16 Ekim 2024

,

Şehadet, Devrim ve Direniş: “Biz Kazanacağız”

Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nden Corç Habeş, 17 Mart 1973 Cumartesi günü Lübnan’ın başkenti Beyrut'ta devrimci yoldaşları Muhammed Esved (“Gazzeli Guevara” olarak bilinirdi), Abdülaziz Amassi ve Abdülhadi Hayik’in şehadetlerini anmak üzere bir konuşma yaptı. Üç adam da birkaç gün önce Gazze’de Siyonist teşekküle karşı savaşırken öldürülmüştü.

Habeş konuşmasına, bu şehitlere ve aslında tüm şehitlerimize ne borçlu olduğumuzu sorarak başlıyor. Daha konuşmanın başında, kimi insanlarda görülen, Gazze’de şehit edilenler için umutsuzluğa kapılma dürtüsünü ilk elden reddediyor. Umutsuzluğa kapılmak şöyle dursun, şehit figürü Habeş’e emperyalizme karşı asla silah bırakmama konusunda yenilenmiş ve derinleşmiş bir bağlılık sağlıyor, öyle ki Habeş’e göre her şehit, doğrudan devrimci ruhu diriltiyor. Ölen yoldaşlarının yasını tutarken Habeş, bir yandan da acısını ortaya koyuyor ama bunu yaparken, militan direnişe yönelik tutkusundan ve bu direnişin zafere ulaşmak için ihtiyaç duyduğu teknik, stratejik ve bilimsel örgütlenme pratiğinden bahsediyor.

Amerika ve İsrail’in silah, bomba ve diğer türden, ölüm getiren teknolojilerini yaratma becerilerinde belli bir teknik üstünlüğe sahip oldukları doğrudur. Ancak asla anlayamayacakları şey, yenmekte aciz kaldıkları direniş güçlerinin asla yalnızca silahlar üzerine inşa edilmediğidir. Direniş hareketi, sadece silahlara değil, daha ziyade, ölümle kurulan, derin köklere sahip yoldaşlığa dayanır.

Habeş’in kıymetli yoldaşı Gassân Kenefâni’nin kendi şehadetinden birkaç hafta önce ifade ettiği gibi:

“Elbette ölüm çok şey ifade eder. Önemli olan, nedenini bilmektir. Devrimci eylem bağlamında kendini feda etmek, en yüksek yaşam anlayışının ve yaşamı insana layık hâle getirme mücadelesinin bir ifadesidir.”

Bu duyguya, Habeş’in aşağıdaki konuşması yanında, Hizbullah’ın şehit genel sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah’ın 1997’de kendi oğlu Hadi Nasrallah’ın şehadetini anarken söylediği şu sözlerde de şahit oluyoruz:

“Bu savaş, silahlarla yapılan bir savaş olmaktan çok, ideoloji, inanç, sadakat, hakikat, Allah’a güven, şehadet arzusu, dünyevi zevklerden vazgeçme, başkalarını sevme ve onlara hizmet etme arzusuyla yapılan bir savaştır.”

Kendi düşüncelerini direnişinkinden ayıranlar, şehidi sadece bir başarısızlık olarak görürler, çünkü onlara göre ölüm ve zafer uzlaştırılamaz. Bu aklıselimi esas alan fikir, yanlıştır. Bu fikir, ölüm, ölenler tarafından canlandırılan ve güçlendirilen silahlı direniş ve bu silahlı direniş aracılığıyla gerçekleştirilen onurlu yaşam arasında teşkil edilen anlamları, kurulan ilişkileri kavrayamaz. Her bir ölümün “başarısızlığı” siyasi örgütlenme ve silahlı direnişe olan bağlılığın yenilenmesi için bir kaynak olarak yeniden anlamlandırıldığı anda, devrimin nihai başarısı az çok güvence altına alınmış olur. Habeş, tam da o noktada “Biz kazanacağız” der. Dolayısıyla, şehidin yolu, hayata uzanan yoldur.

İçinde olduğumuz bu kritik momentte Habeş’in konuşması, bize şehitlerin başı üzerine edilen yemini temel alan bir direniş hareketinin asla ölmeyeceği gerçeğini anımsatıyor.

Mary Saad

*  *  *

“Biz Kazanacağız”

 

Dr. Corç Habeş’in 17 Mart 1973 tarihinde Beyrut Arap Üniversitesi’nde yaptığı konuşmanın tam metnidir [Fransızcadan İngilizceye çevrilmiştir]. Lübnan ulusal hareketinden, El Fetih’ten ve binlerce Lübnanlı ve Filistinliden temsilcilerle birlikte Habeş, Gazze’de şehit düşen FHKC şehitleri Muhammed Esved (Gazzeli Guevara), Abdülaziz Amassi ve Abdülhadi Hayik’e saygılarını sunar.

Kardeşlerim,

Cesur şehidimiz Gazzeli Guevara’ya ve onun iki yoldaşı Kâmil ve Abdülhadi’ye karşı görevimiz nedir? Ebu Ali Aya, Gassân Kenefâni, Mahmud Hemşeri ve Filistin devrimi için ölenler de dâhil olmak üzere tüm şehitlerimize karşı görevimiz ve sorumluluğumuz nedir? Onların ebeveynlerine, ailelerine ve şu anda sevgilerinden mahrum olan eşlerine ve çocuklarına karşı sorumluluklarımız nelerdir? Onların davası olan Dava’ya, devrime, kitlelere ve zalimlere karşı mazlumların davasına karşı görevlerimiz nelerdir? Ülkelerinden kovulan ve terk edilen mazlum halklara karşı görevlerimiz nelerdir? Son elli yıldır fedakârlıktan vazgeçmeyen, emperyalist düşmanlarına, insanlığın ve özgürlüğün düşmanlarına karşı mücadele eden kitlelerimize karşı görevlerimiz nelerdir?

Yoldaşlar, bu şehitlere karşı görevimiz, olayları net bir şekilde kavramak, davamızı açıkça görmek, ilan etmek ve devrimimizin bu şekilde sürmeye ve var olmaya devam edeceğine, dünyadaki hiçbir gücün Filistin ve Arap halkımızın kitlelerine hükmedemeyeceğine dair açık kanıtlar ışığında hareket etmeye karar vermektir.

Düşmanın bu özel aşamadaki planlarının merkezi ve temel noktası (siyasi hareketlerini ve komplolarını bir kenara bırakarak) saflarımıza şüphe tohumları ekmek, aramızda ve halk arasında umutsuzluk yaymaktır. Şüpheye kapılan kitlelerin devrimlerini, devrimlerinin etkinliğini ve halkların kurtuluş savaşının stratejisini sorgulaması düşmanın planlarının merkez noktasıdır. Bizim görevimiz de bilimsel farkındalıkla bu planı bozmaktır.

Tıpkı ulaştıkları zaferde özgürleştirme amaçlı askeri stratejisinin etkili ve başarılı olduğunu ispatlayan Vietnam halkları gibi bize aynı yoldan ilerleyerek, bu stratejinin Filistin ve Arap toprağında da başarıyla uygulanabileceğini emperyalist düşmana göstereceğiz.

Emperyalizme boyun eğdiren Vietnam devrimi, devrimin emperyalist düşmanlarımıza karşı devrimci eylemimize rehberlik etmesi gereken ilk gerçeğini açığa çıkartmıştır. Vietnam devriminin temel gerçekliği nedir? Vietnam’da halk, tek bir devrimci örgüt eliyle, tek bir ulusal birleşik cephe aracılığıyla, mümkün olduğunca çok sayıda insanı seferber edip savaş sanatına ustalıkla vakıf olmak suretiyle, ittifaklarını uluslararası düzeye taşıyan adil bir devrimci savaşa önderlik etmiştir. Bu halk, zafere ulaşmayı ve emperyalizmi ezmeyi bilmiştir.

Vietnam devriminin temel gerçeği budur. O, dürüst insanlar için, devrimciler için, örgütler için ve devrimlere önderlik edenler için bir örnektir.

Vietnam halkı, devrimlerinin zaferinden hemen önce ortaya çıkan tüm krizler karşısında nasıl davrandı? Aralık ve Ocak aylarında Nixon, dünyaya Vietnam devriminin tüm hedeflerine ulaşmadığını kanıtlamak istedi. Amerikan birliklerinin Vietnam topraklarından çekilmesinin onurlu bir davranış olduğunu iddia etmek istedi. Daha önce Paris’te imzalanan anlaşmayı reddetti ve o anda Vietnam’a, Haiphong’a, özellikle Hanoi’ye yüzlerce bomba atıldı. Yanılmıyorsam, bu süre zarfında (yaklaşık 2 hafta) Vietnam’a, İkinci Dünya Savaşı boyunca İngiltere’ye atılan bombadan daha fazlası atıldı, Vietnam İngiltere’den daha fazla harap edici makinelerle ezildi. Bu durumda Vietnam komutanlığının tavrı ne oldu? Sınırlarda savaşmayı bıraktı mı? Elçiler aracılığıyla New York’a kendisini küçük düşürecek taleplerde mi bulundu? Ne yaptı? Nasıl davrandı? Vietkong’un yok edilmesi gereken sabotajcılar olduğunu mu söyledi? Hayır, General Giap emperyalistlere şöyle dedi:

“Haiphong’u tamamen yok edebilirsiniz, Hanoi'nin tamamını yok edebilirsiniz, her şeyi, her taşı yerle bir edebilirsiniz ama savaşma irademizi asla yok edemezsiniz.”

Bugün “Gazzeli Guevara”ya karşı yükümlülüğümüz, Guevara’yı, Abdülhadi’yi, Ebu Ali’yi, Gassân Kenefâni’yi, Mahmud Hemşeri’yi ve daha nicelerini katleden Siyonist-emperyalist-gerici düşmana karşı, onun devasa gücüne, silahlarına, Fantomlarına ve tüm gücüyle bize yöneltebileceği üstün teknolojisine rağmen asla silah bırakmayacağımıza dair, önce kendi aramızda sonra da halkla birlikte yemin etmektir. Düşman bize karşı beklenmedik yeni saldırılar düzenleyebilecek ama mücadele azmimizi asla yok edemeyecektir.

Peki bu yol bizi zafere nasıl taşıyacak?

Milyonlarca Filistinli çocuk nasıl başarıya ulaşacak?

Elli yıllık deneyimin ardından, Arap ulusumuzun yüz milyon çocuğu, silahlı mücadeleyi sürdürmeye kararlı olduğunda ve kurtuluş için halk savaşının devrimci doktrini ve savaş stratejisi tarafından yönlendirildiğinde başarılı olacağız.

Şehitlerimize karşı ilk yükümlülüğümüz, bu gerçeği tespit etmektir. İkincisi yükümlülüğümüzse tüm hatalarına ve aldığımız darbelere rağmen, (genel değerlendirmenin ardından) devrimin son dönemde ilerlediği gerçeğinin tam olarak bilincinde olmaktır.

Bu son yıllarda Filistin ve Arap halkını Filistin ve Arap devriminin nihai hedeflerine doğru dev bir adım atmaya yönlendirmek için hamle yapıldı. Bu gerçek, Siyonist liderlerden birinin “Filistin direnişi çözümün önündeki en büyük engeldir” sözleriyle bizzat düşman tarafından da kabul edilmiştir…

Tüm hatalarına rağmen Filistin devrimi, son elli yıldır kendisine karşı kurulan tüm komplolara rağmen, ne pahasına olursa olsun teslim olmak istemeyen bir halkın davasının varlığını olduğunu tüm dünyaya kanıtlayabilmiştir. Düşman bile bu gerçeğin farkındadır.

Şehitlerimize karşı üçüncü en temel ve en önemli görevimiz, geleceğimizi tam bir berraklıkla değerlendirmek ve net bir gündemin ışığında ilerlemek ve hareket etmektir.

Konuşmamızın içi boş sözlerden ibaret olmaması, bizi zafere götürecek gerçek bir güç yaratabilmesi için siyasi programımızı tam olarak anlamamız gerekir. Bu yolu izleyerek, başlıca Filistinli örgütler ve liderlerimiz devrimlerini gerçekten sürdürmek istiyorlarsa, teori, politika ve örgütsel altyapı düzeyindeki yapılarının bütününü yeniden gözden geçirmeleri şarttır. Bu, söz konusu yapıları güçlendirmek ve düşmanın tüm komplolarına karşı koyabilecekleri seviyeye yükseltmek için gereklidir.

Geçmiş deneyimlerimizin bize en azından bir ders sunmamış olması kimsenin kabul edeceği bir şey değil. Her bir örgütü ayrı ayrı ve genel olarak direnişçilerin büyük bir kısmını göz önünde bulundurarak örgütsel yapımızın doğasına ilişkin acil bir soruşturmaya ihtiyacımız var. Ayrıca, gerilla örgütlerinin yöneticileri ve liderleri, teori, politika ve örgütlenme düzeyinde kitleler için gerçek örnek hâline gelmelerini sağlayacak kapsamlı bir eğitim harekâtına öncülük etmelidirler.

Zafere sadece duygularla ve sözlerle ulaşılamaz. Tarihî bir görevle karşı karşıya olan örgütler, kendilerini bu temel üzerine inşa etmelidirler. İster teorik, ister siyasi, ister örgütsel ya da pratik olsun, misyonu takatsiz kılan her türlü zayıflığı bir kenara bırakmalıdırlar. Bir direniş hareketinde savaşçı, insanlara örnek olmalı, zamanını onları aydınlatmaya ayırmalı ve davalarına olan inancını eylemiyle ortaya koymalıdır. Önemli olaylar, krizler ve zor anlar sırasında kitlelerin başında bulunmalı ve kendini halkın hizmetine sunmalıdır. Bu imaj geçmişte de yoktu, şimdi de yok. O hâlde ilk yükümlülüğümüz, direniş içindeki her türlü zayıflığı ortadan kaldırmak amacıyla kendi örgütlerimizin merkezinde kendimize karşı bir savaş yürütmektir.

Bu nedenle her örgüt, üyeleri ve liderlerinin uyandırması, açığa çıkarması gereken yeni güçler bulmalıdır. Bu güçler, açık ve aleni bir şekilde faaliyet gösterdiğimiz zamanlarda edindiğimiz tüm alışkanlıklara karşı isyan ederken ortaya konmalıdır. Tüm bürokratik özelliklerimizden kurtulalım ve devrimin kaynağına, halka dönelim, onlarla birlikte yaşayalım, onlara hizmet edelim, onlara siyasi bir bilinç verelim ve tarihi görevler üstlenebilecek tarihî bir güç yaratalım.

Bu, bizim ilk hedefimizdir, ancak tek başına yeterli değildir. Bir örgütün gelecek vizyonunu sadece kendisiyle sınırlandırması kesinlikle kabul edilemez ve bundan böyle gelecek vizyonunu salt kendisiyle sınırlandırmak bir suç olarak görülmelidir.

Filistinli örgütlerden oluşan Filistin ulusal cephesi, merkezî ve asli hedef hâline gelmelidir. Cephe, tüm hareketlerin yönünü belirleyen ana noktaya dönüşmelidir. Bazı deneyimlerden sonra, direniş devrimci pozisyonlarını açık ve kararlı bir şekilde tanımladığında, Filistinli örgütler arasındaki ilişkiler daha önce olduğu gibi kalmayacaktır.

Halk Cephesi, farklı örgütlerden tüm samimi yoldaşlarımızla birlikte, tüm yetkisini ve çabasını ulusal birlik sorununu adım adım ilerletmeye adayacağını burada huzurunuzda dürüstçe ve samimiyetle beyan eder. Bu, önümüzde duran bir yükümlülüktür.

Şu anda gerici düşman, FKÖ’yü yok edip yerine Filistinli hainleri geçirme planı uyarınca hareket etmektedir. Düşman burada, bu hainlerin Filistin halkını temsil ettiğini söyleme imkânı bulmayı amaçlamaktadır.

Böyle bir durumda, FKÖ'nün siyasi ölçütlerini, özellikle de idari ve askeri aygıtlarını geliştirmeye çalışarak onu desteklemek bizim yükümlülüğümüzdür. Dahası, bu örgüte böyle bir görevle yüzleşmesi konusunda ihtiyaç duyduğu vasfı ona kazandırmak için örgüt bünyesinde mücadele etmek zorundayız. Ulusal birlik siyasetine örgütler arasındaki temel ittifaklar da eşlik etsin ki ittifakları ve özellikle de işbirlikleri işgal altındaki Filistin’de, Ürdün’de ya da Arap ülkelerinde Devrimin ilerleyişi üzerinde olumlu bir etki yaratabilsin.

Şu anda yaşadığımız zayıflıktan kurtulmamız, teori, politika ve örgüt düzeyinde yapılarımızı güçlendirmemiz ardından her örgüt, yeni ve daha zorlu bir aşamaya hazırlanacak, tek tek örgütler, sekter bakış açısıyla değil, ulusal birliğin kalıcı davasının çıkarına uygun olarak hareket edecek. Zafere ulaşma ve tarih yapma gücüne sadece örgütler veya bu örgütlerden oluşan ulusal cephe değil, halkın kendisi de sahiptir. Üzerinde durmamız gereken üçüncü hedef bu gerçeği sürekli akılda tutmaktır.

“Halk” derken Arafat’ın Kudüs başmüftüsü Süleyman Cabbari veya İngilizlerle ve İsraillilerle iyi ilişkiler içerisinde olan Enver Nuseybe gibi isimleri kastetmiyorum, çünkü onlar, Filistinli halk kitlelerine mensup değiller. Bu kişiler, her az gelişmiş ülkede egemen sınıfı oluşturan %4’lük kesimin bir parçasıdır. Filistinli halk kitleleri derken geri kalan yüzde 96 kastedilmektedir.

Kitleler, halkımızın yoksulları, kamplardaki işçi sınıfına mensup insanlar, köylüler, öğrenciler, devrimci aydınlar, doktorlar ve sağlıkçılar, tüm onurlu ve yurtsever insanlardır. Kadın, çocuk, yaşlı, genç demeden tüm insanlar, fiili durumları ne olursa olsun herkes, bize zaferi getirecek gücü bu bireyler sayesinde yaratmamızı sağlayacak kesintisiz çabayı ve emeği sunmak zorundadırlar. Bu siyasetin, kitlelerin siyasetinin, devrimci hareketin şu anda uğraşmak zorunda kalacağı tüm zorluklarla yüzleşebilecek temel siyaset olduğunu unutmuyoruz.

Filistin halkının içinde yaşadığı özel koşullar, dünyanın dört bir yanına dağılmış bu nüfusun yoğunlaştığı her bir nokta arasında bir ayrım yapmamızı zorunlu kılmaktadır. Bu bağlamda, halkımız bazı avantajlara sahiptir. Bir kısmı, her zaman kutsal topraklarımızda, işgal altındaki sevgili Filistin'imizde yaşamaktadır. Birçok açıdan, nüfusumuzun bu kısmı en önemli olanıdır. Direniş, en büyük çabayı bu kesime yönelik harcamalıdır. 1,25 milyondan fazla Filistinli, hâlen işgal altındaki Filistin’de yaşıyor, bunların 400.000’i kahraman Gazze bölgesinde bulunuyor. Diğer 400.000 kişi ise 1948’den beri işgal altında olan bölgelerde ikamet ediyor. İsrail’in Filistinlilik vasfını yok etmeye yönelik her türlü çabasına karşı çıkmaya devam ediyorlar ve İsrail’in son 25 yıldır kendilerine uyguladığı ezici ırksal ve toplumsal zulümlere boyun eğmeyi reddediyorlar. Halkımızın 700.000’i de Batı Şeria’da yaşıyor; bu da işgal altındaki Filistin’de 1,25 ila 1,5 milyon arasında, yani Filistin halkının %40 ila %50’si arasında bir nüfusa sahip olduğumuz anlamına geliyor.

Bir direniş hareketi olarak yükümlülüğümüz, en önemli ve esas olan bu iç kısma yönelmektir. Bu insanların ikinci özelliği, kendilerini Filistin topraklarını işgal eden Siyonist düşmanla yüz yüze, doğrudan çatışma içinde bulmalarıdır. Bu doğrultuda, işgal altındaki Filistin’de daha önce gerçekleştirdiğimiz tüm faaliyetleri gözden geçirmeliyiz. Bu incelemenin amacı, mümkün olan en kısa sürede onarmamız gereken çeşitli eksiklikleri keşfetmektir.

Kitlelerin İsrail işgaline karşı eylemlerine ilişkin vizyonumuzu askeri operasyonlarla sınırlamamalıyız. Kitleler, bir yandan da günbegün zulme maruz kalmaktadır. İsrail işgali, halkın onca çabasına karşın, sömürmeye devam ediyor. İsrail’in tüm iddialarına rağmen, her araştırma, işgal altındaki Filistin'in İsrail ürünleri için ikinci en büyük pazar hâline geldiğini ve Arap işgücünün İsrail endüstrisi tarafından fiilen sömürüldüğünü açıkça ortaya koyuyor. Halkımız, bu sömürüye epey öfkelidir.

Sonuç olarak, işgal altındaki Filistin’de düşman İsrail’e karşı gerçekleştirdiğimiz askeri saldırılara halkın düşmana karşı her gün yürüteceği savaş eşlik etmelidir. Böyle bir savaş, orada çalışan başlıca örgütler arasında gerçek bir birlik olmadan, kapsamlı ve rasyonel bir şekilde yürütülemez. Dava bir ölüm kalım meselesi hâline geldiğinde, devrim kendini bir yol ayrımında bulduğunda, artık dar görüşlü bir bireyciliğe yer kalmaz.

Tüm güçlerimizi bir araya getirmeli, bu güçleri kurmaya çalıştığımız Filistin ulusal cephesinin işgal altındaki Filistin topraklarında etkili olmasını sağlayacak şekilde harekete geçirmeliyiz. Bu cephenin kuruluşunu kitlelerin siyasi eylemleri takip etmeli, zaman zaman düşman İsrail’e sert darbeler indirilmelidir. Bu faaliyet, temel bir ilkeye uygun olmalıdır: soğukkanlı olmalı ve hayatlara mal olacak yanlış girişimlerde bulunmamalıyız. Her devrimcinin hayatını önemsemeliyiz. Nihai zafere bu şekilde ulaşacağız.

İşgal altındaki Filistin’de ortaya koyacağımız eylemler, düşüncelerimizi tümüyle ve köklü bir şekilde yeniden gözden geçirmemizi, düşmanın yeni planlarını hesaba katmamızı, geçmiş eylemlerimizi göz önünde bulundurmamızı ve Filistin devriminin mevcut aşamasındaki tüm koşulları araştırmamızı gerekli kılmaktadır.

Şimdi de Filistinli halk kitlelerinin ikinci kısmını ele alalım. Halkımızın ikinci önemli yoğunluğu şu anda Ürdün Nehri’nin Doğu Yakası’nda yaşıyor. Şu anda Doğu Şeria’da 700.000-800.000’den fazla Filistinli bulunuyor. Bu kısım, nüfusun %67 ila %70’ini oluşturuyor. Düşman İsrail’e ve işgaline karşı savaşmaları yasaklandıktan sonra bu insanlar, şimdi Ürdün’deki halkımızla yan yana savaşarak İsrail’e saldırmalarını hâlen daha engelleyen bu hain ve sahtekâr rejimi yıkma hakkına ve görevine sahiptirler.

Churchill’in hatıratında dile getirildiği biçimiyle, bu rejim, 1920 yılında Filistin halkının Filistin’deki sömürgeci ve Siyonist komploya karşı mücadelesini sona erdirme amacı doğrultusunda, Mavera-i Ürdün Prensliği’nin kurulmasıyla birlikte tesis edilmiştir. Bu yapay kukla, kuruluşundan bu yana Filistin halkına, mücadelesine ve devrimine karşı hareket etmekten asla vazgeçmedi. Ürdün rejiminin 1936 ve 1948'de oynadığı rol buydu. 1970’teki Kara Eylül sırasında, bu hilebaz rejimin halk devrimimiz, Siyonist işgale karşı yürüttüğümüz haklı ve meşru mücadelemiz karşısında oynadığı role dair her şeyi hepiniz zaten biliyorsunuz. Davamızın bize yüklediği görev, Doğu Şeria’daki halkımızın, bu hilebaz rejimi yok etmek ve kitlelerin ayakları altında ezmek için günden güne, haftadan, aydan aya, yıldan yıla çalışan Ürdün ulusal kurtuluş hareketinin ayrılmaz bir parçası hâline gelmesini gerekli kılmaktadır.

Bunu, direniş hareketlerinin şu anda içinde bulundukları zor durumu tam olarak bilerek söylüyorum. Bugün aldığımız ve alacağımız darbelerin kesinlikle farkındayım. Direniş hareketinin boyutlarını ve etkisini azaltmaktan ibaret olan mevcut manevraların tamamen farkındayım. Direniş hareketinin örgütleri ile kitleler arasında oluşmuş kısmi ikiliğin tamamen farkındayım. Direniş hareketinin hatalarının tamamen farkındayım, ama aynı şekilde biliyorum ki, tüm hatalarına ve tüm engellerine rağmen, halk devrimimiz, en nihayetinde zaferi güvence altına alacaktır.

Sözünü ettiğim bu eylem çizgileri hemen uygulamaya konulamaz. Ne yarın, ne bir hafta ne de bir ay içinde uygulanabilirler. Bu eylem çizgileri, hepimiz onlara inandığımızda uygulamaya konulacak, neticede hep birlikte harekete geçip mücadele yürüteceğiz. Bu, herkese karşı görevimizdir.

Tabanın yükümlülüğü, direniş hareketinin tüm liderlerine gerçek bir baskı uygulamaktır ki liderler, geçmiş deneyimlerimizden faydalansın, bu deneyimlerden dersler çıkartsın ve ilerleme kaydedebilsin.

Filistin halkımızı incelerken, Filistin halkının yoğunlaştığı üçüncü alanın özel niteliklerini de göz önünde bulundurmalıyız. Filistin halkının bugün yoğunlaştığı bir diğer yer de kıymet verdiğimiz Lübnan topraklarıdır. Yanılmıyorsam Lübnan’da 300.000 ila 400.000 arasında Filistinli yaşıyor. İçinde bulunduğumuz saatte bu yoğunlaşma, Filistin devrimi ve geleceği için özel bir tarihsel sorumluluk taşıyor. Yaklaşık 400.000 kişilik bu nüfusun çocukları, kadınları, gençleri, yetişkinleri ve yaşlıları askere alınıp örgütlendiğinde, Filistin ve Ürdün’de işgal edilen toprakları yeniden yapılandırmak için başlattığı çalışmaları tamamlarken, direniş hareketinin zor ve belirleyici anlarında güvenebileceği sağlam bir platform olarak geçici bir süre hizmet edebilirler. Bu yükümlülük, mevcut değişkenlerin tam olarak anlaşılmasını gerektirir. Bu talebi ancak Lübnan’daki Arap kitleleri ve Lübnan yurtsever hareketi ile dayanışma ve kardeşlik içinde bir parti hâline geldiğimizde başarılı bir şekilde yerine getirebiliriz. Lübnan halkına ve kendi direniş hareketini üstlenen Lübnan vatansever hareketine teşekkür etmek ve ona takdirlerimizi sunmak bizim görevimiz, Filistin halkının görevidir. Kitleler ve yurtsever hareketleri sayesinde Lübnanlılar, Amerika’nın direnişi yok etmek için ajanlarına para ödeyerek gece gündüz çalışmasına rağmen, en azından şimdiye kadar bir katliamı savuşturma yeteneğine sahip olduklarını gösterdiler.

Filistinliler, Arap ülkelerinde ve dünyanın dört bir yanında yaşıyorlar. Filistinlilerin yoğun olarak yaşadığı dördüncü yer, Suriye, Arap Körfezi ve Arap coğrafyasındaki diğer ülkelerdir. Filistinliler, Latin Amerika’da ve dünyanın diğer bölgelerinde de var. Bu nedenle, hepsini Filistin devriminin hizmetine katmak gerekiyor. Özellikle bu aşamada, Filistin ve Ürdün’deki direniş hareketinin Arap siyasetinin koşulları nedeniyle yüzleşmek zorunda olduğu zorluklar karşısında kendilerini harekete geçirmeli ve sorumluluklarının farkında olmalıdırlar. Kardeşlerim, bütün bunlar, Filistin devriminin gerçekten zafere ulaşabilmesi için eksiksiz bir plan dâhilinde yürütülmelidir.

Filistin devrimi, teorik, siyasi ve pratik olarak yeniden inşa edilse bile, birleşik bir Filistin ulusal cephesi hayata geçirilse bile, bu cephe, Filistin halkını gerçekten seferber etmeyi başarsa bile, bu, tek başına zaferi güvence altına için yeterli olmayacaktır.

Filistin devriminin özel bir yanı var. Ayrıca, işgalci Siyonist düşman ve onun emperyalizme katılımı da özel bir hususu içeriyor. Arap dünyamızın bu bölgesinde emperyalizmin petrol çıkarlarına özgü bir tuhaflık mevcut. Aynı şekilde, Filistin davası ile Arap davası arasında da özel bir ilişki var. Bu nedenle, 1967 ile bugün arasında olanlardan çıkarmamız gereken en büyük ders, ilk ve temel ders, Filistin devriminin, Arap dünyamızın her yerindeki Arap kitlelerinin devrimiyle bütünleşmediği takdirde muzaffer olamayacağıdır.

Arap ulusunun gücü, Filistin devrimini desteklemek için seferber olan Arap ulusuna mensup kitleler zafer kazanabilecek güce sahiptirler. Eğer yoldaşımız “Guevara”ya ve hayatlarını feda eden herkese sadakatimizi göstermek istiyorsak, yeni uluslararası düzende tüm devrimci güçlerle kurduğumuz ittifaklarımızın önemini hiçbir şekilde göz ardı etmemeliyiz. Bütün sosyalist devletlerle ilişkilerin sürdürülmesi zorunluluğunu da görmezden gelemeyiz. Devrim, büyük Sovyetler Birliği, büyük Çin devrimi ve dünyadaki tüm sosyalist devletler ve ulusal kurtuluş hareketleri ile çok sağlam ilişkiler kurmalıdır. Bu ittifak, devrimimize şu anda içinde bulunduğu krizde gerçekten yardımcı olacak etkili planlarda bir gerçeklik hâline gelmelidir. Bizi zafere bu kılavuz ulaştıracak.

Düşmanımız güçlü olabilir, ama o bir yandan da gücümüzü sağlamlaştırma konusunda istifade edebileceğimiz kimi zayıflıklara da sahiptir. Dayandığı temeller gibi İsrail Devleti de yapaydır. Ürettiğinin dört katını tüketen bir devlettir. O, elindeki askeri ve ekonomik güce 4 milyar dolar borcu olduğu için sahiptir. Bu kadar fakir ve böylesine yapay bir güce sahip bir devlet, sahip olduğu iktidarı yoldaşlarımız “Guevara”, “Ebu Ali Ayad”, Filistin devrimi ve halkımız değil, ancak korkaklar ve bozguncular üzerinde tesis edebilir.

Devrimimiz, engellere rağmen zafere giden yolu göstermeyi sürdürecek. Yoldaşlar, bu, yoldaşımız ve şehidimiz “Guevara”ya ve herkese karşı görevimizdir. Esen kalın.

Corç Habeş
17 Mart 1973
Kaynak

0 Yorum: