R. Landor
3 Temmuz 1871
Enternasyonal
Derneği ile ilgili bir şeyler öğrenmemi istediniz, ben de öğrenmeye çalıştım.
Karşımızda, idrak edilmesi güç bir teşebbüs duruyor. Derneğin merkezi
Londra’da. İngiliz halkı, tıpkı o ünlü Barut Komplosu[1] sonrası her yerde
barut kokusu alan Kral James gibi enternasyonal olanın varlığını her yanda
hissediyor. Korkusu da burnundaki koku da ona dair.
Toplumun
bilinci, doğalında halktaki şüpheyle birlikte artıyor. Bahsini ettiğim derneğe
yön verenler, saklı tuttukları bir sırra sahipler. Bunlar, sırrı layığınca
tutan insanlar. Bu derneği yöneten iki ismi ziyaret ettim. Biriyle sohbet etme
imkânı buldum. Burada o sohbetin özetini sunuyorum.
Şu
hususu gönül rahatlığıyla dile getirebilirim: Bu dernek, gerçek işçilerin
kurduğu bir dernek. Ama bu işçiler, başka bir sınıfa mensup toplum ve siyaset
teorisyenlerince yönetiliyorlar. Ziyaret ettiğim isim, konseyin öncü
isimlerinden. Mülâkat boyunca işçilerin kullandığı koltukta oturan bu adam,
zaman zaman yerinden kalkıp hiç de kibar olmayan bir dil kullanan bir işçinin
şikâyetlerini dinliyordu. Konuştuğu kişi, onu işe alan, mahallenin ustasından
biriydi.
Bazen
bu adam, her bir satırı yönetici dediği sınıflara yönelik nefretle yüklenmiş,
dokunaklı konuşmalar yaparken çıkabiliyordu karşınıza. Bu hatibin hayatına
yakından baktığınızda, onun yaptığı konuşmaları daha net anlıyorsunuz.
Muhtemelen işçi hükümetini örgütlemeye yetecek kafaya sahip olduğunu görmüş
olmalı. Oysa bu kişi, oldukça mekanik bir biçimde icra edilen bir mesleğin en
fazla isyan yüklü işine adamak zorunda kalmış. Gururlu ve hassas biri. Ama her
dönemeçte bir avcının köpeğine seslenişindeki nezaketle hareket edenlerin
karşısına, of çekerek ve gülümseyerek dikiliyor.
Bu
adam sayesinde Enternasyonal’in niteliğinin bir yönünü görme imkânı buldum. Bu
dernek, sermayeye karşı ortaya konulan emeğin ürünü. Madrabazların keyfini
çıkarttıkları hayata karşı işçinin ürettiği bir eser. Onda vakti geldiğinde
düşmanına okkalı bir tokat atacak el var. Gerekli planları üretecek başsa bu
mülâkat yaptığım Dr. Karl Marx’ta mevcut.
Dr.
Karl Marx, felsefe doktorasını tamamlamış[2], canlı dünyaya dair gözlemlerinden
ve kitaplardan elde ettiği bilgi yekûnuyla donanmış bir Alman. Son olarak, onun
bilindik manada bir işçilik yapmadığını söylemem lazım. Yakın çevresine ve
görünüşüne bakıldığında, onun orta sınıfa mensup, varlıklı bir isim olduğu
görülüyor.[3] Mülâkat için ziyarete gittiğim akşam beni ağırladığı misafir
odası insana kendisini rahat hissettiren cinsten. Bugünlerde dünyalığını
yapmaya başlamış, maharetini her fırsatta göstermeyi bilmiş, yeni yeni
zenginleşen bir borsacının odasına benziyor. Kişiyi rahatlatan bir yanı var. Bu
daire, zevk sahibi birine ait, belli. Ama bir yandan da kolaylıklarla yüklü.
Sahibine has hiçbir şeyi içermiyor. Masanın üzerinde Ren manzarası içeren
resimlerden oluşan bir albüm duruyor. Ama sahibinin nereli olduğu konusunda
herhangi bir bilgiye ulaşamıyorsunuz. Zigon sehpa üzerindeki vazoya içinde
bomba olabilir korkusuyla dikkatle yaklaştım. Elime aldığım vazoyu kokladım.
Benzin kokusu alırım sandım ama burnuma sadece güllerin kokusu geldi. Yavaş
yavaş ve çaktırmadan koltuğuma yöneldim. Tüm karamsarlığımla oturup daha
kötüsünü bekledim.
Adam
içeri girdi ve beni tüm içtenliğiyle selamladı. Karşıma geçip oturdu. Artık
devrimin tecessüm etmiş hâliyle, Enternasyonal Derneği’nin gerçek kurucusu ve
ona yön veren ruhuyla baş başaydım. Karşımdaki kişi, emekle mücadele ettiği
sürece sermayenin evine ateş düşsün diyen konuşmanın yazarı, Paris Komünü’nün
savunucusuydu.
Dönemin
tanrılarına inandığını söylemek yerine ölümü seçen Sokrates’in büstünü
hatırlarsınız. Büstte filozof, geniş alnı, ucu sivri, küçük ve küt burnu ile
çıkar karşımıza. İşte bu büstü aklınıza getirin, sakallarını siyaha boyayın,
sağına soluna beyazlar serpiştirin, tepesinden hafifçe vurun, işte karşınızda o
iri yapılı ve orta boylu haliyle Dr. Karl Marx. Yüzünün üst kısmını bir örtüyle
kapatsanız doğuştan kilise mensubu birini görürsünüz. Bu kişinin asli
özelliğini anlamak isterseniz, o devasa kaşlarına bakın. O vakit birleşmiş tüm
güçlerin içindeki en zorlu güçle başa çıkmak zorunda olduğunuzu anlarsınız.
Karşınızdaki kişi, düşünen bir hayalci, hayal kuran bir düşünür.
Alman
olduğunu düşündüğüm başka bir beyefendi eşlik ediyor kendisine.[4] İngilizceyi
öyle güzel konuşuyor ki Alman olduğu aklınıza gelmez. Doktora mı tanıklık
ediyor acaba? Bence öyle. Konsey[5], doktorun kendisiyle ilgili değerlendirmesini
işitmek istemiş muhtemelen. Devrim kendisini yapanlardan bile şüphe ediyor. Bu
da doktorun onunla işbirliği içerisinde olduğunun delili.
Sonrasında
ben hemen işime koyuldum. Kendisine şunu söyledim:
“Dünya
Enternasyonal konusunda bilgisiz, ondan fazlasıyla nefret ediyor ama nefret
ettiği şeye dair net bir şey de söyleyemiyor. Enternasyonal’in yoldaşlarından
çok onların içine gömüldüğü kasvete bakanlar, derneğin Janus’a benzediğini
söylüyor. Onun bir yüzünde adil ve dürüst işçinin gülümsemesinin, diğer yüzünde
ise cinayetler işleyen bir fesatçının kaşları çatık halinin durduğunu iddia
ediyor. Bu Enternasyonal, gün gelip de teorinin yaşadığı gizemi aydınlatacak
mı?”
Profesör,
kendisinden deli gibi korktuğumuza dair sözüm üzerine kısık sesle güldü.
“Aydınlatılacak bir gizem yok ortada bayım” diyerek başladı sözüne. O Hans
Breitmann’a ait cilâlı konuşma tarzıyla devam etti: “Sadece insanın aptal
olduğuna dair bir gizemden söz edebiliriz. İnsanlar sürekli derneğimizin
kamusal bir kuruluş olduğunu, oturumlarının tüm raporlarının okumak isteyenler
için yayımlandığını görmezden geliyorlar. Bir kuruşa gidip kurallarımızı içeren
broşürü satın alabilirsiniz, bir şilin verip bizi anlatan her şeyi öğrenmenizi
sağlayacak broşürleri temin edebilirsiniz.”
R.
Evet muhtemelen öyledir, fakat bilmediğim bir şey çok önemli bir çekinceye
sebep olamaz mı? Size dürüst olacağım: Kendinizi olduğu gibi ortaya koysanız
yabancı bir gözlemciyi epey etkilersiniz aslında. Sizin değerinize dair yanlış
değerlendirme, bence çoğunluğun cahillikten kaynaklı kötü niyetinin ötesinde
bir mesele olarak ele alınmalı. Dolayısıyla, onca şey söylemiş olmanıza rağmen
ben, hâlâ şu soruyu sormanın yerinde olduğunu düşünüyorum: “Enternasyonal
Derneği nedir?”
Dr.
M- Ona baktığınızda sadece kendi halinde işçi olan bireyler görürsünüz.
R.-
Evet ama bir asker, kendisini harekete geçiren devlet idaresinin müdafisi olmak
zorunda değil. Bazı üyelerinizi bizzat tanıyorum ve onların fesatçıların
kumaşına da mayasına da sahip olmadıklarına inanıyorum. Ayrıca, bir milyon
insanın paylaştığı bir sır, sır olamaz. Peki ama ya bu insanlar, tabirimi mazur
görün, fazla evhamlı bir meclis dolusu insanın değil de cesur bir ismin elinde
basit birer araçtan ibaretse?
Dr.
M- Aslında ortada ispatlamamız gereken bir şey yok.
R.-
Paris’te yaşanan son ayaklanma[6] konusunda ne düşünüyorsunuz?
Dr.
M.- Öncelikle sizden ortada bir komplo olduğuna dair delil sunmanızı istiyorum.
Mevcut momentte faal olan koşulların meşru bir etkisi sebep olmuş olabilir mi
bu ayaklanmaya? Ayrıca sizden Enternasyonal Derneği’nin bu ayaklanmaya iştirak
ettiğine dair delilleri de talep ediyorum.
R.-
Derneğinizin üyesi birçok isim hep birlikte iştirak etti.
Dr.
M.- O zaman bu ayaklanma pekâlâ Hür Masonlar’ın komplosu da olabilir, zira tek
tek bireyler olarak Masonlar da ayaklanmaya katıldılar. Ayrıca biri çıkıp tüm
ayaklanma sürecini Papa’nın hazırladığını söylese hiç şaşırmam. Ama gene de
başka bir açıklama yöntemine ne dersiniz? Meseleyi şu şekilde açıklayamaz
mıyız? Paris’teki ayaklanmayı Parisli işçiler gerçekleştirdi. En ehil, en
yetenekli işçiler de ister istemez bu ayaklanmaya liderlik ettiler, süreci
kendilerince yönettiler. Bu en ehil ve en yetenekli işçiler, aynı zamanda
Enternasyonal Derneği üyesiydi, bu pekâlâ mümkün. Ama gene de biz, derneğin
mevcut haliyle o ayaklanmaya katılan işçilerin eylemlerinden sorumlu tutamayız.
R.-
Dünya, meseleyi hâlen daha başka türlü görüyor. İnsanlar, ayaklanmanın
Londra’dan gelen gizli talimatlarla, hatta paralarla başladığını düşünüyorlar.
Derneğin yaptığı toplantıların oturumlarına ait tüm tutanaklar herkese açık,
evet ama bu durum yazışmaların tümüyle gizli tutulmasına mani olması gerekmez
mi?
Dr.
M.- Çalışmalarını özel ve kamuya açık isimlerle yürütmeyen bir dernek mi var?
Londra’dan gelen gizli talimatlardan söz ediyorsunuz. Başkaları, Papa’nın hâkim
olduğu yerden gelen, inanca ve ahlaka dair kararnamelerden, buralarda çevrilen
entrikalardan dem vuruyor. Tüm bu tespitler, Enternasyonal’in niteliğinin
tümüyle yanlış anlaşılmasına sebep oluyor. Oysa burada aslında Enternasyonal’in
belirli bir merkezden yönetme iradesine işaret ediliyor. Bu yönetim biçimi,
esasında kasten ve bilerek tercih edilmiş bir yöntem. Biz, bu yöntemin
yerelliklerdeki güçlerin enerjilerini açığa çıkartan bir hareket alanı
sunduğunu, bu yerel unsurlara bağımsız hareket etme imkânı verdiğini
düşünüyoruz. Esasında Enternasyonal’in, işçi sınıfının layıkıyla
kullanabileceği bir hükümet olduğunu söyleyemeyiz. Enternasyonal, kontrol eden
bir güçten çok birliği sağlayan bağ.
R.-
Peki bu birliğin amacı nedir?
Dr.
M.- İşçi sınıfının politik iktidarı ele geçirmesini sağlayarak onun ekonomik
özgürlüğe kavuşturulması. Politik iktidar, toplumsal amaçlara ulaşmak için
kullanılacak. Politik iktidar zaruri çünkü, belirlediğimiz amaçlar, işçi
sınıfının ortaya koyduğu her türden faaliyeti içerecek kapsama ve genişliğe
sahip. Bu faaliyetlere özel bir nitelik kazandırmak için onların tek bir millet
olan işçilerin ihtiyaçlarına uyarlanması gerekiyor. Peki tüm insanlardan bir
avuç insanın hedeflerine ulaşması için birleşmeleri nasıl istenecek? Bunu
yapmak için dernek, Enternasyonal ismini terk etmek zorunda. Dernek, politik
hareketlere belirli bir biçim dikte etmiyor. O, sadece hareketlerin
belirledikleri amaçlara bağlı kalmalarına dair söz vermelerini istiyor.
Enternasyonal, emeğin tüm dünyasına dağılmış, birbirine bağlı derneklerin
meydana getirdiği bir ağ. Bu dünyanın her bir kısmında sorunun belirli ve özel
bir yönü açığa çıkıyor. İşçiler, o noktada o sorunu kendi tarzlarında ele
alıyorlar. İşçiler, Newcastle’da başka, Barselona’da başka, Londra ve Berlin’de
başka birlikler inşa ediyorlar. Örneğin İngiltere’de işçi sınıfı için politik
iktidar yolu açık. Burada, barışçıl ajiitasyon faaliyetinin daha hızlı ve daha
kesin sonuç vereceği bir yerde ayaklanmak delilik olur. Fransa’da ise işçi
sınıfına baskı uygulamayı öngören yüzlerce kanun yürürlükte, ayrıca sınıflar
arasındaki ahlaki çelişki de keskin. Tüm bunlar, toplumsal savaşın ancak
şiddete dayalı bir çözüm yoluyla sonlandırılmasını gerekli kılıyor. Çözüm yolu
konusunda yapılacak tercih, o ülkenin işçi sınıfına kalmış bir iş.
Enternasyonal, tercih edilecek yöntemi dikte etmediği gibi, konuyla ilgili
nadiren tavsiyelerde bulunuyor. Ama öte yandan, her bir hareket, derneğin kendi
kanunlarının belirlediği sınırlar içerisinde ilgi ve yardım görüyor.
R.-
Peki o yardım ne tür bir niteliğe sahip?
Dr.
M- Bir örnek vermek gerekirse: özgürlük hareketinin en yaygın biçimlerinden
biri grevlerdir. Eskiden bir ülkede greve gidildiğinde, başka ülkeden getirilen
işçilerle grev yenilgiye uğratılırdı. Enternasyonal, bu durumuyla büyük ölçüde
son verdi.[7] Greve çıkma niyetine dair haberi önceden alan Enternasyonal bu
bilgiyi diğer üyelerine iletiyor, bu üyeler, mücadele sahasının kendileri için
yasaklı bölge olduğunu kısa sürede görüyorlar. Dolayısıyla ustalar, ellerindeki
insanları sürece tek başlarına hazırlıyorlar. Birçok durumda insanlar başka
yardıma ihtiyaç duymuyorlar. Yapılan bağışlar veya işçilerin bağlı oldukları
derneklerin temin ettiği paralar süreçte bir işe yaramıyor, ustaların
sırtındaki baskı iyice ağırlaşıyor, derneğin onay verdiği grev sürecinde
ihtiyaçlar genel sandıktan karşılanıyor. Bu tür araçlar sayesinde geçen gün
Barselona’da sigara üreticileri grevi zafere ulaştı.
Bu
noktada belirtmem gerek ki bizim derneğimizin bu yapılan grevlerde bir çıkarı
yok. Buna karşın, gene de belirli koşullarda grevlere destek sunuyor. Hiçbir
maddi kazanç elde etmiyor bu grevlerden, hatta çok şey kaybediyor. Meseleyi
özetlersek şunu söyleyebiliriz: Servetin arttığı koşullarda işçi sınıfı
yoksulluktan kurtulmuyor, lüks mamullerin artması karşısında işçilerin daha da
yoksullaştığını görüyoruz. Maddi yoksunlukları, fiziki durumları yanında
ahlaklarını da harap ediyor. Başkalarından yardım göremiyorlar. Bu noktada
başlarının çaresine bakmak zorunda kalıyorlar. Kendileri arasındaki ilişkiler
yanında kapitalistler ve toprak sahipleriyle ilişkilerini de gözden geçirmek,
buradan da toplumu dönüştürmek zorunda olduklarını görüyorlar. Bunun sonucunda
işçiler, bildiğimiz örgütlenme tarzlarını üretiyorlar, toprak ve emek
birlikleri, meslek birlikleri, dost cemaatleri, kooperatiflere bağlı dükkanlar
ve işbirliğine dayalı üretim birlikleri kuruyorlar. İşte Enternasyonal
Derneği’nin işi, bu örgütler arasında kusursuz bir dayanışma ilişkisini tesis
etmek. Derneğin etkisi bugün her yerde hissediliyor. İspanya’da iki, Almanya’da
üç, Avusturya’da üç, Hollanda’da üç, Belçika’da altı, İsviçre’de altı gazete,
derneğin görüşlerini kitlelere yayıyor.[8] Şimdi size Enternasyonal’e dair
anlattıklarımdan sonra rahatlıkla derneğin çevirdiği entrikalara dair kanaate
ulaşabilirsiniz.
R.-
Sizi tam anlamıyla anladığımı söyleyemem.
Dr.
M.- Birleşerek ve tartışarak kendi ihtiyaçlarını gidermek ve güçlenmek isteyen
eski toplumun komplo ithamında bulunma sahtekârlığına başvurmak zorunda
olduğunu görmüyor musunuz?
R.-
Fakat son yaşanan olayda derneğin parmağı olduğunu bizzat Fransız polisi
söyledi ki eski girişimlerine değinmedi bile.
Dr.
M.- Ancak lütfederseniz, önceki girişimlere dair bir şeyler söyleyelim. Bu
girişimlerle, Enternasyonal’e yönelik tüm komploculuk suçlamalarının
ciddiyetini test etmek mümkün. Son çevrilen “entrika”yı anımsıyorsunuz. Halk
oylaması yapılacağı duyurulmuştu.[9] Seçmenlerin çoğu tereddütlüydü.
İmparatorluk idaresinin değerli olduğuna inanmayan bu insanlar, kendilerini
kurtarması gereken derneğin toplumu tehdit edecek tehlikelere yol açacağına
dair iddialara inanmadı. Bu noktada yeni bir umacı talep edildi. Polis bu
umacıyı bulma işini üstlendi. Tüm işçi birlikleri polisten nefret ediyordu.
Buradan da husumetin kaynağının Enternasyonal olduğu düşünüldü. Güzel bir
fikirdi bu. Umacı arayışı içerisinde olan polis, Enternasyonal’i seçti. Hem
derneği itibarsızlaştırdı hem de imparatorluğun davasına sahip çıkanlara
yaltaklanma imkânı buldu. Bu güzel fikir üzerinden imparatorun hayatına karşı
“entrika” çevrildiği görüşüne ulaşıldı. Bizim bu zavallı eski dostumuzu
öldürmek istediğimizi söylediler. Enternasyonal’in önde gelen üyelerini
tutukladılar. Uydurma deliller ürettiler. Mahkeme sürecine hazırlanırken bir
yandan da halk oylamasını yaptılar.[10] Fakat sahneye koymak için
hazırladıkları komedi kaba saba ve yüzeysel bir farstan başka bir şey değildi.
Bu gösteriye şahit olan zeki Avrupa, karakteri gereği, bir süre kendisine
gösterilenlere aldanmadı, sadece Fransız köylü seçmen aldatıldı. Sizin şu
İngiliz gazeteleriniz, berbat olayın nasıl başladığına dair haberler geçtiler
ama nasıl sonuçlandığından bahsetmeyi unuttular. Fransız hâkimleri, lütfedip
entrikanın varlığını kabul ettiler ama Enternasyonal’in bu işte parmağı
olduğunu gösterecek bir delilin bulunmadığını söylediler. İnanın bana, ikinci
komplo da birincisi gibiydi. Fransız memur, bir kez daha işini yapmıştı.
Dünyanın tanık olduğu en büyük sivil harekete dair değerlendirmesini sunsun
diye salona çağrıldı. Ortadaki yüzlerce işaret gerçek açıklamayı sunacak
nitelikteydi. İşçileri yönetenlerin tükettiği lüks mamullerin ve onlardaki
beceriksizliğin arttığı koşullarda işçilerin bilgisi de artmıştı. Tarihsel
süreç, artık gücün belirli bir sınıftan halka son kez nakledileceği aşamaya
geçmişti. Görünen o ki özgürleşmeyi hedefleyen o büyük hareket için zaman da
mekân da koşullar da uygundu. Fakat tüm bunları gören memur pekâlâ bir
felsefeci olabilirdi, ama aslında karşımızda bir muhbir duruyordu. Varlığını
yöneten yasaya uygun hareket eden bu adam, muhbirin açıklamasına sarıldı ve
olanın bitenin bir “komplo” olduğunu söyledi. Kendisine uydurma belgeler ve
onları destekleyecek deliller sunuldu. Bu sefer Avrupa, tüm o yaşadığı korkuyla
birlikte, bir masala inandı.
R.-
Avrupa, her Fransız gazetesinin verdiği haberi görünce kendisine yeterince
yardım edememiş olabilir tabii.
Dr.
M.- Her Fransız gazetesi mi! Anlıyorum, (eline Situation [“Durum”] gazetesini
alıyor) işte bu gazetelerden biri var burada. Sunduğu delil gerçek mi değil
mi siz değerlendirin. [Haberi okuyor] “Fransa’ya giderken yakalanan
Enternasyonal üyesi Dr. Karl Marx, Belçika’da gözaltına alındı. Londra polisi, onun
uzun zamandır bağlantılı olduğu derneği izliyordu. Bugün artık derneğin
kapısına kilit vuracak somut tedbirler alıyor.” Gazete, iki cümlede iki yalanı
aynı ipe diziyor. Sunulan delilleri siz de değerlendirebilirsiniz. Misal, şu an
ben Belçika’da hapiste değilim, İngiltere’deki evimdeyim. Ayrıca, İngiliz
polisinin kendi dernekleri gibi Enternasyonal Derneği’ne de müdahale edecek
güçten yoksun olduğunu siz de biliyor olmalısınız. Ama ne hikmetse haber,
hiçbir itirazla yüzleşmeden tüm kıtayı dolaşıyor. Gazetenin yalanı, Avrupa’daki
her gazetede dolaşıma giriyor.
R-
Bu yalan haberlere karşı çıkmayı hiç denediniz mi?
Dr.
M.- Bu konuda o kadar yoğun emek harcadım ki artık sonunda usanıp bu işi
bıraktım. Bu gazeteler yaptıkları haberlerde öyle dikkatsizler ki bunlardan
birinde Paris Komünü üyesi Felix Pyat’nın Enternasyonal üyesi olduğu
söyleniyordu.[11]
R.-
Üyesi değil mi?
Dr.
M- Enternasyonal, bu tür yabani insanları bünyesine almaz. Adam öyle küstah ki
bizim adımıza düşüncesizce bir açıklama yapmış. Ama biz bu açıklamayı anında
yalanladık. Gelgelelim, basın öyle adildi ki bu yalanlamayı görmezden geldi.
R.-
Peki ya Mazzini, kendisi kurumunuzun bir üyesi mi?[12]
Dr.
Marx (gülüyor)- Yo hayır. Onun fikirlerinin menziline ulaşamadığımızdan,
pek ilerleme sağlayamadık.
R.-
Şaşırtıyorsunuz beni. En gelişkin görüşleri bizzat onun dile getirdiğini
düşünüyordum ben.
Dr.
M.- Mazzini, orta sınıfa ait eski cumhuriyetçi fikri savunan biri. Orta sınıfla
bir yol yürümek gibi bir derdimiz yok bizim.
Mazzini,
Alman profesörlerin hâlen daha Avrupa’da geleceğin kültürlü demokrasiciliğinin
havarileri olarak görüldüğü günümüz koşullarında hareketin çok gerisinde kalmış
bir isim. Alman orta sınıfının İngilizlere kıyasla yeterince gelişmemiş olduğu
1848 öncesinde Mazzini ilericiydi. Ama tüm gövdesiyle gericileşti.
Proletaryanın bu orta sınıfla artık ilişkisi yok.
R.-
Bazı insanlar, örgütünüzde pozitivist bir unsurun bulunduğuna dair işaretler
almışlar.[13]
Dr.
M- Yok öyle bir şey. İçimizde pozitivistler var, ayrıca bizden olmayıp bizimle
çalışanlar da var. Ama bu ilişki, onların bizim anladığımız biçimiyle halk
hükümeti fikriyle hiçbir alakası olmayan, eski hiyerarşinin yerine yenisini
geçirmeye çalışan felsefeleri üzerinden kurulmuş bir ilişki değil.
R.-
Bana öyle geliyor ki yeni enternasyonal hareketin liderleri hem bir felsefe hem
de bir birlik meydana getirmeli.
Dr.
M.- Kesinlikle doğru söylüyorsunuz. Mill’in politik ekonomisi gibi bir teoriden
devşirdiğimiz taktiklerle sermayeye karşı verdiğimiz savaşta gelişme kaydetmeyi
bekleyemeyiz.[14] Mill, emekle sermaye arasında varolan belli bir tür ilişkinin
izlerini sürmüştü. Bizse yeni bir ilişkinin kurulmasının mümkün olduğunu
göstermeyi umut ediyoruz.
R.-
Peki dinle ilişkinize dair ne söylersiniz?
Dr.
M.- Din konusunda dernek adına konuşamam. Kendi adıma konuşmam gerekirse, ben
ateistim. İngiltere’de bir insanın ateist olduğunu ikrar etmesinin şaşırtıcı
olduğuna hiç şüphe yok, ama rahatlıkla söyleyebilirim ki Almanya ve Fransa’da
da bunu fısıltıyla söylemeye artık gerek yok.
R.-
Derneğinizin merkezini bu ülkede açtınız değil mi?
Dr.
M.- Bunun basit ve herkesçe anlaşılır sebepleri vardı. Bu ülkede örgütlenme ve
dernek kurma hakkı eskiden bahşedilmiş bir hak. Bu hak, Almanya’da da var ama
devlet sayısız güçlükler çıkartıyor. Fransa, bu haktan tümüyle mahrum.
R.-
Birleşik Devletler’deki faaliyetleriniz?
Dr.
M.- Esas olarak Avrupa’dan gelmiş cemaatler içerisinde faaliyet yürütüyoruz.
Bugüne dek ABD’de emek sorununun herkesi kuşatan, önemli bir mesele haline
gelmesine mani olan sayısız koşulla yüzleşildi. Fakat artık bu koşullar hızla
ortadan kayboluyorlar. Avrupalı emekçi sınıf, sermayeden kopup, toplumun geri
kalan kısmından uzaklaştıkça hareket hızla büyüyor ve öne çıkıyor.[15]
R.-
Bu ülkede umut, ne tür bir içeriği olursa olsun, çözümün devrimin şiddete
meyilli araçları olmaksızın elde edilmesi yönünde. Azınlıklar çoğunluk haline
gelene dek kürsüler ve basın yayın araçları yoluyla yürütülen ajitasyon
faaliyetlerini esas alan İngiliz sistemi, bence umut verici bir işaret.
Dr.
M.- Ben, bu konuda sizin kadar iyimser değilim. İngiliz orta sınıfı, oy
kullanma yetkisi ile ilgili tekeli elinde bulundurduğu sürece, çoğunluğun
verdiği kararı kabul etmeye istekli olduğunu her daim ortaya koymuştur. Ama şu
sözümü de unutmayın: İngiliz orta sınıfı, önemli gördüğü meselelerle ilgili
oylamalarda yeterince oy almadığını gördüğü an köle sahiplerinin başını
çekeceği yeni bir savaşa tanıklık edeceğiz.
Bu
dikkat çekici adamla yaptığım sohbet boyunca ele aldığımız konuları ve kendi
görüşlerimi aktarmaya çalıştım. Okuduklarınızdan belirli çıkarımlara ve
sonuçlara ulaşmak size kalmış. Komün hareketine suç ortaklığı yaptı mı, yapmış
olabilir mi gibi sorulara herkes farklı cevaplar verebilir. Burada, medeni
dünyanın iyi mi kötü mü olduğu sorusuna yakında cevap bulacağımız o yeni gücü
Enternasyonal Derneği’nde bulacağını güvenle dile getirebiliriz.
Dipnotlar:
[1] Barut Komplosu, Katoliklere karşı çıkartılan ceza kanunlarının intikamını
almak amacıyla düzenlenen, kralı, lordları ve Avam Kamarası üyelerini öldürmeyi
öngören komployu ifade ediyor. 5 Kasım 1605 günü komploculara çalışan Guy
Fawkes isimli ajan, Avam Kamarası altına yerleştirilmiş barut fıçılarını
ateşlemek üzereyken ele geçirildi. Bu sebeple, 5 Kasım günü İngiliz tarihinde Guy
Fawkes Günü olarak bilinir.
[2]
1841’de Marx’a Jena Üniversitesi’nde Felsefe Doktoru unvanı verildi. Lisans
eğitimini Bonn ve Berlin üniversitelerinde tamamladı.
[3]
Marx’ın Maitland Park Yolu üzerindeki evi ferah ve rahat bir evdi.
[4]
Diğer “beyefendi” muhtemelen o günlerde Londra’da bulunan ve sık sık Marx’ın
evini ziyaret eden Friedrich Engels’ti. Engels gayet iyi İngilizce konuşuyordu.
[5]
“Konsey”, Enternasyonal İşçi Derneği Konseyi’ni ifade ediyor. Önde gelen
üyeleri her hafta Londra’da toplanıyorlar. Bu üyeler diğer ülkelerdeki işçi
örgütleriyle yazışıyorlar.
[6]
“Paris ayaklanması”, 18 Mart 1871’de işçi sınıfının iktidarı ele geçirdikten
sonra kurduğu Paris Komünü’nü ifade ediyor. Komün 28 Mayıs 1871 günü yıkıldı.
[7]
1866 baharında Genel Konsey, Edinburg ve Londra’da gerçekleşen terzi grevinde
faaliyet yürüttü. Grev neticesinde işçiler Almanya’dan işçi getirip grevi
kırmak isteyen işverenlerin tüm girişimlerini boşa düşürdü. Oberrhenischer
Courier [“Yukarı Ren Habercisi”] gazetesinin 15 Mayıs 1866 tarihli nüshasında
çıkan “Uyarı” başlıklı yazısında Marx, Alman işçilerinden İngiltere ve İskoçya’dan
uzak durmalarını, böylelikle “Fransa, Belçika ve İsviçre’deki kardeşleri gibi, diğer
ülkelere sınıflarının ortak çıkarlarını savunmayı bildiklerini göstermelerini, sermayenin
emeğe karşı verdiği mücadelede sermayenin itaatkâr paralı askerleri olmamalarını
istedi.” [Documents of the First International, a.g.e. s. 367-68.)
1869’da Ulusal Emek Birliği’nin Basel’deki Enternasyonal Kongresi’ne delege
olarak gönderdiği Andrew Cameron isimli üyesinin önerisi üzerine Genel Konsey
ABD’de grevci işçilerin yerine çalıştırılmak üzere Avrupa’dan işçi getirilmesine
mani olmak için çalışacak Emek ve Göç Bürosu kuruldu. (Bkz.: Samuel Bernstein, The
First International in America, New York, 1965, s. 35-34.)
[8]
Bu dönemde Enternasyonal, ABD’de resmi herhangi bir gazeteye sahip değildi. Adolph
Douai’ın çıkarttığı Arbeiter-Union [“İşçi Birliği”] Eylül 1870’te yayın
hayatına son verdi. Ama gene de Enternasyonal basın yayın faaliyetlerini Bulletin
de l'union républicaine [“Cumhuriyetçi Birlik Bülteni”] ve Woodhull &
Claflin’s Weekly [“Woodhull ile Claflin’in Haftalık Dergisi”] gibi
yayınlarla yürütmeyi sürdürdü. Bu son bahsi edilen dergi esasında Enternasyonal
liderleriyle çatışma içerisinde olan New York şehrinde çalışma yürüten 12.
Seksiyon’un yayın organıydı.
[9]
Halk oylaması III. Napolyon tarafından 7 Mayıs 1870’te gerçekleştirildi. Burada
amaç, hükümetin önerdiği kimi liberal anayasal değişikliklerin onaylanması ve
imparatorluğun arkasında halkın desteği ve onayının bulunduğunun ortaya
konulmasıydı. Enternasyonal’e bağlı seksiyonlar, bu seçimde boykot kararı aldı.
[10]
Halk oylamasının arifesinde polis Enternasyonal üyelerini gözaltına aldı.
Haziran-Temmuz 1870’te görülen dava neticesinde Enternasyonal liderlerinin bir
kısmına hapis cezası verildi.
[11]
Marx birçok yerde Félix Pyat’yı kendisinden uzaklaşmasından evvel terörizme
işaret eden tespitlerde bulunan, laf ebeliğini ifrata vardırmış biri olarak
anar. 12 Mayıs 1871 tarihinde kızı Jenny Marx’a yazdığı mektupta “Félix Pyat
gibi süslü dil şövalyeleri”nden bahseder. [Yayına Hz.: Hal Draper, Karl Marx ve
Friedrich Engels, Writings on the Paris Commune, New York ve Londra,
1971, s. 223.]
[13]
Guiseppe Mazzini (1805-1872) İtalya’nın birliğini sağlama amacı güden Avrupa
Demokrasi Komitesi ile “Genç İtalya” örgütünün kurucusudur. Programında “Tanrı
ve Halk” sloganı üzerinden İtalya’nın birliği ve bağımsızlığı talebine yer
verilir. Marx, Mazzini’nin programının burjuva niteliğini sıklıkla
eleştirmiştir.
[14]
Pozitivizm, Saint-Simon’dan “pozitif bilimler”e, özellikle (Comte’un icat
ettiği) sosyolojiye bir din gibi tapınan yaklaşımı ödünç alan August Comte’un
takipçilerinin felsefesidir. Pozitivistler burjuva reformcularıydı. Şiddete
karşı çıkıyorlar, emekle sermaye arasındaki ilişkilerin ahlaka göre kapsamlı
bir biçimde uyarlanması” gereği üzerinde duruyorlardı. Komün’ün “baskıcı tedbirler”ine
karşı çıksalar da ona olumlu ve dostane bir tavırla yaklaşan pozitivistler
daimi ordunun lağv edilmesi, idam cezasının kaldırılması ve yabancıların
görevlere getirilmesi gibi hukuki adımlarını övgülerle karşıladılar.
[15]
John Stuart Mill (1806-1873) sosyalist eleştiriden etkilenen görüşlere sahip
İngiliz felsefeci ve klasik iktisatçıdır.
[16] 5 Mart 1852’de Marx, Joseph Weydemeyer’e yazdığı mektupta, “ABD’de burjuva toplumunun henüz sınıf mücadelesinin alenileşmesini ve idrak edilir hale gelmesini sağlayacak ölçüde gelişmediğini” söylüyor. Ancak 1881’de F. A. Sorge’ye yazdığı mektupta şunu söylüyor: “ABD’de kapitalist ekonomi ve ona denk düşen işçi sınıfının köleleştirilmesi sürecinin diğer ülkelere nazaran daha hızlı ve daha arsız bir biçimde gelişme kaydetmiştir.” [Karl Marx & Frederick Engels, Letters to Americans, 1848-1895, New York, 1953, s. 44, 129].
0 Yorum:
Yorum Gönder