26 Ekim 2024

,

Eleştirel Kontrgerilla Faaliyetleri


31 Aralık 1947 günü gecesi Palmah ismini taşıyan, Yahudi Hagana milislerine bağlı elit birlik, Filistinlilerin yaşadığı Beledü’ş Şeyh köyüne saldırdı. Evlere ateş açan milisler, erkekleri sokaklara sürükleye sürükleye çıkarttıktan sonra infaz ettiler. O gece aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu en az altmış Filistinli katledildi.

Beledü’ş Şeyh’teki bu katliam, Hayfa yakınlarında yaşayan Filistinlileri silâhlı ekiplerle kovalayan Siyonistlerin niyetini ortaya koyuyordu. Dört ay sonra Yahudilerin kurduğu İrgun ve Stern örgütlerine mensup milislerin Palmah desteğiyle gerçekleştirdiği Deyr Yasin katliamında ise en az 107 Filistinli öldürüldü. Bu katliamla birlikte Siyonist terörizminin yol açtığı korku, yeni bir zirveye ulaştı. Saldırılar neticesinde on binlerce Filistinli, evlerini terk etmek zorunda kaldı. Böylelikle Nekbe denilen süreç başladı.

İsrail, Hagana ve İrgun milislerinin 1948’de, İsrail Savunma Kuvvetleri, Mossad ve Şin Bet’in sonrasında uyguladığı yerleşimci-sömürgeci şiddetinin üzerine kurulu, bu şiddetle ayakta duran bir ülkedir. Onca katliam, Gazze’de, Lübnan’da, Suriye’de, Batı Şeria’da, Mısır’da ve Ürdün’de dökülen onca gözyaşı olmasaydı, İsrail varolamazdı.

Yahudilerin üstün olduğu fikri üzerinden uygulanan yerleşimci şiddeti, hem Siyonizmin işlediği ilk günah hem de onun işleyişinin dayandığı ana mantıktır. İsrail, İsrail İşçi Partisi lideri Yigal Allon gibi isimlerin temsil ettiği sol Siyonizmin ve sonrasında Likud partisi lideri olarak başbakanlık koltuğuna oturacak olan İrgun Milisleri komutanı Menahim Begin’in temsil ettiği sağ Siyonizmin eseridir. Siyonizmin iki kanadı da tarihi Filistin ve ötesini kapsayan planlar etrafında birleşmiştir.

İsrail’in ilk cumhurbaşkanı Hayim Vayzman, 1937’de şunu söyleyen isimdir: “Zamanla tüm ülkeye yayılacağız. […] Ülkenin taksim edilmesine yönelik hamle, önümüzdeki yirmi beş-otuz yıl için yaptığımız bir ayarlamadan ibarettir.” İlk Siyonist liderlerin hayalinde, Batı Şeria’daki Filistinlileri terörize edip İsrail ülkesi denilen Judea ve Samaria’ya kadar yerleşimler kurma niyetinde olan yerleşimcilerle yol almak vardır.

Bu, bugünün liberal Siyonistlerini rahatsız edecek bir tarihyazımı. Her şeyin ötesinde Batı Şeria’nın Siyonist yerleşimlerine açılmasına dönük pratikleri eleştiriyor. Bugün Uluslararası Adalet Divanı, kısa süre önce Batı Şeria’yı yetmiş yıldır işgal eden ve burada yerleşimler kuran İsrail’i uluslararası hukuk uyarınca suçlu, bu faaliyetlerini illegal buldu.

Onlarca yıldır liberal Siyonist yazarlar, Batı Şeria yerleşimcilerini ve onlara yardım edenleri kutsal bir ülküyü yozlaştıran kişiler olarak takdim etmeye çalıştılar. Oysa gerçekte bu kişiler, Siyonist yerleşimci sömürgeciliğin, saf, katıksız şiddetin, dayanağını kutsal kitaptan alan ırkçılığın, açgözlülüğün ve hırsızlığın, medya kanalıyla alınan eğitimler, hasbara faaliyetleri olmadan somutlaşmış ruhunu temsil ediyorlardı.

Bu yerleşimciler, Siyonist projenin niteliğini dürüstçe ortaya koyuyorlar. Birileri, bu yerleşimcileri bir sapmaymış gibi görüp münferit bir olaymış gibi sunmaya çalışıyorlar. Bu anlamda liberal Siyonist yorumcuların niyeti, bu yerleşimleri kontrollü bir şekilde imha edip İsrail’e meşruiyetini yeniden kazandırmak.

Akademisyen Sinahan, bu pratiği “eleştirel kontrgerilla faaliyeti” olarak niteliyor. Bu faaliyetin amacı, “İsrail’in yıkılışı ile oluşacak enkazın altından Filistinlileri değil, Siyonizmi kurtarmak.”

Kontrgerilla eleştirisi, farklı politik imkânları ortadan kaldırıp dili kontrol altına alma aracı. Siyonistler, makul ve kabul edilebilir İsrail eleştirilerinin ölçütlerini bizzat belirliyorlar, böylece bu eleştirinin kendi çıkarlarına hizmet etmesini sağlıyorlar. Dolayısıyla, İsrail eleştirisinin menzili kısalıyor, o makul sonuca, yani sömürgecilik karşıtı direnişe ulaşmıyor.

Akademisyen ve gazeteci Ronen Bergman, kontrgerilla eleştirmenliğinin tipik bir örneği. 1972’de Beledü’ş Şeyh’in kuzeyinde bulunan, Hayfa’ya bağlı Kiryat Bialik isimli bir mahallede dünyaya geldi. Askerlik hizmetinin ardından İsrail’in iç siyaseti üzerine yazılar yazan Bergman, bu süreçte devletin güvenlik aygıtından epey beslendi. 2018’de Rise and Kill First: The Secret History of Israel’s Targeted Assassinations [“Önce Sen Kalk ve Öldür: İsrail’in Hedef Gözeterek Gerçekleştirdiği Suikastların Gizli Tarihi”] isminde bir kitap yazdı. Mossad’ın suikast programlarının taktiksel açıdan başarılı ama politik düzlemde yanlış olduğunu söylediği kitabında, bu eylemlerin İsrail üzerindeki olumsuz etkileri üzerinde duruyordu.

2018’de Bergman, New York Times yazarı oldu. Mayıs 2024’te Mazzetti ile birlikte, Batı Şeria’daki yerleşimci terörizmle ilgili o üstünkörü kaleme alınmış, yerleşimcilik pratiğini mahkûm eden altmış sayfalık araştırmasını yayımladı.

“Cezasız Kalanlar” ismini taşıyan çalışmada yazarlar, okurlarına bir yandan Batı Şeria’da yerleşimler kurmak için kırk elli yıl uğraşmış Yahudi “aşırıcılar”ın hikâyesini anlatıyorlar, bir yandan da bu yerleşimcilerin ideolojisini İsrail devletinin kalbinde gelişme imkânı bulmuş, bu ülkeye yabancı, bağnaz bir Siyonizm çeşidi olarak takdim ediyorlar.

Bu, tarafsızlıkla yürütülmüş bir araştırma değil. Bergman ve Mazzetti, elde ettikleri bulguların kendilerini yalın çıplak ortaya koymasına izin vermiyorlar, onları İsrail’i ve kökenlerini temize çıkartacak bir çerçeveye yerleştiriyorlar. Araştırma, esasen İsrail devletini yerleşimci sömürgeciliğin inşa ettiği yapıdan kopartma girişimi. Bu niyeti kitabın giriş bölümünün başlığında görmek mümkün: “Aşırıcılar İsrail’i Nasıl Ele Geçirdiler?” Bu başlıkla yazarlar, eskiden tali ve kıyıda köşede tutulan radikal bir ideolojinin zamanla İsrail’deki politik iktidarın merkezine nasıl taşındığını anlatacakları imasında bulunuyorlar. Bu temelde yazarlar, yerleşimcilerin şiddetinin İsrail’in temel değerleriyle çeliştiğini iddia ediyorlar. Hatta bir yerde, “Bu genç millet sahip olduğu demokratik ideallere ne pahasına sırtını döndü, bu dönüş neden bu kadar hızlı gerçekleşti?” diye soruyorlar. Araştırma, bir yandan da bir uyarıyı içeriyor: “Batı Şeria’da korkunç sonuçlar doğuracak Üçüncü İntifada’nın ateşi harlanıyor.” Yerleşimcileri eleştiren yazarlar, Siyonizmi itiraz edilmesi gereken bir alandan ziyade, sahada ele alınması gereken bir olgu, daimi bir politik gerçeklik olarak ele alıyorlar.

“Cezasız Kalanlar”, kontrgerilla eleştirisinin son örneği ama bu pratik yeni bir şey değil. İzlerini seksenlerde İsrail’in resmi Nekbe tarihine itiraz etmeye başlayan, Benny Morris’in başını çektiği Yeni Tarihçiler’e dek sürmek mümkün. O dönemde bu eleştiri pratiğinin amacı, bugün olduğu gibi makul bir tarih incelemesi sunmak değil, Siyonizmin meşruiyet iddiasını kökten silip atmadan, onun eleştirilebilir olduğunu göstermekti.

Tom Segev gibi Yeni Tarihçiler, Filistinlilerin İsrail’in kuruluşu sırasında fena hâlde kandırıldıklarını söylediler ama bir yandan da “kurucu babalar”ın “adaletin ve hukukun Yahudi Siyonist ve evrensel değerlerini temel alan, modern ve demokratik bir ülke kurduklarını” iddia ettiler. Mary Turfah’ın tespitiyle bu Yeni Tarihçiler hareketi, nihayetinde “kontrollü muhalefet”in bir biçimiydi.

Kontrgerilla eleştirisi de diğer türler gibi belirli klişeleri temel alıyor. Bu eleştiride, yerleşimciler ve onlara destek olan Binyamin Netanyahu ve Itamar Ben Gvir gibi isimler birer engel, kötü Siyonist olarak kurgulanıyorlar. Bu kurgu, doğalında efsanevi bir karakter olarak iyi Siyonistin varlığına işaret ediyor. İyi Siyonist, “barış süreci” ve Filistin Yönetimi eliyle kurulacak Filistin devleti fikrine bağlılar ama bu devletin ancak İsraillilerin güvenliği temin edildiği takdirde kurulmasını istiyorlar. Yalnız bu şartın net bir çerçevesi çizilmiyor.

İyi Siyonist, sağcı bir İsrail’in öldürdüğü başbakan Rabin sonrası başbakan olan Ehud Barak’a denk düşüyor. New York Times’ın dergisinde 1999 yılında çıkan “Barış. Nokta” başlıklı yazıda Barak, “teokrasi inşa etmek gibi bir hayali olan dindar İsrailliler”e karşı “ılımlı “yerleşimci liderleri” ile “barış yanlısı İsrailliler”in desteğiyle demokrasiyi güçlendirmek isteyen bir isim olarak takdim ediliyor.

İsrail’in liberal gazetesi Haaretz, 2017’de Ramallah’taki bir baskında şehit edilen Basil Arac’ın dile getirdiği “kontrgerillanın ilerici kanadı”nın parçası. İşgale, yerleşimci hareketine, Gazze kuşatmasına, Netanyahu’daki faşist eğilimlere yönelik eleştiriler yapan gazete Siyonist projeyi yıkıma sürükleyecek eğilimlere karşı ona kol kanat gerenlerin hizmetinde.

Örneğin 2013 yılında gazetenin köşe yazarlarından Ari Şavit, “yerleşimcilerin İsrail’i tarihsel yolundan çıkartıp farklı bir yola soktuğunu” söyledi. Üç yıl sonra yazdığı yazısında ise Şavit, “ilk çıkılan yolun Yahudileri çölü yeşerten bir güce, Siyon ülkesinde ve Kudüs’te özgür bir ulus olmak isteyen, kendi vatanında güçlü, mağrur ve egemen bireyler olarak yaşayan devlet kurucularına dönüştürdüğünü” söylüyordu. Makaledeki kontrgerilla eleştirisi, New Yorker yayın yönetmeni David Remnick, Amerikan liberalizminin savunucularının methiyeleriyle karşılandı. Remnick yazdığı yazıda, “Haaretz’in İsrail, Gazze ve Batı Şeria’da olan biten şeylerin ardındaki gerçeklerle eksik ve kusurlu bir biçimde de uğraştığını” söylüyordu.

ABD’de bu kontrgerilla eleştirisini en yalın ve açık şekilde dile döken isimlerden biri de Atlantic dergisinin yayın yönetmeni, eskilerin IDF’e bağlı gardiyanı Jeffrey Goldberg. En az yirmi yıldır kontrgerilla eleştirisi yapan Goldberg 2004’teki yazısında, “Siyonizmin ezilen bir halkın kurtuluş hareketi olduğunu, yerleşimcilerin bu hareketi köktenci bir teolojiye dönüştürmeye çalıştıklarını” iddia ediyordu. 2011’de yerleşimcileri “Yahudi Hamas” olmakla, “Siyonizmin sapık bir kolu”na dönüşmekle eleştirdi. İddiasına göre yerleşimcilerin görüşleri Siyonizmin kurucularının yabancı olduğu görüşlerdi, dolayısıyla “İsrail, Yahudiler ve Yahudilik için bir felâketi ifade ediyor”du.

Oysa İsrail’in asli kurucusu David Ben Gurion, bugün Goldberg’in sapıklık olarak addettiği ve yerleşimcilerle ilişkilendirdiği, toprakla alakalı aynı türden hırsları dile dökmüş bir isimdi. Gurion şunu söylüyordu: “Ürdün’ün varolma hakkı yok. […] Ürdün’ün batısındaki topraklar İsrail’e ait özerk bir bölge hâline gelmeli.”

Goldberg, “kendi katliamlarına mani olmak için Yahudilerin başvurduğu yol” olarak gördüğü Nekbe’yi savunuyor, bugün varolan Yahudi yerleşimlerinin “herkesin nekbesi” hâline geleceği uyarısında bulunuyor. Bu anlamda, “Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimcilerin etnik temizlik anlamına gelecek iğrenç eylemlere imza attığını” söyledikten birkaç ay sonra “İsrail’in hukuken Filistinli çocukları öldürme hakkı bulunduğunu” yazan Atlantic yazarı Graeme Wood gibi düşünüyor.

Uzun zamandır New York Times’da köşe yazarlığı yapan Nick Kristof’ta da aynı türden bilişsel tutarsızlık mevcut. Haziran ayının sonlarında Kristof, “İsrail ile Filistin arasındaki barış sürecinin hızlandırılması için bizim başka insanlara ait toprakları ele geçirip işgal etmenin yanlış olduğunu kabul etmemiz gerek. Bu yanlışlığın nedeni öyle karmaşık ve ince bir dengeye ayarlanmış bir olgu değil. Dümdüz ve alenen yanlış bir şey bu” diye yazdı. Burada İsrail devletine onay vermek adına paranteze aldığı Nekbe’ye değil, Batı Şeria’nın işgaline atıfta bulunuyordu.

Eleştirel kontrgerilla faaliyetine sadece basın alanında değil, bu dili esas alan stratejiye adanmış kitapların yayımlandığı yayıncılık alanında da karşılaşıyoruz. Misal, New Republic’in yayın yönetmeni Peter Beinart’ı 2012 tarihli The Crisis of Zionism [“Siyonizmin Krizi”] kitabını ele alalım. Kitap, İsrail’in sahip olduğunu iddia ettiği demokratik ilkelerin dini yerleşimci hareketinin yozlaştırıcı etkisinden kurtarılması gerektiğini söylüyor. Bu kitap, büyük bir örgünün basit bir düğümü yalnızca. Onun yanında, Times dergisi muhabiri Isabel Kershner’in The Land of Hope and Fear: Israel’s Battle for its Inner Soul [“Umut ve Korku Ülkesi: İsrail’in İç Ruhu İçin Verdiği Mücadele” -2023] isimli kitabını, Gerşom Gorenberg’ün The Unmaking of Israel’ini [“İsrail’in Tahribi” -2011] ve Bernard Aşivay’ın The Tragedy of Zionism [“Siyonizmin Trajedisi” -1985] anmak gerekiyor. Aşivay’ın kitabı da “Emek Siyonizmi”ne ağıtlar yakıyor ve bu eski Siyonizmin aşırıcı yeni Siyonizmin eline geçtiğini söylüyor. Bu yazar da yerleşimci sömürgeciliğin mantığına bile isteye körleşiyor. Altmışlarda yazıları sebebiyle İsrail Komünist Partisi’nden ihraç edilen Siyonizm karşıtı İsrailli Moşe Mahover, Aşivay’ın kitabına ilişkin yazdığı eleştiride tam da bunu söylüyor:

“Aşivay, Emek Siyonizmi’nin önlenemeyen akışa tabi olan bir yerleşimci devleti inşa etmiş, sömürgeci bir hareket olduğunu anlayamıyor veya anlamak istemiyor. Daha önceden mülksüz kılınmış ‘yerli halk’ın mülksüzleştirme karşısında duyduğu kinle aştığı, ümitsiz saldırılar gerçekleştirdiği bir sınırı vardır. Bu sınır her daim kırılgandır, toprağa yerleşenler, kendilerini sürekli güvensiz hissederler. Bu güvensizlik hâliyle baş etmenin yegâne yolu ise sınırı ileri taşımaktır. Bu, onların alınlarına yazılmıştır bir kez. Süreç, devrimci çöküş, artık başa çıkılamayacak düzeye ulaşan harici direniş veya her ikisiyle birlikte sonlandırılmadığı takdirde o acı sona doğru ilerler. İsrail, artık Siyonizmden kopamayacak noktaya ulaşmıştır, tıpkı Pasifik’i ele geçirmeden genişleme sürecini durduramayacak olan ABD gibi.”

Siyonizmin Trajedisi’nden kırk yıl sonra Aşivay, 2024’te Harper’s için “İsrail’in İçteki Savaşı” başlıklı bir yazı yazdı. Yazıya göre İsrail, “Siyonist öncülerin inşa ettikleri laik İbrani hayatı ile dindar Siyonist yerleşimci hareketi arasında cereyan eden, İsrail’in ne tür bir ülke olacağına karar verecek, iki cepheli bir kültür savaşına tanıklık ediyor.”

Oysa aynı Siyonist öncüler, İsrail’in sınırlarının tüm tarihi Filistin’i, Batı Ürdün’ü, Güney Lübnan ve Suriye’yi ve Kuzey Mısır’ı içine aldığını düşünüyorlardı. İşte bu kontrgerilla eleştirisi, temelde günümüzde varolan yerleşimci hareketinin Siyonizme yabancı, onu yozlaştıran bir güç olmadığı, Siyonist girişimin mantıksal uzantısı olduğu gerçeğini gizliyor.

Eleştirel kontrgerilla faaliyetleri, genelde İsrail’in meşruiyet krizi yaşadığı dönemlerde yürürlüğe konuluyor. “Cezasız Kalanlar” isimli araştırma da İsrail’in uluslararası düzlemde tutunduğu iplerin kopmaya başladığı, Filistin direnişine yönelik dünya genelinde ortaya konulan desteğin günbegün arttığı, İsrail’in İran, Lübnan, Yemen, Irak, Batı Şeria ve Gazze’deki müttefik güçlerle gerçekleşecek savaşa koşar adım ilerlediği, kırılganlığının iyice arttığı bir momentte yayımlandı. (Bu arada şu gerçek unutulmasın: Güney Afrika’daki ırk ayrımcısı rejim de bir yanıyla birçok farklı cephede savaşa girdiği için yıkılmıştı.)

Kontrgerilla eleştirisi, İkinci İntifada esnasında da artmıştı. Barış sürecinin sonlandığı, Filistin Yönetimi’nin meşruiyetini yitirmeye başladığı, Hamas’ın silâhlı mücadeleye bağlılığını muhafaza edip direnişin öncü partisi hâline geldiği koşullarda bu tür eleştiriler daha fazla dile döküldü.

2002’de kaleme alınan “İmkânsız İşgal” yazısı, İsrail silâhlı kuvvetlerinin Batı Şeria’ya saldırı gerçekleştirdiği günlerde yazıldı. Yazı, elit İsrail komandolarından oluşan bir birliği ele alıyordu. Ordunun itibarını yeniden sağlama girişimi olarak yazı, orduyu katı kuralların ve ahlaki ilkelerin güdümündeki bir yapı olarak takdim ediyor, işgale ahlak veya hukuk temelinde değil de İsrail’in çözemeyeceği çok sayıda soruna yol açtığı iddiası üzerinden karşı çıkıyordu. Yazara göre, “İsrail’i düşman olarak gören geniş bir hasım kitle” meydana gelmişti.

Kırk yıldır New York Times’ın Ortadoğu konusunda ağzına baktığı isim olan Thomas Friedman da bu dönemde Siyonist projeyle yerleşimciler arasına kama sokmaya çalışıyordu. İkinci İntifada’nın hemen ardından kaleme aldığı “İsrail’in Merkezindeki İsyan” başlıklı yazı, İsrail’in gelecekte aşırıcı yerleşimciler yüzünden yüzleşeceği tehlikeye işaret ediyordu. Friedman yazıda yerleşimcileri, “Yahudi faşizmi ile binyılcılığından oluşan öldürücü zehrin taşıyıcıları” olarak tanımlıyordu.

New York Times Magazine için tam da İntifada’nın yoğunluğunun zirvede olduğu dönemde yazılan “Yerleşmeyenler” isimli yazı da Bergman ve Mazzetti gibi yanlış bir ikiliği temel alıyor. Bu anlayış, aşırıcı yerleşimcilerle onlara hükmetmeye çalışan erdemli Siyonistler arasında karşıtlık olduğu iddiasını temel alıyor. Burada da Nekbe, mevcuttaki yerleşimci hareketiyle karşı karşıya getiriliyor:

“Devleti kuran laik Siyonistler, dünya üzerindeki Yahudiler için sığınılacak bir yer inşa etme hayalı kuruyorlardı. Bir tür karakol olarak iş gören yerleşimlerdeki kişilerse meseleyi tümüyle farklı ele alıyorlar. Onlar, kutsal kitapta geçen ve daha büyük olan İsrail isimli yurda odaklanıyorlar.”

Oysa bu ve benzeri iddialar, bizatihi, BM’nin 1947’de onayladığı taksim planı sonrası “ülkemizin yarısını, Judea ve Samaria’yı kaybettik” diye ağıt yakan Ben Gurion’un sözleriyle çelişiyor.

2000’lerin başında ve bugün geliştirilen kontrgerilla eleştirisinin en önemli özelliği, Filistinlilerin görüşlerine yer vermemesi. Filistinlere sadece mağduriyetleri kılıfı altında konuşmalarına, o da ara sıra izin veriliyor.

Siyonizme yönelik en sert ve en tehlikeli eleştirileri yapan Basil Arac veya Rıfat Alarir gibi isimlerin yazılarına ne New York Times ne de Atlantic yer verir. Bu kişiler ya katledilirler ya da hapse atılırlar. Bu tür yayınlarda Filistinliler, kendilerine ancak ve sadece Siyonizmle ilişkisi dâhilinde, İsrail toplumunun ruhuna dair bir barometre olarak yer bulurlar. Ölümlere yol açan işgal devam eder, İsrail’in ırkçı devlet aygıtı yerinde kalır, tüm bunlar olurken, kimse İsrail’in dindar yobazlarını görmez. Bunların Filistinlilere işkence etmesine, ızdırap vermesine, mallarını çalmasına, Filistin halkında psikolojik travmaya yol açmasına kimse bakmaz, sadece İsrail’i kötü gösteriyor oluşuyla ilgilenilir.

Edward Said’in 1984 tarihli klasikleşmiş çalışması “Anlatma İzni”, bize meseleleri belirli bir çerçeveye oturtmanın olguların kendisinden daha önemli olduğunu söyler. Said’in de dediği gibi, “olgular kendi başlarına konuşmazlar, onları sindirmek, sürdürmek ve dağıtıma sokmak için toplumun kabul edeceği bir hikâyeye ihtiyaç vardır.” Bu anlamda, dilin ve hikâye anlatımı pratiğinin kontrolü en nihayetinde kontrgerilla eleştirisinin hedefidir. Bu eleştiri pratiği, derimizi yüze, gözlerimizi yuvalarından dışarı fırlatan, kanımızı harrlayan olguları makul düzeyde sunmaya, kabul edilebilir sonuçlar üzerinden o olguları kısıtlamaya çalışır.

Bu kısıtlı ve dar lügat, tüm liberal dergilere, yayınevlerine ve gazetelere hâkim olur. İsrail’in soykırım üzerine kurulu statükosunu sürdürmesinde önemli bir rol oynayan siyasetçilerin dilinde aynı lügate rastlarız.

Amerika’nın en güçlü siyasetçilerinden olan Chuck Schumer, Mart ayında Netanyahu’nun görevden alınması çağrısında bulundu. Yaptığı konuşma, tümüyle kontrgerilla teknikleri üzerine kuruluydu: Kongre üyesi Schumer konuşmasında, Gazze’de kitlelerin çektiği çileyi kabul ediyor, Batı Şeria’da yerleşimcilerin uyguladığı şiddeti eleştiriyor, ama bir yandan da bu şiddeti önemli bir dönüm noktası olarak değerlendiren Schumer, söz konusu şiddetin, Siyonizmin bir suçu değil de İsrail toplumunun sağa kayışına dair bir uyarı olduğunu söylüyordu.

Schumer gibi isimlere göre, “Holokost’un küllerinde doğup çölde Yahudi halkının gelişip serpilmesini sağlayan Siyonizm”in bugün “sağcı yobazlar”ın ve “aşırıcı yerleşimciler”in tehdidi altında. Üstelik bu tehdide bir de İsrail’in uzun vadede sağlıklı yaşaması önündeki en büyük engel olan, “o zar zor kazanılmış sığınakta yaşayan Yahudileri kovma ve öldürme ihtimali bulunan düşmanların yol açtığı tehdit” eşlik ediyor.

Kontrgerilla eleştirisinin inşa ettiği dil, siyasete hâkim oldu. Schumer, konuşmasının üzerinden iki ay bile geçmeden, kamuoyundan gelen eleştirilere rağmen, Netanyahu’yu kongreye davet etti. Herkes, bu daveti bölgede savaşın tırmandırılması kararına verilmiş bir onay olarak yorumladı.

Aynı yerleşimci-sömürgeci yapılar varlıklarını muhafaza ediyorlar, doğuya doğru bombalar yağdırılıyor, İsrail o ölüm yürüyüşüne devam ediyor, buna karşın, iktidar kurumlarının koridorlarında ve basında İsrail’i günahlarından arındırıp kurtarmak için gerekli yolu açan sakat bir ideoloji inşa ediliyor.

Harry Zehner
3 Eylül 2024
Kaynak

0 Yorum: