09 Ekim 2024

,

Sert Adam: Che Guevara

Che Guevara, bizim kuşağa mensup diğer tüm devrimcilerden çok daha hızlı ve çok daha kendiliğinden bir biçimde politik bir efsane hâline geldi. Bu konuda tek istisna, Patrice Lumumba’dır.

Che’nin ölümünü takip eden birkaç güç içerisinde politik bir efsane hâline geldiği görüldü. Onun böylesine sıra dışı bir biçimde yüceltilmiş olması, tarihçilere ve sosyologlara düşünmek ve araştırmak için çok fazla malzeme sundu. Sebebi ne olursa olsun, ortada herkes için çok net olan bir husus vardı: Che efsanesinin gerçeklikle ilişkisi sınırlı.

Herkes, onun cesur, yakışıklı, genç, aydın ve ezilenlerin kurtuluşu için hayatını feda etmiş bir devrimci olduğunu kabul ediyor. Ama tam da bu noktada farklı görüşler geliştiriliyor.

Che imajı, politik bilince sahip gençlere hâkim oluyor. Bu imaja göre Che, örnek alınacak bir isyancı, burjuvazinin yönelimlerini de, eski tip komünist öğretiyi de bürokrasiyi de reddeden, gerilla hayatı için olağan pratiklerini geride bırakan, bakanlık koltuğunu terk edip ormandaki karargâhına giden bir devrimci.

O uzun saçları ve sakalları yüzünden hippiler bile ona sahip çıktılar. Onun resmini ağaçlara, kâğıtlara işlediler. Renkli ışıklara konu oldu.

Bu Che imajının Stalinizm sonrası dönemin devrimcilerinin ve muhaliflerinin bir kahramanı olduğunu söylemek mümkün. Oysa bu yeni sol, birbirinden tümüyle farklı ideolojik unsurları içeren bir toplam. Şurası açık ki Che, bu solun tüm bileşenlerine cazip geliyor, ama görünüşe göre, orta sınıfa mensup gençlerin teşkil ettikleri bu hareketin önemli bir kısmını oluşturan romantik, liberter, avangart kesim için o, özel bir gücü ifade ediyor.

Esasında bu Guevara imajı (İngiliz romantizminin öncü isimlerinden Lord Byron’a atıfla) Bayrıncı değilse bile romantik bir imaj. Che’nin gerilla faaliyeti yürüttüğü Camiri şehri, altmışların Misolonki’si. Misolonki, Lord Byron’ın Yunanistan bağımsızlığı için geldiği ülkede bir hastalığa yakalanıp öldüğü yer. Dolayısıyla, bu kıyas doğru değil. Evet, Che devrimciydi ama baktığı yer, ölçü aldığı kişi Byron, Berkeleyli öğrenciler, hatta Bolívar değil, Lenin’di.

Bugün gene de Che’nin Bolşevik olma veya Bolşevizm alanına yakınlaşma sürecinde nasıl bir yol kat ettiğini bilemiyoruz. “Bolşevizm”, liberterizmin zıt kutbunda duran bir politik yaklaşım.

Che, Arjantin’deki üniversitesinde veya muhtemelen ilk evliliğinde girdiği Troçkist ortamda Marksizmden etkilenmiş olsa da o, Fidel’in seferine katıldığında Marksist olduğunu iddia etmiyordu. Kitaba bağlı veya değil, hiçbir komünist örgüte girmemişti. Kendi ifadesiyle, “kendiliğinden, biraz da şiirsel bir azimle”, tüm o tecrübesizliği ve düşüncesizliğiyle bir maceraya daldı. Ama gene de onun birçok yoldaşından daha Marksist olduğunu söylemek mümkün. Bu Marksizm, büyük olasılıkla onun Guatemalalı isimlerle kurduğu temasların ve onlarla birlikte edindiği deneyimlerin bir sonucu.

Che, Sierra Maestra’dan inanmış, fikrini netleştirmiş bir kişi olarak çıktı. Sanayi bakanı iken hiç kaçırmadığı okuma gruplarında Marksist yazına dair bilgisini geliştirdi. Bolşevizmle yolu farklı bir şekilde kesişti. Onu asıl etkileyen şey, temas kurduğu, haklarında pek fazla şey bilmediği komünist örgütler değildi. Muhtemelen Che, Çarlık Rusyası’nda veya Çin’deki bir devrimciyle aynı sonuçlara ulaşarak Bolşevik olmuştu.

Bolşevizmle yolunun kesişmesi, bir yanıyla stratejiyle alakalı bir meseleydi. Strateji konusunda kendisini Lenin’den çok Mao’ya yakın buluyor, onu bir üslup olarak tarif ediyordu. Bolşevizmin klasik üslubu, kendi sistemi içerisinde romantizm ve retorik karşıtı bir üsluptu. Başka bir ifadeyle Bolşevizm, etkili bir militanın kaslarını hareket ettirmeden önce acı verecek kararlar alma becerisinin, gerçeklik karşısında sakin kalmayı bilen bir beynin gerisinde (entelektüel) devrimciyi harekete geçiren ana motivasyon kaynağı olan, “sevgi denilen o büyük duygu”yu toprağa gömdü.

Bolşevizmin aklında sadece devrimi mesleki bir beceri olarak gören, o vasıflarının ve becerilerinin bir kısmını hayatına feda etmeye hazır olan, kahramanlığı yüceltmeden, işinde verimli olmaya çalışan (Brecht’in ifadesiyle, “ayakkabılarından çok ülkeleri değiştiren”) dinamik ve hareketli olan profesyonel devrimci vardı.

Korkuya kul-köle olmuş insanın gerillayla bir işi olamazdı. Bu nedenle, kaleme aldığı Küba Devrimci Savaşı’ndan Hatıralar kitabında korku meselesine hiç yer ayırmadı. Ona göre korku, “tehlikeyi ölçüp biçmeyen” Camilo Cienfuegos’un zayıf yanıydı. “O korkuyla oynadı, onu oyun gibi gördü. Matadorun boğayla oynaması gibi oynadı onunla. Camilo’yu kendi karakteri öldürdü.”

Ne var ki bu Hatıralar kitabı, kendi ölümüne sebep olan cesaretine dair hiçbir şey söylemiyor. Latin Amerika’da henüz inşa edilmemiş olan insani doğa konusunda verdiği tavize hiç değinmiyor. Ama Che, bir yandan da orada, silâhının bakımı konusunda gerekli ihtimamı göstermediği için pişman olduğunu söylüyor.

Bolşevizm, sert bir üsluptu. Guevara, kendisini sert bir adama dönüştürdü. Ona göre disiplinsiz, örgütsüz ve lidersiz isyan, beyhudeydi. Devrimci öncüye mensup kadrolar, üstlenecekleri görevlerin bir sınırı olduğunu anlamamışlarsa ve gerekli verimliliği ortaya koymuyorlarsa, bir işe yaramazlardı. Eylemlerinin herhangi bir olumlu sonuç üretmesi mümkün değildi.

Hatıralar kitabı, esas olarak şunu söylüyordu: coşku, tek başına yeterli değildir. Gerillalar, disiplin olmadan hayatta kalamazlar (disiplinsizlik ölümle cezalandırılmalıdır), devrimciler, kendi işleri konusunda pratik bilgiye sahip olmalı, gönüllü püritenizm üzre hareket etmelidirler. Oysa bu hususlar, birçok savaşçının isyan ordusuna katılmasını sağlayan gerekçelerle çelişen kabullerdi.

Devrimcilik, tam zamanlı icra edilmesi gereken bir işti. Boş geçen belirli kesitler haricinde devrimci, hayatın lütuflarına sırtını dönmeliydi. Genç bir Bodlerci olarak Guevara, kendisini bir püritene dönüştürdü, bir aydın olarak sadece mücadelenin ihtiyaçlarıyla ilgilendi. Bir aydın ve birinci sınıf bir akıl olarak Che, kendisini bıraktığında bile güçlü ve kontrol altındaki bir duyguyla hareket ediyordu. Klasik bir şairin elinden çıkacak düzyazılara imza attı.

Kültür ve sanat konusunda dile getirdiği o kısa ve net ifadelerde, onun birçok genç isyancı aydının sahiplendiği avangart sanata ve avangart politikaya sempati duymadığı görülüyor. Che, aynı zamanda “sosyalist gerçekçiliğin” karşısına doğalında nefret ettiği “özgürlük” anlayışını çıkartan bir isim de değildi. O, “yirminci yüzyılda açığa çıkan dekadans edebi akımına mensup olmak oldukça ciddi bir hataydı, ama bizim bu hatayı revizyonizme kapıları ardına kadar açma pahasına, aşmamız gerekiyor” diyendi.

Meselemizi kısaca özetlersek; devrimci solu kitaba bağlı-kitaba karşı, Kalvinist-Anabaptist, Jakoben-baldırıçıplak, Marksist-Bakuninci diye bölen o bitmek bilmeyen tartışmada Che, hep ilk taraftadır, ikinci tarafa karşıdır. Bu gerçek, hem genç isyancıların ve muhaliflerin hâkim olduğu ortamda bu kişilerin Che’yi sembollerden biri olarak belirlemiş, ona kitap karşıtı ve liberter damgası vurmuş olmaları, hem de ismiyle ilişkilendirilen gönüllü gerilla eyleminin sahiplendiği devrimci strateji ve taktiğin benimsenmiş olması sebebiyle örtbas edilmiştir.

Ama gene de Bolşevizmle arasındaki benzerlikler de görünür hâle gelmiştir. Hiç şüphe yok ki liberter gelenek de belirli ölçüde iradecilik içerir. Onun derdi, bireyi tarihsel veya önceden belirlenmiş kaderin prangalarından kurtarmaktır. Fakat öte yandan, Bolşevizmde Jakoben tarzı benimsemiş devrimcilere has özellikler de mevcuttur. Bu devrimciler, öznenin inisiyatifine, örgüte, liderliğe ve tarihsel düzlemde kaçınılmaz olanda tespit edilen, eylemi felç edecek kesinliklere karşı geliştirilecek strateji anlayışına vurgu yaparlar. 1914 öncesinde ve bugünde olduğu gibi bu tarihsel kaçınılmazlık, düşmanın kısa süre içerisinde çökeceği öngörüsünde bulunmamıza imkân vermemektedir.

Che, tıpkı Lenin gibi tarihsel materyalizme iman etmiş bir isimdi, ama Lenin bile gönüllü bir avuç seçkin ismin gerçekleştireceği silâhlı darbelerden yana olduğu için eleştirilmişti.

Che’nin romantik devrim okuluna karşı olan klasik okula bağlı bir isim olduğunu vurgulamak gereksiz. Bu açıdan, onun romantiklerce bir sembol olarak benimsenmesinin bir anlamı yok. Dolayısıyla, Hatıralar kitabının kapağı üzerine sıra dışı ve kitabın ana niteliğiyle alakası olmayan laflar etmek anlamsız. Che’nin yazılarında ve konuşmalarında kullandığı dil gerçekçi, sisteme bağlı, hatta pedagojik niteliği haiz, içeriği net bir dil. O hayranlık duyulacak ekonomi bilgisiyle örülmüş düzyazıları, her türlü jargondan, kişiye has gevezeliklerden uzak.

Neyse ki bu Hatıralar kitabı, tüm asarına başlamak için başvurabileceğimiz en iyi giriş çalışması değil. Kitap, bir tarih kitabından ziyade, sadece başkalarını sönüp gitmiş hatıraları karşısında kendi deneyimlerini öne çıkartmaları konusunda cesaretlendirmek için yazılmış, olaylara dair tutulmuş kişisel kaydı içeren bir çalışma. Tarih incelemesi için gerekli tüm hammadde, kitabın sağına soluna serpiştirilmiş. Dolayısıyla kitap, meselesini her yönüyle inceleyen yazılarını güçlü kılan sistemli düşünme pratiğinden yoksun.

Bu mütevazı ve parçalar hâlinde kaleme alınmış hatıratı yayıncısı farklı şekillerde, birkaç cilt hâlinde bastı. Tümü tarihsiz olarak aktarılan, Küba’daki gerilla mücadelesine ait deneyimle az çok bağlantılı olan bu yazıların çevirisi de pek güvenilir değil. Che, Küba’daki gerilla mücadelesi konusunda hem yanlış hem de kusurlu bir kitabı yayımlamak istemiş olamaz. Fakat gelgelelim, elimizde böylesine yanlış ve kusurlu bir çalışma var. Bu hatıratın editörlerinin giriş bölümünde görüş aktarmamış olmaları veya Che’nin hatıratla ilgili bir makalesine yer vermemeleri gerçekten üzücü bir durum. Örneğin kitaba Che’nin “Küba Devrimi’nin İdeolojisine Dair İnceleme İçin Notlar” isimli makalesi alınabilirdi.

Fakat ne kadar kusurlu olsa da kitap, bu kadar becerikli, açık fikirli, pratik, intihara kapalı bir devrimcinin yürüdüğü yolu neden bu şekilde sonlandırdığı konusunda önemli kimi ipuçları sunuyor. Hatıralar, ellilerin sonunda Kübalı isyancıları rahatlamaya sevk eden o sıra dışı durumu gözler önüne seriyor. İsyancılar, o dönemde sistemin çöküşün eşiğinde olduğunu, etkili olabilecek alternatif bir hükümeti kurmak için hazırlık yapmaları gerektiğini düşünüyorlar.

Guevara’nın Gerilla Savaşı kitabında tartıştığı teknik sebeplere bağlı olarak, güçlü örgütlere sahip olan şehirler, polise ve askere komuta eden yöneticileri deviremiyorlar. Öte yandan, yüzlerce gerilla, seksen ve yüz kırk kişinin teşkil ettiği iki ayrı birlikten oluşan, Las Villas’a sefer düzenleyen gerilla gücü, istikrarlı bir yapıya sahip olan rejimi gene de tehdit edemiyor. Ama bu güç, alternatif bir hükümet için gerekli çekirdek yapıyı oluşturdukları vakit önemli bir politik tehdit hâline geliyor. Herkes, bu güçle uzlaşmanın yolunu arıyor ama bunun için çok geç kalınıyor.

Fidel, şartları müzakere etmeyeceğini söylüyor, böylelikle düşman güçlere teslimiyetten başka bir seçenek bırakmıyor. Yanlış bir yaklaşım üzerinden, toplumsal devrimci olarak görülmeyen Fidel, eski devletin cesedini kucağında buluyor. Bu koşullarda devrimciler, stratejik ve taktiksel açıdan ayaklanma ile gerilla savaşı, müzakereyle uzlaşmazlık arasında tercih yapmak zorunda kalıyorlar. Bu noktada gerillalar zafer için yola koyuluyorlar, silâhlı ya da barışçıl, başka bir muhalefet biçiminin bulunmadığını söylüyorlar.

Buradan ABD’nin başka bir devrime izin vermeme kararlılığını bir yana koyacak olsak bile, farklı ve nispeten daha karmaşık bir nitelik arz eden politik koşullarda bu tipte bir gerilla gücünün aynı şekilde başarılı olacağını söyleyemeyiz. Fidel’in hareketinin sunduğu derslerin büyük bir kısmının genelde uygulanabilecek dersler olduğunu, Küba’da gerillanın sunduğu şablonun kullanılacak yegâne şablon, yürünen yolun tek yol olduğunu iddia edemeyiz.

Régis Debray’nin de kabul ettiği biçimiyle, Kübalı devrimciler, Vietnamlı devrimcilerden çok farklı bir yol yürüdüler. İkinci bir devrimin başarısı için bir gerilla gücüne ihtiyaç duyabileceğimiz Bolivya türü bir ülkede bu gücün ayaklanma sürecinin diğer odaklarına (foko) tabi olan bir rol oynama ihtimalinin yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Sonuçta gerillayı politik üst komutayla eşitlemek yanlış. Guevara’nın da tespit ettiği biçimiyle, “tarihin kabul etmeyeceği yegâne şey, proletaryanın politikasını analiz ve icra edenlerin yanlış yaptıkları gerçeğidir.”

Neyse ki Che öldükten sonra elde edilmiş olan bu başarı, onun bu açıklamasının yanlış olduğunu ispatladı. İrlanda’nın kurtulmasını sağlayan, Pearse veya Connolly’nin planlı bir biçimde gerçekleştirdiği feda eyleminde örneklenen devrimci hamle teorisi, genelde geçmişteki yenilgileri rasyonalize etmek için kullanılır. Guevara’nın yazılarında bu teoriye bağlı olduğuna dair herhangi bir işarete rastlanmasa da bu teorinin her zaman yanlış olmadığını söylemek gerekir.

Ölü Che, her ne kadar canlı Che’den farklı ve daha ufak bir politik güç olsa da bu vasfını hâlen daha koruyor. Che, herkese ilham veren önemli bir imaj ve model. O, sözleri ve eylemleri ciddiyetle incelenmesi gereken bir devrimci savaşçı ve düşünür. Davasına bağlı kişiler bile onu eleştirel incelemeye tabi tutmalı. Ama ne yazık ki ölümü sonrasında imajın gerçeği karartma riskiyle karşı karşıyayız. Bu ihtimal gerçekleşecek olursa vay hâlimize.

Eric Hobsbawm
Nisan 1968

[Kaynak: Viva La Revoción: Eric Hobsbawm on Latin America, Little Brown, 2016.]

0 Yorum: