PKK’nin
savaşına başladığı günle, sermayenin doğudaki ucuz işçilerin batıya göç
etmesini istediği gün aynı.
Bugün
Rahmi Koç’un ağzından döküldüğü biçimiyle, nüfusun fazla olduğunun tespit
edildiği dönemde batıdaki yoksul işçinin gerisin geri doğuya göç ettirildiği,
büyük reset uyarınca kentlerin nezih ve soylu kılındığı momentle, PKK’nin
silahlarını bırakıp kapıya kilit vurduğu moment aynı.
Asıl
bu “tevafuk” üzerinde durulmalı.
Kapitalizm
ve emperyalizmdeki dönüşümler, burjuvazi ve devlet aynasında okunabiliyor
olmalı. Sosyalizm ve komünizm iddialarının terk edildiği, herkesin solcu olduğu
momentte o aynalara artık bakan yok. Herkes, ya burjuvaziyle ya da devletle
varolabilmenin yollarını arıyor.
Bugün
“Holdingciler”i eleştirenler, devletle düşünüp devletle yaşıyorlar. Devletin burjuvaziye
ait olduğu gerçeğini örtbas ediyorlar. Sınıf savaşından bahsedene rastlanmıyor.
Herkes, ya devletten arınık, saf burjuvaziden, ya da burjuvaziden arınık, saf
devletten yana. Tüm teoriyi ve pratiği saflık arayışı belirliyor. Bu küçük
burjuva arayışın proletere, yoksula ve halka düşman olduğu görülmüyor.
Bugün TKP, her olay ve durumda birilerine “biz barıştan yanayız” mesajını iletiyor.
“Kulübelere
savaş, saraylara barış” diyen Barış Yıldırım gibi küçük burjuva solcuların
çeviri pratikleri, “ruhu şad olsun” dememek için rest in peace’i “barış
içinde dinlen” diye çevirecek bir anlayış üzerine kurulu. Barışı ve huzuru
propaganda etmekten başka bir şeyi bilmiyorlar. Marksizm-Leninizmi bu anlayışa
göre içeriksiz kılıyorlar. Onu liberalizm sunağında kurban etmek istiyorlar.
TKP, “Suriye’de barışı cihatçılar getiremez” diyor. Si vis pacem parabellum ilkesini unutuyor. Ucuz ve yavan barış tellallığı yapıyor. Savaşı göze almıyor. Savaştan kaçan, huzuru, güveni arayan, “ağzımızın tadı bozulmasın Ali Rıza Bey” diyen küçük burjuvaları çağırıyor.
Alkolsüz bira,
glutensiz ekmek, kafeinsiz kahve olarak TKP, küçük burjuvanın arzularına
oynamaktan başka bir şey yapmıyor.
Özellikle
Gezi’den beri bölge Alevilerine barış çubuğu öneren TKP gibi yapılar, deprem
sonrası ancak arıtma cihazı takdim edebiliyor. “Düzene uygun solculuk bende”
demekten başka bir şey yapmıyorlar. Gideni ve gelmekte olanı ilikleriyle,
bilekleriyle ve kavgalarıyla gören Alevi halkına hiçbir şey önermiyorlar. Basit
bir milis gücü bile oluşturamıyorlar.
2011
yılından itibaren Fransa, Türkiye ve ABD istihbaratına ait üsler olarak
oluşturulan mülteci kamplarına sahip çıkmak, DSİP’e düşüyor. O kamplara yönelik
öfkeyi örgütlememekse TKP, TÖP, SYKP, ESP gibi yapılara kalıyor.
ESP,
SDG ile HTŞ’nin anlaştığı gün attığı tvitte, “Katil HTŞ ile görüşüp el
sıkışanlar bu katliamın işbirlikçileridir” diyor, sonra anlaşmanın sağlandığı
haberini alınca, utanmadan, bu tvitini siliyor, ama o tvit silinince Lazkiye ve
Banyas sokaklarındaki kan da silinmiş olmuyor.
PKK, silah bıraktığı gün sermayenin kanalları Kürt illerine gelecek huzurdan bahsediyorlar. Yöre halkıyla yapılan röportajlar, o huzur ölçüsüne göre kesilip biçiliyor.
Suriye’ye barış ve huzur, “Esad kalıntıları”yla mücadele ile geliyor. Herkes sivilleşiyor, sivil kıyafetler dolaptan çıkartılıyor, nezih ve soylu kılınmış siyaset, sermaye için imal ediliyor.
Dem
Parti, Önder Apo’nun paradigmasının HTŞ’ye hükmettiğini, ona yön verdiğini,
siyasetin içeriğini belirlediğini söyleyerek, kitleleri kandırıyor. Havaya fırlatılan
taş, uçtuğunu sanıyor.
Batıdaki
yoksul işçinin doğuya kaydırılmasının öngörüldüğü momentte PKK, kepenkleri
indiriyor. Huzurun ve barışın askeri oluyor. Öcalan’ın mektubu, demek ki reel
sosyalizme saldırırken şunu söylemiş oluyor: “Kürdistan’da sınıf mücadelesine
de sosyalizm mücadelesine de izin vermeyeceğim, bana güvenin!” Kürd’ü içermeyen
mektup, tam da bu gizli maddesiyle anlam ve değer kazanıyor.
Aynı
huzur, barış ve güven siyaseti, Suriye’de de karşılık buluyor: HTŞ çeteleri, “Esad
kalıntıları”na saldırıyor. O sosyalistleri liberalizm çayırında gütmek için
meclise gönderilen Hüseyin Aygün gibi isimler, Alevi katliamından bahsederek kendi
reklamlarını yaparken, nedense HTŞ liderine kucak açan, el uzatan Avrupa’dan
fon aldıkları gerçeğini gizliyorlar. Herkes, konuşacağı yeri de susacağı yeri de
iyi biliyor.
Aynı
liberallerin, o liberallere uşaklık eden sosyalistlerin, yarın AB’nin güvenlik ağı içerisinde Türk ordusunun merkezi bir rol üstlendiği koşullarda, eskiden
söylediklerini nasıl unuttuklarını, yeni cümleleri nasıl ezberlediklerini hep
birlikte göreceğiz.
“Esad’ın kalıntıları”, aynı zamanda o liberallerin ve sosyalistlerin arınmak istedikleri Soğuk Savaş’ın, reel sosyalizmin ve sosyalist blokun kalıntıları.
Esad, aynı
zamanda Kemalizme dair bir imge. Kemalizm, bir yandan da Sovyetler’le
ilişkilerde geliştirilmiş bir kurgu. Bu kurgu, Sovyetsizleştirilince bir yandan
CHP’yi bir yandan da AKP’yi var etti. İki parti de Sovyet’siz kılınmış
Kemalizmin ürünü. Kürdistan’da da bu kalıntılar temizlenmek zorunda. Sermaye
için huzur ve barış ortamı tesis edilmeli. Suriye, emperyalizm için istikrarlı
kılınmalı.
Mesele, barış ve huzurun sahiplerinin arınma çabasına göre inşa edilmiş “paradigma”nın barışı ve huzuru üreteceğinin söylenmesi.
Mao haklı: “Revizyonistler sebebi
sonuç, sonucu sebep sanıyorlar”, aldanıyorlar, aldatıyorlar. Devletin ve
sermayenin ihtiyaçlarına göre belirlenmiş adımların devleti ve sermayeyi
belirli şeyleri yapmaya zorladığını, onları yönettiğini söyleyenlerdeki
idealizm, eleştirilmeli. Düşünce gücüyle nesneyi havalandırabildiğini
söyleyenler, bedenin çilesini ormanda çığlık atarak hafifleteceğini sananların
yanına iliştirilmeli.
Küçük
burjuva, burjuvazi ile proletaryanın arasındaki çelişkinin çilesini bu tür
yalanlarla hafifletmenin derdinde. Onun prangası kırılmalı. Barış ve huzur
önerenlerin yalan söyledikleri görülmeli. Burjuvazi ile proletarya arasında
denge, istikrar ve huzur temelli bir ilişki kurulmasını talep eden küçük
burjuvazinin teşkil ettiği sol, reddedilmeli.
Mektupla ilgili konuşmasında Sırrı Süreyya Önder, “Türkiye’de 50 tane Gazze oluşacaktı” derken kastettiği ile Trump’ın “Gazze’yi zengin bir şehir yapalım” derken kastettiği şey aynı. Gazze, ikisi için de aynı şeyi anlatıyor.
Kemal Okuyan da Sırrı Süreyya Önder de Kürt meselesini geri kalmışlık ve kalkınma meselesi olarak görüyor, sadece feodalitenin ne ve kim olduğunda anlaşamıyorlar. İlki devlete; ikincisi sermayeye huzur ve barış vaat ediyor. Bu vaat, halkların da
işçi sınıfının da düşmanı, bu görülmeli.
Eren Balkır
12
Mart 2025
0 Yorum:
Yorum Gönder