ABD’nin
İran İslam Cumhuriyeti’ne yönelik gerçekleştirdiği son saldırı, uzun zamandır
görmezden gelinen bir hakikati gözler önüne serdi: ABD’nin askeri üsleri,
bölgemizdeki halkların yüzleştiği en ciddi tehditlerdir.
Bugün
Arap dünyasının önemli bir kısmı, askeri üslerin, politik kontrolün ve ekonomi
alanında yürürlüğe konulan, ülkeleri boyun eğdirmeye yönelik faaliyetler
üzerinden tesis edilen yabancı hâkimiyeti aracılığıyla gerçekleştirilmiş işgal
koşullarında yaşamaktadır.
ABD
veya Batı’nın askeri hâkimiyetinin son bulduğu noktada Dünya Bankası’nın
talimatlarıyla ilerleyen iç işgal süreci başlamakta, ülkelere bağımlılık,
normalleşme ve boğucu çaresizlikle tanımlı bir sistem dayatılmaktadır.
Atlas
Okyanusu’ndan Körfez’e dek geniş bir alana yayılmış olan ABD askeri üsleri, “modern”
sömürgeci canavarın Arap dünyasına geçirdiği sivri dişleridir. “İşbirliği”, “istikrar”
ve “koruma” gibi kelimelerle ambalajlara sarılan bu karakollar, uzun zamandır
gerçek amaçlarını gizlemektedirler. Bu üsler, eski sömürgecilikten özde farklı
olmayan pratiğin arsızca ve utanma nedir bilmeden gerçekleştirdiği askeri
işgaller olarak görülmelidir. Topraklarına, kendi iradeleri ve onurları hilafına
dayatılan yabancı askeri varlığını hiçbir hür insan, hoş görüyle karşılayamaz.
Bugün
Arap topraklarında en az 19 askeri üste ve karakolda 40.000’in üzerinde asker
bulunuyor. Bu sayı, son birkaç yol içerisinde ikiye katlandı. Katar’daki bölge
savaşlarının komuta merkezi olarak kullanılan Udeyd üssüyle, Bahreyn’deki Beşinci
Filo’yla, Kuveyt’teki işgal platformuyla, BAE ve Suudi Arabistan’daki hava üsleriyle,
oradan Ürdün, Irak ve Suriye’deki gizli üslerle topraklarımız, halklarımıza
yönelik saldırıların ana zemini haline geldi.
Bu
üsler, Siyonist teşekkülü savunan casus merkezleri ve silah depoları, aynı
zamanda ekonomilerimizi ve politikamızı kontrol etmek için başvurulan hâkimiyet
kurma araçları olarak iş görüyorlar. Bize ait sularda hareket halindeki savaş
gemilerinin desteğini arkasına alan bu üsler, bütünüyle o en büyük karakola,
İsrail denilen teşekküle bağlı.
ABD,
İngiliz ve Fransız üsleri basit birer yapı ya da silah deposu değiller. Bunlar,
ABD ve Siyonizme ait hâkimiyet projesinin koçbaşları. İran’a ve Yemen’e bu
üslerden saldırı düzenlendi. Filistin ve Lübnan’daki direnişi zayıflatan
güvenlik çalışmaları buralarda koordine edildi. O casus ağları bu üslerde oluşturuldu,
o normalleşme anlaşmaları oralarda imzalandı, nerelerin yıkılacağını gösteren
haritalar oralarda çizildi. Geçmişte bölgemizi taksim edenler, bugün onu daha büyük
tahribatla taksim ediyorlar.
Bu
üsleri bağımlılık, normalleşme ve teslimiyet bayrağını eline almış yönetimleri
üzerinden kabul eden ülkeler, milletlerini bir avuç zengin hayatta kalsın diye sattılar.
İktidarda kalmak için her limanı, havalimanını ve hava üssünü, ayrıca ticari
alandaki egemenliklerini yabancı ordulara teslim ettiler. Ama çatışma süreci
hızlanınca halklar şu soruyu daha gür bir sesle sormaya başladılar: “Arap toprağındaki
tüm ABD üslerini söküp atmanın vakti gelmedi mi?”
Gazze’de
devam eden soykırım, İran’a yönelik gerçekleştirilen son saldırı ve direniş liderlerine
her gün düzenlenen suikastlar, bu üslerin eski sömürgecilikten daha kötü
olduğunu ortaya koyuyor. Bu üsler, varlıklarıyla, şiddet ve kontrol
mekanizmalarıyla tanımlı döngünün ilanihaye devam etmesini sağlıyor.
O
üsler kaldıkça hiçbir Arap devleti güvende olamaz. Hiçbir millet, o üslerin gölgesinde
istikrar nedir bilemez. ABD savaş uçaklarının semalarında uçtuğunu gören hiçbir
halk, egemenliğin tadına varamaz.
Bölgede
ABD üssü varolduğu sürece Filistin özgür olamaz. ABD’nin askeri işgal pratiği
tüm ağırlığıyla bölgede varlığını hissettirdiği sürece Irak, Yemen, Lübnan,
Suriye, Tunus, Cezayir ve Fas özgür olamaz. Bizim cengimiz tek, kaderimiz
ortaktır. Düşman da herkesin malumudur.
Şimdi
Arap direnişinin bayraklarını bir kez daha göğe kaldırmasının vakti gelmiştir. Arap
halkları, Siyonist projeye karşı ayağa kalktıkları gibi, bu sefer de ABD
emperyalizmine karşı direniş bayrağını yükseltmelidirler. Şimdi “ABD üsleri
topraklarımızdan derhal defolup gitsin” sloganıyla tüm bölge, kampanyalar
yürütmeli, ayaklanmalar gerçekleştirmeli, devrimci hareketler inşa etmelidir.
Bu
üslere yönelik devreye sokulacak silahlı harekatlar ve halk hareketleri, emperyalist
kontrol mekanizmasının tam merkezine vurmakla kalmayacak, ayrıca ABD
emperyalizmi, Siyonizm ve Arap coğrafyasındaki gerici rejimler arasındaki
ittifakı ifşa edecektir. Böylesi bir saldırıyla düşman kampın dengesi
bozulacak, Arapların kurtuluş mücadelesi yeni bir aşamaya girecektir.
Bu
üslerin kovulması basit bir seçenek değil, zorunluluktur. Kolektif direnişimizde
önemli bir merhaleyi ifade eden bu hamle, milli ve devrimci bir yükümlülüktür. Yabancı
işgalini söküp atmadan, teslimiyetin zincirlerini kırmadan Arapların birliğini
gerçekleştiremeyiz, özgür bir geleceğe ve onurlu bir hayata sahip olamayız, egemenliğimizi
Pentagon’daki generallerin elinden alıp Arap halkının ellerine teslim edemeyiz.
Halid Bereket
24 Haziran 2025
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder