31 Ekim 2024

, ,

Geleceğe Dair Beklentiler

Bugün gelecekten bahsediyorsak, esas olarak, başarı veya başarısızlığın, hareketimizdeki sürekliliğin veya kesintinin, ondaki büyüme veya yok oluşun kaynağı olan bugünü değerlendirmeye tabi tutmalıyız. Elimizdeki göstergeler, kendilerini ortaya koyan, geleceğe dair ihtimalleri destekliyor olmalıdır.

Biz, sistematik yaklaşımımızın asli temelini 1.400 yıldır akan o güçlü ve etkili sürecin bugüne akmasını sağlamış olan İslami programda buluyoruz. Hizbullah, yolunu net bir dille ve azimle tam da bu temel üzerine inşa etmiştir.

Bu programa bağlılığımız, hem bireyin ideoloji ve öğreti temelli terbiyesiyle hem de İslami ahlakla bağlantılı bir meseledir. Harekete geçirme ve ahlaki terbiye yönünde yürütülen çalışmalar, partinin yolunun ayrılmaz parçasıdır. Dolayısıyla, öğretinin temeline bağlı kalan örgüt, İslami yaklaşıma sıkı sıkıya sarılır, bu da ona hayatta kalma konusunda kendisine yeterli olma imkânı sunar.

Böylesi bir temel, sadece partizanlarla sınırlı değildir, ayrıca örgütün farklı örgütlerde karşılık bulan, yaşa, faaliyet biçimlerine ve toplumsal statülere göre farklılık arz eden toplum kesimlerini de içerir.

Hizbullah’ın amacı, İslami programına bakmaksızın, insanları etrafına toplayan bir güç olmak değildi. Esasında partinin en önemli alamet-i farikası, insan örgütleme, sorumluluklar dağıtma, gruplar arasında ağ oluşturma, cihad sahasında pratik tecrübe elde etme gibi sağlam bir İslami öz üzerinden yorumladığı faaliyetler konusunda elde ettiği başarıydı. Partiyi yüzleştiği güçlükler karşısında içteki uyum ve bütünlüğünü, bunun yanında dayanıklılığını pekiştiren şey de bu özelliğiydi.

Parti, doğalında gelişme kaydetti, zayıf hâlinden kurtulup güçlendi, azınlık hâlinden çıkıp çoğaldı, tecrit hâline son verip işbirliklerine kapı araladı. Her bir aşama, Allah’ın kendisine iman ve ibadet edenlere sunduğu yardım ve onca fedakârlık neticesinde gerçekleşen büyümenin hızına rağmen, güçlü bir yapı üzerinden ilerledi. Güçlü ve sağlam temelleri olan bir yapıyı hiçbir gözdağı ve hegemonik güçlerin hiçbir saldırısı yıkamaz.

İnsanların bir lidere ihtiyacı olması, partinin meseleleri gündeme taşıyıp başarılı bir pratik tecrübe ortaya koymak suretiyle elde ettiği başarılar, İsrail’e sessizce teslim olma yoluna revan olmuş, alabildiğine kederli ve moralsiz bir bölgeye taşıdığı umut, Hizbullah’a nefes oldu. Onu bugüne taşıdı.

Geleceğe yönelik bir hususu netleştirmek gerekiyor: Hizbullah’a veya benzer türde faaliyetler yürüten örgütler, ancak ABD ve İsrail’in saldırı kararları neticesinde tehlikeyle yüzleşebilirler. Filistin’deki elli dört yıllık işgal pratiğine rağmen İsrail, sınırları ve güvenlikle ilgili ihtiyaçları temelinde ortaya koyduğu pratik üzerinden, herhangi bir sonuç üretemedi.

Yöntem ve yaklaşım açısından İsrail’e benzer bir tecrübeye sahip olan ABD ise dikenli bir yolda ilerliyor. İlk başta bölgede nefretle yüzleşen Amerika, çatışma süreçlerinde kullandığı araçları devreye sokacak yetkeden mahrum kaldı. Ardından da Amerika, hegemonya kurma amaçlı dolaysız terörist faaliyetlere başvurdu. Böylelikle ABD, krizle yüzleşti, çöküş sürecinin ilk işaretlerini vermeye başladı.

ABD’nin bölgede jeopolitik değişime yol açma hedefi doğrultusunda Irak’a saldırıldı, Filistin, Lübnan ve Suriye İsrail’in hedefi hâline getirildi. İsrail, ABD saldırılarının yol açtığı sonuçları kendi projelerini gerçekleştirmek için kullandı. Fakat İsrail’in yardım almadan hayatta kalması imkânsız olduğu için ABD, bu noktada destekleyici ve saldırı temelli bir rol üstlendi.

İsrail’in istikrarlı bir yer hâline gelmesi imkânsız. Bu noktada ABD’nin Hizbullah’ı felç etmek dâhil, bölgeye hâkim olmaya yönelik planlarını tartışmak gerekiyor. Amerika, şuan askıda tutulan İsrail faaliyetlerine veya kapsamlı ama aslında imkânsız olan ABD faaliyetlerine başvurmadan bu planlarını gerçekleştiremez.

ABD, bölgeyi harap ve viran etme, bölgedeki kaynaklara el koyma, buradaki rejimlere, partilere ve halklara saldırma imkânına sahip. Ama bu, ancak bir işgalcinin, bir sömürgecinin yapabileceği bir şey. Bunları yapan, sonsuza dek istikrarını muhafaza edemez.

Buna karşın, biz de elimizdeki imkânları birleştirip direnme kabiliyetine sahibiz, üstelik bu kabiliyet, hiç tükenmiyor, her seferinde katlanarak çoğalıyor. Gücümüzü tam da sahip olduğumuz meşru haktan alıyoruz. Dayandığımız mantık gayet sağlam. Bu yolda ilerlemeye kararlıyız. Düşüncelerimizi bugünle veya bizi kuşatan koşulların ve konjonktürün niteliğiyle sınırlı tutmak hatalı olur.

Hizbullah’ın geleceği tartışılıyorsa, ABD, İsrail, bölge ve kendi bütünlüğü içerisinde dünyanın geleceği de tartışılmalıdır. Bir varlığı ve örgütü sadece değişimin faktörleri, baskılar ve politik koşullar etkilemez. Başarının veya yanlışın tüm göstergeleri, her şeye uygulanabilecek olan ilkelere tabidir.

İnananla inanmayanı ayıran husus, yüce Allah’ın yardımına olan güven ve imandır. İnananlardaki bu tamamlayıcı güç, onların imanın sonuçlarından istifade etmesini sağlar. Saldırgan taraf, bu imkândan mahrumdur.

O hâlde ruhlarımızı, düşmanımızın yenilmez olduğuna dair izlenim ve fikirden kurtaralım. Zira her düşmanın zayıf bir noktası vardır. Bizim de görevimiz, o noktayı tespit edip oraya odaklanmaktır.

Bağımsızlığımızı ve ilkelerimizi korumak için elimizden geleni yapalım. Bu, bizim görevimiz olmalı. Zaferin içimizde başlayan bir süreç olduğunu idrak edelim. Allah’ın zaferine iman ediyorsak eğer, bilelim ki o zafer kesin ve kaçınılmazdır.

“Biz ise, yeryüzünde mustazaflara, ezilenlere lütufta bulunmak, onları önder kılmak ve onları vâris kılmak istiyorduk.” [Kasas: 5]

Bu zulüm ve istibdat döneminin ardından eşitliği ve adaleti tesis edecek olan, İmam Mehdi’nin zuhuru için yolu açacak, o parlak ve umut verici geleceğe bizi taşıyacak eylemlerimize itimadımız tamdır. Müminlerin medet umduğu Allah’ın adıyla.

Naim Kasım

[Kaynak: Hizbullah: The Story From Within, Arapçadan İngilizceye Çeviren: Dalia Khalil, Saqi, 2005.]

0 Yorum: