Beş
gün önce Yusuf Said Uçak isminde üniversite öğrencisi bir gencin intihar haberi
sosyal medyaya yansıdı. Ben olaydan “Devrimci Gençlik Dernekleri” (DGD) isimli
hesabın yaptığı açıklamayla haberdar oldum.
Açıklamayı
ve bu açıklamanın “alıntılandığı” bütün retwitleri okudum. Daha sonra DGD, biri
“Yeni Demokrat Kadın” (YDK) hesabının yaptığı açıklamaya cevap olmak üzere, iki
açıklama daha yaptı. Onları ve konuya ilişkin bulabildiğim başka paylaşımları
da okudum.
Bu
arada intihara ilişkin internette bir tarama yaptım. Maalesef Yusuf Said’in
kimliğine ve olayın nasıl gerçekleştiğine ilişkin yeteri kadar bilgi olmadığını
belirtmeliyim. Bu arada Yusuf Said’in İmamoğlu eylemlerinde DGD’ye
örgütlendiğini de ifade edelim. Nitekim ilk üç gün boyunca tartışmalar, bir
kişinin intiharından çok, örgütsel savunu ve suçlamalar bağlamında yürüdü.
Olayın
merkezinde “Yusuf Said’in bir kadına cinsel taciz”de bulunduğu iddiası yer
alıyor. İddia, henüz somut bir kanıt olmadan, 3 Haziran günü “anonim” bir hesap
tarafından “Teşhir Ediyoruz! Bu Bir Cinsel İstismar İfşasıdır!” üst başlığıyla
sosyal medyada paylaşılıyor. Yapılan paylaşımlarda Yusuf Said’in dört kadın
tarafından dövüldüğü (bazı feministlerin ifadesiyle “cezalandırıldığı”)
görülüyor. Ardından Yusuf Said’e yönelik sosyal medyada bir linç kampanyası
başlıyor. Bu paylaşımların yapılmasından bir gün sonra, 4 Haziran günü, Yusuf
Said Uçak intihar ediyor. Yusuf’un intiharından sonra ifşa ve linç
mekanizmasını işleten kişiler, sosyal medya hesaplarını kapatıp kayıplara
karışıyorlar.
Devrimci
Gençlik Dernekleri (DGD) yaptığı açıklamalarda -öz olarak- Yusuf’la ilgili
iddiaları soruşturmak ve açıklığa kavuşturmak üzere bir süreç işletirken, iddia
sahiplerinin konuyu sosyal medyaya taşıyıp ifşa mekanizmasını işletmesiyle
sürecin akamete uğradığını ve bu trajik sonucun ortaya çıktığını vurguluyor.
Fakat gerek DGD’nin yaptığı açıklama gerekse Yusuf’un arkadaşlarının yaptığı
açıklamalar “ifşa ve linçi” savunan feministler tarafından “fail aklama” olarak
tanımlandı. Örneğin Yeni Demokrat Kadın hesabının yaptığı açıklama, ifşa ve
linç mekanizmasını savunurken, bu mekanizmanın ardındaki mantığı da vurguluyor:
“Bütün bunların esas
sebebi, sistemin kadın ve LGBTİ+’lara yönelik şiddet karşısında failleri ve
erkekleri cezasızlıkla ödüllendiren tutumlarının karşısında bir alternatif
olabilmenin bize yolunu açan ‘kadının beyanı esastır, aksini ispat yükümlülüğü
faile aittir’ ifadesinin devrimci saflarda adından çokça söz edilse de yaşam
bulamamasıdır.”
Aralık
Feminist Kolektif’in (@aralikfeminist) konuya ilişkin 8 Haziran’da yaptığı
açıklama da “Kadının beyanı esastır, erkek aksini ispatlamakla yükümlüdür”
ilkesini feminist mücadelenin en temel ilkelerinden biri olarak tanımlıyor.
Yusuf
Said’e yönelik “ifşa ve linç mekanizmasını” işleten feministlerin örgütlü
olduğu “Öğrenci Kolektifleri” (@kolektifler3) ise intiharın ardından 3 gün
sessiz kaldıktan sonra bir açıklama yaptı. Açıklamada videoyu paylaşan kişinin
örgütsel ilişkisinin kesildiği belirtilmekteydi. Olaya ilişkin belirsizlikleri
aydınlatmasa da Öğrenci Kolektifleri’nin yaptığı açıklama ifşanın mantığını
savunurken, Yusuf’a yönelik gerçekleştirilen muameleyi “bireysel” bir karar
olduğu gerekçesiyle sahiplenmemekteydi:
“Yaşananların muhatabıyız,
çünkü bu süreç, bilgimiz ve örgütlü tavrımız dışında gelişmiş olsa dahi
içimizden bir kişi de bireysel kararıyla ve tarafımıza hiçbir bilgi vermeden bu
sürecin parçası olmuştur.”
Diğer
taraftan Yusuf’un yakın arkadaşları, onun asla böyle biri olmadığını söylüyor,
“taciz” iddialarını reddediyor ve Yusuf’un “yargısız infaza” uğradığını
belirtiyor. Özellikle @oliviagrace1312 hesabının “Dostundan Biricik Yusuf İçin
Birkaç Söz” başlığıyla yaptığı paylaşım, ifşa ve linç mekanizmasının mantığını
ve sonuçlarını kavramak açısından önemli ipuçları veriyor:
“Bu videoda bulunan
kişiler, Yusuf’un vefatını duyunca gönderilerini silip hesaplarını kapatıp
sessiz kalsalar da yaptıklarıyla övünmüştür. Şahsımca feminist hareket olarak
gördükleri şey, tam da feminizmi baltalamıştır. Karşı olunması gereken şiddet,
linç kültürü, yargısız infaz ve ahlaki-hukuki değerlerin yok sayılması
yaşanmıştır. Ortada sadece iddia vardı, küçük bir açıklama yapılmadı, detaylar
paylaşılmadı, bahsedilen taciz nedir, hiç bahsedilmedi. Böyle ciddi bir süreci
ciddiyetsizlikle yürütmüşlerdir. Hepsini geçiyorum, bunca ağır ve arkasında
durulan bir ifşa varsa hukuki süreç başlatılmalıydı. ‘Adalet zaten işlemiyor.
Biz kadınların beyanını esas alırız.’ diyerek Yusuf’a istediklerini yapmakta
kendilerine hak biçtiler. Kadının beyanı hukuki süreçte esastır. Bir insanın
hak savunuculuğunu yaptığını düşündüler ama Yusuf’un haklarını elinden aldılar.
Hakkı yendi ve yok edildi. Yusuf bunları hak etmedi, aynı karşı taraf gibi Yusuf’a
da kulak verilmeliydi.”
Olay,
kısaca böyle. Kuşkusuz bu olayın tartışılması gereken çok yönü var. Her şeyden
önce taciz iddiasına konu olan eylemin ne olduğu hakkında bir belirsizlik söz
konusu. Arkadaşlarının yaptığı paylaşımlardan anladığım kadarıyla Yusuf Said’in
taciz iddiasında bulunan kızla bir ilişkisi var. Kızla fiziksel anlamda
yakınlaşıyorlar ama Yusuf Said yakınlaşmayı bir adım daha ilerletmek
istediğinde kızın tepkisiyle karşılaşıyor ve Yusuf hemen geri çekilip özür
diliyor. Sonrasında kızdan uzaklaşıyor, kız yeniden iletişim kurmak istediğinde
Yusuf mesafeli davranıyor. Daha sonra “taciz” iddiaları gündeme geliyor.
Bunlar
ne kadar doğru, bilemiyorum. Fakat nihayetinde ortada bir kadının “taciz
iddiası”, bu iddiaya dayanarak yapılan bir “ifşa ve linç” ve bunun sonucunda
onurunu ve itibarını kaybettiğini düşünüp “intihar” eden bir genç var.
Fakat
benim üzerinde asıl durmak istediğim nokta “ifşa ve linç” mekanizmasının
feminist harekette bir “mücadele aracı” olarak kullanılıyor olmasıdır. Taraflar
yeterince sorgulama konusu yapmasa da asıl sorun budur.
Bu
mekanizma, cinsiyete dayalı herhangi bir taciz/şiddet iddiasında, kadının
beyanını kategorik olarak eksene almakta, erkeği ise “olağan sabıkalı”
konumunda sürece dâhil etmektedir. Olayın ne olduğundan bağımsız olarak,
tarafların iddia ve savunuları “eşit doğruluk değerinde” görülmemektedir. Bunun
böyle görülmesi beklenemez de zaten. Çünkü tekil bir olayda erkek, “erkek
egemen hegemonyanın” bir üyesi; kadın ise bu hegemonyayı aşmak, asimetrik güç
dengesini kadınlar lehine değiştirmenin temsilcisi olarak görülmektedir.
Nitekim erkeğin savunusu daha başlangıçta “mansplaining” (erkek egemen
açıklama) olarak tanımlanabilmekte, savununun kendisi “patriyarkanın yeniden
üretimi”, “fail aklama” gibi “susturucu şablonlar” (buna tekfir mekanizmaları
da diyebiliriz) aracılığıyla hükümsüz kılınmaktadır.
Yani
ortada, müddeinin ya da failin cinsiyetinden bağımsız bir şekilde, kendi özgün
koşullarında değerlendirilmesi gereken bir olay yoktur. Bu olayın nasıl
değerlendirileceğine dair olay öncesi hazırlanmış “ideolojik kalıplar” vardır.
Başka bir şekilde söylemek gerekirse bu, “davalı ve davacı” arasındaki hukuki
bir davadan çok davalı ve davacının temsil ettiği ideolojik bir davadır.
Nitekim DGD’yi konuyu “Yusuf’un ölümüne indirgemekle” itham eden Yeni Demokrat
Kadın’ın (YDK) yaptığı açıklama bunu soğukkanlılıkla yansıtmaktadır:
“Konunun muhatabı politik
öznelerden biri olan DGD’nin kamuoyuna ilk elden yaptığı ve sürecin bütününe
dair bilgilendirme içermeyen açıklamanın ruhu, devrimci değerlerin büyük
savunuculuğu adı altında en yakınımıza, mücadele alanlarımıza sirayet eden erkekliği
bir kere daha üretmiştir. Bunu yaparken de aslında kadın mücadelesinin ürettiği
değerler de mücadeleden dışlanmaktadır.”
Dahası,
YDK’ya göre ifşa bir mücadele yöntemidir ve Yusuf’un ölümü üzerinden kadınların
bu yöntemi ellerinden alınmak istenmektedir. YDK, açıklamasına buna dikkat
çekerek başlamaktadır:
“İfşalara dönük tepkiler,
kadınların sorgulanması, yargılanması, mücadele yöntemlerinin mahkûm edilmesine
dönüşen sonuçlar yaratıyor. Bunun erkek egemenliğinin bilinçli olarak yaptığı
manipülasyonlardan bir tanesi olduğunun altını çiziyoruz.”
“Bazı
hatalar insanların canına mal” olsa da onlara göre bunun pek bir önemi yoktur.
Önemli olan, hegemonya savaşının kazanılmasıdır:
“Devrimci mücadelenin
tarihinden biliyoruz ki bazı hatalar insanların canına mal oluyor.
Coğrafyamızdaki mücadelenin tarihi maalesef bunun gibi onlarca örnek
içermektedir. İfşa veya ezilenin ezene yönelik şiddeti, devrimci mücadelenin
yöntemlerinden biri olarak meşrudur, istenmedik sonuçlar üretmesi hem araçların
hem de bu araçları uygulayanların hedef haline getirilmesine neden olmamalıdır.
Olaya özne kadınları politik olarak yönlendirenler, bugün sus pus olsa da
özneler devrimciler tarafından sahiplenmelidir.”
Son
cümleye özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum: “Olaya özne kadınları politik
olarak yönlendirenler, bugün sus pus olsa da özneler devrimciler tarafından
sahiplenmelidir.”
Kanaatimce
konunun özü tam da burasıdır. Bazı hesaplar tarafından Yusuf’un kaybının
verdiği duygusallıkla “acımasız” bir yaklaşım olarak görülse de YDK, burada bir
gerçeği “saf haliyle” dile getirmektedir. Yusuf’a kaba şiddet uygulayan
kadınları “karşı linçle” hedef tahtasına oturtarak ya da “örgütsel ilişkilerini
keserek” sorunu çözemezsiniz. Bu kadınları “politik olarak yönlendiren”, onları
güç dengelerinin asimetrik olarak dağıtıldığı bir savaşta asimetrik yöntemler
kullanmaya ikna eden politik anlayışı masaya yatırmadan neyi halledeceksiniz?
YDK’nın “cesaretle” ifade ettiği gibi, bu güç dengesizliğinin zaman zaman can
kaybı gibi “istenmedik sonuçlar üretmesi” normaldir.
Bu
açıdan bakıldığında YDK’nın DGD’ye yönelik ithamları haklıdır. Nitekim DGD,
Yusuf Said’e uygulanan ifşa ve linçi eleştirirken, bu eleştiriyi yöntemin
kendisine kadar derinleştirmemeyi tercih etmekte; bilakis, yöntemin kendisini
meşru görmektedir:
“İlgili süreç güvenli
şekilde işletilirken ve şikayetçi kadın arkadaş ile tam bir iletişim
sağlanmışken sosyal medyada plansız, ucu açık ve istismar edilmeye açık bir
paylaşımın yer alması teşhir gibi kadın hareketinin önemli bir aracının bu
biçimde kullanılması mekanizmanın zayıflatılmasına da yol açmaktadır.
Yapılanların öz savunma manasında bir teşhir olmadığı açıktır. Bu araçların
yanlış kullanılmasının tüm kadınlar açısından olumsuz sonuçları olabileceği
için, azami hassasiyet gösterilmesi elzem olduğu halde bu aracı alelade bir
linçten farksız biçimde hayata geçirenler tarafından gösterilen bu sorumsuzluk
herkesin malumudur ki çok vahim bir sonuca yol açmıştır.”
Yusuf
Said’i intihara götüren süreç, sadece birkaç feministin paylaştığı video
değildir. DGD, şunu kendine sormaktan imtina ediyor: Yusuf Said’i asıl
umutsuzluğa yönelten şey neydi? Daha başlangıçta kadının beyanının esas
alındığı bir soruşturma sürecinden çıkacak sonuca güvenmemesi olabilir mi?
“Olağan sabıkalı” olarak dâhil edildiğiniz bir soruşturmanın sonucuna ne kadar
güvenebilirsiniz ki? Kaldı ki, DGD konu kendilerine intikal eder etmez Yusuf
Said’e “yaptırım” uyguladığını belirtmektedir:
“Komitede konuyla görevli
kadın arkadaşımız, müşteki kadına ulaşarak ilk teması yaklaşık 15 dakika içinde
19.50 civarı sağlamıştır. İlk temasın ardından iddianın kategorik olarak
karantina prosedürü gerekli konulardan ‘kadına yönelik suçlar’ kapsamında
olduğu anlaşıldığından, hakkında suç isnat edilen geçici üyemiz Yusuf’un üyelik
süreci askıya alınmış ve soruşturma sonuçlanana kadar tüm dernek
faaliyetlerinden el çektirilmiştir.”
Şunu
tekrar sormak istiyorum: Yusuf Said, böyle başlayan bir soruşturma sürecinden
çıkacak sonuca güvenmemiş olabilir mi? İddiaya karşı kanıt sorumluluğunun size
yüklendiği, aksini ispat etmekle yükümlü tutulduğunuz ve söylediğiniz her şeyin
“erkek” olarak söylediğinizi kenara not eden bir soruşturma süreci, size ne
kadar umut verici geliyor?
Nitekim
bazı paylaşımlarda Yusuf’un kendini savunmak istemediği, sürekli “özür
dileyerek” ve yapılan ithamlara boyun eğerek kendini suçladığı
belirtilmektedir. Oysa her sorun aşılabilir, her iddia cevaplanabilir, her
linçle mücadele edilebilir. Yeter ki umut olsun. Umudun bittiği yerde sadece
savunma değil, hayat da anlamsızlaşır ve yaşama sevinci biter.
Burada
bir parantez açarak, şunu da vurgulamak istiyorum: Gerek DGD’nin gerekse
Öğrenci Kolektifleri’nin açıklamalarında “soruşturma”, “yargılama”,
“cezalandırma” süreçlerinin bu yapılar tarafından işletilen rutin süreçler
olduğunu görüyoruz. Belki de pek çoğu öğrenci olan, ideolojik saiklerle hareket
etmeye yatkın kişilerin üç ay önce tanıştıkları bir kişinin geleceği hakkında
karar vermesi, size mantıklı geliyor mu?
Diğer
taraftan, konuya ilişkin bazı feminist hesaplar, ifşa yönteminin yanlış
kullanımının feminist kazanımlara zarar vereceğini belirtmekte; “kadının
beyanının soruşturmanın başlaması için esas” olduğunu, sonrası için sürecin
iddialarla değil, kanıtlarla yürümesi gerektiğini vurgulamaktadırlar. Ancak
yukarıda da vurguladığım gibi, erkek cinsiyetini kategorik olarak “şaibeli”
gören bir önvarsayım, tarafların açıklamalarını aynı doğruluk değerinde görmeye
ne kadar açık olacaktır? Örneğin her iki taraf için de kanıt getirmenin mümkün
olmadığı, sadece iddia ve savunuların söz konusu olduğu bir olayda erkek tekil
bir kişi olarak değil, erkeklik kategorisi içinde değerlendirilecek ve hakkında
öyle karar verilecektir.
Sonuç
olarak şunu belirtmekte fayda var: Yusuf Said’in “sol ve feminist” bir örgütün
üyesi olarak feminizmin hışmına maruz kalması, daha derin bir tartışmayı
gerekli kılmaktadır. Bu yazıda ayrıntısına girmeyecek olsam da, YDK gibi
yapıların “devrimci şiddet” olarak meşrulaştırdığı ifşa ve linç mekanizması, ne
sadece solcularla ne de sadece erkeklerle sınırlıdır. Bu mekanizmanın 2019’daki
TERF tartışmalarında Zeynep Direk, Yasemin Varlık, Ebru Pektaş, Hale Akay gibi
feminist kadınlara karşı da işletildiğini hatırlatmak gerekir. Nitekim 2020’de
bu kişiler LGBTİ Onur Haftası Düzenleme Komitesi tarafından ifşa etmeyi ve “hizaya
getirmeyi” amaçlayan “hormonlu domates” ödüllerine layık görülmüşlerdi.
Kadının
biyolojik cinsiyetine inanan feminist kadınlara bile acımayan bu kültürün
nerede duracağını kim bilebilir? Bu soruyu şöyle de sorabiliriz: “Devrimci
şiddet” olarak meşrulaştırılan ifşa mekanizmasının meşruluk sınırını ne
belirlemektedir? Eğer “ifşa”, normatif olana en uzakta duranın normatif olana
karşı elinde meşrulaşıyorsa, herkes norma en uzak olanın söylem gücüne boyun
eğmek zorunda kalmayacak mıdır?
Son
olarak, belki başka bir yazıda açılması gereken bir noktaya daha değinmekte
fayda var. Yusuf Said’in intiharıyla yeniden alevlenen tartışmaların bir
ekseninde de -Aralık Feminist Kolektif’in açıklamasında görülebileceği üzere-
Marksizm ve feminizm arasındaki geçmişi uzun yıllara dayanan gerilimin olduğunu
belirtmek gerekiyor: Siyasal mücadelenin ekseninde “cinsiyet/cinsellik ve
ataerki/heteronormativite” mi yer alacak yoksa “sınıf ve sermaye” mi? Nitekim
Heidi Hartmann, 45 yıl önce yazdığı “Marksizm ve Feminizmin Mutsuz Evliliği”
yazısına bu gerçeği işaret ederek başlar:
“Marksizmi ve feminizmi
son zamanlardaki birleştirme çabaları, feministler olarak bize tatmin edici
gelmiyor, çünkü bu girişimler, feminist mücadeleyi sermayeye karşı verilen
‘daha geniş’ mücadelenin kapsamı içine alıyor. Benzetmemizi sürdürürsek, ya daha
sağlıklı bir evliliğe varmamız ya da boşanmamız gerekmektedir.”
Mücahit Gültekin
9 Haziran 2025
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder