Odysseus,
gemisini ve askerlerini sirenlerin ezgilerine kanmadığı için koruyabildi ve
gemiyi kayalıklara vurmadan yolculuğuna devam edip memleketi İthake’ye
ulaşabildi. Ülkemiz solu da sirenlerin tatlı ezgilerine kanarak, gemilerini
vurdukları kayalıklardan parçalanan gemilerinden kurtardıkları tahta
parçalarıyla denizde yollarını kaybetti.
Yahya
Sinvar, Siyonist askerlerle çatıştıktan sonra elinde kalan bir tahta parçasıyla
düşmanını bekledi. Oturduğu koltuğa gönderilen drona elindeki tahta parçasını
fırlattı. 62 yaşında ölümsüzleşti. Elindeki son tahta parçası savaşma
iradesinin en güçlü silahı oldu. Drone ile elde edilen görüntülerle Sinvar
şahsında Filistin halkını sindireceğini düşünen Siyonistler, bir tahta
parçasına yenildiler. O tahta parçasını silaha dönüştürerek elinde tutan irade
21. yüzyılda Siyonistlerin tüm teknik üstünlüğünü yerle bir etti. Kendi İthake’sinde
katledildi.
Ülkemiz
solu, gemiyi karaya vurunca her biri tahta parçasıyla denizi geçmeye çalıştı,
İthake’sinde yurtsuzlaştı. Tahta, onu esir aldı. Bu esaret karaya varamadan
geleceği kararttı.
Sinvar
özelinde süreç yaşanırken MHP, “tecrit” kavramını kullanarak bir açılım yaptı.
HDP’li Tülay Hatimoğulları da mealen, “Tecridi kaldırırsanız neden olmasın!”
dedi. Geçtiğimiz haftalarda zaten el sıkışmıştı iki parti. Yıllardır dile
getirdiğimiz, “MHP çağırsa HDP gider ama MHP çağırmıyor” tespitimiz bugün
gerçekleşti. Tülay Hatimoğulları SYKP’li. Ondan bu yanıtın HDP adına gelmesi
şaşırtıcı değil, Hatimoğulları’nın partisinde yer alan insanların açtığı
sahaf-kafede Nihal Atsızcılar etkinlik yapıyor, satılması için kitaplarını
bırakıyor. Her çevrenin tutunduğu tahta parçası bir göreve sahip.
Öncelikle
belirtmeliyiz ki HDP de geldiği gelenek de önce Kürt solunu, sonra solu, sonra
da kendi hareketini tasfiye etme üzerine hazırlanmış soğuk savaş kurgusudur.
Bunu kendiler de söylüyor: “Biz en başından beri Sovyetler’e karşıydık.”
Bu
kurgu, 2000'li yılların başında sona ermişken devreye Irak Operasyonu girdi.
Sovyetler dağıldıktan sonra Ortadoğu yeniden şekillenmeliydi. Sürecin son
durağı Suriye’ydi. Çözüm süreci başlatıldı. Bu arada emperyalizm Suriye’ye
radar üsleri kurdu, petrolü sömürdü hem de ekolojist olduğunu iddia edenlerle.
Ne zaman Kürt siyaseti eleştirilse, sol ona kalkan olup “Şoven, Kemalist,
ulusalcı” sıfatlarını devreye koyarak eleştireni yalnızlaştırmaya çalıştı. “Anti-emperyalizm”
kavramından Kemalizm çıkarma dehası bir çarpıtmadan ibaretti, 1914’te Kemalizm
mi vardı, anti-emperyalizmi Kemalistler mi keşfetti?
Son
on yılda MHP, boşta okul ve sokak duvarı bırakmadan, her yeri amblem, sembol ve
ırkçı yazılarla doldurdu. Eğitim Sen’in kendi evine/okuluna sahip çıkmamasının
sebebi, ortaya açıktı.
Kemalist
olan da milliyetçi olan da aynada kendi gördükleri suretleridir. MHP’yi de
Zafer Partisi’ni de karşısına alamazdı çünkü her zaman onlar muhatap temsiliyet
olarak ihtimal dâhilinde bekletiliyordu. Bunlar gerçekleşirken bir durum
yaşandı ama kimse tartışmadı. Son 30 yıldır TDK, Türki cumhuriyetlerle ortak
bir alfabe üzerinde çalışmalar yapıyordu ve bir ay önce, içinde “w, x, q”
bulunan bir alfabeyi kullanma üzerinde ortaklaştı. Bir yandan MHP, çözüm
sürecini de hazır duruma getiriyordu. Ona desteği Eren Keskin sundu,
sendikaların Kürtler ve barış için genel grev yapması talimatını verdi.
Şimdi
bir tarihin sonuna gelindi. Adı konulmamış tasfiyeler zincirinin son halkası
inşa ediliyor. Bu inşa, enkazla gerçekleşiyor, enkazdan bir bina inşa edilemez.
Kirli denizde yaşayan balık ölür, denizi temiz tutan tek şey ideolojidir,
ideoloji bozulunca balık da sağlıksız beslenir.
Bugün
asıl sorulması gereken şu: Sol artık ne yapacak? Tutunduğu tahta parçalarını su
alıp götürüyor. O tahta parçası da elden kayıp gidince yüzme bilmeyen sol, bir
süre çırpınıp batacak, batıyor da.
Çözüm
sürecini hatırlayalım. Urfa’da düzenlenen Said Nursi etkinlikleri, TÜSİAD’da
çekilen halay, Gezi’de görülen darbe, Nurtepe’yi işgal girişimleri,
güncellenmek istenen İdris-i Bitlisi-Yavuz ittifakı, sonradan İsveç’e kaçacak
olan sendika başkanı akil adam, 4+4+4’ün kabul edilmesi, Suriye’nin parçalanıp
halkların göç yollarına dizilmesi ve denizlerde batan mülteci botları, “Biji
Obama” sloganları, Eğitim Sen şubelerinin “Oyumuz demokrasi ve barış ittifakına”
diye pankartlar asması, Grup Yorum’un sahnesine saldırıp Van'da da konserinin
engellenmesi...
O
yüzden HDP, Küçükarmutlu’ya ve Nurtepe’ye girse oraya ne götürecek sorusunu
yöneltmiştik. Şimdi de İran’ı, derinleşen yoksulluğu, MESEM’i, tarikatların ve
ülkü ocaklarının okullara girmesini, artan uyuşturucu kullanımını ve sokakta
yoksulun yoksula yönelttiği şiddeti, barınma krizini düşünebiliriz. 10 bin
siyasetçisinin tutuklu olduğunu söyleyen HDP’ye neden çözüm süreci için tek
varlık nedenini bu siyaset üzerine kuran MHP el uzatsın? Olası bir İran sorunu
yoksa neden kredi kartlarından alınacak vergi gündeme getirilsin? Sınıflar
mücadelesi birbirinden dağınık dinamiklerle fabrikalarda ve toplumsal hayatta
gitgide keskinleşirken, neden çözüm süreci için MHP’den “tecrit” diye bir
kavram duyulsun? Çok daha fazla soru ortaya atılabilir. Düğün değil bayram
değil...
Sola
gelinecek olursa, eklemlendiği siyasetin ilkesizliği ve karşı milliyetçiliği
yüzünden bugün sınıfla da Türk’le de Sünni halkla da Nusayri halkla da
Karadeniz’le de tüm bağları kesildi. MHP ile çözüm süreci yönetenlerin dönüp
saldıracağı yer, sol ve emekçilerdir.
HDP
siyaseti son derece pragmatisttir. Bu yüzden sınıf mücadelesinin öznelerini
dinamize etmemek için on yıllardır ellerindeki aritmetik-nicel güçle
sendikaları atıl duruma getirdi. Masaya güçlü bir şekilde oturmak için
sendikaları, Kürt İnsanı Hakları Derneği’ni, TTB’yi, TMMOB’u reformist bir
çizgiye çekti. O, zaten bu öznelerin tarihsel görevlerinin yerine getirilmemesi
için var. Gezi örneğinde, 1990-2000 sürecinde ve 80 öncesinde görüleceği gibi
olası bir sınıf mücadelesinin sınıfla bağı güçlendirildiğinde kimlik
siyasetinin gerileyeceğinin farkında.
On
yıllardır ülkü ocakları özelinde ırkçı çevrelerle mücadele eden sola “şoven”,
Dersimlilere “katiline âşık”, Grup Yorum’a “şoven, Kemalist, ulusalcı” demeyi
siyaset sanan HDP ve öncelleri, bugün MHP ile el sıkıştı ve masaya oturmaya
hazır. Hadi bunları da bir kenara bırakalım. Karadeniz'de Kürt işçilere kimler
ırkçı saldırıda bulundu? HDP çalışanı kadını katleden kişinin fotoğrafında
bozkurt işareti yok muydu? Kayyum, MHP’nin talebiyle atanmaya başlamadı mı?
Kayapınar’da iki yüz küsur YSP/HDP oyunun tamamının MHP’ye yazıldığı iddia
edilmedi mi? Meclisteki HDP vekillerine hangi parti “kravatlı terörist” dedi?
Kürt’ün
CHP'si olmaktan MHP'si olmaya evrilmek isteyenler için o kapı açıldı, önce el
sıkışıldı, şimdi masada sandalye talep ediliyor. HDP’nin CHP yanında seçimlere
girmesi, sadece bir politik manipülasyondur. Asıl muhataplarına verilen bir
mesajdır. Ne genel ne yerel seçim olsun HDP’nin bu seçimlerle bir derdi yoktur,
olmaz da. Kayyum atanmasıyla belediyeyi HDP’nin yönetmesi arasında da fark
yoktur. Belediyeyi yönetip çalışmak/çalıştırmak diye bir politika söz konusu
değil. Her biri de bir pazarlık aracı. Sendika da meslek odaları da belediye de
sandık da sadece daha fazla destekle masaya oturmak için var. O yüzden okul
duvarlarına yazılan yazıların önemi olamaz çünkü savaşta bile okullar
vurulmazken okul yakmayı bir gün olsun kınamadılar. Eğitim Sen kınadı mı ki?
Eğitim Sen’in asıl düşünmesi gereken, oluşacak yeni dengede kendisinin tamamen
bitirilmesi için önüne nasıl bir ajanda konulacağıdır.
Özetlersek,
bir kurgunun sonuna gelindi. Bugün meclise iki vekille ve sendika yönetimlerine
temsilci düzeyinde girmek için kendisini işçi sınıfının biricik partisi
görenler, 1993’te Dersim’de Kürt siyaseti tarafından kovulanlardır. Tülay
Hatimoğulları’nın geldiği geleneğin içinden çıkan Kürt solunu yok edenler,
şimdi onu meclise getirenlerdir. İki Eğit-Sen’li sosyalist öğretmeni
katledenler, bugün Eğitim Sen’in toz kondurmadığı siyasi çevredir. Eğitim Sen’li
öğretmenlere seslenecek olursak, neden yoksulluk içinde ve ülkücü-tarikat
kuşatmasında yaşadığınızı çözmek isterseniz, bugün MHP’nin çağrısına verilen
yanıtı dikkatle inceleyebilirsiniz.
Artık
ideolojik-politik yönden bitmiş bir harekete bel bağlayan sola gelince, sizi
kurtaracak ne kaldı bilinmez ama 40 yıllık projeyle/kurguyla halkla aranızda
açılan mesafeyi kapatma imkânınız şöyle dursun, şansınız bile kalmadı.
Şimdi
soğuk savaşın iki kurgusu rahatça el sıkışabilir, rahatça aynı masaya
oturabilir, rahatça “tecrit kaldırılsın” diyebilir. Solu vuran iki kurgu,
tarihsel görevini tamamladıktan sonra soldan geriye ne kalırsa. Evet, bu süreç
geçecek, sınıfsız sömürüsüz düzen idealinden bir milim sapılmayacak ama bu sol
da kendini vuran iki kurguyla politik ömrünü tamamlayacak.
“Umut
hakkı” denilmişken, 16 Ekim, bizim için umudun hiç tükenmeyeceğinin yeni bir
eşiğidir. Siyonizm, bir tahta parçasına yenildi. “Esir düşmek değil, asıl
mesele teslim olmamak” dizelerinin somut durumunu bir drone gösterdi bize.
Yalnızlık Bakanlığı’nın kurulduğu, uyuşturucunun insanı çürüttüğü, ailenin
dağıtıldığı, depresyonun yaşam biçimine dönüştüğü, bebeklerin para uğruna
katledildiği, değerlerin içinin boşaltıldığı bir çağda, Filistin halkları,
onurun, namusun, adaletin ne olduğunu bize gösterdi hem de emperyalizmin
kanadından bir tüy bile medet ummadan.
“Sol,
hiçbir zaman bir Allende çıkaramaz” demiştik, sol hiçbir zaman bir Sinvar
çıkaramaz. Allende’yi de Sinvar’ı da çıkaran tek güç, halka verilen güven ve
halk-vatan sevgisidir. Kendi halkına güvenmeyenler mahkemelerde egemenlere
bağlılığını bildirir, egemenler arası çatışmada taraflardan birini yapılacak
hamleyi gördüğünü söyleyerek cezaevi yönetimine bildirir, egemenlere hizmete
her zaman hazır olduğunu fakat kendi arkadaşlarının “korkunç” olduğunu söyler, “Türk
solunu başıboş bırakmayın” diye talimat verir, içinden geldiği halkın
köylülerinin tavuklarına kadar katledilmesi yönünde talimat verir, “Türk solu
ilkel” der. 1991’de verdiği röportajda Türk solunun kendisini dinleyeceğini
fakat bir hattın hiçbir şekilde onu dinlemeyeceğini söyler. Mahkemede 17
yaşındaki Erdal Eren gibi duramayanlar, emperyalizmin de MHP’nin de elini sıkar
çünkü herkes tarihi görevini yerine getirmektedir.
S. Adalı
23
Ekim 2024
0 Yorum:
Yorum Gönder