04 Mart 2025

,

Medfun



Basit sorular sorulmalı:

Özünde mektupta “Kürt sorununu AKP çözdü” deniliyor. Buna kimse neden itiraz etmiyor? “Demokrasi ve hukuk kimin için?” sorusunu kimse neden sormuyor?

Bayram değil seyran değil, reel sosyalizme neden saldırılıyor? O, emekçi halkların kolektif iradesine dair bir imge olduğu için mi taşlanıyor?

Mektupta kullanılan dil, müstakbel anayasanın anlamına, içeriğine ve zeminine dair ne söylüyor?

Kurulduğu söylenen ittifak kime karşı?

“Sömürge” tezinden bugüne nasıl gelindi? Sömürgeciliğin medfun olduğu, gömüldüğü mezara bugün kavramla birlikte ne gömüldü?

Elli yıllık mücadelenin sebebi, inkâra itiraz ve ifade hürriyeti talebi miydi? O mücadeleyi bugün içeriksiz, anlamsız ve zeminsiz kılan nedir?

Bugün devletle ve toplumla bütünleşmekten kasıt, PKK kadrolarının zabıta ve park bekçisi olması mıdır? HDP’nin burjuva siyaseti içerisinde eritilip tasfiye edilmesi midir? Başkanın TV yorumcuları kadrosuna alınması mıdır?

“Ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler” kimin “tarihsel toplum sosyolojisi”ne cevap olmamaktadır? Kürd’ün mü Türk’ün mü? Kürd ve iradesi medfunsa geriye kalan, küçük burjuvanın hukuk ve demokrasi talebi midir?

* * *


Hapisten çıktığında siyaseti bıraktığını, yönetmenlik yapacağını açıklamıştı. Birileri tarafından senarist olmadığı halde senarist, yönetmen olmadığı halde yönetmen olarak reklâm edilen Sırrı Süreyya Önder, süreçte bazı açıklamalar yaptı, kimi pozisyonlar aldı. Hasip Kaplan gibi birçok HDP’li, imalı veya açıktan, Önder’in MİT’e çalıştığını söyledi. Bu iddialar, zamanla hasır altı edildi.

Böylesi imaların gölgesinde, bugün o Önder, gene mektubun açıklandığı karenin merkezinde duruyor. Bir önceki çözüm sürecinde Önder, Öcalan’ın “dublajcı”sıydı, bugün “dublör”ü olarak rol alıyor. Masada Öcalan’ın yerinde oturuyor.

Önceki süreçte Kürtçesi yüzünden eleştirilen Pervin Buldan’a bu sefer metnin Türkçesini okuma görevi veriliyor. Ahmet Türk de Önder’in şımarık çocuk hallerini dizginleme görevini üstleniyor. Kendisine “sürecin ciddiyetine halel getirme” uyarısı yapılıyor.

Solcu küçük burjuvanın sırtını sıvazlama işini hiçbir zaman ihmal etmeyen, Kandil-Cihangir hattını ören Önder, ön konuşmasında, mektuptaki ifadeleri kendince ifrata vardırıyor ve mealen, “PKK’nin tüm mücadelesi anlamsızdı ve kaotikti” diyor. Açıklama sonrası gidip beş dakika önce “o evlatlarınız anlamsız bir kavga için, boş yere öldü” dediği analara, gülerek sarılıyor. Bu müsamerenin ardında kim var, kimse sorgulamıyor.

Her çıktığı panelde sosyalizme ve Marksizme küfreden heyet üyesini ilk olarak Ruşen Çakır tebrik ediyor. Cengiz Çiçek isimli bu zat, yeni yoldaşına sarılıyor. Tvite atıfla, muhtemelen önü açıldığı için seviniyor. Çiçek, kimlere sarıldığını çok iyi biliyor. 

Sosyalizme o küfürler, bir yerlere mesaj vermek için savruluyor. Burada kırmızıyı görüp öfkelenmiş olan PKK isimli boğayı süslü şişlerle (banderilla) vurup yere serme işini bizzat liberaller üstleniyorlar.

Yıllar önce İMCTV’de “PKK’nin silahı insanları irite ediyor” diyen Osman Kavala’nın kendisi hapiste, fikirleri iktidarda, bu görülüyor. Perde gerisinde yoğun bir pazarlığın döndüğü yalanı kitlelere zoka olarak yutturuluyor. 

Sinsi bir ifadeyle, Önder, kendisine Öcalan’ın bir not ilettiğini söylüyor. Dublör, demokrasi ve hukuk kavgası verileceğine dair imada bulunuyor. Bu yalana herkes sarılıyor. Önder, ucuz dizilerin yeni bölümlerine ilgiyi artırmak için sahne ekleme numarasını iyi biliyor. Sol kitlenin ağzına parmak bal çalıp onu susturuyor. İşi bu. 

Koca bir millet, liberallerin figüranı ve oyuncağı kılınıyor. Fesih ve silah bırakma kararı, demokrasi ve hukuk şartına bağlı değil. Bu yalan, nedense herkesin hoşuna gidiyor. Herkes, HDP’deki musluklara bakıyor.

* * *

Merhum İranlı yönetmen Abbas Kiyarüstemi, “Sıklıkla fark ettiğim bir şeydir, gözümüzün önünde olan bir şeyi çerçeve içine almadıkça onu göremiyoruz” diyor. Özünde çerçevelemeden göremediğimizi söylüyor. Görmek için çerçeveye ihtiyaç duyuluyor. Sonsuz mekânda ve zamanda politika da ona olan ihtiyaç da görülmüyor. Kendilerini sınıfsız ve sınırsız sananlar, görmüyorlar, körleştiriyorlar.

Kürd’ün politikasını toprağa gömen mektupta bahsi edilen “Ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler” gibi çerçeveler kırılıp atılınca, zaten mücadelenin anlamı, içeriği ve değeri de yitip gidiyor. Sonra da “mücadele zaten anlamsız ve kaotikti” deniliyor. Silinen, Kürd’ün kolektif tarihsel iradesidir, bu görülmüyor. Kimse, o iradeye hesap verme gereği duymuyor. Birileri, mücadeleyi ve iradesini kendisinden başlatıp kendisinde bitiriyor. Anlam, içerik ve değer, burada yitip gidiyor.

Proleter, plebyen, yoksul ve ezilen kitlelerin iradesi olarak PKK, sonsuza açılayım derken, esasen küçük burjuva bir varoluşa ve pratiğe kapanıyor. Yazgılı olduğu yol, bu sınıfın yoludur. Küçük burjuvaziyle hesaplaşmayan bir millet, sömürü ve zulümle dövüşme iradesini illaki yitirecektir.

Bu anlamda, “ortada bir “Kürd” yoksa neyin demokrasi mücadelesi verilecek, kimin hukuku savunulacak?”, bu soruyu kimse sormuyor. O sondaki notun anlamını, içeriğini ve değerini kimse tartışmıyor. 

Kürd, ancak liberal küçük burjuvaların ağzına sakız olduğu vakit anlam, değer ve içerik kazanıyor. O, bu şekilde tasfiye ediliyor. Sorunun ardındaki Avrupai irade, bugün Başkan Trump’ın yumruklarını yiyor. Kirinden, çapaklarından arındırılmış Kürd, birilerinin ordularına dâhil ediliyor.

Bugün “N’apalım, bize reel sosyalizm kiri epey bulaştı, bizi affedin” diyen Öcalan, bu reel sosyalizm ifadesinin Çin’e nispetle dile getirildiğini, Sovyetler'i anlattığını biliyor olmalı. O Çin’den çok şey öğrenen Öcalan, Mao’nun şu sözünü unutmuş görünüyor:

“Düşmanlarımız kim? Dostlarımız kim? Bu, devrimin en önemli sorusudur. Çin’de bundan önce verilen tüm devrimci mücadelelerin çok az başarı elde etmesinin temel sebebi, bu mücadelelerin gerçek düşmanlarına saldırmak için gerçek dostlarıyla birleşememiş olmasıdır. Devrimci parti, kitlelerin rehberidir. Devrimci parti, kitleleri yanlış yola sürüklüyorsa, devrimci hareket asla başarılı olamaz.”[1]

Rehber, ayrım çizgilerini, çerçeveyi ve zemini, kendi rehberlik niteliğiyle birlikte silip atıyor. Kitlelerden kopuyor. Geriye hoş bir seda kalıyor. Demek ki örgütün lideriyle birlikte yaşlandığı koşullarda, sadece liberal çakalların sesini duyacağımız bir sabaha uyanıyoruz.

Devletle anlaşmanın sağlandığı, İmralı heyetinin çalışmalarına başladığı günlerde Ahmet Türk, barış ve demokrasi ile birlikte Türkiye’nin dışarıya, Ortadoğu’ya demokrasi ihraç edecek duruma geleceğini söylüyordu.[2] Bölgenin “emperyalist” gücü olabilmesinin Kürd’e bağlı olduğu imasında bulunuyordu. “Demokrasi ihracı” derken aklında muhtemelen ABD’nin Irak, Suriye gibi yerlerde yaptıkları vardı. Ucuz ve fason mal ihraç etmek isteyenler, hukukun devletle; demokrasinin sermayeyle ilişkisini iyi biliyor olmalı.

Demirtaş da bugün “Türkiye büyümekten korkmasın” buyuruyor. Suriye’de iktidara taşınan emperyalizmin paralı çetelerinin bir ordu kurduğu, orduya çok bukşinci çok radikal demokrat YPG’nin dâhil edilmesinin konuşulduğu günlerde, iç cepheye süs ve ses olan mektup, dış cepheye güç veriyor. 

Her şey, emperyalizmle faşizm arasındaki ilişkiye uygun bir seyirde ilerliyor. Bakırhan, Devlet Bahçeli ile el ele ülkeyi demokratikleştireceklerini bu gerçeklikte söylüyor. O demokrasi, adım adım Suriye’ye ihraç ediliyor.

Bu sürecin ardında yöresinde illaki varolan İngiliz parmağına ait Guardian gazetesi, 2014’te “Öcalan Mandela olsun, silahlı mücadeleye son versin” diyordu.[3] Bugün heyetin dost diye sarıldığı Ruşen Çakır’ın ait olduğu liberaller partisinin üyesi olarak Ahmet İnsel, Guardian’ın bu yazısına destek sunuyordu.[4] İlginçtir, sonrasında Guardian’da çıkan Öcalan yazısının aslında Sırrı Süreyya Önder tarafından yazıldığını öğrendik. O cevap yazısında Öcalan’ın “korkulan ve tapınılan” lider olduğu ifadesine itiraz ediliyor, aslında PKK tabanına mesaj iletiliyordu. Liderle bağın anlam ve içeriğine müdahil olunuyordu. Mektup, müzakere ve mücadelenin, halk hareketlerinin geleceğini tayin eden süreçler olduğuna dair tespitle sona eriyordu. Bugün o Guardian, “barış”ın Türkiye ve Ortadoğu’yu sarsacağını” söylüyor.[5] Aslında niyetini beyan ediyor.

Kitle, bu şekilde kıvama getirildi. Herkes görevini yaptı.

Liberal çakalların uluduğu gerçeklikte söz sahibi gene Kürd’ün kolektif iradesi olacaktır.

Eren Balkır
2 Mart 2025

Dipnotlar:
[1] Mao Zedong, “Çin Toplumundaki Sınıfların Analizi”, Mart 1926, İştiraki.

[2] “Bahçeli: Demirtaş’ın Açıklaması Uyumlu ve Onurlu Bir Gelişme”, 11 Ocak 2025, BBC.

[3] Abdullah Öcalan, “My Real Role in Kurds’ Struggle for Freedom”, 20 Ocak 2014, Guardian.

[4] Konuyla ilgili bir değerlendirme için bkz.: Eren Balkır, “Kürd’ün Tasfiyesi”, 26 Ocak 2014, İştiraki.

[5] Ruth Michaelson, “Jailed Kurdish Leader Calls for PKK to Disarm”, 27 Şubat 2025, Guardian.

0 Yorum: