01 Ekim 2024

, ,

İlkel, Barbar ve Yabanın Direnişi


Bir belgeselde görüldüğü üzere, İsrail’deki yerleşimciler örgütü başkanı, krizdeki devlet adına, kitlesini topluyor, bir vapura bindiriyor, Gazze açıklarında dolaşan vapurdan şehri gösterip, “burası yakında bizim olacak!” diyor. Burada efendilerin uşağı olanlar, bu büyüme, ilerleme ve gelişme eğilimine alkış tutuyorlar. “Geri, yobaz, ilkel Araplardan kurtulursak, Ortadoğu Avrupa olur” diyorlar. 

Bugün Ayşe Hür ve Eren Keskin gibiler, bundan başka bir şey söylemiyorlar. Ya yüz yıl öncesinin İngiliz sömürgeciliğine ya da Amerikan mandacılığına bağlanıyorlar. Ayşe Hür, İsrail’de pısırıklıktan kurtulmuş, artık ezik olmayan Yahudi olduğunu bu uşaklığı üzerinden söylüyor. Oysa İsrail’de Yahudi yok, Siyonist var ve Siyonizm, kendisini tüm faşist pratiği içselleştirmiş bir emperyalist proje olarak var ediyor.

Bugün Gazze açıklarında gezen vapurla 5 Ekim öğretmenler gününde Eğitim Sen’in Marmara’da ve Ege’de dolaştırdığı kokteylli vapur arasındaki ideolojik bağı görmek gerekiyor.[1] Eğitim Sen, 28 Şubat sürecinde komutanların “bize 3.000 kişilik liste yollayın, bunları öğretmen kadrosuna alalım” dediği yapı. O 28 Şubat’ı yapan komutan, darbeyi İsrail için yaptıklarını söylüyor.

Eğitim Sen’de aktif olan örgütün şefi, 12 Eylül’ün “şeriatçı bir darbe”[2] olduğunu söylerken, o 28 Şubat paşasının 12 Eylül’de önünde diz çöktüğü Kenan Evren’in yaveri olduğu gerçeğini gizliyor. O Eğitim Sen vapuru, “gerici, yobaz, barbar denizini yara yara ilerlediğini” sanıyor. Efendilere, tekellere ve burjuvaziye yol açıyor. Bunu ilerleme, gelişme ve büyüme adına yapıyor. Orta sınıfın duygularını okşuyor.

İngiliz sömürgesi ve Amerikan mandası olmak isteyenlere bir de bu sömürgeciliğin veya mandacılığın kılıfı olarak “Osmanlı” olmak isteyen sağcılar ekleniyor. “Osmanlı”, sömürgeyi ve mandayı örtbas eden kılıf olarak iş görüyor. Ezileni-sömürüleni efendilerin projesine kul-köle etmek için uğraşan sağcılar, Osmanlı’daki mandacılığı ve sömürgeciliği gizlemek için türlü manevralar yapıyorlar. Bir avuç ezenin ve sömürenin iktidarı için sömürgeciliğe ve mandacılığa hizmet ediyorlar.

Bunların İHA imalatçısı, “yıllar önce şirketlerine İsrail’in ortak olmak istediğini” söylüyor. Ama birkaç gün sonra aynı şirketin İsrail’le bir silâh fuarında ortaklaşa çalıştığı görülüyor. Demek ki o İHA’lar, emperyalist-Siyonist proje için imal ediliyorlar. Ama yoksul emekçiler, o İHA’ların ve askeri teknolojinin sömürge ve manda olmaktan kurtulmanın fırsatı ve imkânı olduğuna ikna edilmeye çalışılıyorlar. Ezen-sömüren, ezileni-sömürüleni kendisine kul-köle etmek için uğraşıyor.

Bu sağcılar, Lübnan ve Filistin meselesini hep devletin ve sermayelerinin âli menfaatleri ölçüsünde ele alabiliyorlar. Çağrı cihazları patlıyor, hemen “iyi ki yerli ürünlerimizi imal etmişiz” diyorlar. Duyan da İsrail’le savaşma niyetleri var sanır!

Bu sağcıların devleti Suriye’de iç savaş sürecini körüklediğinde, aynı sağcılar, “yıllar önce ülkenin servetine, iktidarına ortak olacaktık. Hama’da isyan ettik. Bize ait olanı istiyoruz” diyenlere destek verdiler. Yağmaya, gaspa ve talana ortak olmak istediler. Bugün İmamoğlu’nun danışmanıyla birlikte “NATO silâhları Suriye’ye gönderilsin” dediler. Suriye’deki fabrikaları yağmaladılar. İşgücünü sömürdüler.

Ezen-sömüren, bir azınlık güç olarak, projelerine ve hedeflerine ortak bulmaya mecbur. Sağda da solda da daha çok bu ortak bulma çalışmasına hizmet eden uşakların sesi çıkıyor. Suriye yağmasına Sünni kesim kul-köle edilmeye çalışıldı. Onlara “sizin fakirliğinizin sebebi Suriye’deki rejim, saldırın!” denildi.

Ayşe Hür’deki İran, Eren Keskin’deki Arap düşmanlığına bir de Şia düşmanlığı eklendi. Tüm halk düşmanları, bir kavşakta buluştular. O kavşak, emperyalizmin ve Siyonizmin kontrolündeydi.

Bu Sünni sağcılar, ABD ve NATO eliyle yürüyen işgal harekâtına, yağma ve ganimetten pay almak için destek oldular. İngilizlerin desteğiyle kurulmuş film şirketlerine Hz. Ömer’i anlattırdılar. O dizide “ilk Müslümanlardan biri, cemaate konuşma yapıyor, ‘ileride İran’ı ve daha birçok yeri alacağız’ diyordu. Bu cümlenin öznesi ise Araplardı. İran’ın alınacağı, üstelik onu fethedecek olan Hz. Ömer’in dizisinde, önceden haber edilmiş oluyordu böylece.”[3] Dizinin arkasında BAE ve İngilizler vardı.

Bu işgal, sömürgecilik ve köleleştirme operasyonuna efendiler, Sünni bireyleri örgütlediler. Kendi bireyciliklerine ve liberalizmlerine Sünnilik gömleği giydiren bu kişiler, cepheye sürüldüler. “Özellikle on yıl içinde devletle organik ve örtülü ödenekten beslenen ilişkiler geliştirmiş bazı İslamî kesimler, Suriye’de katledilen ‘insanların masumiyeti” perdesi arkasına sığınıp savaş borazanlığı”[4] yaptılar. “Kendi saflarında ölenleri ‘insan’, diğer tarafın askerlerini ‘hayvan’ olarak” takdim ettiler. “Bunun için gerekli argümanları, halkların direniş hareketlerini bastırmak amacıyla, günbegün geliştirilen kontrgerilla talimnamelerinden” öğrendiler.

Sünni sağcılar, yalan söylediler, söylüyorlar. Bu sebeple, bugün hakikati haykırmak gerekiyor: Hizbullah, Suriye’de “Müslüman” öldürmedi, ezilen halkları katleden, ülkeyi yağmalayan emperyalistlere uşaklık eden paralı askerleri öldürdü. Bir halkı ve ülkeyi savundu. “Komutan’ın yasını tutuyoruz” diyen Ebu Ubeyde, köyünü kurtardığı için Hz. İsa yanında Nasrallah resmine selam duran Hristiyan, onun mektubunu besteleyip söyleyen Hristiyan şarkıcı, bu yalanı faş ediyor.

Bir zamanlar Ali Şeriati’nin ismini gasp etmek için onun adıyla site kurmuş olan, oradan “ünlenen” Bülent Şahin Erdeğer, editörü olduğu kanaldaki programda önce Suud, sonra “bize ne Filistin’den, yaşasın İsrail!” diyen Fatih Altaylı parasıyla biriktirdiği vücut yağlarını ve cehaletini teşhir ediyor. Ali Şeriati ile Ebu Zerr arasındaki bağ kesme çabası sebebiyle beslenen bu zat[5], Ebu Zerr’in zengin olduğunu, ona dair hikâyelere inanılmaması gerektiğini söyleyen, dümdüz bir liberal.

“Direniş Ekseni”nin hikâye olduğunu söyleyen Erdeğer, çıktığı programda, Siyonist hasbaranın elemanı olarak konuşuyor. Programın diğer konukları da aynı Siyonist akılla konuşuyorlar. İsrail’in katliamlarını ellerini ovuşturarak, sevinç dolu yüz ifadeleriyle anlatıyorlar. Mehmet Akif Ersoy gibi Altaylı elemanları, İsrail’in ne kadar büyük ve ne kadar yenilmez bir güç olduğunu anlatıp duruyorlar.

Aşağıdaki isimlerin katıldığı programdaki konuklardan biri, dil sürçmesiyle “İsrail” yerine “biz” diyor. Bir diğeri, Lübnan’ın bittiğini, öldüğünü söylüyor, buradan, “İsrail gelirse mamur olur, gelişir, Beyrut, yeniden Doğu’nun Paris’i hâline gelir” imasında bulunuyor. Güney Lübnan’ın zengin tarım arazilerinin Hizbullah’ın elinde olduğu bilgisi de aynı yağmacı anlayış üzerinden paylaşılıyor. Konuşmalarında gözlerin nerelere, kimler adına dikildiği bir bir görülüyor. Herkes, görevini ifa ediyor.


Yazar sıfatıyla programa katılan kişi, Mossad ajanı edasıyla dolaştığı coğrafyayı, ancak bağlı olduğu gücün geliştirebileceğini söylüyor. Bu gelişimin ölçüsü ise emperyalist Batı’nın birey kurgusu. Batı’nın birey kurgusunu Kürt’ün, Sünni’nin, Türk’ün veya muhtelif kimliklerin rengine bulamak, o gerçeği gizlemiyor. Teknolojik üstünlük, bunlarda bir yanılsamaya yol açıyor. 

Bu emperyalizm-Siyonizm uşakları, halkların iradesindeki imanı fazla küçümsüyorlar. Mezarlarını kazıyorlar. Halktan kopup ona düşman oldukça, biçarelikleriyle güce biat ediyorlar. Gözleri ve kalpleri mühürleniyor. O mühürle, her ağızlarını açtıklarında Siyonist efendilerine dilek ve temennilerini iletiyorlar.

Batılı birey kurgusuna uşaklık edenlerin hepsinde de aynı düşmanlaştırma çabası var. Köleci, sömürgeci ve işgalci Batılı birey adına, o bireyin tekamülü ve refahı önündeki engel olarak görülen Şiilere savaş açıyorlar. 


Konuklardan biri, hızını alamıyor, “ya Ortadoğu’da petrol zengini sahalarda da hep Şiiler oturuyor” diyor. O Şiilerin işçiliğine, sömürüldüğüne hiç değinmiyor. Bu tür laflarla Sünni olanı ve Kürt olanı, köleleştirme, işgal ve sömürgecilik pratiklerine ortak ve asker kılmaya çalışıyorlar. Onları Netanyahu’nun elindeki lanetli şer güçlerine karşı lütuflandırılmış, nimete vakıf kılınmış, hayırlı güçlere bağlamak için uğraşıyorlar. Hayırla şer arasındaki ayrımı, doğudan batıya akacak enerji, ticaret, lojistik yolları tayin ediyor.

Mezhebinden, ırkından, milletinden bağımsız olarak, Mukavemet Ekseni, bu köleleştirme, işgal ve sömürgecilik pratiğiyle savaşıyor. Asıl bu pratiğe odaklanmak gerekiyor. Nasrallah, bu kavganın şehitler kervanına katılmıştır. Yardım da zafer de şahıslarda değil, Allah’ın izniyle, kolektif devrimci kavganın kendisindedir.

Eren Balkır
30 Eylül 2024

Dipnotlar:
[1] S. Adalı, “Kızıl Karanfiller ve Beyaz Ritüeller”, 28 Eylül 2024, İştiraki.

[2] Eren Balkır, “Medusa”, 15 Ekim 2020, İştiraki.

[3] Eren Balkır, “Ümmetin Birliği”, 23 Temmuz 2012, İştiraki.

[4] Eren Balkır, “Suriye'de Hegemonya ve Neoliberal Vizyon”, 18 Ekim 2012, İştiraki.

[5] Eren Balkır, “Ebu Zerr Kimin Yoldaşı?”, 14 Ağustos 2010, İştiraki.


0 Yorum: