03 Ekim 2024

,

Deneyim

Sınıfsız sömürüsüz bir düzene geçiş, her ülkenin öznel şartlarına göre farklı bir biçim alır. Bazen yenilgi bazen zafer yol göstericidir ama en nihayetinde deneyimin aktarılması zafer yolundaki engelleri kaldırır.

Ülkemiz solunun en zayıf olduğu alan, deneyim aktarımıdır. On yıl öncesine kadar mücadelenin öne çıkan isimleri -genelde fiziken aramızda olmayanlar- biyografi ve anı kitaplarına konu oldular. Bu kitapların oluşturulma biçimleri, nostalji ve bireyin yaşamı üzerine. 

71 kopuşunun isimleri hakkında yazılan kitapların ortak özelliği, “çok zekiydi, yazık oldu” demeleri. Bu tarz, duygusallık ve nostaljiyle malul.

On yıl öncesine kadar böyle gelindi. Son on yılda ise biyografi ve anı kitapları yazılmaya başlandı. Anı yazarları arasında solun Avrupa’daki şefleri de var, solla yolu ayıranlar da. Kitaplara hâkim olan bir ben dili var. “Keşke şunu yapmasaydık, ben şu noktada itiraz etmiştim” gibi cümleleri çürütebilecek kişiler nasıl olsun, bugün yaşamıyorlar sonuçta.

Adı konulmamış bir pişmanlıkla tarih yazımı olmaz. Anı ve otobiyografi, deneyim içermiyor. Bir tür bireyin resmî tarih yazımı söz konusu. Anısı paylaşılan insanlar için “Tatlıyı çok severdi, gözaltında hemşehrisi olan kolluk, ona aidiyet ortaklığından dolayı işkence yaptı” gibi bugün açısından yol açmaya hiçbir katkı sağlayamayacak mitik anlatımlar var. Bu ifadeler, ancak kitlelerin sahiplendiği insanlar için yazılan şarkı ve şiirde geçerli olabilir. Kişilerin gönül ilişkilerine kadar paylaşılan nostaljik anlatımların sınıfa ve kavgaya bir katkısı olamaz. Bu durum, bugünün birey partisinin ve partili bireyinin yolunu kimlerin açtığını kanıtlıyor.

Bize gereken, “geçmiş” anlatımı, deneyim aktarımı. Bunlar olmadığı sürece birey popülizminden öteye geçmeyen kitaplar ortaya çıkar ki bazı sol görünümlü yayınevlerinin bu tarz kitaplar dizisi bile var. Ancak bu hataya düşmeyen yayınevleri de mevcut. Bunların en başında Yar Yayınları var. Kurulduğu günden beri yayımladığı kitaplar, dünya halklarının eşitlik ve özgürlük kavgasının deneyimlerini aktarıyor, nerede hata yapıldığı, hangi tıkanıklığının nasıl aşıldığı anlatılıyor. Bu aşamada bugüne ışık tutup geleceğe nasıl yürüneceği konusunda bilgiler sunuyor. Araştırma kitaplarından romanlara kadar kolektif deneyimin ürünleri ortaya konuyor.

Bugün kolektifi ve yapıyı savunanların sayısı en aza inse de bu yayınevi de aynı süreci yaşıyor. Kolektif deneyimin kitaplarına karşın biyografi, otobiyografi, anı kitapları daha çok sahiplenilsin diye yayıncılık yapanlar suyun başını tutuyorlar.

Sınıf ve kitle, önce bireyliğe daha sonra da Türk’ün ve Kürt’ün CHP’sine hazırlanıyor. Kavgada düşenler de kendilerine o tarihsel kimliği kazandıran yapıdan soyutlanarak ele alındığından, yapı-çevre değil, ulaşılması gereken birey yüceltiliyor. Kişilerin yaşamı öne çıkarılınca anılarda geçen zaaflar uluorta döküldüğünde, dönemin şahitleri ve kişinin yakınları tarafından tartışmalara şahit olunuyor.

Salt kişinin anlatılması, zaafa da yol açar kutsallaştırma pratiğine de. Bunun temel nedeni de ideolojik-politik yetkinliğe ulaşamamış birçok çevrenin kişi dışında aktaracağı bir hazinesinin olmamasıdır, aktarılacak kolektif deneyim olmayınca ilgili çevrelerin hataları da bir deneyim olarak aktarılmaya değer görülmüyor.

Mayıs seçimlerinde sendika.org’daki “özeleştiri” dosyasına katılan çevrelerin durumu da buydu: “Sol olarak hatalar yaptık”. Sol olarak hata yapmak, içinden gelinen yapı adına değil, sol adına konuşmanın söylemidir ve sorumluluğu alamamaktır. Böyle olması normaldir, çünkü her yapı bireye dönüştüğünden, o bireylerin toplamı da “biz/sol” oluyor. Rekabette, siyaset yasağında, aforoz etmede sınır tanımayanlar sorumluluk üstlenmeye gelince “sol/biz” oluyor. Bugün bu tür kitapları çıkaran ideolojik hatlar, bu çevreler.

Söz konusu kitapların başka bir sakıncası da kişiyi yapıdan azade ederek ele aldığından, kendini parti gibi gören bireyin yüce rehberine dönüşmesi. Öyle ki bu tür okuyucu, kitaptan devşirdiği anıyı kendisinin gibi anlatıp yaşayarak bir tür olmayan geçmişi var ediyor. Kavgada düşen kişiyi çıta ve ölçüt alınca paranoid bir algıya kapılıp kendisine önem atfediyor. İlgili kitapların yazarları ve solun şefleri de sanki kendi yayınları yokmuş gibi sendika.org’da yazılar kaleme alıyor. Yolu ayırmış bireyle bir dönemki şef aynı yerde yazabiliyor, bunun adı da “demokrasi kültürü” oluyor.

Bu platformda kavgada düşenlerin biyografilerini kurgusal şekilde ele alıp ilgili kişinin son anında yanındaymış gibi öykü formunda aktarıp olay yeri canlandırması yapan yazarlar bile var. “Genç adam, otobüsün orta sıralarındaki koltukta birazdan kesilecek yolda kendisinin gözaltına alınıp kaybedileceğinden habersizdi” (örnektir) gibi ciddiyetten uzak öykü yazarlığına içerik ve karakter arayan yazar üretimleri. Bize gereken, tam olarak bu mu? Hiçbiri de değil.

Örnek olarak Sri Lanka’daki mücadeleyi anlatan bir kitabı okuduğunuzda, yukarıda değindiğimiz türden kişi ve ifadelere rastlamazsınız. Muhakkak bu ülkede de başka bir yerde de eleştirdiğimiz türden kitaplar yayımlanmıştır ama buralarda kolektifin deneyimini yazan ve başka dillere çevrilen kitaplar çıkarılıyor. Ülkemiz solunun böyle bir kitabı var mı? Birkaç örnek dışında yok. Güncel durum ise nostalji yazarlığı ve birey kurgusunun inşası.

Sonuç olarak, anısı yazılan insanları da otobiyografi kitabı çıkaran şefleri de inşa eden tek gerçek, kolektif ideolojik-politik mücadele dinamizmi ve odaklarıdır. Bu gerçeği ara söz olarak cümleye koyduğumuzda, o ara söz cümleden çıkarılsa da cümlenin anlamı bozulmaz. Bizim o ara sözlerin cümlenin öznesi olduğu gerçeğinin bilincine varıp, emperyalizmin istediği şekilde inşa edilmeye çalışılan birey kurgusunu alaşağı etmemiz gerekiyor.

Hepimiz sömürü düzeninin içine doğduk, zaaflarımızı ve yoz kültürün bize aşıladığı geri özellikleri doğru ideolojik-politik hatta çürütmek ve yenmek zorundayız. O zaman yazılacak tarih kitapları kişilerin mistik ve mitik kurgularından değil, kolektif iradenin imecesinden beslenecektir. Yanlış toprakta doğru tohum beslenmez. Tarihin ilkesi gereği mücadeleyi geliştirenler kişiler değil, imecedir.

S. Adalı
3 Ekim 2024

0 Yorum: