18 Haziran 2025

, ,

Ali Şeriati, Frantz Fanon ve Devrimci Şiddetin Politik Etiği

Hangi Öze Döneceğiz?

 

Gelin yoldaşlar, Avrupa’nın oyunu nihayet sona erdi, bizim başka bir şey aramamız gerekiyor.
[Frantz Fanon, The Wretched of the Earth -Richard Philcox Çevirisi]

Beravim rufega! Destān-i Orupa beraye hemişe payan yafteh est. Beyad destāne digari jost.
(“Gelin yoldaşlar! Avrupa’nın hikâyesi sona erdi. Bizim başka bir hikâye aramamız gerekiyor.”)
[Frantz Fanon, Duzahiyan-i Ru-ye Zamin, Ali Şeriati Çevirisi]


Ali Şeriati, Pehlevi hanedanlığının yıkılıp İslam Cumhuriyeti ile neticelenen süreç anlamında 1979 devriminin en önemli ideologlarından biri kabul edilir.[1] Ali Şeriati’nin vaazları ve yazıları ayaklanmanın anlamını tayin etmiş, kitleler, onun ölümünden birkaç ay sonra sokaklara döküldüklerinde, o sözlerin içeriğiyle yüklü olarak hareket etmişlerdir.

Altmışların sonu ve yetmişlerin başında verdiği etkili vaazlarında Şeriati, Marksist ve varoluşçu geleneğe ait fikirleri dini ve milli bir söylemle kaynaştırmaya çalıştı. Söz konusu süreçte gerilla mücadelesi veren örgütlerin çok sayıda üyesi, bu vaazları dinledi ve orada söylenenleri yetmişlerde Pehlevi rejimine karşı yürüttükleri mücadelenin ideolojik kaynağı olarak gördü. Sonrasında Şeriati, inşa edilen efsanenin köşe taşı hâline geldi ve bu hâliyle devrimin parçası oldu. Kitle gösterilerinde onun resimleri taşındı, onun sloganları atıldı.

Buna karşın, Şeriati’nin özel niteliği haiz görüşleri, toplumsal değişim denilen o uzun süreci aktarmak için tarihçilerin öyle geçerken değindikleri hususlar olarak ele alındılar. Bu türden değerlendirmelere göre 1979 devrimini mümkün kılan Şeriati, devrimci kitlelerde ve gençlikte makes bulan dili muhalif aydınlara temin eden kişiydi. Bu sayede Şeriati, Humeyni’nin hareketin politik ve ideolojik liderliğini ele geçireceği yolu açmıştı. Dolayısıyla, 1979 devrimini anlamak istiyorsak Şeriati’yi anlamalıydık.

Bu tür bir fikri dizgeyi takip eden yaklaşımlar, Şeriati’nin düşüncesini ve niyetlerini devrimin nasıl ve neden başarılı olduğunu açıklama çabası üzerinden tartıştılar.[2] Ortada karmaşık yönlere sahip bir düşünür vardı, bu anlamda eldeki yorumlar ciddi kusurlara sahipti. Bu görüşler, kişi olarak Şeriati’nin fikirlerinin nasıl anlaşılması gerektiği, onun ölümü sonrası yaşanan olayların Şeriati ile ilgili yorumlarımıza tesir etmesinin mümkün olup olmadığı gibi soruları cevapsız bırakıyorlardı.

Şeriati’nin hayatı ve asarını ele alıp değerlendiren tüm çalışmalara devrimin gölgesi illaki düşer. Oysa kahraman veya anti-kahraman olarak sahip olduğu imajın ardında ayaklanmacı şiddet meselesiyle ilişki kuran, derinlikli bir akıl durur. Tüm kariyeri boyunca Şeriati, toplumsal dönüşümü tetiklemek için devlete karşı şiddet uygulanmasını teşvik etmekle, kendiliğinden kitle hareketi yoluyla radikal toplumsal değişimi sağlamak için gerekli hazırlıkları devrimci manada gerekli gören anlayışı temel alan sakinlik arasında salınıp durmuştur.[3] Bu eğilimler, genelde birbiriyle çelişse de Şeriati’nin devletin ve dini yapının otoritesine karşı yaptığı politik konuşmaları ile özün kendisini dönüştürmeyi hedefleyen ahlaki ifadeleri arasında fikri bir örtüşme söz konusudur.

Şeriati’yi devrim üzerinden okuyanlar, bu örtüşmenin niteliğini çoğunlukla yanlış yorumlamışlardır. Özelde onun son dönemde dile getirdiği, ayaklanmacı şiddet çağrısını bile isteye terk ettiği, ahlakla ilgili görüşlerinin bir kısmı devrim sonrası devletin kurulması ile birlikte gerçekleşen politik değişimlerle ilişkilendirilmiştir. Bu değerlendirmelere göre Şeriati, Avrupa’daki Aydınlanma karşıtı felsefe geleneğinden beslenen şiddet yanlısı, totaliter eğilimleri savunan, yerli halkın çıkarlarından yana duran bir aydındır.[4]

Bu makalede gösterdiğim üzere, Şeriati’nin söyleminde varolan, şiddet ve politik ahlak arasında farklı bir ilişki söz konusudur. Bu düzlemde, Şeriati, “öze dönüş” (bezgeşt) kavramıyla ilgili olarak, revizyonist olmayan tarzda yürüttüğü tartışmada ahlaki dönüşüm çağrısı yapar. “Öze dönüş”, ayaklanmacı şiddet ve şehadet konusunu ele alan, sonraki konuşmalarının teorik omurgasını teşkil eder.[5]

Burada ben Şeriati’yi, sömürgecilik karşıtı, daha da özelde, ayaklanmacı politik düşünce denilen farklı bir düşünce geleneğinin içine yerleştirerek okuyorum. “Sömürgecilik karşıtı bir dünya yurttaşı” olarak Şeriati, “özerklik ve tabi olma arasında seçim yapmak yerine özerklik ve dayanışma arasında salınan konumlar olarak hem bir anlama vakıf olan hem de onu formüle edendir.”[6]

Esasında Şeriati’nin asarını, İran’daki politik söylem yanında, farklı ülkelerde iki dünya arasında köprü kurma çalışması tanımlar.[7] Bir yandan şehadeti ve bezgeşti tartışan Şeriati, genel ve özelin birlikte varolabileceği yeni bir bütünlük ortaya koymaya çabalar. Bir yandan da farklı olma deneyiminin o canlı ve yerleşik tecrübesi üzerinden konuşur, onu yazıya döker.

Şeriati’nin konuşmalarını ve yazılarını ayaklanmacı politik düşünce bağlamında anlayan bir kişinin yeni düşünsel öncüller kümesinden, Avrupamerkezci liberalizmin genelciliğini de onun normatif özneleri farklı olarak niteleyişini de reddeden öncüllerden hareket etmesi gerekir.[8]

Şeriati’nin özle ilgili tartışmasını ya da daha geniş manada fikirlerini, yazılarını bizzat Şeriati’nin Farsçaya tercüme ettiği, ahlaki dönüşümle şiddete dayalı toplumsal değişim arasındaki ilişkiyi kavramaya çalışmış, Şeriati’yle aynı kumaştan bir düşünür ve eylemci olarak Frantz Fanon’la ilişkisi üzerinden tartışana pek rastlanmamaktadır.[9]

Siyah Deri Beyaz Maskeler kitabından başlayarak Fanon, sömürge aydınının kabul edilememesinin sebebini onun dünyada kendisini anlamak için başvurduğu dil ve düşünce sistemleri olarak görür.

“Tüm sömürge halk, yani, kendi kültürel özgünlüğünü toprağa gömdüğü için aşağılık kompleksi geliştirmiş tüm insanlar, kendilerini medenileştirici milletin diliyle, yani sömürgecinin kültürüyle karşı karşıya bulur.”[10]

Bu dile birbirine dost insanlar olarak varolma becerisinin oluşmasına mani olan, siyah olunduğuna dair algı sinmiştir:

“Ontolojinin kendisi, bizim Siyahi insanın varlığını anlamamıza izin vermez. Çünkü Siyahi insan sadece siyahi olmakla kalmamalı, aynı zamanda Beyaz adamla çatışma içerisinde olmalıdır.”[11]

Bu noktada Fanon, sömürgecinin dilinin sınırladığı fiziki bedenlerin varlığını temel alan bir kurtuluş anlayışı geliştirir. Bu bedenler, tarihsel alanı sarmış esaretin artık varolmayacağı gelecekte ve bugünde konumlanmış müşterek insanlığı vaat eder.

Böylece Şeriati, sömürgecilik karşıtı politik düşünce geleneğiyle doğrudan ve yaratıcı bir zeminde bağ kurma imkânı bulur. Buradan Şeriati, ayaklanmayı merkeze koyan politik ajandayla kültürel öze dönüş tartışmalarını birleştiren bir teorik dile kavuşur.

Revize etmezden önce bu dilin ilk tezahürleri dâhilinde Şeriati, öze dönüş meselesini esas olarak Fanon üzerinden tartıştı. Fanon ve Şeriati’ye göre, sömürgeci ve emperyalist güce yeni bir hümanizmle karşı çıkma çabasının asli kaynağı nativist (yerlici) dürtüydü.[12] Bu ikili, tarihsel açıdan olmuş bitmiş bir geçmişe dönmeyi hayal etmek yerine bugünde ilk elden varolan ama henüz gerçekleşmeyen bir öze dönmeyi tartıştı.

Şeriati ve Fanon, ortak bir teorik zeminden hareket etmiş olmasına karşın, farklı bir öz tahayyül ediyordu. Fanon, şimdide varolan öz ve insanın kabul görmesi konusunda yeni bir anlayış geliştirdi. Bu anlayış, temelde bedensel varlığa dayanıyordu. Dünyaya dair fenomenolojik bakışı öne çıkartan, ırkçı saldırılara maruz kalan öznellik deneyimine odaklanan Fanon, başkalarıyla yorum temelli karşılaşmanın temelinin bedenlenme olduğunu söylüyordu. Siyah Deri Beyaz Maskeler kitabının sonunda yer alan “Ah bedenim, beni hep sorgulayan bir insan yap!” duası, Yeryüzünün Lanetlileri kitabında insanı ve halkı sömürgelikten kurtaran şiddetle alakalı değerlendirmesini tanımlayan ana fikri içeriyordu. Zira sömürgecinin kurtuluşu, sömürgecinin öldürülmesine bağlıydı.[13]

Buna karşılık, Şeriati ise İran’daki sömürgeleşme deneyiminin ters yönde bir ilişkinin kurulmasını talep ettiğini düşünüyordu. Bugünkü deneyimi, yorum temelli, daha da özelde geçmişe ait hikâyemsi bir nitelik olarak öne çıkartan Şeriati, bedenselliği aşan bir olgu olarak, dini öze dönüşü savunuyordu.

Şeriati’ye göre din, kitlelerin toplumsal sorumluluğu ve kolektif bilincinden kök alan politik ahlak biçimiydi. Şehadet eylemi, kolektif hafızadan mecazen “saklanmış” olan fikirlerin ve görüşlerin açığa çıkartılması suretiyle, öze dönüş yolunu açmaktaydı. Aynı şekilde Şeriati, şehidi dönülen öz olarak anlıyordu.

Bu bağlamda, Fanon’un sömürgesi ölmeyi tercih etmezken, Şeriati’nin şehidi ölmeyi tercih ediyor. Ciddi sonuçlar doğuran bu seçim, çok önemli. Bu yönüyle Şeriati, Fanon’un ayaklanmacı şiddete dair değerlendirmesinde ulaştığı iki önemli sonucu yeniden ele alıyor. İlkin Şeriati’deki, özü fiziksel bedene aşkın bir şey olarak gören şehadet anlayışı, Fanon’un şiddeti hem araç hem de amaç olarak tanımlayan yaklaşımına katkıda bulunuyor. Neticede şehadet, eskiden canlı olan, tarihe ait olgusal bir gerçeklik olarak, bireyin kitlelerin dilden dile aktardıkları kolektif hikâyeler aracılığıyla hafızaya kaydedilen, canlı bir “tarihsel” düşünceye dönüştürülmesini ifade ediyor.

Bu anlamda Şeriati, Fanon’dan farklı olarak, “yeni insan”ın öze dair devrimci bir imaj inşa edeceği bir kaynak olarak “tarih”e güvenle dönebileceği koşulları tahayyül etti.[14] Şeriati’de şehit esasında kitlelerin ahlaki kılavuzluğun kaynağını buldukları örneklikti. Bugünün kolektif ruhunda bulunan kökleri sayesinde şehadet, örnek oluşuyla, hiyerarşik lideri ve onun öncülük ettiği ilişkiyi esas alan anlayışla çelişiyor. Bu açıdan Şeriati, sömürgelikten kurtulmuş kitleleri lider olarak gören Fanon’dan ayrışıyor.[15]

Şeriati, şehadeti üç ayrı özne arasında kurulan akışkan bir ilişkiyi esas alıyor: ölmeyi tercih eden, bunu yaparak, aktarmaya çalıştığı mesajın ta kendisi olan kişi, mesajı aktaran kişi ve nihayetinde o mesajı alıp böylelikle mesajın kendisi olmak için gayret edenler.

Şeriati, şehadet meselesini öze dönüş anlayışı üzerinden tartışır. Bu açıdan, Fanon’un dünya ve bedenle ilgili görüşlerini yeniden ele alır. Fanon’da beden, gelecekte, kişi ölmeye karar vermediği için onun bedenin varolmadığı koşulda bile varlığını sürdürür. Şeriati, Fanon’un bedenlenme anlayışına bir ek yapar. Bedenin yok oluşunu, gelecekte varolma biçimi olarak ele alır. Geri dönülecek öz, fiziksel bedenin ölümü sonrası meydana gelir. Bedenlenme deneyimini tam da bu olay tanımlar.

Özü kitlelerin kolektif hikâyelerinin içine yerleştirmek suretiyle Şeriati, ayaklanmacı şiddetle ilgili konuşmalarında ve yazılarında, İran’daki sömürgeci iktidara has yaklaşımda görülen yanlış temsillere şiddete dayalı toplumsal değişimin politik ahlakı denilen yeni bir genel unsuru inşa etmek suretiyle karşı çıkar.[16]

Areş Davari

[Kaynak: Comparative Studies of South Asia, Africa and the Middle East, Cilt. 34, Sayı. 1, 2014, s. 86-105.]

Dipnotlar:
[1] Ervand Abrahamyan’ın tespitiyle, “Şeriati, haklı olarak, İslam Devrimi’nin en önemli aydını, bu devrimin Fanon’u olarak itibar görmüştür.” Nikkie Keddie ise Şeriati’yi “devrimci kalkışma konusunda İranlı gençleri hazırlamak için en fazla çaba harcayan kişi” olarak tarif eder. Abrahamian, Iran between Two Revolutions, s. 466 ve Keddie, Roots of Revolution, s. 215. Hamid Dabaşi, daha ihtiyatlı bir yaklaşım geliştirir ve onu yüceye yerleştirme gayretlerine karşı çıkar. Dabaşi’ye göre Şeriati, üniversite öğrencileri içerisinde iki grupta karşılık bulmuştur: inançlarını muhafaza etmek aynı zamanda devrimci bir politik konum almak isteyen dindar gençler ve yerli bir dil geliştirerek daha büyük bir kitleye seslenmek isteyen Marksistler. Dabashi, Theology of Discontent, s. 109, 139. Şeriati, en çok da İslami görüşleri Marksist teoriyle cem eden vaazlarından ideolojik zeminde beslenen gerilla örgütü Halkın Mücahidleri ile ilişkilendirilmiştir. Şeriati, bu örgütün liderlerine sempatiyle yaklaşmış, ancak sonrasında örgüt içerisinde Şeriati’nin görüşleri reddedilip açıktan Marksizmi savunan bir yaklaşım benimsenmiştir. Şeriati, aynı zamanda, Şah’a karşı çıkan kimi önemli mollalarla düzenli bir araya gelmiştir. Bu isimlerle bazen tartışsa da bu görüşmeler belli bir süre devam etmiştir. Şeriati politik faaliyetlerine, Sovyet etkisindeki Tude ile tartışan milliyetçi örgütler içerisinde, Musaddık yanlısı bir isim olarak başlamıştır. Bu olumlu yaklaştığı görüşler ve kurduğu ittifaklar konusunda bkz.: Abrahamian, Iranian Mojahedin ve Rahnema, An Islamic Utopian.

[2] Şeriati’nin belagat sanatını kullanma biçimiyle ilgili olan bu kitaplarda iki soru öne çıkıyor. İlki, laik muhalefetin devrimci halk kitlelerinin hayal gücünü ele geçirme konusunda neden başarısız olduğuyla ilgili. Bkz.: Dabashi, Theology of Discontent, s. 102 – 46; Boroujerdi, Iranian Intellectuals and the West, s. 105 – 15; Mirsepassi, Intellectual Discourse, s. 114 – 27; Gheissari, Iranian Intellectuals in the Twentieth Century, s. 97 – 107; ve Vahdat, God and Juggernaut, s. 131 – 53. Kısa süre önce yayımlanan kitabında Kingshuk Chatterjee, Şeriati’nin Müslüman kimliğiyle ilgili meselelere yaptığı katkıyı ele aldı. Bkz.: Chatterjee, Ali Shari’ati.

[3] Ali Rahnema, Şeriati’deki sakin kalma eğilimini revizyonizm konusunda atılmış kasti bir adım olarak nitelendiriyor. Şeriati’nin son çalışmalarında, özellikle 1975’te hapisten çıktıktan sonra kaleme aldığı yazı ve kitaplarda bu eğilime rastlanmasına karşın Rahnema, bu sakin kalma eğilimiyle tanımlı çalışmaları Şeriati’nin yazmak zorunda kaldığı, hatta bunları Şah’ın gizli polisinin yazdığı iddiasına karşı çıkıyor. Şeriati’nin yazılarında başvurduğu bakış açısında ciddi bir değişimin yaşandığını kabul eden Rahnema, Şeriati’nin son dönemde yaptığı açıklamaların başlarda üniversite profesörü iken verdiği derslerle paralellik arz ettiğini, hatta bu derslerin doğrudan kopyası olduğunu söylüyor. Bkz.: Rahnema, An Islamic Utopian, s. 356-63, 369-70. Behruz Gamari Tebrizi, Rahnema’nın bu önemli tespitini teorik zemine taşıdı ve Şeriati’deki Gramşici eğilimin amacının toplumsal değişime yol açmak adına hegemonya karşıtı bir kültür düzeni oluşturmak olduğunu söyledi. Bkz.: Ghamari-Tabrizi, “An Islamic Utopian.”

[4] Günümüz İran’ında İslami ideolojinin gelişimini “yerliciliğin zaferi” olarak gören akademisyenler, kıta felsefesinin etkisine vurgu yapıyorlar. Bu çalışmalar, Martin Heidegger’i önemli bir figür olarak öne çıkartıyorlar, onun tezlerinin İran bağlamında tezahür ettiğini söylüyorlar. Ali Şeriati’nin görüşleri de bu düzlemde değerlendiriliyor. Bu değerlendirmelerde Şeriati, karşımıza Ahmed Ferdid’in takdim ettiği, ağırlıklı olarak Şii olan İran halkının diline tercüme ederek aktardığı öncü bir ideolog olarak çıkıyor. Heidegger’den Ferdid’e oradan Celâl Âli Ahmed ve Ali Şeriati’ye birçok yazarı, eylemciyi ve akademisyeni ele alan bu değerlendirmeler, 1979 devriminin köklerini ve sonraki dönemi belirli bir kesit ve bağlam dâhilinde aktarılan, başka yerlerden ödünç alınmış fikirler kümesi üzerinden ele alıyorlar. Yirminci yüzyılda İran aydınlarının görüşlerini “yerliciliğin zaferi” üzerinden yorumlayan bir çalışma için bkz.: Boroujerdi, Iranian Intellectuals and the West. Bu zaferde Alman felsefesinin etkisi için bkz.: Mirsepassi, Intellectual Discourse ve Mirsepassi, Political Islam. Şeriati’nin asarını “Aydınlanma karşıtlığı” üzerinden ele alan bir çalışma için bkz.: Mirsepassi, “Religious Intellectuals and Western Critiques.”

[5] “Dönüş” veya “Restorasyon” anlamına gelen Bezgeşt ile ilgili değerlendirmeleriyle Şeriati, sömürgecilik karşıtlarının öze dönüş konusunda yürüttükleri tartışmaya katkıda bulunuyor. Şehadet ise gelenek düzleminde kutsal bir hakikati gerçekleştirmek için mücadele eden bireyin ölümüne atıfta bulunuyor. Şiilikte şehadet, en çok da üçüncü İmam Hz. Hüseyin’le ilişkilendiriliyor. Şeriati’de bu kavram, devrimci toplumsal değişim anlamını kazanıyor. Şeriati’nin düşünsel projesi, bu türden terimlerin yeniden tanımlanmasını ve geliştirilmesini esas alıyor. Şeriati, çalışmalarında şehadet kavramını Hristiyanlıktaki “martir” kavramından ayrıştırmaya, bu kelimenin şehidin tam çevirisi olmadığını göstermeye çalışıyor. Bkz.: Shari’ati, Huseyn Vâris-i. Âdem.

[6] “Sömürgecilik karşıtı dünya vatandaşı” tabirini Karl Mancapra’nın M. N. Roy biyografisinden ödünç aldım. Manjapra, M. N. Roy, s. xix-xxi. Genelle özel arasında bir tercih yapmak yerine bu ikisi arasında uzanan gerilimli düzlemde faaliyet yürütmüş bir aydın olarak ele alan bir değerlendirmeyi şu çalışmada bulmak mümkün: Sekyi-Otu, Fanon’s Dialectic of Experience.

[7] Rahnema, Şeriati’yi “niyeti tüm politik güçleri despotizm karşıtı cephede bir araya getirecek köprüler inşa eden” ve bu mücadeleyi “Müslümanlarla kâfirler değil, Müslümanlarla despotik zalimler arasında cereyan eden bir mücadele olarak gören” bir aydın olarak tarif ediyor. Rahnema, An Islamic Utopian, 340.

[8] Liberal genelcilikle özelde işleyen sömürgeci yönetim arasındaki ilişkiye dair bir tartışma için bkz.: Rao, The Caste Question.

[9] Şeriati’nin Fanon’la ilişkisine değinen tüm çalışmalar, Şeriati’nin “Bezgeşt be Kiştan” isimli metnindeki bölüme, aynı zamanda İslamşinasi çalışmasının on dördüncü dersinde ele alınan, Fanon’la yaptığı yazışmalara atıfta bulunuyorlar. Bu mektuplarda Şeriati, Fanon’un din konusunda düştüğü şerhlere cevap olarak, sömürgecilik karşıtı cepheye katılım meselesini tartışıyor. Özgün pasajlar için bkz.: Shari’ati, Bâzgasht, s. 29-30 ve Shari’ati, Islamshenasi, s. 169-71. Bu pasajlara atıfta bulunan kitaplar konusunda bkz.: Abrahamian, Iranian Mojahedin, s. 115 – 16; Dabashi, Theology of Discontent, s. 110; ve Mirsepassi, Intellectual Discourse, s. 121. Mirsepassi’nin kitabı ile Dabaşi’nin kitabı, Abrahamyan’ın metne dair yürüttüğü ilk tartışmaya (ve yaptığı çeviriye) değiniyor.

[10] Fanon, Peau Noire, s. 14, Fransızcadan çeviri bana ait.

[11] A.g.e., s. 88 ve Fanon, Black Skin, s. 110. Çevirilerini yaparken Fanon’un kitaplarının birden fazla versiyonundan yararlandım. Bu kullandığım kitapların isimlerini notlarda aktardım.

[12] Fanon, destekçileri ve eleştirmenlerinin yerlicilik suçlamasıyla yüzleşmiş bir isimdi. Onun kitaplarını okuyan kimi insanlara göre Fanon, özel bir kimliğin özerk ifadesi olarak sömürge öznesinin gerici şiddetini sahiplenmek suretiyle sömürgeciliğe karşı çıkan bir “şiddet havarisi”dir. Bu tabir Hüseyin Bulhan’a aittir. Bulhan, Frantz Fanon. Fanon’un Yeryüzünün Lanetlileri kitabında yürüttüğü şiddet tartışmasını kural koyucu bir talimatname olarak yorumlayıp mahkûm eden önemli siyaset teorisi metinleri konusunda bkz.: Arendt, On Violence ve Taylor, “Politics of Recognition.” Arendt, daha çok Fanon’un teorisini kullanan ama onun kitabının “Şiddet Üzerine” başlıklı ilk bölümüne odaklanan yaklaşımları ele alıyor. Arendt, Fanon’un şiddet konusunda okurlarına nazaran daha şüpheci ve izanlı bir yaklaşıma sahip olduğunu söylüyor.

[13] Fanon, Black Skin, s. 232.

[14] Şeriati’nin yürüttüğü tartışma böylesi bir yöne sahip. Burada Şeriati, tarihsel gerçeğin kurgu karşısında sahip olduğu değere itiraz ediyor. Bu, esasında Fanon’un sömürgenin nesnelliğe ve hakikate yönelik şüpheciliğine dair değerlendirmeleriyle örtüşen bir fikir. “Hakikat, milletin ortaya çıkış sürecini besleyen, sömürge rejiminin yerinden sökülüp atılma sürecini hızlandırır. […] Sömürge bağlamı, hakikatli tek bir davranışı bile tanımaz. Sömürgenin canını en çok da İyi olan şeyler yakar.” Fanon, Wretched, s. 14.

[15] Şeriati’ye göre şehadet, gelecekte oluşacak kolektif yapıların alacakları, önceden belirlenmiş bir mesajı ifade ediyorken Fanon, tarihe meydan okudukları ölçüde o mesajı diledikleri gibi alacaklarını söylüyor.

[16] İran, sömürgeciliğe doğrudan maruz kalmadı. Şeriati, bu terimi bu gerçeği dikkate alarak kullanıyor, ona buna göre anlam yüklüyor. Tarihsel gerçeklere rağmen Şeriati, sömürgecilik karşıtı gelenekle düşünsel bağ kuruyor. Fanon ve Şeriati, birçok yerde sömürgeciliği ve emperyalizmi birlikte anıyor. Bu anlamda Şeriati, dünyayı görmek istediği gibi görüyor. Şeriati’nin sömürgecilik terimini kullanış biçimi, onun küresel ölçekte düşündüğünü ortaya koyuyor. Şeriati’ye göre, İran doğrudan sömürgeleştirilmemiş bile olsa halen daha sömürgeci güçlerle dövüşmek zorunda. Şeriati, “öze dönüş” anlayışına genelde İran’ın dolaylı bir biçimde, Afrika’dan farklı bir düzlemde tecrübe ettiği sömürgecilikle ilgili görüşleri üzerinden katkıda bulunuyor.

0 Yorum: