12 Mart 2025

, , ,

Tevafuk



PKK’nin savaşına başladığı günle, sermayenin doğudaki ucuz işçilerin batıya göç etmesini istediği gün aynı.

Bugün Rahmi Koç’un ağzından döküldüğü biçimiyle, nüfusun fazla olduğunun tespit edildiği dönemde batıdaki yoksul işçinin gerisin geri doğuya göç ettirildiği, büyük reset uyarınca kentlerin nezih ve soylu kılındığı momentle, PKK’nin silahlarını bırakıp kapıya kilit vurduğu moment aynı.

Asıl bu “tevafuk” üzerinde durulmalı.

Kapitalizm ve emperyalizmdeki dönüşümler, burjuvazi ve devlet aynasında okunabiliyor olmalı. Sosyalizm ve komünizm iddialarının terk edildiği, herkesin solcu olduğu momentte o aynalara artık bakan yok. Herkes, ya burjuvaziyle ya da devletle varolabilmenin yollarını arıyor.

Bugün “Holdingciler”i eleştirenler, devletle düşünüp devletle yaşıyorlar. Devletin burjuvaziye ait olduğu gerçeğini örtbas ediyorlar. Sınıf savaşından bahsedene rastlanmıyor. Herkes, ya devletten arınık, saf burjuvaziden, ya da burjuvaziden arınık, saf devletten yana. Tüm teoriyi ve pratiği saflık arayışı belirliyor. Bu küçük burjuva arayışın proletere, yoksula ve halka düşman olduğu görülmüyor.

Bugün TKP, her olay ve durumda birilerine “biz barıştan yanayız” mesajını iletiyor. 

“Kulübelere savaş, saraylara barış” diyen Barış Yıldırım gibi küçük burjuva solcuların çeviri pratikleri, “ruhu şad olsun” dememek için rest in peace’i “barış içinde dinlen” diye çevirecek bir anlayış üzerine kurulu. Barışı ve huzuru propaganda etmekten başka bir şeyi bilmiyorlar. Marksizm-Leninizmi bu anlayışa göre içeriksiz kılıyorlar. Onu liberalizm sunağında kurban etmek istiyorlar.

TKP, “Suriye’de barışı cihatçılar getiremez” diyor. Si vis pacem parabellum ilkesini unutuyor. Ucuz ve yavan barış tellallığı yapıyor. Savaşı göze almıyor. Savaştan kaçan, huzuru, güveni arayan, “ağzımızın tadı bozulmasın Ali Rıza Bey” diyen küçük burjuvaları çağırıyor. 

Alkolsüz bira, glutensiz ekmek, kafeinsiz kahve olarak TKP, küçük burjuvanın arzularına oynamaktan başka bir şey yapmıyor.

Özellikle Gezi’den beri bölge Alevilerine barış çubuğu öneren TKP gibi yapılar, deprem sonrası ancak arıtma cihazı takdim edebiliyor. “Düzene uygun solculuk bende” demekten başka bir şey yapmıyorlar. Gideni ve gelmekte olanı ilikleriyle, bilekleriyle ve kavgalarıyla gören Alevi halkına hiçbir şey önermiyorlar. Basit bir milis gücü bile oluşturamıyorlar.

2011 yılından itibaren Fransa, Türkiye ve ABD istihbaratına ait üsler olarak oluşturulan mülteci kamplarına sahip çıkmak, DSİP’e düşüyor. O kamplara yönelik öfkeyi örgütlememekse TKP, TÖP, SYKP, ESP gibi yapılara kalıyor.

ESP, SDG ile HTŞ’nin anlaştığı gün attığı tvitte, “Katil HTŞ ile görüşüp el sıkışanlar bu katliamın işbirlikçileridir” diyor, sonra anlaşmanın sağlandığı haberini alınca, utanmadan, bu tvitini siliyor, ama o tvit silinince Lazkiye ve Banyas sokaklarındaki kan da silinmiş olmuyor.

PKK, silah bıraktığı gün sermayenin kanalları Kürt illerine gelecek huzurdan bahsediyorlar. Yöre halkıyla yapılan röportajlar, o huzur ölçüsüne göre kesilip biçiliyor. 

Suriye’ye barış ve huzur, “Esad kalıntıları”yla mücadele ile geliyor. Herkes sivilleşiyor, sivil kıyafetler dolaptan çıkartılıyor, nezih ve soylu kılınmış siyaset, sermaye için imal ediliyor.

Dem Parti, Önder Apo’nun paradigmasının HTŞ’ye hükmettiğini, ona yön verdiğini, siyasetin içeriğini belirlediğini söyleyerek, kitleleri kandırıyor. Havaya fırlatılan taş, uçtuğunu sanıyor.

Batıdaki yoksul işçinin doğuya kaydırılmasının öngörüldüğü momentte PKK, kepenkleri indiriyor. Huzurun ve barışın askeri oluyor. Öcalan’ın mektubu, demek ki reel sosyalizme saldırırken şunu söylemiş oluyor: “Kürdistan’da sınıf mücadelesine de sosyalizm mücadelesine de izin vermeyeceğim, bana güvenin!” Kürd’ü içermeyen mektup, tam da bu gizli maddesiyle anlam ve değer kazanıyor.

Aynı huzur, barış ve güven siyaseti, Suriye’de de karşılık buluyor: HTŞ çeteleri, “Esad kalıntıları”na saldırıyor. O sosyalistleri liberalizm çayırında gütmek için meclise gönderilen Hüseyin Aygün gibi isimler, Alevi katliamından bahsederek kendi reklamlarını yaparken, nedense HTŞ liderine kucak açan, el uzatan Avrupa’dan fon aldıkları gerçeğini gizliyorlar. Herkes, konuşacağı yeri de susacağı yeri de iyi biliyor.

Aynı liberallerin, o liberallere uşaklık eden sosyalistlerin, yarın AB’nin güvenlik ağı içerisinde Türk ordusunun merkezi bir rol üstlendiği koşullarda, eskiden söylediklerini nasıl unuttuklarını, yeni cümleleri nasıl ezberlediklerini hep birlikte göreceğiz.

“Esad’ın kalıntıları”, aynı zamanda o liberallerin ve sosyalistlerin arınmak istedikleri Soğuk Savaş’ın, reel sosyalizmin ve sosyalist blokun kalıntıları. 

Esad, aynı zamanda Kemalizme dair bir imge. Kemalizm, bir yandan da Sovyetler’le ilişkilerde geliştirilmiş bir kurgu. Bu kurgu, Sovyetsizleştirilince bir yandan CHP’yi bir yandan da AKP’yi var etti. İki parti de Sovyet’siz kılınmış Kemalizmin ürünü. Kürdistan’da da bu kalıntılar temizlenmek zorunda. Sermaye için huzur ve barış ortamı tesis edilmeli. Suriye, emperyalizm için istikrarlı kılınmalı.

Mesele, barış ve huzurun sahiplerinin arınma çabasına göre inşa edilmiş “paradigma”nın barışı ve huzuru üreteceğinin söylenmesi. 

Mao haklı: “Revizyonistler sebebi sonuç, sonucu sebep sanıyorlar”, aldanıyorlar, aldatıyorlar. Devletin ve sermayenin ihtiyaçlarına göre belirlenmiş adımların devleti ve sermayeyi belirli şeyleri yapmaya zorladığını, onları yönettiğini söyleyenlerdeki idealizm, eleştirilmeli. Düşünce gücüyle nesneyi havalandırabildiğini söyleyenler, bedenin çilesini ormanda çığlık atarak hafifleteceğini sananların yanına iliştirilmeli.

Küçük burjuva, burjuvazi ile proletaryanın arasındaki çelişkinin çilesini bu tür yalanlarla hafifletmenin derdinde. Onun prangası kırılmalı. Barış ve huzur önerenlerin yalan söyledikleri görülmeli. Burjuvazi ile proletarya arasında denge, istikrar ve huzur temelli bir ilişki kurulmasını talep eden küçük burjuvazinin teşkil ettiği sol, reddedilmeli.

Mektupla ilgili konuşmasında Sırrı Süreyya Önder, “Türkiye’de 50 tane Gazze oluşacaktı” derken kastettiği ile Trump’ın “Gazze’yi zengin bir şehir yapalım” derken kastettiği şey aynı. Gazze, ikisi için de aynı şeyi anlatıyor. 

Kemal Okuyan da Sırrı Süreyya Önder de Kürt meselesini geri kalmışlık ve kalkınma meselesi olarak görüyor, sadece feodalitenin ne ve kim olduğunda anlaşamıyorlar. İlki devlete; ikincisi sermayeye huzur ve barış vaat ediyor. Bu vaat, halkların da işçi sınıfının da düşmanı, bu görülmeli.

Eren Balkır
12 Mart 2025

0 Yorum: