16 Mart 2025

,

Vekalet Savaşının Sonu

Yüz yıl önce, İngiltere’nin Bolşeviklere karşı yürüttüğü vekalet savaşı sona erdi. 

Barış, 16 Mart 1921 tarihinde İngiltere ve Sovyetler arasında imzalanan ticaret anlaşması ile sağlandı. Bu, esasında ticari bağlar kurma kılıfı ardına gizlenmiş bir barış anlaşmasıydı. İngiliz diplomatları ve Sovyet temsilcileri arasında yapılan üç tur görüşmenin ardından nihai hâle getirilen anlaşmanın ticari terimlerle adlandırılması, söz konusu dönemin en büyük imparatorluğu olarak İngiltere’nin zevahiri kurtarmaya yönelik bir adımıydı. Bolşevik Devrimi, halka “barış, ekmek ve toprak” vaat ettiği için Sovyetler, “Rus İç Savaşı” olarak adlandırılan vekalet savaşını sona erdirdiği sürece ilgili anlaşmanın “barış anlaşması” olarak nitelendirilmesinden hiç mi hiç rahatsız olmadı.

Tehlikenin Asıl Kaynağı

1918’de sermayenin inşa ettiği tüm imparatorluklar açısından Bolşevizmin anti-emperyalist ve enternasyonalist cazibesi, derin bir tehlike kaynağıydı. 

Eric Hobsbawm’ın da belirttiği gibi, 1917 Bolşevik Devrimi, Almanya’nın 1918'de Birinci Dünya Savaşı'nda yenilmesinden birkaç ay önce dayattığı “cezalandırılma amaçlı barış”tan kurtulma imkânı buldu. Savaştan zaferle çıkan Müttefikler, Birinci Dünya Savaşı’nın resmen sona ermesinin hemen ardından “dünyada yıkıcılığın merkezi” olarak gördükleri gücü ezmeye karar verdiler. İngiltere’nin askeri saldırısı, Fransa, ABD, Japonya, Polonya, Sırbistan, Yunanistan ve Romanya tarafından desteklendi. İmparatora bağlı “Beyaz” Ordu’nun kalıntıları ve diğer karşı-devrimci güçlerle birleşen bu çok uluslu taburlar, eski Çarlık İmparatorluğu bölgelerinde istila, terör ve açlık gibi silahlarla birlikte yürüdüler. Rus topraklarında yaşayan insanların maruz kaldığı şiddetin büyüklüğüne rağmen, Bolşevik iktidarını kökünden sökme girişimi başarısız oldu.

1920’nin sonlarına doğru Bolşevikler kazanmıştı. Rusya’da devrilen mülk sahibi sınıflar (ve onları temsil eden ya da onlarla ittifak hâlinde olan siyasi partiler) Bolşevizmi yok etmek için emperyalist güçlerle ittifak kurdular. Ekim Devrimi’nden kısa bir süre sonra Müttefik Güçler, Bolşevik hükümetine karşı ekonomik abluka politikasını yürürlüğe koydular.

İngiliz-Fransız-Amerikan ittifakı ve Japonya, 1917’nin sonlarında ve 1918’in başlarında Rus topraklarını işgal ve fethetme planları yaptı. Japonya, Rusya’ya doğudan saldırdı. Brest-Litovsk Antlaşması’nın şartlarını ihlal eden Avusturya-Almanya ittifakı da Rusya’ya Batı’dan saldırdı. Kasım 1918’de Avusturya-Almanya güç bloğunun teslim olması ve ateşkesin imzalanmasıyla Fransa ve İngiltere, doğrudan Sovyet Rusya’ya saldırdı. Bolşevikler; Alman, Macar, Fransız, Çinli ve Koreli askerlerden oluşan uluslararası birliklerden, Letonyalı ve Polonyalı komünistlerden ve Avrupa’nın dört bir yanındaki işçi hareketi ile sömürge ve yarı-sömürge dünyasından sempatizanlardan destek aldı.

1920 başlarında Kolçak, Denikin ve Beyazlar tarafından yönetilen Beyaz Ordu birlikleri, Avrupa Rusya’sında yenilgiye uğratılmıştı. Müttefik Güçler askerlerini geri çektiler. Bu güçler, bahar aylarında Polonya’nın müdahalesini desteklediler, ancak bu hamle de yenilgiye uğradı. 1922’de Japonların desteğini arkasına alan Beyaz Ordu birlikleriyle Asya’nın doğu sınırında çatışmaya girildi ve bu birlikler nihayetinde yenilgiye uğratıldılar.

İngiliz devletinin doğmakta olan Bolşevik iktidarını yok etme kararlılığı, devrimden hemen sonra kendisini tüm çıplaklığıyla ortaya koydu. Çarlık Rusyası’na ve daha sonra Kerenski hükümetine verilen destek, on dokuzuncu yüzyıl boyunca ve yirminci yüzyılın başlarında Çarlık İmparatorluğu’nun bankalarına, ağır sanayilerine ve demiryolu ağına yatırılan yüksek miktardaki sermayeye dayanıyordu. Bolşevizmin zaferi, kârı maksimize etme şansı bir yana, yatırılan paranın geri alınamayacağı anlamına geliyordu. Bunun da ötesinde Bolşevizm, sermaye imparatorluklarının ayakta kalabilmesi için ezilmesi gereken bir düşmanı ifade ediyordu.

Genişleme Hayalleri

İngiltere’nin karşı-devrimci güçlere verdiği askeri, mali ve lojistik destek, Afganistan, İran ve Osmanlı sonrası Türkiye’yi ele geçirerek İngiliz İmparatorluğu’nu Orta ve Batı Asya’ya doğru genişletme hayalleriyle birleşti. Bu ülkeler tarafından çevrelenen eski Çarlık rejimine ait Orta Asya bölgesi, Doğu’daki Rus İç Savaşı sırasında fırtınanın merkezi hâline geldi. İngiltere, Buhara Emiri ve Hive Hanı’nı kazanarak, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında Rus İmparatorluğu tarafından fethedilen Çarlık Orta Asya’sını ele geçirmeyi umuyordu. Rus petrol üretiminin merkezi olan Bakû, aşırı kârlara giden yolu açma vaadiyle dikkat çekiyordu.

1919 yılı boyunca İngilizlerin olası bir Bolşevik zaferine karşı hattı tutma çabaları, Orta Asya'da tekrar tekrar darbelerle karşılaştı. Türkiye’den İran’a ve Afganistan’a uzanan hatta, İngiliz işgaline ve müdahalesine karşı örgütlü mücadele, kendisini giderek daha fazla hissettiriyordu. İngiliz diplomasisine ve ordusuna mensup kişiler moralsizdi. Gizli resmi yazışmalarda, Britanya’nın yarı-sömürgeci yayılmacı hedefleri için felâketin yaklaşmakta olduğunu ve bunun pratikte önlenemeyeceğini açıkça itiraf ediyorlardı. Geriye kalan tek çare, savunmaya yönelikti: bu savunma dâhilinde amaç, Bolşevik fikirlerin Asya’daki en kıymetli sömürge olarak Hindistan’a girmesini engellemekti.

1920’de Rus iç savaşı doruk noktasına ulaştı. Bolşevikler, Britanya İmparatorluğu’nun Orta Asya’ya doğru genişleme girişimlerini yenilgiye uğrattı. Britanya İmparatorluğu’nun 1918’den itibaren Afganistan, İran ve Çin’deki nüfuzunu kullanarak Bolşevizmin yayılmasını engellemek için umutsuzca attığı tüm adımlar, büyük bir başarısızlıkla sonuçlandı. Sovyet Orta Asya’sını çevreleyen tampon bölgeler, anti-emperyalist protesto hareketlerinin merkezleri hâline geldi ve bu ülkelerin her birinde sol siyaset ortaya çıktı. İngiliz destekli karşı devrimciler, bölge bölge ezici darbelerle karşı karşıya kalırken, İngiliz emperyalizmi geri çekilirken, İngiliz imparatorluğuna mensup stratejistler, Türkistan cephesinde hattı tutmak için başarısız girişimlerde bulundular.

İngiliz askeri istihbaratı, her yeni Bolşevik ilerleyişini dikkatle izledi ve not etti. Raporlar, nihai düşmanın zaferinin bir tarihçesini veriyordu. “Yağma” ve “düzensizlik” gibi silahlar, Bolşeviklerin Orta Asya’daki ilerleyişini ve yerel derebeylerini kovma ve Çarlık sömürgelerinden İran ve Afganistan’a kadar uzanan tüm bölgedeki İngiliz nüfuzunu ortadan kaldırma hedeflerini kuşatmak ve antiemperyalist iradeyi kırmak için kullanıldı.

Müslümanların ve İslam’ın tüm ufku, devrimci ayaklanmalar ve sömürge karşıtı protestolarla bağlantılı ve isyankâr olarak görülmeye başlandı. İngiliz Dışişleri Bakanı Curzon adına 1920 yılında Britanya İmparatorluğu’nu alarma geçiren bir genelge yayınlandı. Bu amaçla Kahire, Hartum, Kudüs, Aden, Bağdat ve Simla’ya telgraflar gönderildi. Bolşevik hükümetinin dünya basını önünde açıkladığı, savaş sonrasında Osmanlı İmparatorluğu’na ait Arap topraklarını paylaşmaya yönelik Fransa, İngiltere, İtalya ve Çarlık Rusyası arasında imza edilmiş Sykes-Picot Anlaşması (1916) ve Siyonist amaçlar doğrultusunda Filistin’i Yahudi halkının vatanı olarak tanıyan Balfour Deklarasyonu (1917) Arap dünyasında büyük bir öfkeye sebep oldu.

İngiliz Dışişleri Bakanlığı, bu eylemlerin İngiliz-Fransız emperyalist çıkarlarının hüküm sürdüğü Asya ve Kuzey Afrika’daki Müslüman ve sömürge karşıtı görüşleri harekete geçirmesinden korkuyordu. Orta Asya, on dokuzuncu yüzyıldan beri “Büyük Oyun”un sahasıydı. Bölge, 1920’de Bolşeviklerin emperyalizme meydan okumasıyla eşanlamlı hâle geldi. İngilizler, 1919 yılı boyunca Taşkent’i, Afganistan üzerindeki İngiliz kontrolüne ve Hindistan’daki İngiliz İmparatorluğu’na karşı Bolşevik “entrikalarının” merkezi olarak tanımlamaya başladılar. Saldırıya uğrayan halk kitleleriyle ilgili yapılan radyo yayınlarında, kurbanların din, sınıf ve ülke aidiyetlerine vurgu yapılıyor, belirli kesimlerin kimliklerine ve konumlarına hitap ediliyordu.

Bu yayınlarda Asyalı Müslümanlar, işçiler ve köylüler, Afganlar ve Hintli sömürge tebaası, İngiliz emperyalizmini kökünden söküp atmaya teşvik ediliyor, maruz kaldıkları çeşitli sömürü ve zulüm biçimleri hatırlatılıyordu. İngilizler, Ocak ayında Moskova’daki Bolşevik Hükümeti’nin Buhara, İran ve Afganistan da dâhil olmak üzere, tüm Orta Asya’da kontrolü sağlamak amacıyla Rusya’daki Müslüman halklardan özel devrimci birlikler oluşturduğunu endişeyle gözlemledi.

Sovyet iktidarı altındaki Bakû, 1920’de emperyalizme karşı ideolojik direnişin merkezi olarak ortaya çıktı. Komünist Enternasyonal’in Temmuz-Ağustos 1920’de Moskova’da yapılan İkinci Kongre’sinin ardından, Eylül ayında “Doğu Halkları Kurultayı” bu şehirde düzenlendi. İngiliz istihbarat yetkilileri, bu konferansları yakından takip ettiler. Bakû’nün çeşitli Asya ülkelerinden ve bölgelerinden gelen komünistlerin buluşma noktası olarak önemini fark ettiler. Bakû’den yayınlanan ve Karl Marx’ın anısına dikilen bir heykelin açılışını haber yapan Komünist gazetesini dikkatle okudular. Habere göre, askerî geçit töreni ardından, Zinovyef, her zaman olduğu gibi bir kez daha emperyalizmi ve kapitalizmi zem eden sert bir konuşma yaptı. Lloyd George, Millerand ve Wilson’ın gerçeğe yakın kuklaları benzine daldırıldı ve özel bir cellât tarafından ateşe verildi. Her ne kadar kaynaklarına aşırı güvenerek Bakû Kurultayı’nı “başarısızlık” olarak nitelendirseler de, Orta Asya’da İngilizlerin desteğini arkasına almış olan karşı-devrimcilerin zafer kazanma ihtimalinin düşük olduğunu İngiliz istihbaratı mensupları da biliyordu.

Emperyalizm Mağlup Oluyor

Eldeki kayıtların ortaya koyduğu üzere, Bolşeviklerin ve iktidarlarının Almanların eseri olmadığını, Alman imparatorunun da onları ezmekle aynı derecede ilgilendiğini ve Rusya’da Bolşevik liderliğinde gerçekleşen kitlesel ayaklanmaların yapay olarak kışkırtılmadığını İngiliz yöneticiler de kabul ediyordu. İngiliz hükümeti de Bolşeviklerin Çarlık otokrasisine ve zayıf bir geçici hükümete karşı gerçekleştirilen eylemlere tutarlı bir siyasi yön kazandırdığı fikrine istemeye istemeye onay veriyordu.

Temmuz 1919’a gelindiğinde, karşı-devrimci güçler geri adım attıkça, İngiliz kabinesi bu konuda bölündü. Savaş Bakanı ve doğrudan askeri müdahalenin savunucusu olan Winston Churchill, Bolşeviklerle barış yapmanın felâkete davetiye çıkarmak olduğunu düşünüyor, “bu kadar alçalabileceğimizi düşünmüyordum” diyordu. Lloyd George ise bir çıkış stratejisi üzerinde ısrarla duruyordu.

Muhtemelen George, karşı-devrimci orduların, özellikle de Polonya birliklerinin, yerel halkı kendilerinden kopartıp onu Bolşeviklerin kucağına iten Yahudi karşıtları ve çıkarcılardan oluşan umutsuz, acımasız ve yozlaşmış bir topluluk olduğuna dair istihbarat raporları üzerinden bir tutum belirliyordu. İngiliz kuvvetleri geri çekilse de, Kolçak, Denikin ve Polonya kuvvetlerine, bu kuvvetler yenilene dek destek verilmeye devam edildi.

1920 başlarında, İngiltere’nin artık Rusya’ya asker gönderememesinin başka nedenleri de vardı. İrlanda’dan Mısır’a ve Hindistan’a kadar uzanan bir coğrafyada sömürge yönetimlerine karşı gerçekleştirilen militan grevler ve kitlesel ayaklanmalar nedeniyle İngiliz İmparatorluğu içinde devrimci bir durum ortaya çıkmıştı. O yıla ait istihbarat raporları da Bolşeviklerin “iğrenç” olmalarına rağmen bir dereceye kadar halk desteğiyle yönettiklerini ve Kızıl Ordu’nun iç savaş sırasında oldukça eğitimli ve organize bir güç hâline geldiğini kabul ediyordu.

Zamanla Bolşeviklerle müzakere yürütme fikri galebe çaldı. Şubat 1920’de Lloyd George, Avam Kamarası’nda yaptığı bir konuşmada, Rusya’daki iç savaşın sonsuza kadar devam edemeyeceğini dile getirdi. “Gelecekte Rusya’yı ticaret yoluyla aklıselime döndürmek için ticari ilişkilerin kurulması” fikrini savundu, ardından da “Elimizdeki serveti ve zenginliği anarşiyle savaşmak için kullanmalıyız” dedi. Mayıs 1920’de başlayan barış görüşmeleri, on ay sonra Sovyetler’le yapılan bir ticari anlaşmayla neticelendi.

Barış Anlaşması

Ticaret anlaşması, görünüşte İngiltere ile Rusya Sosyalist Federal Sovyet Cumhuriyeti arasındaki ticareti kolaylaştırmak amacıyla Maliye Bakanı Robert Horne ve Dış Ticaret Komiseri Leonid Krasin tarafından imzalandı. Gerçekte ise İngiltere’nin birçok cephede aşağılanmasını ifade ediyordu. Vekalet savaşındaki başarısızlık, Britanya İmparatorluğu’nun sınırlarını genişletme amacının da engellenmesi anlamına geliyordu.

Sovyet diplomatları, 16 Mart 1921’de İngiliz-Sovyet Anlaşması’nın imzalanmasından önce, İngiliz istilası ve işgali ihtimaliyle karşı karşıya olan Afganistan, Türkiye ve İran ile dostluk anlaşmaları imzaladı. İngiliz otoritesinin Orta Asya’da yalnızlaştırılması politikası müzakerelere de yansıdı. M. V. Glenny’nin gözlemlediği gibi, bu anlaşma “Sovyet diplomasisinin bir zaferiydi”.

Lloyd George, “uluslar üstü” bir ideolojiyi temsil eden bir devleti kontrol altına almanın başka bir yolu olmadığı için bu anlaşmayı imzalamakla akıllıca davranmıştı. İngiltere’nin müzakerelere eklediği “komünizm propagandası yapılamaz” maddesi, kadük kaldı. 1919’da kurulan Komünist Enternasyonal bunun ispatıydı. 1919’un sonunda Churchill dışındaki tüm önde gelen İngiliz politikacıları, Rusya’da Beyaz Ordu’nun güttüğü davada mağlup olduğunu gayet iyi biliyordu.

Müzakereler, Mayıs 1920’de Leonid Krasin’in Rus Ticaret Delegasyonu Başkanı olarak Londra’ya ulaşmasıyla başladı. Bu, üstü örtülü bir siyasi pazarlıktı. Temel amaç, bir barış anlaşması için çalışmak ve “ticaret” perdesi altında savaşı sona erdirmekti. Üç tur görüşme, 31 Mayıs-7 Temmuz 1920, 8 Temmuz-11 Eylül 1920 ve 12 Eylül 1920-16 Mart 1921 tarihleri arasında yapıldı. Churchill, başından beri barışa karşıydı ve müzakerelerin son aşamasında görüşmeleri sabote etmek için elinden geleni yaptı ama bir sonuç alamadı. Bu arada Bolşevikler, zamanla süreci “İngiltere aleyhine çevirdi”.

Şubat 1921’in sonunda İran ile bir barış anlaşması imzalandı. İran hükümeti, 1919’da İngiltere tarafından kendisine dayatılan İngiltere-İran Anlaşması’nı hemen rafa kaldırdı. Bolşevik hükümeti, 28 Şubat 1921’de Afganistan ile bir dostluk antlaşması imzaladı. Mart ayında Kemalist Türkiye ile bir Rus-Türk paktı imzalandı. İngilizlerin bu ülkelerin her birinde oynadığı kumar başarısız olunca, İngiliz devletinin anlaşmayı imzalamaktan başka seçeneği kalmadı.

Ezeli Düşmanın Şeytanlaştırılması

Bolşeviklerin Orta Asya, Afganistan ve Kuzey-Batı sınırını kesen hat üzerinden Hindistan gibi kıymetli sömürgeleri “istila” edeceğine dair korkunun yerini bundan böyle ideolojik “sızma” endişesi alacaktı. İngiliz yönetici sınıfının tüm fraksiyonları arasında, imparatorluğu Bolşeviklerin etkisinden korumanın acil bir ihtiyaç olduğu konusunda bir fikir birliği mevcuttu. Lenin ve “Bolşevik bakış açısı”, Rus iç savaşını sona erdirmek için İngiliz-Rus müzakerelerinin resmen başladığı Mayıs 1920 tarihli gizli bir raporda “Kıyamet” terimleriyle tanımlanıyordu:

“Lenin’in insanlığı düşündüğü, politikasının bu ara aşamada başına getirebileceği felâketlerden çekindiği falan yok. Dünyanın eşiğine dayandığı savaşlar ve salgın hastalıklar, Lenin’e göre, yeni bir çağın habercisinden başka bir şey değil. Bireysel Özgürlük ve Kapitalizm rejiminin kurulmasıyla kıyaslandığında, bunlar felâket değil, gelip geçici bulut kümeleridir. Onların gelmesini istemiyor değil, çünkü onlar da geçip gitmesi gereken eski şeylerdir. Felâketler sadece araçsaldır, bir zanaatkârın aletleri gibi alınıp bırakılacaklardır. […] İnsan, bu sonuca varmaktan çekiniyor; ancak Lenin, muhtemelen o insanlık dışı soğukkanlılığıyla, Avrupa’daki durumun karmaşıklığını gerçek bir perspektife oturtmuş, halk savaşsa da savaşmasa da kendi yoluna gidecek diye hesap yapıyor ki bu değerlendirmesi, esasında hem tedirgin edici hem de netameli bir öngörü.”

Lenin’in kapitalizm güdümlü emperyalizme dair anlayışı, sömürgelerin kurtuluşu tezini üretti ve bu tez, Asyalı ezilenlerin tüm hayal gücünü ele geçirdi. Avrupa’nın ötesine geçip Orta Asya’ya bakıldığında, söz konusu coğrafyanın yüzünü devrimci antiemperyalist yöne çevirdiği koşullarda, bu tezin tesiri, daha açık ve daha dolaysız bir biçimde hissedilmekteydi.

Suçetana Çatopadyay
16 Mart 2021
Kaynak

0 Yorum: