Çok
sayıda başarılı işinden biri olan, klasikleşen Cezayir Savaşı (1965)
filmini yöneten Gillo Pontecorvo, o kibar hâli ve pırıltılı gözleriyle, 86
yaşında aramızdan ayrıldı.
Edward
Said, Pontecorvo’nun Cezayir Savaşı ve Queimada (1969) filmlerinin
yapılmış en iyi politik filmler olduğunu söylüyordu. O, aynı zamanda Pontecorvo’nun
sinema için ortaya koyduğu politik çalışma sayesinde Costa Gavras gibi yönetmenlerin
ortaya çıkma imkânı bulduğu, Üçüncü Dünya’da etkili olan yönetmenlerin onun
sayesinde film çekebildiği iddiasındaydı.
Altmışlı
yıllar boyunca Pontecorvo, sömürgecilik karşıtı savaşların sinema için önemli
bir konu başlığı olduğuna inandı. 1962 yılında yönetmen dostu Franco Solinas
ile birlikte Fransa’ya karşı yürütülen bağımsızlık savaşının son aşamasına
girdiği Cezayir’e gitti. Üzerinde sahte evrak bulunan bu iki ismin aklında,
savaş sırasında eskiden paraşüt birliği içerisinde görev yapmış bir askerin
başına gelenleri anlatmak vardı. Yapımcı Franco Cristaldi filme para vermek
istemedi, zira o dönemde Cezayirli Fransızların kurduğu aşırı sağcı örgüt OAS [“Organisation
armée secrète -Gizli Ordu Teşkilâtı”] Cezayir davasına destek sunanlara
bombalı saldırılar düzenliyordu.
Sonrasında,
1964 yılında, Cezayir’in bağımsız olması ardından, eskiden gerilla olarak
mücadele yürütmüş olan Salah Baazi, bağımsızlık mücadelesinin filmini çekecek
yönetmen bulmak umuduyla İtalya’yı ziyaret etti. O günlerde Pontevorvo, Para
isminde bir film çekmeyi düşünüyordu. Onunla bir araya gelen Baazi, filmin
hikâyesini dinledi ama hikâyeden pek hoşlanmadı. O, daha çok Cezayir’de
devrimci mücadelenin öznesini Avrupalı gözünden anlatmayan bir film çekilmesini
istiyordu.
Bu
noktada Pontecorvo, başka bir senaryo önerdi ve Cezayirlileri memnun etmezse film
için kendilerinden para almayacağını söyledi. O dönem Ulusal Kurtuluş Cephesi
Pontecorvo ve Solinas’a eylemcileri bulma ve onlarla röportajlar gerçekleştirmeleri
konusunda katkıda bulundu. Pontecorvo’nun ifadesiyle, “gerçeklerin emriyle, bir
kurgusal film senaryosu olarak kaleme alınan” senaryonun yazım süreci uzun ve
meşakkatliydi. Pontecorvo, Cezayir’e geldiğinde anlaşıldı ki kendisi senaryoyu bir
arabanın üzerinde unutmuştu. İki hafta sonra senaryodan bazı bölümler Fransa’da
çıkan sağcı bir gazetede yayınlandı.
Filmin
odağında 1957’de Cezayir’de gerçekleştirilen genel grev duruyordu. Albay
Mathieu rolünü canlandıran Jean Martin haricinde filmde oynayan hiç kimse
profesyonel oyuncu değildi. Pontecorvo, filmin müziklerini Ennio Morricone ile
birlikte besteledi. Morricone, diğer filmlerinde de çalıştı. Filmlerin müzikle zihinlere
mıh gibi çakılması için uğraştı. Ona göre Cezayir Savaşı, “senfonik yapıya
sahip”ti.
1966
yılında Venedik Film Festivali’nde gösterildiğinde Cezayir Savaşı, yoğun
bir alkış yağmuru ile karşılandı. Sonrasında Pontecorvo, filmin ömrü boyunca
çektiği en duygusal film olduğunu söyleyecekti.
Cezayir
Savaşı, Altın Ayı ödülünü kazandığı açıklandığında, Fransız heyeti
protesto edip salonu terk etti. Film, 1971 yılına dek Fransa’da gösterime
giremedi. Sinema sahipleri ölüm tehditleri aldılar. Ancak yönetmen Louis Malle
gibi isimlerin baskıları sayesinde gösterim imkânı bulabildi.
Pontecorvo,
Piza’da yaşayan sekiz çocuklu bir Yahudi ailenin beşinci çocuğu olarak dünyaya
geldi. Ailenin hiçbir ferdinde Yahudilik bilinci yoktu. Aile antifaşistti ve
bunun epey çilesini çekmişti. Kardeşleri Guido ve Bruno, bilim insanı olarak ünlendiler.
Bruno, 1950 yılında İngilizlerin yürüttüğü atom programına dâhil oldu ama sonra
çalışmadan ayrılıp Sovyetler Birliği’ne gitti. Bu gelişme yüzünden Gillo
Pontecorvo ilk filmini müstear adla çekmek zorunda kaldı. Bu olay onu epey sarstı.
Savaş
öncesinde Pontecorvo, Piza Üniversitesi’nde kimya okudu, aynı zamanda tenis turnuvalarına
katıldı. Mussolini’nin ırk kanunlarının gündeme gelmesi üzerine kız kardeşleri
İtalya’dan ayrıldı, ama Gillo, “Yahudi olmak denilen kusurun bahşedildiği bir
çapkın gibi yaşamayı sürdürdü.”
Otuzların
sonunda ağabeyi Bruno, Paris’teki bir laboratuvarda iş buldu, sonrasında da Gillo’ya
bilet gönderdi. Ağabeyleri o dönemde İtalyan antifaşist hareketinin içerisinde
yer alıyorlardı ve Antonio Gramsci etkisi altındaydı.
Almanların
Paris’i işgal etmesi ardından Pontecorvo ve kız arkadaşı Henriette, kendi ifadesiyle,
“tarihin dışında yaşama imkânı bulacakları” St. Tropez’e göç etti. Pontecorvo,
şehirdeki burjuvalara tenis dersleri veriyordu. Sürgün hayatı dâhilinde şehirde
bulunan müzisyen René Leibowitz gibi aydınlarla tanıştı. Leibowitz, kendisine
piyano, armoni ve kontrpuan öğreten isimdi. Pontecorvo ve Henriette bu şehirde
evlendiler.
1942’de
İtalyan Komünist Partisi’nin gizli üyesi olarak Milano’ya giden Pontecorvo,
burada kuryelik yaptı ve parti için haber topladı. İtalya’da 1943 yazı boyunca partinin
yeraltında çıkarttığı L’Unita [“Birlik”] gazetesinde çalıştı. Bu sırada
Müttefik Kuvvetler, Milano’yu sürekli bombardımana tabi tutuyordu.
Gençlik
cephesinin örgütlenmesi çalışmalarına da katılan Pontecorvo, 1944 yılında
saklanmak zorunda kaldı. Sonra genç fabrika işçilerini örgütleyeceği Torino’ya
gitti. Ülkenin faşistlerden kurtulması ardından sosyalist ve komünist gençlerin
birlikte çıkarttıkları Pattuglia [“Devriye”] dergisinin yayın yönetmenliğini
üstlendi. Sonrasında Paris’e döndü ve burada Dünya Gençlik Federasyonu’nun
İtalya temsilcisi oldu. Jean-Paul Sartre ve Picasso ile dostluk ilişkileri
kurdu. Komünist partinin desteklediği Dünya Demokratik Gençlik Federasyonu’nun
İtalya temsilciliğini üstlendi.
İtalya
ve Fransa arasında gazeteci olarak mekik dokuyan Pontecorvo, 1946 yılında dostu
olan Roberto Rossellini’nin yönettiği Paisà filmini izledi. Daha önce
Eisenstein ve Pudovkin’in filmlerine hayran olan sinema sevdasında artık ana
merkezi unsur, yeni gerçekçilik akımının ürettiği filmlerdi. Yüksek maliyetine
rağmen, 16 milimetrelik kamerasıyla ilgisini çeken her şeyi kayıt altına almaya,
kısa belgeseller çekmeye başladı.
1950
yılında Yves Allegret’nin I Miracoli Non Si Ripetono [“Mucizeler Sadece
Bir Kez Gerçekleşir”] isimli filminde asistanlık yaptı. Ardından bu sefer 35
milimetrelik kamerayla belgeseller çekmeye başladı. Bu dönemde yönetmen Giancarlo
Menotti’nin The Medium [“Ortam”] filminde ve Mario Monicelli’nin (1953) Le
Infedeli [“Sadakatsizler”] ve Totò e Carolina [“Toto ve Carolina” -1955]
filmlerinde yönetmen yardımcılığı yaptı.
Ellilerin
ortasında eşi Henriette’den de komünist partiden de ayrıldı, sonrasında
evleneceği Picci ile yaşamaya başladı. Franco Solinas’la tanışan Pontecorvo,
1957 tarihli Rüzgârın Gülleri isimli, Joris Ivens’in koordineli
çalışması dâhilinde çekilen filmin içinde yer alan Giovanna isimli hikâyeyi onunla
birlikte kaleme aldı. Ardından ilk filmi La Grande Strada Azzura’yı [“Geniş
Mavi Yol” -1957] çekti. Yoksul bir balıkçıyla ilgili olan bu filmi başta
Pontecorvo siyah-beyaz çekmek istedi ama yapımcının ısrarıyla film renkli
çekildi. Ayrıca Pontecorvo’nun filme ağır ve fazla derinlikli kaçacağını düşündüğü
Yves Montand’ın oynamasını istememesine rağmen, filmde Montand ve 24 Nisan 2006’da
aramızdan ayrılan Alida Valli rol aldı.
1959’da
Pontecorvo’dan Nazi toplama kamplarıyla ilgili bir film çekmesi istendi. Burada
yönetmen, insanlık onurunun ayaklar altına alınışına, özel olarak da kendi
hayatlarını kurtarmak adına diğer tutsakları düzene sokma görevini üstlenen
hapishane görevlilerine (kapo) odaklandı. Susan Strasberg’in başrolünü
üstlendiği filmde Pontecorvo, sonrasında Cezayir Savaşı’nda kullanacağı
haber filmi etkisi yaratacak çekim tekniğini kullandı, filmde görüntüleri biraz
kumlu hâle getirmek için negatif üzerinde kimi deneyler yaptı. Kapò isimli
film, kamplardaki zulmü tam anlamayla anlatamasa da gerçek bir hikâye olduğu hissini
yaratamasa da Venedik Film Festivali’nde epey ilgi gördü. Film, sonrasında Akademi
Ödülleri’nde en iyi yabancı film dalında aday gösterildi. Pontecorvo, ödül
törenine katılamadı. Komünist parti üyesi oluşu, onun ABD’ye göç etmesi
konusunda kimi sorunlara yol açtı.
Cezayir
Savaşı sonrası Queimada’yı çekti. Film, İngilizlerin çıkarları
adına İspanyollara ait bir Karayip adasında gerçekleşen köle ayaklanmasına
destek sunan William Walker isimli bir maceracının hikâyesin anlatıyordu.
Walker rolünü üstlenen Marlon Brando ile ilişkiler film çekimi sırasında
bozulsa da 1975 yılında yönetmen Columbia film şirketinden arandı. Arayan kişinin
dediğine göre, Brando Pontecorvo’ya yapımcılığını üstleneceği filmi yönetmesini
teklif ediyordu. Film, yüz yıl önce imzalanmış olan ve toprakla ilgili hakları
içeren anlaşmanın kabulü için Kızılderililerin Güney Dakota’nın Yaralı Diz
bölgesini işgal edişleriyle ilgiliydi. Brando, filmin politik içeriğinin Kızılderililerce
kontrol edilmesi konusunda ısrar edince şirket çekildi.
Pontecorvo
bir sonraki filmi Ogro’yu [“Operasyon Ogre” -1979] on yıl sonra çekti. Çektiği
için pişman olduğunu her fırsatta dile getirdi. Film, 1973 yılında Franco’nun
yönettiği İspanya’da başbakanlık yapan Carrerro Blanco’nun ETA tarafından arabasına
yerleştirilen bombayla öldürülmesi olayından ilham almıştı. Yalnız filmin sonu
değiştirildi, çünkü film çekimi sırasında İtalya’da faal olan Kızıl Tugaylar
örgütü siyasetçi Aldo Moro’yu kaçırdı.
Sonraki
döneminde Pontecorvo, tropikal bitkilerle ilgilendi, cam boyama koleksiyonuna
yeni ürünler kattı, müzik besteledi, tenis oynadı, tüplü dalışlar
gerçekleştirdi. Avrupa sinemasının Amerikan hâkimiyetine karşı savunulması
türünden önemli sorulara kafa yordu. Hastalığına rağmen çalışmayı sürdüren
yönetmen, reklâm filmleri çekti.
1992’de
Venedik Film Festivali direktörlüğünü üstlenen Pontecorvo, 1996-1999 arası
dönemde Ente sinema şirketinin, ardından 1996-1997’de Cinecitta Holding’in başkanlığını
yaptı. Danza della fata Confetto [“Bonbon Dansı Masalı”] ve Nostalgia
di protezione [“Koruma Nostaljisi”] isminde iki kısa film çekti.
2001
yılında başka İtalyan yönetmenlerle birlikte sonrasında Başka Dünya Mümkün
ismini alacak film için G8 gösterilerini çekmek amacıyla Cenova’ya gitti. Irak
işgali sonrası Cezayir Savaşı filmi festivallerde yeniden gösterime
girdi. Marlon Brando anısına Queimada [“İsyan”] 2004 yılında Locarno
Film Festivali’nde gösterildi.
Sheila Whitaker
14
Ekim 2006
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder