Filistin
Halk Kurtuluş Cephesi’nden Corç Habeş, 17 Mart 1973 Cumartesi günü Lübnan’ın
başkenti Beyrut'ta devrimci yoldaşları Muhammed Esved (“Gazzeli Guevara” olarak
bilinirdi), Abdülaziz Amassi ve Abdülhadi Hayik’in şehadetlerini anmak üzere
bir konuşma yaptı. Üç adam da birkaç gün önce Gazze’de Siyonist teşekküle karşı
savaşırken öldürülmüştü.
Habeş
konuşmasına, bu şehitlere ve aslında tüm şehitlerimize ne borçlu olduğumuzu
sorarak başlıyor. Daha konuşmanın başında, kimi insanlarda görülen, Gazze’de
şehit edilenler için umutsuzluğa kapılma dürtüsünü ilk elden reddediyor.
Umutsuzluğa kapılmak şöyle dursun, şehit figürü Habeş’e emperyalizme karşı asla
silah bırakmama konusunda yenilenmiş ve derinleşmiş bir bağlılık sağlıyor, öyle
ki Habeş’e göre her şehit, doğrudan devrimci ruhu diriltiyor. Ölen
yoldaşlarının yasını tutarken Habeş, bir yandan da acısını ortaya koyuyor ama
bunu yaparken, militan direnişe yönelik tutkusundan ve bu direnişin zafere
ulaşmak için ihtiyaç duyduğu teknik, stratejik ve bilimsel örgütlenme pratiğinden
bahsediyor.
Amerika
ve İsrail’in silah, bomba ve diğer türden, ölüm getiren teknolojilerini yaratma
becerilerinde belli bir teknik üstünlüğe sahip oldukları doğrudur. Ancak asla
anlayamayacakları şey, yenmekte aciz kaldıkları direniş güçlerinin asla
yalnızca silahlar üzerine inşa edilmediğidir. Direniş hareketi, sadece
silahlara değil, daha ziyade, ölümle kurulan, derin köklere sahip yoldaşlığa
dayanır.
Habeş’in
kıymetli yoldaşı Gassân Kenefâni’nin kendi şehadetinden birkaç hafta önce ifade
ettiği gibi:
“Elbette ölüm çok şey
ifade eder. Önemli olan, nedenini bilmektir. Devrimci eylem bağlamında kendini
feda etmek, en yüksek yaşam anlayışının ve yaşamı insana layık hâle getirme
mücadelesinin bir ifadesidir.”
Bu
duyguya, Habeş’in aşağıdaki konuşması yanında, Hizbullah’ın şehit genel sekreteri
Seyyid Hasan Nasrallah’ın 1997’de kendi oğlu Hadi Nasrallah’ın şehadetini
anarken söylediği şu sözlerde de şahit oluyoruz:
“Bu savaş, silahlarla
yapılan bir savaş olmaktan çok, ideoloji, inanç, sadakat, hakikat, Allah’a
güven, şehadet arzusu, dünyevi zevklerden vazgeçme, başkalarını sevme ve onlara
hizmet etme arzusuyla yapılan bir savaştır.”
Kendi
düşüncelerini direnişinkinden ayıranlar, şehidi sadece bir başarısızlık olarak
görürler, çünkü onlara göre ölüm ve zafer uzlaştırılamaz. Bu aklıselimi esas
alan fikir, yanlıştır. Bu fikir, ölüm, ölenler tarafından canlandırılan ve
güçlendirilen silahlı direniş ve bu silahlı direniş aracılığıyla
gerçekleştirilen onurlu yaşam arasında teşkil edilen anlamları, kurulan
ilişkileri kavrayamaz. Her bir ölümün “başarısızlığı” siyasi örgütlenme ve
silahlı direnişe olan bağlılığın yenilenmesi için bir kaynak olarak yeniden
anlamlandırıldığı anda, devrimin nihai başarısı az çok güvence altına alınmış
olur. Habeş, tam da o noktada “Biz kazanacağız” der. Dolayısıyla, şehidin yolu,
hayata uzanan yoldur.
İçinde
olduğumuz bu kritik momentte Habeş’in konuşması, bize şehitlerin başı üzerine edilen
yemini temel alan bir direniş hareketinin asla ölmeyeceği gerçeğini anımsatıyor.
Mary Saad
* * *
“Biz Kazanacağız”
Dr.
Corç Habeş’in 17 Mart 1973 tarihinde Beyrut Arap Üniversitesi’nde yaptığı
konuşmanın tam metnidir [Fransızcadan İngilizceye çevrilmiştir]. Lübnan ulusal
hareketinden, El Fetih’ten ve binlerce Lübnanlı ve Filistinliden temsilcilerle
birlikte Habeş, Gazze’de şehit düşen FHKC şehitleri Muhammed Esved (Gazzeli
Guevara), Abdülaziz Amassi ve Abdülhadi Hayik’e saygılarını sunar.
Kardeşlerim,
Cesur
şehidimiz Gazzeli Guevara’ya ve onun iki yoldaşı Kâmil ve Abdülhadi’ye karşı
görevimiz nedir? Ebu Ali Aya, Gassân Kenefâni, Mahmud Hemşeri ve Filistin devrimi
için ölenler de dâhil olmak üzere tüm şehitlerimize karşı görevimiz ve
sorumluluğumuz nedir? Onların ebeveynlerine, ailelerine ve şu anda
sevgilerinden mahrum olan eşlerine ve çocuklarına karşı sorumluluklarımız
nelerdir? Onların davası olan Dava’ya, devrime, kitlelere ve zalimlere karşı
mazlumların davasına karşı görevlerimiz nelerdir? Ülkelerinden kovulan ve terk
edilen mazlum halklara karşı görevlerimiz nelerdir? Son elli yıldır
fedakârlıktan vazgeçmeyen, emperyalist düşmanlarına, insanlığın ve özgürlüğün
düşmanlarına karşı mücadele eden kitlelerimize karşı görevlerimiz nelerdir?
Yoldaşlar,
bu şehitlere karşı görevimiz, olayları net bir şekilde kavramak, davamızı
açıkça görmek, ilan etmek ve devrimimizin bu şekilde sürmeye ve var olmaya
devam edeceğine, dünyadaki hiçbir gücün Filistin ve Arap halkımızın kitlelerine
hükmedemeyeceğine dair açık kanıtlar ışığında hareket etmeye karar vermektir.
Düşmanın
bu özel aşamadaki planlarının merkezi ve temel noktası (siyasi hareketlerini ve
komplolarını bir kenara bırakarak) saflarımıza şüphe tohumları ekmek, aramızda
ve halk arasında umutsuzluk yaymaktır. Şüpheye kapılan kitlelerin devrimlerini,
devrimlerinin etkinliğini ve halkların kurtuluş savaşının stratejisini
sorgulaması düşmanın planlarının merkez noktasıdır. Bizim görevimiz de bilimsel
farkındalıkla bu planı bozmaktır.
Tıpkı
ulaştıkları zaferde özgürleştirme amaçlı askeri stratejisinin etkili ve
başarılı olduğunu ispatlayan Vietnam halkları gibi bize aynı yoldan
ilerleyerek, bu stratejinin Filistin ve Arap toprağında da başarıyla
uygulanabileceğini emperyalist düşmana göstereceğiz.
Emperyalizme
boyun eğdiren Vietnam devrimi, devrimin emperyalist düşmanlarımıza karşı
devrimci eylemimize rehberlik etmesi gereken ilk gerçeğini açığa çıkartmıştır.
Vietnam devriminin temel gerçekliği nedir? Vietnam’da halk, tek bir devrimci
örgüt eliyle, tek bir ulusal birleşik cephe aracılığıyla, mümkün olduğunca çok
sayıda insanı seferber edip savaş sanatına ustalıkla vakıf olmak suretiyle,
ittifaklarını uluslararası düzeye taşıyan adil bir devrimci savaşa önderlik etmiştir.
Bu halk, zafere ulaşmayı ve emperyalizmi ezmeyi bilmiştir.
Vietnam
devriminin temel gerçeği budur. O, dürüst insanlar için, devrimciler için,
örgütler için ve devrimlere önderlik edenler için bir örnektir.
Vietnam
halkı, devrimlerinin zaferinden hemen önce ortaya çıkan tüm krizler karşısında
nasıl davrandı? Aralık ve Ocak aylarında Nixon, dünyaya Vietnam devriminin tüm
hedeflerine ulaşmadığını kanıtlamak istedi. Amerikan birliklerinin Vietnam
topraklarından çekilmesinin onurlu bir davranış olduğunu iddia etmek istedi.
Daha önce Paris’te imzalanan anlaşmayı reddetti ve o anda Vietnam’a, Haiphong’a,
özellikle Hanoi’ye yüzlerce bomba atıldı. Yanılmıyorsam, bu süre zarfında
(yaklaşık 2 hafta) Vietnam’a, İkinci Dünya Savaşı boyunca İngiltere’ye atılan
bombadan daha fazlası atıldı, Vietnam İngiltere’den daha fazla harap edici
makinelerle ezildi. Bu durumda Vietnam komutanlığının tavrı ne oldu? Sınırlarda
savaşmayı bıraktı mı? Elçiler aracılığıyla New York’a kendisini küçük düşürecek
taleplerde mi bulundu? Ne yaptı? Nasıl davrandı? Vietkong’un yok edilmesi
gereken sabotajcılar olduğunu mu söyledi? Hayır, General Giap emperyalistlere
şöyle dedi:
“Haiphong’u tamamen yok
edebilirsiniz, Hanoi'nin tamamını yok edebilirsiniz, her şeyi, her taşı yerle
bir edebilirsiniz ama savaşma irademizi asla yok edemezsiniz.”
Bugün
“Gazzeli Guevara”ya karşı yükümlülüğümüz, Guevara’yı, Abdülhadi’yi, Ebu Ali’yi,
Gassân Kenefâni’yi, Mahmud Hemşeri’yi ve daha nicelerini katleden
Siyonist-emperyalist-gerici düşmana karşı, onun devasa gücüne, silahlarına,
Fantomlarına ve tüm gücüyle bize yöneltebileceği üstün teknolojisine rağmen
asla silah bırakmayacağımıza dair, önce kendi aramızda sonra da halkla birlikte
yemin etmektir. Düşman bize karşı beklenmedik yeni saldırılar düzenleyebilecek
ama mücadele azmimizi asla yok edemeyecektir.
Peki
bu yol bizi zafere nasıl taşıyacak?
Milyonlarca
Filistinli çocuk nasıl başarıya ulaşacak?
Elli
yıllık deneyimin ardından, Arap ulusumuzun yüz milyon çocuğu, silahlı
mücadeleyi sürdürmeye kararlı olduğunda ve kurtuluş için halk savaşının
devrimci doktrini ve savaş stratejisi tarafından yönlendirildiğinde başarılı
olacağız.
Şehitlerimize
karşı ilk yükümlülüğümüz, bu gerçeği tespit etmektir. İkincisi yükümlülüğümüzse
tüm hatalarına ve aldığımız darbelere rağmen, (genel değerlendirmenin ardından)
devrimin son dönemde ilerlediği gerçeğinin tam olarak bilincinde olmaktır.
Bu
son yıllarda Filistin ve Arap halkını Filistin ve Arap devriminin nihai
hedeflerine doğru dev bir adım atmaya yönlendirmek için hamle yapıldı. Bu
gerçek, Siyonist liderlerden birinin “Filistin direnişi çözümün önündeki en
büyük engeldir” sözleriyle bizzat düşman tarafından da kabul edilmiştir…
Tüm
hatalarına rağmen Filistin devrimi, son elli yıldır kendisine karşı kurulan tüm
komplolara rağmen, ne pahasına olursa olsun teslim olmak istemeyen bir halkın
davasının varlığını olduğunu tüm dünyaya kanıtlayabilmiştir. Düşman bile bu
gerçeğin farkındadır.
Şehitlerimize
karşı üçüncü en temel ve en önemli görevimiz, geleceğimizi tam bir berraklıkla
değerlendirmek ve net bir gündemin ışığında ilerlemek ve hareket etmektir.
Konuşmamızın
içi boş sözlerden ibaret olmaması, bizi zafere götürecek gerçek bir güç
yaratabilmesi için siyasi programımızı tam olarak anlamamız gerekir. Bu yolu
izleyerek, başlıca Filistinli örgütler ve liderlerimiz devrimlerini gerçekten
sürdürmek istiyorlarsa, teori, politika ve örgütsel altyapı düzeyindeki
yapılarının bütününü yeniden gözden geçirmeleri şarttır. Bu, söz konusu
yapıları güçlendirmek ve düşmanın tüm komplolarına karşı koyabilecekleri
seviyeye yükseltmek için gereklidir.
Geçmiş
deneyimlerimizin bize en azından bir ders sunmamış olması kimsenin kabul
edeceği bir şey değil. Her bir örgütü ayrı ayrı ve genel olarak direnişçilerin
büyük bir kısmını göz önünde bulundurarak örgütsel yapımızın doğasına ilişkin
acil bir soruşturmaya ihtiyacımız var. Ayrıca, gerilla örgütlerinin
yöneticileri ve liderleri, teori, politika ve örgütlenme düzeyinde kitleler
için gerçek örnek hâline gelmelerini sağlayacak kapsamlı bir eğitim harekâtına
öncülük etmelidirler.
Zafere
sadece duygularla ve sözlerle ulaşılamaz. Tarihî bir görevle karşı karşıya olan
örgütler, kendilerini bu temel üzerine inşa etmelidirler. İster teorik, ister
siyasi, ister örgütsel ya da pratik olsun, misyonu takatsiz kılan her türlü
zayıflığı bir kenara bırakmalıdırlar. Bir direniş hareketinde savaşçı,
insanlara örnek olmalı, zamanını onları aydınlatmaya ayırmalı ve davalarına
olan inancını eylemiyle ortaya koymalıdır. Önemli olaylar, krizler ve zor anlar
sırasında kitlelerin başında bulunmalı ve kendini halkın hizmetine sunmalıdır.
Bu imaj geçmişte de yoktu, şimdi de yok. O hâlde ilk yükümlülüğümüz, direniş
içindeki her türlü zayıflığı ortadan kaldırmak amacıyla kendi örgütlerimizin merkezinde
kendimize karşı bir savaş yürütmektir.
Bu
nedenle her örgüt, üyeleri ve liderlerinin uyandırması, açığa çıkarması gereken
yeni güçler bulmalıdır. Bu güçler, açık ve aleni bir şekilde faaliyet
gösterdiğimiz zamanlarda edindiğimiz tüm alışkanlıklara karşı isyan ederken ortaya
konmalıdır. Tüm bürokratik özelliklerimizden kurtulalım ve devrimin kaynağına,
halka dönelim, onlarla birlikte yaşayalım, onlara hizmet edelim, onlara siyasi
bir bilinç verelim ve tarihi görevler üstlenebilecek tarihî bir güç yaratalım.
Bu,
bizim ilk hedefimizdir, ancak tek başına yeterli değildir. Bir örgütün gelecek
vizyonunu sadece kendisiyle sınırlandırması kesinlikle kabul edilemez ve bundan
böyle gelecek vizyonunu salt kendisiyle sınırlandırmak bir suç olarak
görülmelidir.
Filistinli
örgütlerden oluşan Filistin ulusal cephesi, merkezî ve asli hedef hâline
gelmelidir. Cephe, tüm hareketlerin yönünü belirleyen ana noktaya dönüşmelidir.
Bazı deneyimlerden sonra, direniş devrimci pozisyonlarını açık ve kararlı bir
şekilde tanımladığında, Filistinli örgütler arasındaki ilişkiler daha önce
olduğu gibi kalmayacaktır.
Halk
Cephesi, farklı örgütlerden tüm samimi yoldaşlarımızla birlikte, tüm yetkisini
ve çabasını ulusal birlik sorununu adım adım ilerletmeye adayacağını burada
huzurunuzda dürüstçe ve samimiyetle beyan eder. Bu, önümüzde duran bir
yükümlülüktür.
Şu
anda gerici düşman, FKÖ’yü yok edip yerine Filistinli hainleri geçirme planı
uyarınca hareket etmektedir. Düşman burada, bu hainlerin Filistin halkını
temsil ettiğini söyleme imkânı bulmayı amaçlamaktadır.
Böyle
bir durumda, FKÖ'nün siyasi ölçütlerini, özellikle de idari ve askeri
aygıtlarını geliştirmeye çalışarak onu desteklemek bizim yükümlülüğümüzdür.
Dahası, bu örgüte böyle bir görevle yüzleşmesi konusunda ihtiyaç duyduğu vasfı
ona kazandırmak için örgüt bünyesinde mücadele etmek zorundayız. Ulusal birlik
siyasetine örgütler arasındaki temel ittifaklar da eşlik etsin ki ittifakları
ve özellikle de işbirlikleri işgal altındaki Filistin’de, Ürdün’de ya da Arap
ülkelerinde Devrimin ilerleyişi üzerinde olumlu bir etki yaratabilsin.
Şu
anda yaşadığımız zayıflıktan kurtulmamız, teori, politika ve örgüt düzeyinde
yapılarımızı güçlendirmemiz ardından her örgüt, yeni ve daha zorlu bir aşamaya
hazırlanacak, tek tek örgütler, sekter bakış açısıyla değil, ulusal birliğin
kalıcı davasının çıkarına uygun olarak hareket edecek. Zafere ulaşma ve tarih
yapma gücüne sadece örgütler veya bu örgütlerden oluşan ulusal cephe değil,
halkın kendisi de sahiptir. Üzerinde durmamız gereken üçüncü hedef bu gerçeği
sürekli akılda tutmaktır.
“Halk”
derken Arafat’ın Kudüs başmüftüsü Süleyman Cabbari veya İngilizlerle ve
İsraillilerle iyi ilişkiler içerisinde olan Enver Nuseybe gibi isimleri kastetmiyorum,
çünkü onlar, Filistinli halk kitlelerine mensup değiller. Bu kişiler, her az
gelişmiş ülkede egemen sınıfı oluşturan %4’lük kesimin bir parçasıdır. Filistinli
halk kitleleri derken geri kalan yüzde 96 kastedilmektedir.
Kitleler,
halkımızın yoksulları, kamplardaki işçi sınıfına mensup insanlar, köylüler,
öğrenciler, devrimci aydınlar, doktorlar ve sağlıkçılar, tüm onurlu ve
yurtsever insanlardır. Kadın, çocuk, yaşlı, genç demeden tüm insanlar, fiili
durumları ne olursa olsun herkes, bize zaferi getirecek gücü bu bireyler
sayesinde yaratmamızı sağlayacak kesintisiz çabayı ve emeği sunmak
zorundadırlar. Bu siyasetin, kitlelerin siyasetinin, devrimci hareketin şu anda
uğraşmak zorunda kalacağı tüm zorluklarla yüzleşebilecek temel siyaset olduğunu
unutmuyoruz.
Filistin
halkının içinde yaşadığı özel koşullar, dünyanın dört bir yanına dağılmış bu
nüfusun yoğunlaştığı her bir nokta arasında bir ayrım yapmamızı zorunlu
kılmaktadır. Bu bağlamda, halkımız bazı avantajlara sahiptir. Bir kısmı, her
zaman kutsal topraklarımızda, işgal altındaki sevgili Filistin'imizde
yaşamaktadır. Birçok açıdan, nüfusumuzun bu kısmı en önemli olanıdır. Direniş,
en büyük çabayı bu kesime yönelik harcamalıdır. 1,25 milyondan fazla Filistinli,
hâlen işgal altındaki Filistin’de yaşıyor, bunların 400.000’i kahraman Gazze
bölgesinde bulunuyor. Diğer 400.000 kişi ise 1948’den beri işgal altında olan
bölgelerde ikamet ediyor. İsrail’in Filistinlilik vasfını yok etmeye yönelik
her türlü çabasına karşı çıkmaya devam ediyorlar ve İsrail’in son 25 yıldır
kendilerine uyguladığı ezici ırksal ve toplumsal zulümlere boyun eğmeyi
reddediyorlar. Halkımızın 700.000’i de Batı Şeria’da yaşıyor; bu da işgal
altındaki Filistin’de 1,25 ila 1,5 milyon arasında, yani Filistin halkının %40
ila %50’si arasında bir nüfusa sahip olduğumuz anlamına geliyor.
Bir
direniş hareketi olarak yükümlülüğümüz, en önemli ve esas olan bu iç kısma
yönelmektir. Bu insanların ikinci özelliği, kendilerini Filistin topraklarını
işgal eden Siyonist düşmanla yüz yüze, doğrudan çatışma içinde bulmalarıdır. Bu
doğrultuda, işgal altındaki Filistin’de daha önce gerçekleştirdiğimiz tüm
faaliyetleri gözden geçirmeliyiz. Bu incelemenin amacı, mümkün olan en kısa
sürede onarmamız gereken çeşitli eksiklikleri keşfetmektir.
Kitlelerin
İsrail işgaline karşı eylemlerine ilişkin vizyonumuzu askeri operasyonlarla
sınırlamamalıyız. Kitleler, bir yandan da günbegün zulme maruz kalmaktadır.
İsrail işgali, halkın onca çabasına karşın, sömürmeye devam ediyor. İsrail’in
tüm iddialarına rağmen, her araştırma, işgal altındaki Filistin'in İsrail
ürünleri için ikinci en büyük pazar hâline geldiğini ve Arap işgücünün İsrail
endüstrisi tarafından fiilen sömürüldüğünü açıkça ortaya koyuyor. Halkımız, bu
sömürüye epey öfkelidir.
Sonuç
olarak, işgal altındaki Filistin’de düşman İsrail’e karşı gerçekleştirdiğimiz
askeri saldırılara halkın düşmana karşı her gün yürüteceği savaş eşlik
etmelidir. Böyle bir savaş, orada çalışan başlıca örgütler arasında gerçek bir
birlik olmadan, kapsamlı ve rasyonel bir şekilde yürütülemez. Dava bir ölüm
kalım meselesi hâline geldiğinde, devrim kendini bir yol ayrımında bulduğunda,
artık dar görüşlü bir bireyciliğe yer kalmaz.
Tüm
güçlerimizi bir araya getirmeli, bu güçleri kurmaya çalıştığımız Filistin
ulusal cephesinin işgal altındaki Filistin topraklarında etkili olmasını
sağlayacak şekilde harekete geçirmeliyiz. Bu cephenin kuruluşunu kitlelerin
siyasi eylemleri takip etmeli, zaman zaman düşman İsrail’e sert darbeler indirilmelidir.
Bu faaliyet, temel bir ilkeye uygun olmalıdır: soğukkanlı olmalı ve hayatlara
mal olacak yanlış girişimlerde bulunmamalıyız. Her devrimcinin hayatını
önemsemeliyiz. Nihai zafere bu şekilde ulaşacağız.
İşgal
altındaki Filistin’de ortaya koyacağımız eylemler, düşüncelerimizi tümüyle ve
köklü bir şekilde yeniden gözden geçirmemizi, düşmanın yeni planlarını hesaba
katmamızı, geçmiş eylemlerimizi göz önünde bulundurmamızı ve Filistin
devriminin mevcut aşamasındaki tüm koşulları araştırmamızı gerekli kılmaktadır.
Şimdi
de Filistinli halk kitlelerinin ikinci kısmını ele alalım. Halkımızın ikinci
önemli yoğunluğu şu anda Ürdün Nehri’nin Doğu Yakası’nda yaşıyor. Şu anda Doğu
Şeria’da 700.000-800.000’den fazla Filistinli bulunuyor. Bu kısım, nüfusun %67
ila %70’ini oluşturuyor. Düşman İsrail’e ve işgaline karşı savaşmaları
yasaklandıktan sonra bu insanlar, şimdi Ürdün’deki halkımızla yan yana
savaşarak İsrail’e saldırmalarını hâlen daha engelleyen bu hain ve sahtekâr
rejimi yıkma hakkına ve görevine sahiptirler.
Churchill’in
hatıratında dile getirildiği biçimiyle, bu rejim, 1920 yılında Filistin
halkının Filistin’deki sömürgeci ve Siyonist komploya karşı mücadelesini sona
erdirme amacı doğrultusunda, Mavera-i Ürdün Prensliği’nin kurulmasıyla birlikte
tesis edilmiştir. Bu yapay kukla, kuruluşundan bu yana Filistin halkına,
mücadelesine ve devrimine karşı hareket etmekten asla vazgeçmedi. Ürdün
rejiminin 1936 ve 1948'de oynadığı rol buydu. 1970’teki Kara Eylül sırasında,
bu hilebaz rejimin halk devrimimiz, Siyonist işgale karşı yürüttüğümüz haklı ve
meşru mücadelemiz karşısında oynadığı role dair her şeyi hepiniz zaten
biliyorsunuz. Davamızın bize yüklediği görev, Doğu Şeria’daki halkımızın, bu
hilebaz rejimi yok etmek ve kitlelerin ayakları altında ezmek için günden güne,
haftadan, aydan aya, yıldan yıla çalışan Ürdün ulusal kurtuluş hareketinin
ayrılmaz bir parçası hâline gelmesini gerekli kılmaktadır.
Bunu,
direniş hareketlerinin şu anda içinde bulundukları zor durumu tam olarak
bilerek söylüyorum. Bugün aldığımız ve alacağımız darbelerin kesinlikle
farkındayım. Direniş hareketinin boyutlarını ve etkisini azaltmaktan ibaret
olan mevcut manevraların tamamen farkındayım. Direniş hareketinin örgütleri ile
kitleler arasında oluşmuş kısmi ikiliğin tamamen farkındayım. Direniş
hareketinin hatalarının tamamen farkındayım, ama aynı şekilde biliyorum ki, tüm
hatalarına ve tüm engellerine rağmen, halk devrimimiz, en nihayetinde zaferi
güvence altına alacaktır.
Sözünü
ettiğim bu eylem çizgileri hemen uygulamaya konulamaz. Ne yarın, ne bir hafta
ne de bir ay içinde uygulanabilirler. Bu eylem çizgileri, hepimiz onlara
inandığımızda uygulamaya konulacak, neticede hep birlikte harekete geçip
mücadele yürüteceğiz. Bu, herkese karşı görevimizdir.
Tabanın
yükümlülüğü, direniş hareketinin tüm liderlerine gerçek bir baskı uygulamaktır
ki liderler, geçmiş deneyimlerimizden faydalansın, bu deneyimlerden dersler
çıkartsın ve ilerleme kaydedebilsin.
Filistin
halkımızı incelerken, Filistin halkının yoğunlaştığı üçüncü alanın özel niteliklerini
de göz önünde bulundurmalıyız. Filistin halkının bugün yoğunlaştığı bir diğer
yer de kıymet verdiğimiz Lübnan topraklarıdır. Yanılmıyorsam Lübnan’da 300.000
ila 400.000 arasında Filistinli yaşıyor. İçinde bulunduğumuz saatte bu
yoğunlaşma, Filistin devrimi ve geleceği için özel bir tarihsel sorumluluk
taşıyor. Yaklaşık 400.000 kişilik bu nüfusun çocukları, kadınları, gençleri,
yetişkinleri ve yaşlıları askere alınıp örgütlendiğinde, Filistin ve Ürdün’de
işgal edilen toprakları yeniden yapılandırmak için başlattığı çalışmaları
tamamlarken, direniş hareketinin zor ve belirleyici anlarında güvenebileceği
sağlam bir platform olarak geçici bir süre hizmet edebilirler. Bu yükümlülük,
mevcut değişkenlerin tam olarak anlaşılmasını gerektirir. Bu talebi ancak
Lübnan’daki Arap kitleleri ve Lübnan yurtsever hareketi ile dayanışma ve
kardeşlik içinde bir parti hâline geldiğimizde başarılı bir şekilde yerine
getirebiliriz. Lübnan halkına ve kendi direniş hareketini üstlenen Lübnan
vatansever hareketine teşekkür etmek ve ona takdirlerimizi sunmak bizim
görevimiz, Filistin halkının görevidir. Kitleler ve yurtsever hareketleri
sayesinde Lübnanlılar, Amerika’nın direnişi yok etmek için ajanlarına para
ödeyerek gece gündüz çalışmasına rağmen, en azından şimdiye kadar bir katliamı
savuşturma yeteneğine sahip olduklarını gösterdiler.
Filistinliler,
Arap ülkelerinde ve dünyanın dört bir yanında yaşıyorlar. Filistinlilerin yoğun
olarak yaşadığı dördüncü yer, Suriye, Arap Körfezi ve Arap coğrafyasındaki
diğer ülkelerdir. Filistinliler, Latin Amerika’da ve dünyanın diğer
bölgelerinde de var. Bu nedenle, hepsini Filistin devriminin hizmetine katmak
gerekiyor. Özellikle bu aşamada, Filistin ve Ürdün’deki direniş hareketinin
Arap siyasetinin koşulları nedeniyle yüzleşmek zorunda olduğu zorluklar
karşısında kendilerini harekete geçirmeli ve sorumluluklarının farkında
olmalıdırlar. Kardeşlerim, bütün bunlar, Filistin devriminin gerçekten zafere
ulaşabilmesi için eksiksiz bir plan dâhilinde yürütülmelidir.
Filistin
devrimi, teorik, siyasi ve pratik olarak yeniden inşa edilse bile, birleşik bir
Filistin ulusal cephesi hayata geçirilse bile, bu cephe, Filistin halkını
gerçekten seferber etmeyi başarsa bile, bu, tek başına zaferi güvence altına için
yeterli olmayacaktır.
Filistin
devriminin özel bir yanı var. Ayrıca, işgalci Siyonist düşman ve onun
emperyalizme katılımı da özel bir hususu içeriyor. Arap dünyamızın bu
bölgesinde emperyalizmin petrol çıkarlarına özgü bir tuhaflık mevcut. Aynı
şekilde, Filistin davası ile Arap davası arasında da özel bir ilişki var. Bu
nedenle, 1967 ile bugün arasında olanlardan çıkarmamız gereken en büyük ders,
ilk ve temel ders, Filistin devriminin, Arap dünyamızın her yerindeki Arap
kitlelerinin devrimiyle bütünleşmediği takdirde muzaffer olamayacağıdır.
Arap
ulusunun gücü, Filistin devrimini desteklemek için seferber olan Arap ulusuna
mensup kitleler zafer kazanabilecek güce sahiptirler. Eğer yoldaşımız “Guevara”ya
ve hayatlarını feda eden herkese sadakatimizi göstermek istiyorsak, yeni
uluslararası düzende tüm devrimci güçlerle kurduğumuz ittifaklarımızın önemini
hiçbir şekilde göz ardı etmemeliyiz. Bütün sosyalist devletlerle ilişkilerin
sürdürülmesi zorunluluğunu da görmezden gelemeyiz. Devrim, büyük Sovyetler
Birliği, büyük Çin devrimi ve dünyadaki tüm sosyalist devletler ve ulusal
kurtuluş hareketleri ile çok sağlam ilişkiler kurmalıdır. Bu ittifak,
devrimimize şu anda içinde bulunduğu krizde gerçekten yardımcı olacak etkili
planlarda bir gerçeklik hâline gelmelidir. Bizi zafere bu kılavuz ulaştıracak.
Düşmanımız
güçlü olabilir, ama o bir yandan da gücümüzü sağlamlaştırma konusunda istifade
edebileceğimiz kimi zayıflıklara da sahiptir. Dayandığı temeller gibi İsrail
Devleti de yapaydır. Ürettiğinin dört katını tüketen bir devlettir. O, elindeki
askeri ve ekonomik güce 4 milyar dolar borcu olduğu için sahiptir. Bu kadar
fakir ve böylesine yapay bir güce sahip bir devlet, sahip olduğu iktidarı yoldaşlarımız
“Guevara”, “Ebu Ali Ayad”, Filistin devrimi ve halkımız değil, ancak korkaklar
ve bozguncular üzerinde tesis edebilir.
Devrimimiz,
engellere rağmen zafere giden yolu göstermeyi sürdürecek. Yoldaşlar, bu, yoldaşımız
ve şehidimiz “Guevara”ya ve herkese karşı görevimizdir. Esen kalın.
Corç Habeş
17
Mart 1973
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder