgütün çıkarttığı dergilerden
birinin adı Zar’dı [“İntikam”]) fikri üzerinden kendince okumalar
gerçekleştiriyorlardı. Eski liderlerin kendilerine ihanet ettiklerine inanan
birçok Arap, güçlü olmayı, birleşmeyi ve bağımsızlaşmayı müşterek hedef olarak
belirledi. AMH’ye göre, Araplar Filistin’i ancak birleştiklerinde geri
alabilirlerdi ki bu da toplumsal düzeyde ajitasyon faaliyetine ihtiyaç
duyuyordu. Asli hedef, toplumsal alanı reforma tabi tutmak değildi. Bu hedefe
Arap ülkelerini birleştirecek devrimden sonra da ulaşılabilirdi. Bu sebeple,
Arap Milliyetçi Hareketi, Suriye ve Mısır’ın Birleşik Arap Cumhuriyeti çatısı
altında birleşmesi fikrine destek verdi, ayrıca bu cumhuriyetin yürürlüğe
koyduğu sosyal reform programlarından da beslendi. 1961’de cumhuriyetin
dağılması sonrası hareketin bazı üyeleri Nasır’a yakınlaşırken, bazıları da
Suriye Baası’nın liderlerinin emriyle atıldıkları hapishanelerde ömür
çürüttüler.[38]
AMH’ye
birçok Arap ülkesinden, farklı geçmişlere sahip insanlar örgütlendi. Bu da
örgütün bütünlüklü yapısını muhafaza etmesini güçleştirdi. Güçlü ve merkezi bir
lider kadrosu oluşturmaya ve düşüncelerin seyrini izleyecek araçları devreye
sokmaya başlayınca böylesine farklı renkleri içeren, çok boyutlu bir hareketin
varlığını sürdürmenin çok zor olduğu görüldü.
AMH,
farklı toplumsal geçmişlere, düşünsel bagajlara ve milli geleneklere sahip
bireylerin kendilerince katkıda bulundukları karmaşık ve çok uluslu bir
birlikti. Arapçılık, üyeler arasındaki bağı tanımlayan ve oluşturan düşünceydi.
Buna karşın hareket, intikam, birlik, hürriyet, Arapçılık ve Arap
milliyetçiliği gibi ana ideolojik yaklaşımlara yönelik farklı görüşleri içeren
bir yapıydı.[39]
Batılı
fikirlere açık olan ve farklı unsurları içeren kamusal alanıyla Lübnan’da
politik liberalizm ve enternasyonalizm güçlü geleneklerken, Körfez’de Suudi
Arabistan sorunu ve emperyalizmle petrol arasında doğal sebeplere bağlı olarak
oluşmuş olan yapısal ilişki, ağırlıklı bir yere sahipti.
Ellilerin
sonuna dek AMH’nin bakış açısı bölgeyle sınırlı kaldı.[40] Üyeler yürüttükleri
mücadeleyi, müşterek cemaate denk düşen dini bir terim olarak “Arap ümmeti”
üzerinden anlamlandırıyorlardı.[41] Ancak bu, esasen söylem düzeyinde öne çıkan
bir kavramdı. Farklı yükümlülüklerin ve itirazların koşulladığı farklı
emperyalizm değerlendirmeleriyle AMH, zamanla Arap gerçekliğinde uluslararasını
gören bir emperyalizm teorisi geliştirdi.[42]
Filistinli
mülteciler Corç Habeş, Nayif Havatima gibi önemli AMH üyeleri, Batılı
emperyalist güçlerin İsrail’in oluşumuna ve hayatta kalışına nasıl katkıda
bulunduğunu, bu güçlerin uluslararası sistem içerisinde sahip oldukları
hegemonik konum üzerinden Arap milletini bölmek için sürekli çalıştıklarını
görüyorlardı. AMH kadroları, bulundukları Lübnan, Ürdün, Suriya, Mısır ve
Kuveyt gibi ülkelerde emperyalizmin Arap ajanlarına karşı koyacak ağlar inşa
ettiler, direnişi örgütlediler, uluslararası güçlerin çabalarına bu şekilde
cevap verdiler. Aynı kadrolar, solcu konum uyarınca, sosyal adalete dair
meseleleri dert edindiler, eylemlere katıldılar, gençleri örgütlediler. Bu
insanlar, 1960 öncesi dünya genelinde gelişmiş olan hareketin bilinçli
unsurlarıydı.[43]
Ancak
1957’deki Ulusal Konferans’ta başlayan, zirvesine Mills’in New Left Review
dergisine mektup yazdığı 1960 yılında ulaşan süreçte AMH içerisinde önemli bir
değişiklik yaşandı. Hareket bünyesinde enternasyonalist sosyalist eğilimle
toplumsal devrim aşaması öncesi birliğin sağlanması gerektiğine inanan eğilim
arasında bir ayrışmaya tanıklık edildi. Beyrut’ta çıkan Hürriyet dergisine
makaleleriyle katkı sunan Marksist birikimiyle Lübnanlı Şii İbrahim Muhsin,
AMH’yi Arap halk kitlelerinden koparttığını düşündüğü aşamacılığa yönelik
muhalefete öncülük etti. Arap solcuları nezdinde Mills’in mektubuyla aynı
zamanda yazılmış, onun kadar tesir yaratmış olan makalesinde İbrahim Muhsin,
şunları söylüyordu:
“Arap milliyetçiliği
hareketinin ilerici toplumsal devrimden ayrıştığı dönem sona ermiştir. Bununla
birlikte, bağımsızlık ve birlik taleplerini uygun bir ilerici teorik çerçeveye
yerleştirmeden bu talepleri savunmuş olan, iki dünya savaşı arasında Arap
vatanında mücadele yürüten geleneksel milliyetçi partilere ait olduğumuz o
aşamanın sonuna gelinmiştir.”[44]
İbrahim’in
destekçileri vardı. Ancak Corç Habeş’e sempati duyanlar açısından bu türden bir
ilerici sapma, esasen milliyetçi projeyi tehdit edecek, enternasyonal
sosyalizme yönelik aşırı vurgudan başka bir anlama sahip değildi. Habeş ve
mensubu olduğu politik kanat, Hürriyet grubunu komünist görüyor, Arapların
başındaki belâyı enternasyonalist bir yerden okumanın tıpkı Arap komünist
partilerinde tanık olunduğu gibi, milli hareketin özgürlüğünü ortadan
kaldıracağını düşünüyordu.[45]
1967’de
Marksizmin Sahneye Çıkışı
1957-1963
arası oluşan hizipler, sadece soyut tartışmalardan neşet etmiş olgular değildi.
Bu dönem boyunca AMH, Abdürrezzak Takriti’nin 2012 tarihli Muson Devrimi
kitabında ayrıntılarıyla anlattığı, Umman’daki iktidarı yıkmaya yönelik
devrimci faaliyetlere iştirak etti, ardından örgüt, devrimi Suudi Arabistan’a
ihraç etmeye çalıştı. AMH üyeleri, bölgede süper güçler arasındaki kapışmanın
dışında durmaları gerektiğinin bilincindeydiler. Ancak öte yandan, devrimin ve
karşı-devrimin enternasyonalist niteliği üzerinde giderek daha fazla durdular.
Örneğin 1964’te AMH’nin önde gelen üyelerinden biri, Kuveyt’te yapılan,
Körfez’de faaliyet yürüten üyelerin düzenlediği toplantıda, Suudi Arabistan’ın
konumuyla Maoist Çin’in Asya’daki konumunu kıyasladı. Bu üyeye göre, kitleleri
harekete katmak suretiyle, devrimin ticari çıkarların kalbine bıçağı saplaması
gerekiyordu.[46] Hürriyet dergisinde de süreç içerisinde Amerika’daki insan
hakları hareketi yanında Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki sömürgecilik
karşıtı savaşlara dair yorumlara daha fazla yer verildi.
Örgütün
ana görüşü, İsrail ve Batı karşısında Arapların egemenliğine yeniden
kavuşmasını öngören milliyetçi ideoloji üzerine kuruluydu. Ancak emperyalizm
konusunda örgüt, kapitalizme ait bir uzantı olarak emperyalizmin devlete sahip
olma imkânını ortadan kaldırdığını söyleyen Marksist-Leninist emperyalizm
teorisine yöneldi.[47] AMH’nin 1957’de yayınladığı resmi belgelerinden biri,
“tekelci kapitalizmin doğal olarak emperyalizm denilen uzantıya yol açtığını”
söylüyordu.
Bu
mantık uyarınca “milliyetçi mücadele, hem antiemperyalist hem de antikapitalist
bir mücadele”ydi. Arapların birliği için mücadeleyi öncelikli gören aşamacı
model asli zorunluluk mudur değil midir, ayrıca ekonomik ve toplumsal
öncelikler aynı anda geliştirilebilir mi geliştirilemez mi gibi sorular
üzerinden süren tartışma, bu yaklaşım üzerinden sona erdi. Aşamacılık ve
devrimci örgütlerin asli öncelikleriyle ilgili bu tartışma, aynı zamanda Arap
ülkelerinin meşru liderleri burjuvaziyle ittifak kurmalı mı kurmamalı mı
üzerinden süren mücadelenin somut bir tezahürüydü. Bu tartışma, sadece AMH ile
Baasçıları değil diğer tüm solcu örgütleri böldü.
1963
tarihli konferansta Muhsin, sınıfsal analizi öncelikli görmek gerektiğine dair
gerekçelerini detaylarıyla aktardığı raporunu sundu. Muhsin, zamanla Nasır’a
yakınlaştı hatta onun yoldaşı oldu, altmışlı yıllar boyunca neredeyse her ay
Nasır’ı ziyaret etmek için Kahire’yi gitti.[48] Nasır’ın niyeti, tüm Arap
devrimci hareketlerini, özelde İsrail’le çatışma sürecini tetikleyebilecek
Filistinli örgütlerini kontrol etmek, bu Filistinli örgütlere süreci provoke
etmelerine imkân vermemekti.
Bu
süreçte Nayif Havatima gibi AMH’nin önde gelen Filistinli üyeleri, tıpkı
Vietnamlılar ve Cezayirliler gibi doğrudan eylem modeline ihtiyaç olduğuna
inanmaya başladılar. Zaten o dönemde birçok Filistinli ülke dışında olduğu için
içeride kitleleri harekete geçirmek de pek mümkün değildi.
Milliyetçi
teoriye bağlı olanlarla sınıfsal analizi benimseyenler, AMH içerisindeki
Nasırcılarla fedai fikrine meyilli örgütler arasında yaşanan bu çatışmalar,
hiçbir zaman çözüme kavuşturulamadı. Ancak taraflar, bir şekilde geçici
anlaşmaya vardılar ve bu anlaşma dâhilinde hareket, 1967 savaşı mevcut
ayrışmaları kontrol edilemez düzeye taşıyana dek varlığını sürdürdü.[49]
Muhsin
İbrahim’in 1960 Hürriyet dergisine yazdığı, Arap milliyetçilerine Arap halkının
toplumsal mücadelelerine, özellikle işçi ve köylülerin mücadelelerine
örgütlenmeleri çağrısı yapan makalesi bomba etkisi yarattı. Yazı, Birleşik Arap
Cumhuriyeti’nin hatalarına cevap olarak, ellilerin sonlarında hareket
içerisinde tavırlarda yaşanan değişikliği özetleyen bir çalışmaydı. AMH’nin ona
bölge ölçeğinde daha iyi hareket etme imkânı sunacak, esnek bir örgüte ihtiyacı
olduğunu artık birçok insan görüyordu. Bu üyeler, aynı zamanda solcu güçlerle,
mücadele eden sınıfların gündelik dertlerine tercüman olacak ittifaklar
kurulması ve Arap komünist partileriyle doğrudan rekabet edilmesi gerektiğine
inanıyorlardı.[50]
Arap
komünist hareketlerinin tekil mücadele alanlarından uzak durmak yerine, onlarla
doğrudan rekabet edilmesi fikri, hareketin uluslararası zemininin yeniden
düşünülmesi ihtiyacını gündeme getirdi. AMH üyeleri ideolojik düzeyde
sosyalistleştikçe düşünce ve eylem düzleminde bölgeyi değil, dünyayı gören bir
yaklaşımı benimsemeye başladılar.
Bu
yeni düşünce tarzı, AMH’nin “Suriye’de feodalizmin, kapitalizmin ve büyük çıkar
gruplarının kullandığı güç”[51] olarak görüp eleştirdiği Birleşik Arap
Cumhuriyeti’nin 1961’de dağılması üzerinden daha da güçlendi. “Yakın düşman”ı
bu şekilde tanımlayan AMH üyeleri, mücadelenin çerçevesini de çizdiler. Artık
sadece üretim üzerindeki tekeli ve mülkiyeti kontrol edenlerle değil, ayrıca
feodal veya kapitalist olmayıp mülk sahibi sınıfa mensup olmak adına basamakları
tırmanma hayali kuran “tüm müttefikler”le yani küçük burjuvaziyle de mücadele
edilecekti.[52] Küçük burjuvazi, Mısır ve Suriye’de Arap sosyalist hareketine
bugüne dek müttefik olanlar da dâhil, Arap rejimlerinin tümü değilse bile büyük
bir kısmına hâkim olan sınıftı.
Esasında
AMH bünyesinde Marksizmin milliyetçi mücadele zemininde bölgeye uyarlandığından
söz edemeyiz. Muhsin İbrahim, kendi duruşunu proletarya diktatörlüğüne karşı
demokratik merkeziyetçilik çağrısı olarak görüyor ve bu duruşu bu düzlemde
savunuyordu. İbrahim, aynı zamanda proletaryayı temsil eden ve ortak sorunlar
yaşayan İsrailli solcularla diyalog kurulmasını istiyordu. AMH içerisinde ilk
başta Yahudi karşıtı sonrasında Siyonizm karşıtı eğilimlerin güçlü olduğu
koşullarda bu, esasen cesur bir duruştu.[53]
Örgüt
içerisinde dümenin sola kırıldığı süreç bir boşlukta cereyan etmedi. Bu süreç,
temelde altmışların ortalarında Arap siyasetinde ve toplumunda açığa çıkan
eğilimlerin yansımasıydı. Sola yönelim, örgütün Baasçı rejimle Nasır konusunda
çatışma yaşaması ardından, tam da Corç Habeş’in Temmuz 1962’den Mart 1963’e
kadar Şam’da hapis yattığı dönemde gerçekleşti.
Bu
dönemde AMH üyeleri, bir yandan da Abbas Beydun ve Fevvaz Trabulsi gibi
Sosyalist Lübnan dergisinde yazan aydınlarla ve Lübnanlı Marksistlerle yakın
ilişki kurdular ama iki taraf, birbirlerinin dergilerine katkı sunmadılar.[54]
Habeş’in Beyrut’a dönmesi ardından hareket bölündü.
AMH’nin
milliyetçi kolunu eleştiren Muhsin İbrahim, bir yandan da AMH’nin kendisini
burjuva ve küçük burjuva bir örgüt olarak tarif ediyordu. Dolayısıyla, örgüt de
Arap rejimlerinden daha iyi değildi.[55] Bu saldırı, İbrahim’le Habeş’i karşı
karşıya getirdi. Pratiği teori karşısında her zaman önemli gören Habeş,
İbrahim’i ve ait olduğu hizbi genelde Arap kitleleri, özelde sıradan örgüt
üyelerini örgütten kopartacak aşırı teoricilikle suçladı.
Bu
süreçte İbrahim, örgütün Nasır’ın himayesinde kurulacak devrimci örgütler
koalisyonuna katılmasını istiyordu. 1964’teki tartışmaların ardından AMH
içerisindeki Filistinlilerin önemli bir kısmı Habeş’in yanında hizalanırken,
Iraklı ve Lübnanlı delegeler İbrahim ve Havatima’nın yanına gittiler. Aslında
bir şekilde bu iki taraf, Haziran 1967 sonrası yaşanacak gelişmelerin ilk
adımlarını ifade ediyordu. Bir taraf, Fetih’e ve ilk fedai eylemlerine açıktan
veya gizli olarak duyulan saygı temelinde yürütülecek doğrudan halk eylemlerine
yönelirken, diğer taraf, zaman içerisinde Marksist-Leninist teoriyi benimsedi.
Yenilgi
Sonrası Yeni Sol
Altmışların
sonunda kitleler ve devrimciler iki sıcak yaza tanıklık ettiler. Ortadoğu, 1967
savaşının şokunu atlatmaya çalışırken, dünya da gençlik isyanıyla
çalkalanıyordu. Bu dönemde, Almanya, Uruguay, Senegal, Fransa, Lübnan ve ABD
gibi farklı ülkelerde işçi ve öğrenci eylemleri çakıştı. Arap aydınlarının tüm
ümitsiz halleriyle kültürel krizin derinliğinden bahsedip durduğu dönemde yeni
toplumsal aktörler sahneye çıktılar ve 1968 yılını dünyayı sarsan bir momente
dönüştürdüler.
Farklı
ülkelerde açığa çıkan hareketler birbirlerinin yaptıklarını kopyaladılar,
mücadele içerisinde geliştirilen yeni yöntemleri birbirlerinden öğrendiler. Bu
sayede iletişim imkânları gelişti, böylece kişileri ve örgütleri birbirine
doğrudan bağlayan bağlar oluştu.
Paul
Berman, A Tale of Two Utopias [“İki Ütopya Masalı”] isimli kitabında
1968’de dört devrimin gerçekleştiğini söylüyor. İlk devrim, orta sınıf
alışkanlıklarını değiştiren öğrenci eylemleri. İkinci devrim, Batı’daki
modernleşme sürecinin geliştirdiği materyalizmi önemli bir kısmı üçüncü
dünyadan ödünç alınan yeni bir içerikle donatma çabası anlamında “ruh
sahasındaki ayaklanma”. Üçüncü devrim, sömürgelik halinden yeni kurtulmuş
ülkelerde gelişen, orman yangını misali her yanı saran Marksist-Leninist
hareketler. Dördüncü devrim de yeni gelişen devrimci sistemler içerisinde açığa
çıkmış totalitarizme karşı verilen mücadele.
Filistinli
fedailerin merkezde durduğu Yeni Arap Solu, 1967 sonrasında bu dört ayaklı
devrimin küresel öncülerinden biri olarak ortaya çıktı. Avrupa, ABD ve başka
yerlerde birçok Yeni Solcu örgüt, kendisini emperyalizme karşı örgütlenecek
halk mücadelesinin somut örneği olarak görüyordu.
Arap
Milliyetçi Hareketi açısından Haziran Savaşı, Muhsin İbrahim etrafında
toplaşmış olan Hürriyet grubu ile Corç Habeş yanında, Lübnan’da çıkan Muharrir
gazetesinin Filistin isimli ekine yayın yönetmenliği yapan yazar Gassân
Kenefâni gibi Filistinli militan aydınların oluşturduğu Filistin dergisi
grubunun önceliklerinin netleşmesini sağladı. Haziran 1967 öncesinde Filistin
dergisi grubu Nasır’a bağlıyken, savaş sonrasında hızla bağımsız eylem
çizgisini benimsedi.[57]
Bu
süreçte Habeş FHKC’yi kurdu. İbrahim ise uzun süredir dost olduğu Lübnanlı
Marksist örgütleri birleştirmek için kolları sıvadı. Şu veya bu düzeyde
Marksist olan iki örgüt de farklı vurgularla da olsa, Arap devriminin ve dünya
devriminin doğal öncüsü olarak bağımsız bir Filistin halk hareketinin
örgütlenmesi fikrini benimsedi.
Hürriyet
dergisinin 1967 yılının sonlarında çıkan sayıları, yenilginin izlerini
taşıyordu. Dergi, bu momentte Avrupa’daki eylemleri ve isyanları, bunlarla
birlikte, Küba ve Vietnam’daki gelişmeleri aktardı. Derginin Ağustos, Eylül ve
Ekim sayılarında “Vietnam’dan Ne Öğrenebiliriz?” türünden, Fransız öğrenci
hareketiyle Lübnan öğrenci hareketini, ayrıca AMH ile Castro Küba’sını
kıyaslayan makalelere yer verildi.[58] Bir başka makalede “Direniş Yolu Nereden
Geçer? Castro Araplara Ne Söyler?” sorusu üzerinde duruluyordu.[59]
Enternasyonalizme
yönelme süreci dâhilinde ABD, Arapların ve mücadele eden diğer halkların asli
düşmanı olarak belirlendi. Yaşanan yenilgiye yönelik tepki dâhilinde Havatima
ile İbrahim, Nasır’ın karşısında konumlandı. Bu karşıtlığın sebebi, sadece
Nasır’ın savaşa askeri açıdan hazırlanmamış olması değil, yürüttüğü
politikaların sosyalist niteliğinin yetersiz oluşuydu.[60]
Che
Guevara 9 Ekim 1967’de ölünce Hürriyet tüm sayısını bu konuya ayırdı. Derginin
bu sayısı, üzerinde “Guevara ya da Üçüncü Dünyanın Hiç Ölmeyecek Devrimi”
yazısının bulunduğu kapakla çıktı.[61]
Che’nin
ölümü bir sonraki sayının da konusuydu. Ömrünün sonuna dek solcu Lübnan
gazetesi Safir’in yayın yönetmenliğini yapan Talal Selman, bu sayıda hem
Che’nin ölümünü hem de “hezimet” olarak nitelenen, Nasırcı projenin ölümünü
birlikte ele alan bir şiirine yer verdi. Che’yi İsa’ya benzeten şiirde “Che,
mücadele eden, Küba, Bolivya ve Arap ülkeleri kadar esmer olan, yüz milyonlarca
insan yaşasın diye öldü. Tıpkı İsa’nın hayatında görüldüğü üzere Che’nin
hayatını kurtarmak zorunda olanların ihanetiydi onun canına mal olan”
tespitinde bulunan Selman ardından, kendisini de ihanet edenler arasında
sayarak “Che, seni ben öldürdüm!” diyordu.
“Ben veya
o, burada etrafımda olan herkes,
Şu hezimeti bize dayatanlar,
Başka başkentlerde oturup
Peşinen mağlubiyeti kabullenenler,
O lanet ihanetin küstah yüzünü görmek için
Hezimet yolunda silahlananlar…
Seni ben
öldürdüm, çünkü
elim silaha alışkın değil, çünkü
Silahım lal kaldı.
Çünkü o
sadece cenazelerde dilbaz ve neşeli.
Bu hep birlikte işlediğimiz suç, ancak
Guevara’nın yolundan gidersek,
Aşağıdaki dizelerde sureti beliren ortak düşmana karşı
o karanlık diyarlar ele silah alırsa affolur:
Guevara:
Benim seni öldüren…
Çünkü ahtapotun kollarına buralarda kimse dokunmadı.
Senin Küba’da
Başkalarının Vietnam’da kestiği gibi
Ben de burada kesseydim o kolları
Sen şimdi olduğun yerde olmayacaktın.
Onlar övüne övüne gösteremeyeceklerdi çıplak bedenini.
Amerika’nın ve doların dayattığı barış döneminde
Güneşi öldürmeyi doğal bir şeymiş gibi takdim edemeyeceklerdi.”
Selman’ın
bu hüzünlü ve kendisini kırbaçlamak kadar acı verici şiiri edebiyat tarihine
geçmeyebilir ama şiirin Haziran Savaşı’na yönelik duygusal ve ideolojik
tepkilere dair genel bir görüş sunduğuna hiç şüphe yok. Bu haliyle şiir, 1967
sonrası Yeni Arap Solu’nun girdiği iki yolu özetliyor. Selman, bir yandan
1967’yi o dönem başlayan güçlü özeleştiri sürecine uygun düşen bir okuma
yapıyor, bir yandan da umutlarını Asyalı, Afrikalı ve Arap kimi isimlerin
temsil ettikleri küresel devrime ait yeni ikonik kahramanların başlattığı halk
hareketine bağlıyor. Şiirde aktarıldığı biçimiyle, emperyalizm, yüzüne
geçirdiği maskeyi bizzat kendisi parçalıyor. O maskenin altından kolları her
yana ulaşan bir ahtapot olarak Amerikan hegemonyası çıkıyor.
Bahsi
edilen özeleştiri sürecinde öne çıkan Marksist düşünürlerden biri de Sadık
Celâl Azmi. 1969 tarihli Yenilgi Sonrası Özeleştiri isimli kitabında Azmi,
aydınlanmacı ilkelere sarılıyor ve bu ilkeleri geleneksel/modernist ikiliği
üzerinden ele alıyor. Ardından da Arap toplumlarında eksik olduğunu yaşanan
hezimetle birlikte anladığımız akıl, bilim, analiz ve demokrasi gibi ilerleme
için gerekli temel öğelerin modernizasyonla birlikte temin edileceğini
söylüyor.[62] Burada modernite, Azmi’nin kurtuluş için gerekli araç olarak gördüğü
eleştiriye denk düşüyor.
Diğer
düşünürlerse yaşanan yenilgiyi ve onu takip eden krizi Batı’nın aşırı etkisine
ait semptomlar olarak gördüler ve kendi kültürlerinin köklerine sarıldılar. Bu
kökçü eğilim dirençli olduğunu kanıtladı. Yetmişlerde başlayan İslami uyanışla
birlikte Arap toplumlarında farklı türde bir devrim kendisine yol buldu.
Muhtemelen
yirminci yüzyılın sonlarında özeleştiri süreciyle İslami diriliş sürecinin
eşzamanlı işlemiş olması, bizi Arap rejimlerini, bunun yanında, bölgeye ve kültüre
ait sınırları aşan devrimci hassasiyetlerin mirasına körleştirdi. Arap
ayaklanmaları öncesi bu hassasiyetler ve görüşler yeniden ilgi gördü.
Benim
bu yazıdaki niyetim, yirminci yüzyılın sonlarında Arap coğrafyasında yaşanan
krizin sadece Nasırcılığın ve Arap sosyalizminin yaşadığı yenilginin değil,
basit bir yaklaşımla, Nasır’ın projesiyle de Nasır öncesi ve sonrası faal olan
otoriter Arap rejimleriyle eşitlenmemesi gereken devrimci umudun ürünü olduğunu
ortaya koymaktı. Bu devrimci umudun hüküm sürdüğü momentin mirasını yeniden
değerlendirmek istiyorsak, ilk adım olarak, yüzyılın ortalarında Arap
coğrafyasında solu meydana getiren fikirlerin, hareketlerin ve insanların
tarihyazımını geliştirmek zorundayız.
Sune Haugbolle
6 Eylül 2017
Kaynak
Dipnotlar:
[1] C. Wright Mills, “Letter to the New Left”, New Left Review, 1, Sayı.
5 (1960): s. 18–23.
[2]
Daniel Geary, 2008, “Becoming International Again: C. Wright Mills and the
Emergence of a Global New Left, 1956–1962”, Journal of American History,
95, Sayı. 3 (2001): s. 710–736.
[3]
George Katsiaficas, The Imagination of the New Left – A Global Analysis of
1968 (Massachusetts: South End Press, 1987), s. 219–54.
[4]
Mark T. Berger, “After the Third World? History, Destiny and the Fate of Third
Worldism”, Third World Quarterly, 25, Sayı. 1 (2004): s. 9–39.
[5]
Elizabeth Suzanne Kassab, Contemporary Arab Thought (New York: Columbia
University Press, 2010), s. 48–116.
[6]
Fawaz Gerges, “The Transformation of Arab Politics: Dismantling the Myth from
Reality”, The 1967 Arab-Israeli War: Origins and Consequences içinde,
yayına hz.: Avi Shlaim and Roger Louis (Cambridge: Cambridge university Press,
2012), s. 285–314.
[7]
Rashid Khalidi, “The 1967 War and the Demise of Arab Nationalism: Chronicle of
a Death Foretold”, The 1967 Arab-Israeli War içinde,yayına hz.: Shlaim
and Louis, s. 264–284.
[8]
Michael N. Barnett, Dialogues in Arab Politics (New York: Columbia
University Press, 1998).
[9]
Fouad Ajami, “The End of Pan-arabism”, Foreign Affairs, Güz/Kış 1978/79.
[10]
Yassin al-Haj Saleh, “al-khamis min al-huzayran 1967 fi arba’iniha” (“Kırkıncı
Yıldönümünde Beş Haziran”), Al-Hayat, 3 Haziran 2007.
[11]
Walid W. Kazziha, Revolutionary Transformation in the Arab World: Habash and
his Comrades from Nationalism to Marxism (Londra: Charles Knight &
Company, 1975); Tariq Ismael, The Arab Left (Siraküza: Syracuse
University Press, 1976). Yeni Sol’un düşünsel mirasını ele alan çalışmalar için
bkz.: Yayına Hz.: Faleh A. Jabar, Post-Marxism and the Middle East
(Londra: Saqi, 1997); Kassab, Contemporary Arab Thought.
[12]
Örneğin bkz.: J. Chalcraft, Popular Politics in the Making of the Middle
East (Cambridge: Cambridge University Press, 2016), s. 312–92; Abdel Rezzaq
Takriti, Monsoon Revolution: Republicans, Sultans, and the Empire in Oman
1965–1976 (Oxford: Oxford University Press, 2013); Sune Haugbolle ve
Manfred Sing, “New Approaches to Arab Left Histories”, Arab Studies Journal,
XXIV, Sayı. 1 (2016): s. 90–97.
[13]
Toby Matthiesen, “Red Arabia: Anti-Colonialism, the Cold War, and the Long
Sixties in the Gulf States”, Revisiting 1968 and the Global Sixties,
Yayına Hz.: Martin Klimke (yakında yayımlanacak).
[14]
A.g.e.
[15]
Michael Hudson, “Developments and Setbacks in the Palestinian Resistance
Movement 1967–1971”, Journal of Palestine Studies, 1, Sayı. 3 (1972): s.
65.
[16]
Katsiaficas, The Imagination of the New Left – A Global Analysis of 1968,
s. 23–7.
[17]
Robert J. C. Young, Postcolonialism: An Historical Introduction (Malden,
Ma: Blackwell, 2001); Vijay Prashad, The Darker Nations: A People’s History
of the Third World (New York: New Press, 2007); David Kimche, The
Afro-Asian Movement: Ideology and Foreign Policy of the Third World (Kudüs:
Israel universities Press, 1973).
[18]
Paul Thomas Chamberlin, The Global Offensive: The United States, the
Palestinian Liberation Organization, and the Making of the Post-Cold War Order (Oxford:
Oxford University Press, 2012), s. 19.
[19]
Devrimci örnekler olarak Kahire ve Cezayir konusunda bkz.: Laura James, Nasser
at War (New York: Palgrave MacMillan, 2006); Jeffrey James Burne, Mecca
of Revolution (Oxford: Oxford university Press, 2016).
[20]
Fadi A. Bardawil, When all this Revolution Melts into Air: The
Disenchantment of Levantine Marxist Intellectuals, Doktora Tezi (New York:
Columbia University, Graduate School of Arts and Sciences, 2010), s. 73.
[21]
Chamberlin, The Global Offensive, s. 19.
[22]
Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) “İlk Politik Bildiri” Al-Hurriya
(Beyrut), 1 Aralık 1967. Çeviri: “The Palestinian Revolution” Project, 2016. Learnpalestine [erişim tarihi: Mart 2017].
[23]
Chamberlin, The Global Offensive, s. 20–4.
[24]
Ismael, The Arab Left.
[25]
Lübnan sosyalist hareketi konusunda bkz.: Bardawil, When all this Revolution
Melts into Air; Agnès Fevrier, Logiques de l'engagement et modes de
contestation au Liban : genèse et éclatement d'une génération de militants intellectuels
(1958–1975), Siyaset Bilimi Doktora Tezi, (Aix-en-Provence: Aix-Marseille
3, 2003).
[26]
Ismael, The Arab Left, s. 101.
[27]
A.g.e., s. 102–3.
[28]
A.g.e., s. 108.
[29]
Adeed Dawisha, Arab Nationalism in the 20th Century – From Triumph to
Despair (Princeton, NJ: Princeton University Press, 2003), s. 357.
[30]
Khalidi, “The 1967 War and the Demise of Arab Nationalism”.
[31]
AMH ile ilgili en iyi değerlendirmeyi sunan İngilizce kitap hâlen daha
Kazziha’nın 1975 tarihli Arap Dünyasında Devrimci Dönüşüm kitabıdır. Son
yıllarda örgütün eski üyeleri AMH ile ilgili Arapça birçok kitap kaleme aldı.
Bunların içerisinde en iyi çalışma için bkz.: M. J. Barut, Harakat al-Qawmiyyin
al-Arab: al-Nash’a, al-Tatawwur, al-Masa’ir (“Arap Milliyetçi Hareketi:
Oluşumu, Evrimi ve Hedefleri”), Şam: al-Markaz al-'arabi lil-dirasat
al-istratijiyya, 1997.
[32]
Michel Aflaq, Fi Sabil al-Ba’th, al-jiza al-awal (“Baas’ın Yolunda”,
Birinci Bölüm), 1943. Baath.
[33]
S. A. Hanna ve G. H. Gardner, Arab Socialism: A Documentary Survey
(Leiden: Brill, 1969).
[34]
Barut, Harakat al-Qawmiyyin, s. 45–67.
[35]
A. R. Al-takriti, Monsoon Revolution.
[36]
Kazziha, Revolutionary Transformation in the Arab World, s. 23.
[37]
Asa’ad Abukhalil, “George Habash and the Movement of Arab Nationalists: Neither
Unity Nor Liberation”, Journal of Palestine Studies, Yıl. 28, Sayı. 4
(1999): s. 91–103.
[38]
A.g.e., s. 17–46.
[39]
Barut, Harakat al-Qawmiyyin, s. 145–68.
[40]
Ibrahim Muhsin, Limadha munazzamat al-ishtirakiyin al-lubnaniyin?
(“Lübnanlı Sosyalistler Örgütü Neden Kuruldu?”) Beyrut, 1970, s. 32–5.
[41]
Barut, Harakat al-Qawmiyyin, s. 87–91.
[42]
Kazziha, Revolutionary Transformation in the Arab World, s. 56–64.
[43]
Barut, Harakat al-Qawmiyyin, s. 110–4.
[44]
Muhsin ibrahim, al-Huriyya, 2 Mayıs 1960.
[45]
Barut, Harakat al-Qawmiyyin, s. 117.
[46]
Matthiesen, “Red Arabia: Anti-Colonialism, the Cold War, and the Long Sixties
in the Gulf States”.
[47]
Kazziha, Revolutionary Transformation in the Arab World, s. 61–2.
[48]
Bardawil, When all this Revolution Melts into Air, s. 74.
[49]
Asa’ad Abukhalil, “George Habash and the Movement of Arab Nationalists”, s.
96–7.
[50]
Kazziha, Revolutionary Transformation in the Arab World, s. 66–7.
[51]
Al-Huriyya, 6 Ekim 1961.
[52]
Al-Huriyya, 15 Ocak 1962.
[53]
İbrahim bu yaklaşımı üzerinden, altmışların sonlarında ve yetmişlerde FDKC
içerisinde İsrailli Marksistlerle ortaklık kurmayı savunuyor. AMH içerisinde
süren antisemitizm tartışması için bkz.: Asa’ad Abukhalil, “George habash and
the Movement of arab nationalists”, s. 92.
[54]
Fevvaz Trabulsi Söyleşisi, Beyrut, 2017.
[55]
Kazziha, Revolutionary Transformation in the Arab World, s. 74.
[56]
P. Berman, A Tale of Two Utopias: The Political Journey of the Generation of
1968 (New York: W. W. Norton & Company, 1996).
[57]
H. Baumgarten, “the three faces/Phases of Palestinian nationalism, 1948–2005”, Journal
of Palestine Studies, Yıl. 23, Sayı. 4 (2005): s. 30.
[58]
Al-Huriyya, 1967, Sayı 373 ve 377, s. 379.
[59]
Al-Hurriya, 1967, Sayı 381.
[60]
Baumgarten, a.g.e., s. 29.
[61]
Al-Hurriya, 1967, Sayı 383.
[62] Kassab, Contemporary Arab Thought, s. 74–80.
0 Yorum:
Yorum Gönder