Son
iki yıldır Lübnan’da yaşadıklarımızı özgürce ve tüm detaylarıyla anlatacak
rahatlığı hiçbir vakit bulamadık. Düşmanın askeri operasyonlarını kapsamlı istihbarat
çalışması takip etti. Bunun sonuçlarını bugün herkes görüyor.
Savaştan
önce, savaş sırasında ve savaş sonrasında düşmanı farklı şekillerde algıladık.
İran’a savaş açıldığı günler, bu gerçekle ilgili görüşlerimizi aktarmak için
uygun bir vakit.
Başımıza
gelenler hiç de az değildi. Daha ağır sonuçlarla yüzleşme ihtimali mevcut.
Lübnan ve Gazze’ye yönelik savaş, oluşan sonuçlardan kaçınmamın mümkün
olmadığını ortaya koyuyor. Bugünün gerçekliği de yanan ateşin içinden netlikle
ve kararlılıkla çıkabilmek için sabır ve soğukkanlılık talep ediyor.
İşgalci
güce ve ABD-Avrupa-Siyonizm elindeki hâkimiyete direnen devrimci güçler varoluşsal
bir tehditle yüzleştiklerinde, ellerindeki araçları yeni bir değerlendirmeye
tabi tutmak zorunda. Eski araçları geliştirmek yerine, tümüyle yeni araçlar
üretilmeli. Bizim tarafın jeopolitika teorisi uzmanlarına veya Batı tarzı
stratejistlere ihtiyacı yok. Bizim Batı’daki kurumların haritaları okuma ve güç
oluşturma yöntemlerini taklit etmeye de ihtiyacımız yok.
Kurnazlık,
Batı’nın oyununu daha iyi oynamak değil, onu tümüyle reddetmektir. Bize lazım
gelen, süssüz püssüz, net bir yaklaşımla, düşmanın bizden ve ülkemizden ne
istediğini anlamaktır. Analiz alanında taklalar atanlara, kafayı kılı kırk
yaran teorik analizlere takmış kişilere ihtiyacımız yok. Hakikat, tüm çıplaklığıyla
ortada.
İsrail,
birilerinin ürettiği bir kurgudan ibarettir. O, ABD, Avrupa veya onların uydusu
olan devletlerin, genel manada hâkim küresel iktidar yapısının himayesi ve
desteği olmadan bir an bile hayatta kalamaz. İsrail’in sırtını yasladığı
mitoloji, sadece Batılılar değil, Sünni-Şii fark etmez, birçok Müslüman’da da karşılık
bulmaktadır. Esasında İsrail denilen teşekkül, özel bir yönteme başvurularak hareket
ettirilmektedir. Bu yöntem, kapalı şehir fikrini esas almaktadır.
Çöle
çadır kuran, etrafına duvar çeken, içeri kimin gireceğine, kimin dışarı çıkacağına
karar veren bir kabile gibi İsrail de güvenlik, refah ve genişlemenin ancak komşularla
ve uzak düşmanlarla sürekli savaşarak sürdürülebileceğine dair inanç üzerine
kurulu bir yapıdır. İsrail, kaba gücü esas alır ve bu yaklaşımı hiç de
taktiksel değildir. Varoluşuyla alakalıdır. İsrail, düşman ya da müttefik fark
etmez, tüm kendi dışındaki güçleri ancak şiddet yoluyla kendisinden korkmak
veya kendisine saygı duymak zorunda bırakabileceğini düşünmektedir.
Bu
gerçeği tam olarak idrak edemeyenler, İsrail seçimlerini veya Vaşington’la
yaşadığı anlaşmazlıkları analiz etmek için boşa zaman harcamasınlar. Boş yere Tel
Aviv’in rahatsız edici davranışları karşısında Batı’nın ondan kopmasına umut
bağlamasınlar. Tek yol, Batı’nın işgalci teşekkülün yaptıkları konusunda bedel
ödemesini sağlamaktır. Bundan azı teslimiyettir.
Örneğin
Körfez devletlerinin başındaki isimleri ele alalım. Bunlar, İsrail’i “sevmiyorlar”.
Batı’nın servetlerini yağmalamasından memnun değiller. Ama direnişin bedelini
ödemek istemeyen bu liderler, her seferinde Vaşington’un gönlünü hoş tutmaya
çalışıyorlar. ABD, İsrail’le ilişkilerin normalleştirilmesini şart koşunca bu
liderler, hemen bu şartı yerine getiriyorlar. Tek bir soru bile sormuyorlar.
İsrail
denilen teşekkül, sürprizlerle hayatta kalıyor. Korumasız yakalanmaktan nefret
ediyor. Civarındaki herkesin kendisinden nefret ettiğini biliyor. Kimseye, en
yakın müttefiklerine bile güvenmiyor. Bu yüzden, sürekli tetikte yaşıyor. Kendisine
kimse zarar verme imkânına kavuşmasın diye önleyici darbeler indiriyor. Düşmanlarının
dinlenmesine izin vermiyor. Her adımlarını izliyor. Bugün önemli olan, düşmanın
ulaştığı sonuçlar değil, nasıl düşündüğü. Hasmının meydan okuma imkânını nasıl
ortadan kaldırdığı.
Siyonizmin
mantığı, temel bir görüşü esas alıyor: “Onlar seni öldürmeden sen onları öldür.”
Siyonizm, sınır mınır tanımıyor. Kırmızıçizgileri yok. Kimseye saygı duymuyor.
İsrail için savaş, yok oluş demek. Bu gerçeği anlamayanlar, işgalci gücü hep üstün
gören teorinin tuzağına düşüyorlar. İsrail’in düşmanları, ne zaman politika veya
ahlak adına kırmızıçizgi çekse, güç kaybediyor.
İsrail’in
elindeki tek gerçek varlık, bir avuç şehirde yoğunlaşmış sınırlı bir nüfus,
hepsi bu.
Bu
makalenin amacı, politika veya savaş konusunda ders vermek değil. Yazı,
düşmanın anlaşılabilmesi için bugün kullandığımız teorik yapıdan farklı bir
yapıya ihtiyacımız olduğu gerçeğine vurgu yapmayı amaçlıyor.
En
son yaşanan savaştan bir şeyler öğrenmek isteyenler bilmeli ki bugün oturup geçmişi
tekrar gözden geçiremeyiz, onu değerlendiremeyiz. Böyle bir lüksümüz yok bizim.
Az zamanımız var, enerjimizse yetersiz. Birlikte varolma seçeneğinin ortadan
kalktığı bir düşmanla kapışmanın yeni bir yolunu bulmalıyız.
İbrahim Emin
16 Haziran 2025
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder