14 Mart 2025

,

Enternasyonal Başkanı Karl Marx’la Mülâkat


R. Landor

3 Temmuz 1871

 

Enternasyonal Derneği ile ilgili bir şeyler öğrenmemi istediniz, ben de öğrenmeye çalıştım. Karşımızda, idrak edilmesi güç bir teşebbüs duruyor. Derneğin merkezi Londra’da. İngiliz halkı, tıpkı o ünlü Barut Komplosu[1] sonrası her yerde barut kokusu alan Kral James gibi enternasyonal olanın varlığını her yanda hissediyor. Korkusu da burnundaki koku da ona dair.

Toplumun bilinci, doğalında halktaki şüpheyle birlikte artıyor. Bahsini ettiğim derneğe yön verenler, saklı tuttukları bir sırra sahipler. Bunlar, sırrı layığınca tutan insanlar. Bu derneği yöneten iki ismi ziyaret ettim. Biriyle sohbet etme imkânı buldum. Burada o sohbetin özetini sunuyorum.

Şu hususu gönül rahatlığıyla dile getirebilirim: Bu dernek, gerçek işçilerin kurduğu bir dernek. Ama bu işçiler, başka bir sınıfa mensup toplum ve siyaset teorisyenlerince yönetiliyorlar. Ziyaret ettiğim isim, konseyin öncü isimlerinden. Mülâkat boyunca işçilerin kullandığı koltukta oturan bu adam, zaman zaman yerinden kalkıp hiç de kibar olmayan bir dil kullanan bir işçinin şikâyetlerini dinliyordu. Konuştuğu kişi, onu işe alan, mahallenin ustasından biriydi.

Bazen bu adam, her bir satırı yönetici dediği sınıflara yönelik nefretle yüklenmiş, dokunaklı konuşmalar yaparken çıkabiliyordu karşınıza. Bu hatibin hayatına yakından baktığınızda, onun yaptığı konuşmaları daha net anlıyorsunuz. Muhtemelen işçi hükümetini örgütlemeye yetecek kafaya sahip olduğunu görmüş olmalı. Oysa bu kişi, oldukça mekanik bir biçimde icra edilen bir mesleğin en fazla isyan yüklü işine adamak zorunda kalmış. Gururlu ve hassas biri. Ama her dönemeçte bir avcının köpeğine seslenişindeki nezaketle hareket edenlerin karşısına, of çekerek ve gülümseyerek dikiliyor.

Bu adam sayesinde Enternasyonal’in niteliğinin bir yönünü görme imkânı buldum. Bu dernek, sermayeye karşı ortaya konulan emeğin ürünü. Madrabazların keyfini çıkarttıkları hayata karşı işçinin ürettiği bir eser. Onda vakti geldiğinde düşmanına okkalı bir tokat atacak el var. Gerekli planları üretecek başsa bu mülâkat yaptığım Dr. Karl Marx’ta mevcut.

Dr. Karl Marx, felsefe doktorasını tamamlamış[2], canlı dünyaya dair gözlemlerinden ve kitaplardan elde ettiği bilgi yekûnuyla donanmış bir Alman. Son olarak, onun bilindik manada bir işçilik yapmadığını söylemem lazım. Yakın çevresine ve görünüşüne bakıldığında, onun orta sınıfa mensup, varlıklı bir isim olduğu görülüyor.[3] Mülâkat için ziyarete gittiğim akşam beni ağırladığı misafir odası insana kendisini rahat hissettiren cinsten. Bugünlerde dünyalığını yapmaya başlamış, maharetini her fırsatta göstermeyi bilmiş, yeni yeni zenginleşen bir borsacının odasına benziyor. Kişiyi rahatlatan bir yanı var. Bu daire, zevk sahibi birine ait, belli. Ama bir yandan da kolaylıklarla yüklü. Sahibine has hiçbir şeyi içermiyor. Masanın üzerinde Ren manzarası içeren resimlerden oluşan bir albüm duruyor. Ama sahibinin nereli olduğu konusunda herhangi bir bilgiye ulaşamıyorsunuz. Zigon sehpa üzerindeki vazoya içinde bomba olabilir korkusuyla dikkatle yaklaştım. Elime aldığım vazoyu kokladım. Benzin kokusu alırım sandım ama burnuma sadece güllerin kokusu geldi. Yavaş yavaş ve çaktırmadan koltuğuma yöneldim. Tüm karamsarlığımla oturup daha kötüsünü bekledim.

Adam içeri girdi ve beni tüm içtenliğiyle selamladı. Karşıma geçip oturdu. Artık devrimin tecessüm etmiş hâliyle, Enternasyonal Derneği’nin gerçek kurucusu ve ona yön veren ruhuyla baş başaydım. Karşımdaki kişi, emekle mücadele ettiği sürece sermayenin evine ateş düşsün diyen konuşmanın yazarı, Paris Komünü’nün savunucusuydu.

Dönemin tanrılarına inandığını söylemek yerine ölümü seçen Sokrates’in büstünü hatırlarsınız. Büstte filozof, geniş alnı, ucu sivri, küçük ve küt burnu ile çıkar karşımıza. İşte bu büstü aklınıza getirin, sakallarını siyaha boyayın, sağına soluna beyazlar serpiştirin, tepesinden hafifçe vurun, işte karşınızda o iri yapılı ve orta boylu haliyle Dr. Karl Marx. Yüzünün üst kısmını bir örtüyle kapatsanız doğuştan kilise mensubu birini görürsünüz. Bu kişinin asli özelliğini anlamak isterseniz, o devasa kaşlarına bakın. O vakit birleşmiş tüm güçlerin içindeki en zorlu güçle başa çıkmak zorunda olduğunuzu anlarsınız. Karşınızdaki kişi, düşünen bir hayalci, hayal kuran bir düşünür.

Alman olduğunu düşündüğüm başka bir beyefendi eşlik ediyor kendisine.[4] İngilizceyi öyle güzel konuşuyor ki Alman olduğu aklınıza gelmez. Doktora mı tanıklık ediyor acaba? Bence öyle. Konsey[5], doktorun kendisiyle ilgili değerlendirmesini işitmek istemiş muhtemelen. Devrim kendisini yapanlardan bile şüphe ediyor. Bu da doktorun onunla işbirliği içerisinde olduğunun delili.

Sonrasında ben hemen işime koyuldum. Kendisine şunu söyledim:

“Dünya Enternasyonal konusunda bilgisiz, ondan fazlasıyla nefret ediyor ama nefret ettiği şeye dair net bir şey de söyleyemiyor. Enternasyonal’in yoldaşlarından çok onların içine gömüldüğü kasvete bakanlar, derneğin Janus’a benzediğini söylüyor. Onun bir yüzünde adil ve dürüst işçinin gülümsemesinin, diğer yüzünde ise cinayetler işleyen bir fesatçının kaşları çatık halinin durduğunu iddia ediyor. Bu Enternasyonal, gün gelip de teorinin yaşadığı gizemi aydınlatacak mı?”

Profesör, kendisinden deli gibi korktuğumuza dair sözüm üzerine kısık sesle güldü. “Aydınlatılacak bir gizem yok ortada bayım” diyerek başladı sözüne. O Hans Breitmann’a ait cilâlı konuşma tarzıyla devam etti: “Sadece insanın aptal olduğuna dair bir gizemden söz edebiliriz. İnsanlar sürekli derneğimizin kamusal bir kuruluş olduğunu, oturumlarının tüm raporlarının okumak isteyenler için yayımlandığını görmezden geliyorlar. Bir kuruşa gidip kurallarımızı içeren broşürü satın alabilirsiniz, bir şilin verip bizi anlatan her şeyi öğrenmenizi sağlayacak broşürleri temin edebilirsiniz.”

R. Evet muhtemelen öyledir, fakat bilmediğim bir şey çok önemli bir çekinceye sebep olamaz mı? Size dürüst olacağım: Kendinizi olduğu gibi ortaya koysanız yabancı bir gözlemciyi epey etkilersiniz aslında. Sizin değerinize dair yanlış değerlendirme, bence çoğunluğun cahillikten kaynaklı kötü niyetinin ötesinde bir mesele olarak ele alınmalı. Dolayısıyla, onca şey söylemiş olmanıza rağmen ben, hâlâ şu soruyu sormanın yerinde olduğunu düşünüyorum: “Enternasyonal Derneği nedir?”

Dr. M- Ona baktığınızda sadece kendi halinde işçi olan bireyler görürsünüz.

R.- Evet ama bir asker, kendisini harekete geçiren devlet idaresinin müdafisi olmak zorunda değil. Bazı üyelerinizi bizzat tanıyorum ve onların fesatçıların kumaşına da mayasına da sahip olmadıklarına inanıyorum. Ayrıca, bir milyon insanın paylaştığı bir sır, sır olamaz. Peki ama ya bu insanlar, tabirimi mazur görün, fazla evhamlı bir meclis dolusu insanın değil de cesur bir ismin elinde basit birer araçtan ibaretse?

Dr. M- Aslında ortada ispatlamamız gereken bir şey yok.

R.- Paris’te yaşanan son ayaklanma[6] konusunda ne düşünüyorsunuz?

Dr. M.- Öncelikle sizden ortada bir komplo olduğuna dair delil sunmanızı istiyorum. Mevcut momentte faal olan koşulların meşru bir etkisi sebep olmuş olabilir mi bu ayaklanmaya? Ayrıca sizden Enternasyonal Derneği’nin bu ayaklanmaya iştirak ettiğine dair delilleri de talep ediyorum.

R.- Derneğinizin üyesi birçok isim hep birlikte iştirak etti.

Dr. M.- O zaman bu ayaklanma pekâlâ Hür Masonlar’ın komplosu da olabilir, zira tek tek bireyler olarak Masonlar da ayaklanmaya katıldılar. Ayrıca biri çıkıp tüm ayaklanma sürecini Papa’nın hazırladığını söylese hiç şaşırmam. Ama gene de başka bir açıklama yöntemine ne dersiniz? Meseleyi şu şekilde açıklayamaz mıyız? Paris’teki ayaklanmayı Parisli işçiler gerçekleştirdi. En ehil, en yetenekli işçiler de ister istemez bu ayaklanmaya liderlik ettiler, süreci kendilerince yönettiler. Bu en ehil ve en yetenekli işçiler, aynı zamanda Enternasyonal Derneği üyesiydi, bu pekâlâ mümkün. Ama gene de biz, derneğin mevcut haliyle o ayaklanmaya katılan işçilerin eylemlerinden sorumlu tutamayız.

R.- Dünya, meseleyi hâlen daha başka türlü görüyor. İnsanlar, ayaklanmanın Londra’dan gelen gizli talimatlarla, hatta paralarla başladığını düşünüyorlar. Derneğin yaptığı toplantıların oturumlarına ait tüm tutanaklar herkese açık, evet ama bu durum yazışmaların tümüyle gizli tutulmasına mani olması gerekmez mi?

Dr. M.- Çalışmalarını özel ve kamuya açık isimlerle yürütmeyen bir dernek mi var? Londra’dan gelen gizli talimatlardan söz ediyorsunuz. Başkaları, Papa’nın hâkim olduğu yerden gelen, inanca ve ahlaka dair kararnamelerden, buralarda çevrilen entrikalardan dem vuruyor. Tüm bu tespitler, Enternasyonal’in niteliğinin tümüyle yanlış anlaşılmasına sebep oluyor. Oysa burada aslında Enternasyonal’in belirli bir merkezden yönetme iradesine işaret ediliyor. Bu yönetim biçimi, esasında kasten ve bilerek tercih edilmiş bir yöntem. Biz, bu yöntemin yerelliklerdeki güçlerin enerjilerini açığa çıkartan bir hareket alanı sunduğunu, bu yerel unsurlara bağımsız hareket etme imkânı verdiğini düşünüyoruz. Esasında Enternasyonal’in, işçi sınıfının layıkıyla kullanabileceği bir hükümet olduğunu söyleyemeyiz. Enternasyonal, kontrol eden bir güçten çok birliği sağlayan bağ.

R.- Peki bu birliğin amacı nedir?

Dr. M.- İşçi sınıfının politik iktidarı ele geçirmesini sağlayarak onun ekonomik özgürlüğe kavuşturulması. Politik iktidar, toplumsal amaçlara ulaşmak için kullanılacak. Politik iktidar zaruri çünkü, belirlediğimiz amaçlar, işçi sınıfının ortaya koyduğu her türden faaliyeti içerecek kapsama ve genişliğe sahip. Bu faaliyetlere özel bir nitelik kazandırmak için onların tek bir millet olan işçilerin ihtiyaçlarına uyarlanması gerekiyor. Peki tüm insanlardan bir avuç insanın hedeflerine ulaşması için birleşmeleri nasıl istenecek? Bunu yapmak için dernek, Enternasyonal ismini terk etmek zorunda. Dernek, politik hareketlere belirli bir biçim dikte etmiyor. O, sadece hareketlerin belirledikleri amaçlara bağlı kalmalarına dair söz vermelerini istiyor. Enternasyonal, emeğin tüm dünyasına dağılmış, birbirine bağlı derneklerin meydana getirdiği bir ağ. Bu dünyanın her bir kısmında sorunun belirli ve özel bir yönü açığa çıkıyor. İşçiler, o noktada o sorunu kendi tarzlarında ele alıyorlar. İşçiler, Newcastle’da başka, Barselona’da başka, Londra ve Berlin’de başka birlikler inşa ediyorlar. Örneğin İngiltere’de işçi sınıfı için politik iktidar yolu açık. Burada, barışçıl ajiitasyon faaliyetinin daha hızlı ve daha kesin sonuç vereceği bir yerde ayaklanmak delilik olur. Fransa’da ise işçi sınıfına baskı uygulamayı öngören yüzlerce kanun yürürlükte, ayrıca sınıflar arasındaki ahlaki çelişki de keskin. Tüm bunlar, toplumsal savaşın ancak şiddete dayalı bir çözüm yoluyla sonlandırılmasını gerekli kılıyor. Çözüm yolu konusunda yapılacak tercih, o ülkenin işçi sınıfına kalmış bir iş. Enternasyonal, tercih edilecek yöntemi dikte etmediği gibi, konuyla ilgili nadiren tavsiyelerde bulunuyor. Ama öte yandan, her bir hareket, derneğin kendi kanunlarının belirlediği sınırlar içerisinde ilgi ve yardım görüyor.

R.- Peki o yardım ne tür bir niteliğe sahip?

Dr. M- Bir örnek vermek gerekirse: özgürlük hareketinin en yaygın biçimlerinden biri grevlerdir. Eskiden bir ülkede greve gidildiğinde, başka ülkeden getirilen işçilerle grev yenilgiye uğratılırdı. Enternasyonal, bu durumuyla büyük ölçüde son verdi.[7] Greve çıkma niyetine dair haberi önceden alan Enternasyonal bu bilgiyi diğer üyelerine iletiyor, bu üyeler, mücadele sahasının kendileri için yasaklı bölge olduğunu kısa sürede görüyorlar. Dolayısıyla ustalar, ellerindeki insanları sürece tek başlarına hazırlıyorlar. Birçok durumda insanlar başka yardıma ihtiyaç duymuyorlar. Yapılan bağışlar veya işçilerin bağlı oldukları derneklerin temin ettiği paralar süreçte bir işe yaramıyor, ustaların sırtındaki baskı iyice ağırlaşıyor, derneğin onay verdiği grev sürecinde ihtiyaçlar genel sandıktan karşılanıyor. Bu tür araçlar sayesinde geçen gün Barselona’da sigara üreticileri grevi zafere ulaştı.

Bu noktada belirtmem gerek ki bizim derneğimizin bu yapılan grevlerde bir çıkarı yok. Buna karşın, gene de belirli koşullarda grevlere destek sunuyor. Hiçbir maddi kazanç elde etmiyor bu grevlerden, hatta çok şey kaybediyor. Meseleyi özetlersek şunu söyleyebiliriz: Servetin arttığı koşullarda işçi sınıfı yoksulluktan kurtulmuyor, lüks mamullerin artması karşısında işçilerin daha da yoksullaştığını görüyoruz. Maddi yoksunlukları, fiziki durumları yanında ahlaklarını da harap ediyor. Başkalarından yardım göremiyorlar. Bu noktada başlarının çaresine bakmak zorunda kalıyorlar. Kendileri arasındaki ilişkiler yanında kapitalistler ve toprak sahipleriyle ilişkilerini de gözden geçirmek, buradan da toplumu dönüştürmek zorunda olduklarını görüyorlar. Bunun sonucunda işçiler, bildiğimiz örgütlenme tarzlarını üretiyorlar, toprak ve emek birlikleri, meslek birlikleri, dost cemaatleri, kooperatiflere bağlı dükkanlar ve işbirliğine dayalı üretim birlikleri kuruyorlar. İşte Enternasyonal Derneği’nin işi, bu örgütler arasında kusursuz bir dayanışma ilişkisini tesis etmek. Derneğin etkisi bugün her yerde hissediliyor. İspanya’da iki, Almanya’da üç, Avusturya’da üç, Hollanda’da üç, Belçika’da altı, İsviçre’de altı gazete, derneğin görüşlerini kitlelere yayıyor.[8] Şimdi size Enternasyonal’e dair anlattıklarımdan sonra rahatlıkla derneğin çevirdiği entrikalara dair kanaate ulaşabilirsiniz.

R.- Sizi tam anlamıyla anladığımı söyleyemem.

Dr. M.- Birleşerek ve tartışarak kendi ihtiyaçlarını gidermek ve güçlenmek isteyen eski toplumun komplo ithamında bulunma sahtekârlığına başvurmak zorunda olduğunu görmüyor musunuz?

R.- Fakat son yaşanan olayda derneğin parmağı olduğunu bizzat Fransız polisi söyledi ki eski girişimlerine değinmedi bile.

Dr. M.- Ancak lütfederseniz, önceki girişimlere dair bir şeyler söyleyelim. Bu girişimlerle, Enternasyonal’e yönelik tüm komploculuk suçlamalarının ciddiyetini test etmek mümkün. Son çevrilen “entrika”yı anımsıyorsunuz. Halk oylaması yapılacağı duyurulmuştu.[9] Seçmenlerin çoğu tereddütlüydü. İmparatorluk idaresinin değerli olduğuna inanmayan bu insanlar, kendilerini kurtarması gereken derneğin toplumu tehdit edecek tehlikelere yol açacağına dair iddialara inanmadı. Bu noktada yeni bir umacı talep edildi. Polis bu umacıyı bulma işini üstlendi. Tüm işçi birlikleri polisten nefret ediyordu. Buradan da husumetin kaynağının Enternasyonal olduğu düşünüldü. Güzel bir fikirdi bu. Umacı arayışı içerisinde olan polis, Enternasyonal’i seçti. Hem derneği itibarsızlaştırdı hem de imparatorluğun davasına sahip çıkanlara yaltaklanma imkânı buldu. Bu güzel fikir üzerinden imparatorun hayatına karşı “entrika” çevrildiği görüşüne ulaşıldı. Bizim bu zavallı eski dostumuzu öldürmek istediğimizi söylediler. Enternasyonal’in önde gelen üyelerini tutukladılar. Uydurma deliller ürettiler. Mahkeme sürecine hazırlanırken bir yandan da halk oylamasını yaptılar.[10] Fakat sahneye koymak için hazırladıkları komedi kaba saba ve yüzeysel bir farstan başka bir şey değildi. Bu gösteriye şahit olan zeki Avrupa, karakteri gereği, bir süre kendisine gösterilenlere aldanmadı, sadece Fransız köylü seçmen aldatıldı. Sizin şu İngiliz gazeteleriniz, berbat olayın nasıl başladığına dair haberler geçtiler ama nasıl sonuçlandığından bahsetmeyi unuttular. Fransız hâkimleri, lütfedip entrikanın varlığını kabul ettiler ama Enternasyonal’in bu işte parmağı olduğunu gösterecek bir delilin bulunmadığını söylediler. İnanın bana, ikinci komplo da birincisi gibiydi. Fransız memur, bir kez daha işini yapmıştı. Dünyanın tanık olduğu en büyük sivil harekete dair değerlendirmesini sunsun diye salona çağrıldı. Ortadaki yüzlerce işaret gerçek açıklamayı sunacak nitelikteydi. İşçileri yönetenlerin tükettiği lüks mamullerin ve onlardaki beceriksizliğin arttığı koşullarda işçilerin bilgisi de artmıştı. Tarihsel süreç, artık gücün belirli bir sınıftan halka son kez nakledileceği aşamaya geçmişti. Görünen o ki özgürleşmeyi hedefleyen o büyük hareket için zaman da mekân da koşullar da uygundu. Fakat tüm bunları gören memur pekâlâ bir felsefeci olabilirdi, ama aslında karşımızda bir muhbir duruyordu. Varlığını yöneten yasaya uygun hareket eden bu adam, muhbirin açıklamasına sarıldı ve olanın bitenin bir “komplo” olduğunu söyledi. Kendisine uydurma belgeler ve onları destekleyecek deliller sunuldu. Bu sefer Avrupa, tüm o yaşadığı korkuyla birlikte, bir masala inandı.

R.- Avrupa, her Fransız gazetesinin verdiği haberi görünce kendisine yeterince yardım edememiş olabilir tabii.

Dr. M.- Her Fransız gazetesi mi! Anlıyorum, (eline Situation [“Durum”] gazetesini alıyor) işte bu gazetelerden biri var burada. Sunduğu delil gerçek mi değil mi siz değerlendirin. [Haberi okuyor] “Fransa’ya giderken yakalanan Enternasyonal üyesi Dr. Karl Marx, Belçika’da gözaltına alındı. Londra polisi, onun uzun zamandır bağlantılı olduğu derneği izliyordu. Bugün artık derneğin kapısına kilit vuracak somut tedbirler alıyor.” Gazete, iki cümlede iki yalanı aynı ipe diziyor. Sunulan delilleri siz de değerlendirebilirsiniz. Misal, şu an ben Belçika’da hapiste değilim, İngiltere’deki evimdeyim. Ayrıca, İngiliz polisinin kendi dernekleri gibi Enternasyonal Derneği’ne de müdahale edecek güçten yoksun olduğunu siz de biliyor olmalısınız. Ama ne hikmetse haber, hiçbir itirazla yüzleşmeden tüm kıtayı dolaşıyor. Gazetenin yalanı, Avrupa’daki her gazetede dolaşıma giriyor.

R- Bu yalan haberlere karşı çıkmayı hiç denediniz mi?

Dr. M.- Bu konuda o kadar yoğun emek harcadım ki artık sonunda usanıp bu işi bıraktım. Bu gazeteler yaptıkları haberlerde öyle dikkatsizler ki bunlardan birinde Paris Komünü üyesi Felix Pyat’nın Enternasyonal üyesi olduğu söyleniyordu.[11]

R.- Üyesi değil mi?

Dr. M- Enternasyonal, bu tür yabani insanları bünyesine almaz. Adam öyle küstah ki bizim adımıza düşüncesizce bir açıklama yapmış. Ama biz bu açıklamayı anında yalanladık. Gelgelelim, basın öyle adildi ki bu yalanlamayı görmezden geldi.

R.- Peki ya Mazzini, kendisi kurumunuzun bir üyesi mi?[12]

Dr. Marx (gülüyor)- Yo hayır. Onun fikirlerinin menziline ulaşamadığımızdan, pek ilerleme sağlayamadık.

R.- Şaşırtıyorsunuz beni. En gelişkin görüşleri bizzat onun dile getirdiğini düşünüyordum ben.

Dr. M.- Mazzini, orta sınıfa ait eski cumhuriyetçi fikri savunan biri. Orta sınıfla bir yol yürümek gibi bir derdimiz yok bizim.

Mazzini, Alman profesörlerin hâlen daha Avrupa’da geleceğin kültürlü demokrasiciliğinin havarileri olarak görüldüğü günümüz koşullarında hareketin çok gerisinde kalmış bir isim. Alman orta sınıfının İngilizlere kıyasla yeterince gelişmemiş olduğu 1848 öncesinde Mazzini ilericiydi. Ama tüm gövdesiyle gericileşti. Proletaryanın bu orta sınıfla artık ilişkisi yok.

R.- Bazı insanlar, örgütünüzde pozitivist bir unsurun bulunduğuna dair işaretler almışlar.[13]

Dr. M- Yok öyle bir şey. İçimizde pozitivistler var, ayrıca bizden olmayıp bizimle çalışanlar da var. Ama bu ilişki, onların bizim anladığımız biçimiyle halk hükümeti fikriyle hiçbir alakası olmayan, eski hiyerarşinin yerine yenisini geçirmeye çalışan felsefeleri üzerinden kurulmuş bir ilişki değil.

R.- Bana öyle geliyor ki yeni enternasyonal hareketin liderleri hem bir felsefe hem de bir birlik meydana getirmeli.

Dr. M.- Kesinlikle doğru söylüyorsunuz. Mill’in politik ekonomisi gibi bir teoriden devşirdiğimiz taktiklerle sermayeye karşı verdiğimiz savaşta gelişme kaydetmeyi bekleyemeyiz.[14] Mill, emekle sermaye arasında varolan belli bir tür ilişkinin izlerini sürmüştü. Bizse yeni bir ilişkinin kurulmasının mümkün olduğunu göstermeyi umut ediyoruz.

R.- Peki dinle ilişkinize dair ne söylersiniz?

Dr. M.- Din konusunda dernek adına konuşamam. Kendi adıma konuşmam gerekirse, ben ateistim. İngiltere’de bir insanın ateist olduğunu ikrar etmesinin şaşırtıcı olduğuna hiç şüphe yok, ama rahatlıkla söyleyebilirim ki Almanya ve Fransa’da da bunu fısıltıyla söylemeye artık gerek yok.

R.- Derneğinizin merkezini bu ülkede açtınız değil mi?

Dr. M.- Bunun basit ve herkesçe anlaşılır sebepleri vardı. Bu ülkede örgütlenme ve dernek kurma hakkı eskiden bahşedilmiş bir hak. Bu hak, Almanya’da da var ama devlet sayısız güçlükler çıkartıyor. Fransa, bu haktan tümüyle mahrum.

R.- Birleşik Devletler’deki faaliyetleriniz?

Dr. M.- Esas olarak Avrupa’dan gelmiş cemaatler içerisinde faaliyet yürütüyoruz. Bugüne dek ABD’de emek sorununun herkesi kuşatan, önemli bir mesele haline gelmesine mani olan sayısız koşulla yüzleşildi. Fakat artık bu koşullar hızla ortadan kayboluyorlar. Avrupalı emekçi sınıf, sermayeden kopup, toplumun geri kalan kısmından uzaklaştıkça hareket hızla büyüyor ve öne çıkıyor.[15]

R.- Bu ülkede umut, ne tür bir içeriği olursa olsun, çözümün devrimin şiddete meyilli araçları olmaksızın elde edilmesi yönünde. Azınlıklar çoğunluk haline gelene dek kürsüler ve basın yayın araçları yoluyla yürütülen ajitasyon faaliyetlerini esas alan İngiliz sistemi, bence umut verici bir işaret.

Dr. M.- Ben, bu konuda sizin kadar iyimser değilim. İngiliz orta sınıfı, oy kullanma yetkisi ile ilgili tekeli elinde bulundurduğu sürece, çoğunluğun verdiği kararı kabul etmeye istekli olduğunu her daim ortaya koymuştur. Ama şu sözümü de unutmayın: İngiliz orta sınıfı, önemli gördüğü meselelerle ilgili oylamalarda yeterince oy almadığını gördüğü an köle sahiplerinin başını çekeceği yeni bir savaşa tanıklık edeceğiz.

Bu dikkat çekici adamla yaptığım sohbet boyunca ele aldığımız konuları ve kendi görüşlerimi aktarmaya çalıştım. Okuduklarınızdan belirli çıkarımlara ve sonuçlara ulaşmak size kalmış. Komün hareketine suç ortaklığı yaptı mı, yapmış olabilir mi gibi sorulara herkes farklı cevaplar verebilir. Burada, medeni dünyanın iyi mi kötü mü olduğu sorusuna yakında cevap bulacağımız o yeni gücü Enternasyonal Derneği’nde bulacağını güvenle dile getirebiliriz.

Kaynak

Dipnotlar:
[1] Barut Komplosu, Katoliklere karşı çıkartılan ceza kanunlarının intikamını almak amacıyla düzenlenen, kralı, lordları ve Avam Kamarası üyelerini öldürmeyi öngören komployu ifade ediyor. 5 Kasım 1605 günü komploculara çalışan Guy Fawkes isimli ajan, Avam Kamarası altına yerleştirilmiş barut fıçılarını ateşlemek üzereyken ele geçirildi. Bu sebeple, 5 Kasım günü İngiliz tarihinde Guy Fawkes Günü olarak bilinir.

[2] 1841’de Marx’a Jena Üniversitesi’nde Felsefe Doktoru unvanı verildi. Lisans eğitimini Bonn ve Berlin üniversitelerinde tamamladı.

[3] Marx’ın Maitland Park Yolu üzerindeki evi ferah ve rahat bir evdi.

[4] Diğer “beyefendi” muhtemelen o günlerde Londra’da bulunan ve sık sık Marx’ın evini ziyaret eden Friedrich Engels’ti. Engels gayet iyi İngilizce konuşuyordu.

[5] “Konsey”, Enternasyonal İşçi Derneği Konseyi’ni ifade ediyor. Önde gelen üyeleri her hafta Londra’da toplanıyorlar. Bu üyeler diğer ülkelerdeki işçi örgütleriyle yazışıyorlar.

[6] “Paris ayaklanması”, 18 Mart 1871’de işçi sınıfının iktidarı ele geçirdikten sonra kurduğu Paris Komünü’nü ifade ediyor. Komün 28 Mayıs 1871 günü yıkıldı.

[7] 1866 baharında Genel Konsey, Edinburg ve Londra’da gerçekleşen terzi grevinde faaliyet yürüttü. Grev neticesinde işçiler Almanya’dan işçi getirip grevi kırmak isteyen işverenlerin tüm girişimlerini boşa düşürdü. Oberrhenischer Courier [“Yukarı Ren Habercisi”] gazetesinin 15 Mayıs 1866 tarihli nüshasında çıkan “Uyarı” başlıklı yazısında Marx, Alman işçilerinden İngiltere ve İskoçya’dan uzak durmalarını, böylelikle “Fransa, Belçika ve İsviçre’deki kardeşleri gibi, diğer ülkelere sınıflarının ortak çıkarlarını savunmayı bildiklerini göstermelerini, sermayenin emeğe karşı verdiği mücadelede sermayenin itaatkâr paralı askerleri olmamalarını istedi.” [Documents of the First International, a.g.e. s. 367-68.) 1869’da Ulusal Emek Birliği’nin Basel’deki Enternasyonal Kongresi’ne delege olarak gönderdiği Andrew Cameron isimli üyesinin önerisi üzerine Genel Konsey ABD’de grevci işçilerin yerine çalıştırılmak üzere Avrupa’dan işçi getirilmesine mani olmak için çalışacak Emek ve Göç Bürosu kuruldu. (Bkz.: Samuel Bernstein, The First International in America, New York, 1965, s. 35-34.)

[8] Bu dönemde Enternasyonal, ABD’de resmi herhangi bir gazeteye sahip değildi. Adolph Douai’ın çıkarttığı Arbeiter-Union [“İşçi Birliği”] Eylül 1870’te yayın hayatına son verdi. Ama gene de Enternasyonal basın yayın faaliyetlerini Bulletin de l'union républicaine [“Cumhuriyetçi Birlik Bülteni”] ve Woodhull & Claflin’s Weekly [“Woodhull ile Claflin’in Haftalık Dergisi”] gibi yayınlarla yürütmeyi sürdürdü. Bu son bahsi edilen dergi esasında Enternasyonal liderleriyle çatışma içerisinde olan New York şehrinde çalışma yürüten 12. Seksiyon’un yayın organıydı.

[9] Halk oylaması III. Napolyon tarafından 7 Mayıs 1870’te gerçekleştirildi. Burada amaç, hükümetin önerdiği kimi liberal anayasal değişikliklerin onaylanması ve imparatorluğun arkasında halkın desteği ve onayının bulunduğunun ortaya konulmasıydı. Enternasyonal’e bağlı seksiyonlar, bu seçimde boykot kararı aldı.

[10] Halk oylamasının arifesinde polis Enternasyonal üyelerini gözaltına aldı. Haziran-Temmuz 1870’te görülen dava neticesinde Enternasyonal liderlerinin bir kısmına hapis cezası verildi.

[11] Marx birçok yerde Félix Pyat’yı kendisinden uzaklaşmasından evvel terörizme işaret eden tespitlerde bulunan, laf ebeliğini ifrata vardırmış biri olarak anar. 12 Mayıs 1871 tarihinde kızı Jenny Marx’a yazdığı mektupta “Félix Pyat gibi süslü dil şövalyeleri”nden bahseder. [Yayına Hz.: Hal Draper, Karl Marx ve Friedrich Engels, Writings on the Paris Commune, New York ve Londra, 1971, s. 223.]

[13] Guiseppe Mazzini (1805-1872) İtalya’nın birliğini sağlama amacı güden Avrupa Demokrasi Komitesi ile “Genç İtalya” örgütünün kurucusudur. Programında “Tanrı ve Halk” sloganı üzerinden İtalya’nın birliği ve bağımsızlığı talebine yer verilir. Marx, Mazzini’nin programının burjuva niteliğini sıklıkla eleştirmiştir.

[14] Pozitivizm, Saint-Simon’dan “pozitif bilimler”e, özellikle (Comte’un icat ettiği) sosyolojiye bir din gibi tapınan yaklaşımı ödünç alan August Comte’un takipçilerinin felsefesidir. Pozitivistler burjuva reformcularıydı. Şiddete karşı çıkıyorlar, emekle sermaye arasındaki ilişkilerin ahlaka göre kapsamlı bir biçimde uyarlanması” gereği üzerinde duruyorlardı. Komün’ün “baskıcı tedbirler”ine karşı çıksalar da ona olumlu ve dostane bir tavırla yaklaşan pozitivistler daimi ordunun lağv edilmesi, idam cezasının kaldırılması ve yabancıların görevlere getirilmesi gibi hukuki adımlarını övgülerle karşıladılar.

[15] John Stuart Mill (1806-1873) sosyalist eleştiriden etkilenen görüşlere sahip İngiliz felsefeci ve klasik iktisatçıdır.

[16] 5 Mart 1852’de Marx, Joseph Weydemeyer’e yazdığı mektupta, “ABD’de burjuva toplumunun henüz sınıf mücadelesinin alenileşmesini ve idrak edilir hale gelmesini sağlayacak ölçüde gelişmediğini” söylüyor. Ancak 1881’de F. A. Sorge’ye yazdığı mektupta şunu söylüyor: “ABD’de kapitalist ekonomi ve ona denk düşen işçi sınıfının köleleştirilmesi sürecinin diğer ülkelere nazaran daha hızlı ve daha arsız bir biçimde gelişme kaydetmiştir.” [Karl Marx & Frederick Engels, Letters to Americans, 1848-1895, New York, 1953, s. 44, 129].

0 Yorum: