16
Haziran (1970) günü sabah fabrikaya geldiğimizde işbaşı yapmadan bahçede
toplandık. Temsilciler ve ünite temsilcileri ile yine kısa bir değerlendirme
yaptık.
O
günkü yürüyüş güzergâhımız artık Ankara Asfaltı değil, şehrin merkezi yerleri
olacaktı. Önce yine yürüyüş korteji halinde, Üsküdar meydanına inip, Tekel’in
tütün depolama ve sigara fabrikasındaki işçileri alıp oradan Kadıköy’e
yönelmek, meydanda bir soluklanıp, Altıyol, Söğütlüçeşme, Hasanpaşa
istikametinden akşama doğru fabrikaya dönmekti niyetimiz.
Şehrin
merkezi yerlerini seçmemizin nedeni, sesimizi ve ne istediğimizi halka biraz
daha fazla duyurabilmek, eylemdeki kararlılığımızı istemlerimizle birlikte daha
çok insanlara gösterebilmekti.
16
Haziran sabahı yine Ankara Asfaltı’nda yürüyüş düzeni halinde kortejler
oluşturduk. Bu sefer yüzümüz Üsküdar-Kadıköy yönüneydi. Bir gün önceki yürüyüşe,
postabaşı, ustabaşı durumunda olanlar katılmamıştı. İkinci gün kendiliğinden
onlar da gelip korteje dâhil oldular. Onlar “Biz ustabaşıyız, postabaşıyız, yürüyüşün
başında ön saflarda yer almalıyız” dediler. Biz de, “Tabii, memnuniyetle”
dedik, onları yürüyüşün ön tarafına aldık.
Koşar
Adım Üsküdar Meydanı’na
Helikopterler
yine başımızda turlamaya başladılar. Koşuyolu köprüsü üstüne geldiğimizde, yola
barikat kuran polis yolumuzu kesti. Polis barikatının arkasında ise asker
ikinci bir barikatla yolu kapatmıştı.
Öndeki
polis şefleri megafonla “Yürüyüş eyleminiz kanunsuzdur. Fabrikalarınıza dönün”
diye bağırdı. Biz temsilciler, başlarındaki şeflerle görüşüp buna uymayacağımızı,
yürüyüşümüze devam edeceğimizi söyleyince çatışma çıktı. Polis ve asker havaya
ateş açtı. Biz ise o anda asfaltta ve yol kenarlarından elimize ne
geçirebildiysek onları kullandık. Bizim kortej düzenimiz tabii ki dağıldı ama
herhangi bir geri çekilme olmadı. Polis barikatı da başlangıçtaki düzen içinde
değildi. Biz işçiler, hem polis, hem asker barikatını aşıp barikatların
arkasına sarkmıştık. Kortejimiz, başlangıçtaki sıra düzeni içinde olmasa da, hatta
biraz da koşar adım Üsküdar meydanına indi.
Meydana
inmeden Doğancılar Yokuşu’ndan aşağıya inerken yine asker teçhizat kuşanmış
süngü takılı vaziyeti ile kademe kademe barikatlar kurmuştu. Bu barikatlar da
herhangi bir çatışma yaşanmadan askerlerin etrafından dolaşarak aşıldı, Üsküdar
Meydanı’na ulaşıldı.
Tekel’in
Kadın İşçileri
Meydandaki
yığılma, sadece biz Otosan işçileri ile sınırlı değildi artık. Etraftan başka
katılmalarda olmuştu. Benim de içinde olduğum temsilciler ve bir grup işçi,
Tekel’in sigara fabrikasına girdik. Sonraki yıllarda yıkılan bu fabrikaya
girdiğimizde özellikle kadın işçilerde bir korku gördük. Fabrikanın kreşinde çocuğu
olan kadınlarda bu korku ve telaş daha fazla kendini belli ediyordu. Yaptığımız
konuşmalarla önce sakinleştirdik. Kreşte çocuğu olan kadınlara isterlerse
çocuklarını alıp evlerine gidebileceklerini veya fabrikada kalabileceklerini
söyledik.
Bu
sakinleşmeden sonra işçilere, hükümetin sendikalar yasasında yapmak istedikleri
değişiklikleri ve bunun sendika seçme özgürlüğümüze nasıl kısıtlamalar getirdiğini
anlattık. Yürüyüş amacımızın DİSK, Türk-İş ayrımı yapmadan, el birliği ile bu
yasal değişikliği protesto etmek olduğunu söyledik, “Aramıza katılırsanız seviniriz,
daha güçlü oluruz.” dedik. Kreşte çocuğu olan kadın işçiler dışında herkes
dışarı çıktı. Dışarı çıktığımızda Üsküdar Meydanı iyice kalabalıklaşmıştı.
Bu
arada yürüyüş kolundan bir grup, Beykoz yönüne yöneldi. Bu işçilerin amacı,
Paşabahçe’deki ve Beykoz’daki işçileri yürüyüşe katmaktı. Beylerbeyi Sarayı
altındaki tünelin kapatılması nedeniyle bu grup geri dönmek zorunda kaldı.
Kadıköy’e
Doğru
Bu
sırada ortalığa doğru askeri bir cip yaklaşıyordu ve işçiler bu araca yol
açıyorlardı. Ortada duran cipten bir albay ve birkaç asker indi. Albay eline
aldığı megafonla, “Evlatlarım, işçi kardeşlerim” diye başladı konuşmasına ve
şöyle devam etti:
“Fabrikalarınıza
dönün, bu eylemler kanunsuzdur. Haklarınızı kanuni yollardan arayın.”
Biz
temsilciler albaya yaklaşarak “Biz kanunsuz bir şey yapmıyoruz. Bizim sendika
seçme hakkımızı bu hükümet elimizden alıyor, biz bunu protesto ediyoruz. Biz
kimseye zarar vermiyoruz” dedik.
Albay
yine bizlere hitaben, “Hak aramanın yolları kanunlarda var, en nihayeti Anayasa
Mahkemesi var, o yollardan hakkınızı arayın, şimdi işyerlerinize dönün” diyordu.
Biz, “Anayasa Mahkemesi’nde bu olay aylar, yıllar sürer, o vakte kadar bu
hükümet bizim haklarımızı elimizden alır” diyorduk.
Albay
“Dönün” ısrarını tekrarlayınca, biz de Kadıköy istikametine doğru gideceğimiz
için, “Kadıköy’den doğru döneceğiz’ dedik. Albay bize yine bir uyarı yaparak, “Kadıköy’e
değil, geldiğiniz Ankara Asfaltı’na doğru dönün” dedi.
Biz,
yeniden kalabalığı geldiğimiz yöne doğru yürüyüş düzenine sokup Kadıköy’e
yönlendirdik. Bu sırada Üsküdar Meydanı’ndaki karşılıklı iki camiden öğle ezanları
okunmaya başladı. Baş temsilcimiz Hasan “Ezan okunuyor, oturun” komutu ile
bütün işçiler sıcakta asfalta oturdu. O anda diğer temsilcilerden göz göze
geldiklerimiz oldu ama yapacak bir şey yoktu.
Ezanlar
bitince Hasan’ın komutu ile kortejimiz tekrar Kadıköy’e doğru yürüyüşüne devam
etti. Bu arada albay konuşurken, kalabalık arasından tanımadığımız kişilerce
birkaç kez, “İşçi ordu el ele” sloganları atıldı. İşçiler arasından bu slogana
az da olsa, yer yer katılmalar oldu.
Havaya
Ateş Açıldı
Kadıköy
meydanına geldiğimizde, Üsküdar’dan gelen yol ile, Altıyol’dan inen yolun
kesiştiği kavşakta, polis ve asker yine birlikte barikat oluşturmuşlardı. Bizim
yürüyüş kortejimizi Altıyol istikametine bırakmıyorlardı. Burada polis ve asker
barikatını aşmak için yine bir zorlama oldu, asker havaya ateş açtı.
Askerin
ateş açması sonrası yığında yine bir dağılma oldu ama bu sefer Kadıköy iskele
meydanında yeni katılımlarla daha kalabalık bir kitle olarak toplandık. Bu
kalabalığın içerisinde yine bir askeri cip ve rütbesini tam hatırlayamadığım
bir subay, elinde megafonla konuşuyor. Üsküdar’da konuşan albayın konuşmasına
benzer yaklaşımlarla “Hakkınızı kanuni yollardan arayın, bu yaptığınız iş kanun
dışıdır, şimdi fabrikalarınıza dönün” diyordu. Bu arada yine birkaç ses,
aralardan, “İşçi ordu el ele” sloganı…
Biz
temsilciler yine subaya yaklaştık, “Biz fabrikaya döneceğiz, bizi Altıyol’dan
bırakmıyorsunuz” dedik. “Ankara Asfaltı’ndan dönün” diye hem bize, hem
megafonla kitleye hitap ediyor. Biz yönümüzü kitle halinde Altıyol’a doğru
çevirdik, “Haydi dönüyoruz” dedik.
Polis
ve askerin meydanda oluşturduğu barikatı Kadıköy Çarşısı içindeki ara sokaklardan
aşarak bu sefer polis ve askerle çatışmadan Altıyol’a yöneldik.
Polisle
Çatışma
Söğütlüçeşme’ye
geldiğimizde, Fenerbahçe Stadı çevresinde kalabalık işçi grupları ile
polislerin çatıştığını gördük. Daha açık bir deyimle polisler kaçışıyor, işçiler
kovalıyorlardı. Kadıköy istikametinden gelen bizim grup da polisin önünü
kesince, polis sıkıştı, o semtlerde ulaşabildiği evlerin kapılarını zorlayarak korunmak
amacıyla içeriye girmeye çalıştı.
Ancak
çok evler kapılarını açmadı. Birçok polis, önce başlarındaki beyaz miğferleri
attı. Olmadı, üzerlerindeki resmi üniformaları çıkarıp attılar, polis olarak tanınmamak
için. Ama gördüğüm birkaçı bu işi yaparken başından çıkardığı miğferi ve
üzerinden çıkardığı polis armalı gömleği bir yere atışı, bir çarpışı vardı ki,
bu durum, onun sadece polis olarak tanınmaktan, bir can korkusundan öte, bu
mesleğe de bir “lanet” okuyuş tavrıydı, o öfkeyle yere çaldığı resmi elbisesi.
Çünkü iki taraftan gelen işçi gruplarının sıkıştırmasıyla sığınacak yer
bulamayanlar kendilerini Kurbağalıdere’ye atıp denize doğru yüzmeye
çalışıyorlardı. Bu Kurbağalıdere’nin bir başka adla da bilindiği hatırlanınca
herhalde kimse bunu istemezdi.
Dramatik
bir durumdu. Çünkü onlar da bizler gibi çoğu yoksul ailelerin genç
evlatlarıydı, onlar da bizler gibi dar gelirleriyle ailelerini geçindirmeye
çalışan insanlardı. İşçi artık onu orada, Anadolu’dan gelmiş, kendisi gibi
yoksul, dar gelirli bir sınıfdaşı olarak değil, üzerindeki elbisesiyle devleti
karşısında görüyordu. Hıncını öfkesini karşısına çıkan, onun eylemine mani
olmak isteyen polisten çıkarıyordu.
Burada
toplum psikolojisi de başlı başına bir rol oynuyordu. Yoğurtçu Karakolu’nun
önünde polis cipleri ve toplum polis otobüsleri duruyordu. Burada polis
araçları devrildi. Devirdikleri polis otobüsünün üzerinde işçiler ‘bir kaleyi
fethetmişçesine’ basın mensuplarına poz veriyorlardı. Basın mensuplarının
fotoğraf karesine giremeyenler; tekrar tekrar biraz evvel devirdikleri otobüslerin
üstüne çıkıp, “Beni de çek, beni de çek” diye talepte bulunuyorlardı. Bu
olayları görünce, Kadıköy Meydanı’nda polis ve askerin neden bizi Altıyol
istikametinden bırakmak istemedikleri anlaşılıyordu.
“Bugün
Bizim Bayramımız”
Gebze,
Pendik, Kartal, Maltepe istikametinden gelen işçiler, o gün yürüyüş güzergâhı
olarak kendilerine Bağdat Caddesi’ni seçmişlerdi. Daha sonra kendilerinden dinlediğim
kadarı ile Kartal Meydanı’nda toplandıklarında, Kartal kaymakamını da aralarına
almışlar, “Bugün bizim bayramımız” diyerek Kartal Kaymakamı’na direğe bayrak
çektirmişler. Bunu da Kartal Süperlit Boru Fabrikası’ndan Ali Özgül isimli bir
Keramik-İş üyesi yapmıştı.[1]
Sonra
bu grup, topluca Kartal’dan, Bağdat Caddesi üzerinden Kadıköy’e yönelmişlerdi.
Bu guruba Gebze, Çayırova, Tuzla istikametinden gelen işçi grupları da dâhil
olmuşlar, Bağdat Caddesi üzerinden Fenerbahçe stadının yanına gelinceye kadar
herhangi bir engelleme ile karşılaşmamışlar, hatta yol boyunca apartmanlardan
alkış ve istendiğinde su servisleri almışlardı. Fenerbahçe Stadı’nın önüne
geldiklerinde polis oradan ileriye bırakmak istemeyince çatışma çıkmıştı.”
Günün
Sonu
Bu
olayın yaşandığında saat 16.00 civarı idi. Ortalık biraz sakinleşince biz
öngördüğümüz gibi Hasanpaşa üzerinden fabrikaya döndük. Bağdat Caddesi’nden gelenler
de yine öngördükleri gibi Kadıköy’e doğru devam ettiler. Fabrikaya döndüğümüzde
fabrika etrafının tanklarla çevrili olduğunu gördük. Fabrika işçileri, kimlik
kartlarını göstererek içeri girdi, üstünü değiştirdikten sonra evlerine döndü.
Gebze, Kartal istikametinden gelip Kadıköy’e devam eden işçi grupları,
Kadıköy’den sonra bulabildikleri her çeşit vasıta ile (damperli kamyonlar da dâhil)
Ankara Asfaltı üzerinden geldikleri yöne geri döndüler.
O
akşam eve döndüğümüzde, radyolardan Kadıköy’deki çatışmada, ikisi işçi, biri
polis biri de esnaf olmak üzere dört kişinin öldüğünü, Kadıköy kaymakamlığının ateşe
verildiği haberlerini dinledik.
Mehmet Karaca
[Kaynak:
Derinden Gelen Kökler, Sosyal Tarih Yayınları, s. 370-374.]
Dipnot:
[1] Bugün hayatta olmayan bu arkadaşımız sıkıyönetimce tutuklanıp yargılananlar
arasındaydı. Daha sonraları Dilovası’nda Marshall boya fabrikasında işe girdi,
Kimya-İş üyesi oldu. Ali erken yaşta hayata veda etti.
0 Yorum:
Yorum Gönder