Ender
Öndeş de Barış Yıldırım gibi “Mossad ajanı” olarak ünlüyor. Öndeş şahsında şu
tespit yapılmalı: Bugün Netanyahu’nun “ayaklanın!” demesi üzerine ayağa
kalkan herkes, Mossad ajanı muamelesi görmeli. Bu, savaşın kuralı.
Öndeş,
“İran’da Kürt öznesi harekete geçmezse DAİŞ girer” diyor. Aklı sıra korku
salıyor. Ama silah ve mühimmat aldığı ABD’nin DAİŞ’i kurduğunu, Bucca’dan
beri yönettiğini o da iyi biliyor. DAİŞ ölüm, PKK’yi sıtma olarak görüyor. Ona herkesi
razı etmeye çalışıyor. Kendi devrimsizliğini, beceriksizliğini, kadüklüğünü PKK
ile örtbas etmek için uğraşıyor.
Öndeş,
İran halklarına akıl verirken nedense o Kürt öznesinin HTŞ ordusuna katılma
kararına hiç bakmıyor. Bunaklık emareleri gösteriyor. İran halklarını bugün
kadük olan Rojava projesine çağırıyor. Özünde Ender Öndeş, “özyönetim” ve “demokratik
konfederalizm” adı altında İsrail bayrağı sallamak istiyor. Ama İran’daki Kürt
illerinde düşmana karşı ayağa kalkan halk kitlelerini görmezden geliyor.
Erdoğan
Aydın, emperyalizmin ve Siyonizmin demokrasisini put bellediği için İran
düşmanlığını arşa çıkartıyor. İslamcı ve milliyetçi projelerin karşısına
ümmetin veya milletin değil, bireyin sorumluluğunu esas alan liberal
demokrasi projesini koyuyor. Bunlar, sosyalizmi içten içe çürütüyorlar.
Hepsinin yakasında ve elinde Ortadoğu halklarının kanı var.
“İslam
öncesi putperest dönem daha özgürlükçüydü” diyen Erdoğan Aydın gibiler, Suriye
ve Irak’a geleni demokrasi olarak ambalajlayıp sattıklarında efendilerinden
övgü alacağını düşünüyorlar. Bunların demokrasi dediği, Mossad ve CIA ile
birlikte kadın, çocuk ve uyuşturucu ticareti yapmak! Öncü ve yoldaş belledikleri
güç, sığınaklarına Arapları, Taylandlıları, Ukraynalıları, kısacası kendisinden
olmayanları almayan, ülkeye gelen, Yahudi Etiyopyalı kadınları kısırlaştıran,
bir tür faşizm.
Özne,
kendisini soyut bir “Halk”, “Ezilen” veya “İşçi” ile tanımlayıp onun
özgürlüğünü savununca liberalizmden kurtulmuş olmuyor, tam aksine, liberalizmin
sahiplerine uşaklık ediyor. Bugünün maddi gerçeğinden azade, soyut, havada
asılı bir özne, ister halk, ister ezilen, isterse işçi gömleğini geçirsin
üzerine, döne dolaşa emperyalizmi ve Siyonizmi yardıma çağırıyor. O liberal
özne için halkın, ezilenin, işçinin bir önemi bulunmuyor. Emperyalizmin ve
Siyonizmin ordularının gölgesinde ilerleyen ne varsa, halk düşmanıdır.
Lenin’in
emperyalist Rusya hükümetinin yenilmesi talebi, İran hükümetinin yenilmesi
talebine gerekçe olarak sunuluyor. İran’ın emperyalist olduğuna dair ABD ve
İsrail kaynaklı yalanlara inananlar, kırk beş yıldır ambargo koşullarında
yaşamaya çalışan bir devletin ve halkın varlığına kastedenlere hizmet yeminleri
ediyorlar.
Lenin’i
kendi yalanlarına alet etmeye çalışanlar, Lenin’in Afgan kralına sunduğu
desteği görmüyorlar. Lenin’i Rus imparatorluğu bağlamından kopartarak tefsir
ediyorlar ve herkesi tekfir etme imkânına kavuşacaklarını düşünüyorlar. Onların
dilinde Lenin ölüyor. Lenin’i tam da ulus ve sömürge ile ilgili tezleri
yüzünden katlediyorlar. Çünkü emperyalizm ve Siyonizm bunu istiyor.
Hükümetin
yenilmesi talebi, nedense İsrail için dillendirilmiyor. İsrail Komünist Partisi
ayaklanmaya çağrılmıyor. İran’daki eylemleri görenler, Tel Aviv’deki eylemleri
görmüyor. “Haydut devlet” olarak görülen İran, halktan ve tarihten soyutlanmış
molla rejimi ile birlikte ele alınıyor. Bu soyutlama işleminin
emperyalist-Siyonist niteliği görülmüyor. Molla rejimine dair ne söyleniyorsa
liberalizmin diline, fikriyatına ait. O dil ve fikriyat, askeri strateji
üzerinden mollaları BDS ile (boykot, tecrit, yaptırımlarla) dize getirmenin
hesabını yapıyor.
“Molla
rejimi” diyen kişi, bugün Mossad ajanı, emperyalizm uşağı muamelesi görmeli.
Bugün başta, eksiği gediğiyle, bir devrimi gerçekleştirmiş halkların kolektif
iradesi var. İki çocuğa tecavüz ettiği için idam edilen adamı “Kürt aydını idam
edildi” yaygarası üzerinden sahiplenenlerin anlamadığı gerçek bu. Türk’ün ve
Kürt’ün malına çökmüş irade olarak düşmanlaştırılan İran, küçük burjuvaların
arenalarında parçalanıyor.
Laik
Kırıkkanat, “İsrail’in Yahudi şeriatıyla yönetildiği” gerçeğiyle hiç
ilgilenmiyor. O ve tüm CHP’liler, kendilerine Arap ve Müslüman düşmanlığı
üzerinden ekmek verildiğini, görevlerinin bu düşmanlığı diri tutmak olduğunu
iyi biliyorlar. Ekranlara çıkan CHP’lilerin yüzündeki müstehzi ve sevinç dolu
ifadeler, her türlü küfrü hak ediyor.
İsrail’in
teknolojisine övgüler düzenler, teknolojiyi bilim zannediyorlar. Onu sütten
çıkmış ak kaşık olarak görüyorlar. Emperyalizmle ve kapitalizmle ilişkisine
bakmıyorlar. İran’ı küçümseyenler, güce taptıkları gerçeğini farklı ideolojik
kılıflarla örtmeye çalışıyorlar. Herkes, emperyalizmin ve kapitalizmin
bölgedeki yürüyüşü uyarınca dönüşüme uğruyor. Pandemi, 7 Ekim, CHP ve son
savaşla ilgili değerlendirmeler hep aynı kaynaktan besleniyor.
Bu
konjonktürde “Mao proletarya diktatörlüğü istemiyordu, saf demokrasi istiyordu”
diyerek Maoizmi çarpıtan, komünist hareketle bağlarını kesen Ekremci Partizan,
Gürcistan’daki AB isyanına destek sunuyor. Herkes belirli bir kıvama
getiriliyor. Ölmemek isteyen özneler, efendilerinin önünde diz çöküp abı
hayattan bir yudum alıyorlar. Demir tozları, egemenlerin mıknatısı koyduğu
yerde toplaşıyorlar. Herkes, emperyalizmin ve Siyonizmin demokrasisine göre
kıvam ve içerik kazanıyor.
Proletarya
diktatörlüğü, belki de “molla diktatörlüğü”nü çağrıştırdığı için terk ediliyor.
Daha doğrusu, herkes, molla diktatörlüğüne savaş açabilmek için proletarya
diktatörlüğüne küfretmeye başlıyor. Tüm sosyalist hareket, İran Devrimi’yle yan
yana görünmemek adına, Ekim Devrimi karşıtı bir yere savruluyor.
Karşı-devrimcileşiyor. Kuzey Kore’ye mesafe koyacağım diye çırpınan
sosyalistleri liberal çoban köpekleri toplayıp sürülerine katıyor.
İran
Devrimi, Batı’ya kaçıp liberalleşen Halkın Mücahidleri, Halkın Fedaileri ve
Tude gibi örgütlerin üyelerinin kendi günah ve zaaflarını örtbas eden
değerlendirmeleri ışığında ele alınıyor. Halkın Mücahidleri ve Halkın Fedaileri
iki önemli güç ama Humeyni’yi kitleleri birleştirsin diye Fransa’dan
çağıranlar, devrim iradesi göstermeyenler, gene bu iki örgüt. Çünkü ilk örgüt,
devrimin dışarıya, ikinci örgüt, devrimin içeriye dair yol açacağı yükü
omuzlamak istemiyor. Tarihsel olarak bu sorumluluğu alan mollalar, irade
koyuyorlar ve devrimin öncüsü oluyorlar. Yani kimse kimseden devrimi çalmıyor.
Bu, Batı uşağı haline gelmiş İranlı solcuların bir tezviratı. Bu sol örgütler,
devrim sonrasında liberal hükümete olur veriyorlar, liberalizme
örgütleniyorlar, halen daha o liberallikle düşünüp konuşuyorlar. Batı’ya kaçıp
buradaki liberal kovuklara sığınıyorlar. Esas, devrimciliği devrim anında terk
edenleri sorgulamak gerekiyor. Devrimin sorumluluğunu üstlenenleri değil.
“Mao
demokrattı” diyerek bir yerlere onu hoş göstermeye çalışanlar, bölgeye yönelik
demokrasi ihracında tüccar olmak istiyorlar. Ahmet Türk’ün “Türkiye,
demokrasisini bölgeye ihraç etsin” sözü uyarınca kısa günün kârına bakıyorlar.
Şah’ın
tüm komutanlarını, halka, işçi sınıfına, devrimcilere işkenceler etmiş o
komutanları bir gecede idam edebilmek, önemli bir maharet. İsrail
büyükelçiliğine FKÖ’ye vermek, önemli bir irade. Mustazafları devrim yoluna
katmak, büyük bir ders. Efendilerini öz bellemiş olanların İran Devrimi’nin özüne
vakıf olmaları mümkün değil. Bu, tümüyle sınıfsal bir mesele.
Bugün
kızını Yahudi’ye vermiş, Ağlama Duvarı’nda Siyonistlere yaranmaya çalışan
Şah’ın oğlundan medet umanların devrimin bu gerçeğini anlaması mümkün değil.
Onlar, Ayşe Hür gibi emperyalizmin nimetlerinden faydalanmanın, yani
uşaklaşmanın peşinde. Devrim yapmak gibi bir dertleri yok.
Fırsatlar
peşinde koşanların, iki devletin kapışmasından nemalanmanın yollarını
arayanların Mossad ajanı olduklarını görmek gerekiyor. Bunların devrim diye bir
yükleri, dertleri ve davaları yok. Hepsi de yağmacılara, işgalcilere, zeytin
ağaçlarını çalanlara, sömürücülere uşaklık etmek için yarış halinde.
Öte
yandan, “İran’da o devriminden bugün geriye ne kaldı?” sorusunu öncelikle İran
halkları cevaplamalı, burada AB fonlarıyla, ABD’den gelecek yardım
beklentileriyle, devlet içerisindeki gerilimlerle yelkenini şişirmeye
çalışanlar değil.
Bizi
FHKC ve Hamas’ın İran’ı yoldaş biliyor oluşu, Gazze semalarından geçen İran
füzelerini şarkılarla ve sevinç nidalarıyla karşılayan Gazzeliler, Tahran sokaklarında
füzelere rağmen dolaşan halkın iradesi ilgilendiriyor. Bugün onlarla kurulan
yoldaşlık dışındaki her türden arayış, Mossad’a ve Siyonist teşekküle aittir.
Yenileceksek ezilenlerle-sömürülenlerle yenileceğiz, zaferse gene onlarla
gelecek.
Eren Balkır
21
Haziran 2025
0 Yorum:
Yorum Gönder