28 Eylül 2024

,

Kızıl Karanfiller ve Beyaz Ritüeller

5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü yaklaşıyor. 

Filistin’de öğrenciler, akademisyenler, öğretmenler, şairler, sanatçılar katlediliyor ve okullara saldırılar düzenleniyor. Dünya halkları ve ülkemiz halklarının muhafazakâr kesimi bir yıla yakın süren bir boykotu geliştiriyor.

Ayşenur Ezgi Eygi adlı genç bir kadın, dayanışmak için gittiği Filistin’de Siyonistler tarafından katledildi. Kendisi yurtdışında üniversiteyi yeni bitirmiş sosyalist bir insan, bir karanfil artık diğer kızıl karanfiller gibi. Karanfil kendini kanattığı için kızıldır, o kızıl kanı da tomurcuğunun içinde saklar.

5 Ekim, aynı zamanda Aksa Tufanı’nın başlangıcından birkaç gün öncesine denk geliyor, bu Ekim’de onurlu Filistin halkının direnişi bir yılı buluyor.

Filistin’de öğretmen ve öğrenciler katledilirken eğitim emekçileri de kitlesel grevlere çıkıyor fakat ülkemizde böyle bir durum yok. Bizde Eğitim Sen, enternasyonalist eğitimci dayanışmasını savunduğunu iddia ediyor ama Filistinli öğrenci ve öğretmenler konusunda sessiz. Siyonistlerin konsolosluğu önünde henüz bir açıklama yapmış değil.

Eğitim Sen, 5 Ekim’e hazırlanıyor. Sendikanın İstanbul şubeleri kokteylli alkollü tekne gezileri ve Taksim Hill Otel’de kokteyl düzenleyeceğini duyuruyor. Şubelerin durumu bu. Ekonomik kriz ve sömürü koşullarında öğretmenler kiralarını ödemekte ve ev bulmakta zorlanırken, Filistinli öğretmenler katledilirken lüks otellerde ve teknelerde 5 Ekim kokteylleri düzenleyip kutlama yapmak sınıfla ve enternasyonalistlikle, hatta vicdanla ilgili bağı kesmek demektir. Kitlelerin “Geçinemiyoruz!” haykırışını göstermelik basın açıklamalarıyla kitleden kopuk, geçiştirme politikasıyla kokteyl aynı cümlede bağdaşmıyor.

Öncelikle Taksim’in emekçi sınıflar ve egemenler açısından birbirine karşıt anlamları var. 1 Mayıs’ları Taksim’de kutlamak için canla ödenmiş bedeller var. İngilizcede “Tepe” anlamına gelen “Hill” sözcüğünün Taksim’de bir otelin adı olması ve bu otelde kokteyl düzenlenmesi emekçilerin ortak hafızasını alkolle ve yozlaştırmayla silme taktiğidir.

1 Mayıs 77’de bir otelin ve Sular İdaresi’nin “tepesinden” açılan ateşle işçiler emekçiler katledildi. İnsan, kavramlarla düşünür ve hayatı algılar. Kavramlar manipüle edildiğinde, zihnin düşünme biçimi, değerler ve davranışlar dönüşüme uğrar. Diğer yandan, teknede ve otellerde düzenlenen alkollü kokteyller, burjuvaya olan özentinin ve imrenmenin yansımalarıdır. Kitle, kendi sınıfsal gerçeğini unutup sınıf atlamaya çalıştığında hem ideolojik bunalıma girer hem de sosyal sınıfsal özünden kopuş yaşar.

Otelin çalışanı işçi ve emekçilerin dünya öğretmenler gününde civardaki okullarda eğitim gören öğrencilerinin öğretmenlerine alkol için servis yapıp ter dökmeleri, hem öğretmen ile emekçi halk hem öğretmen ile veli hem de “Geçinemiyoruz” düzleminde öğretmen ve işçi sınıfı arasındaki kopuşun gün yüzüne çıkmasıdır. Öğretmenin bireysel yaşam biçimi kendisinin sorumluluğundadır fakat burada kitlesel bir kutlama vardır, lüks otel ve teknelerde alkol alındığının gösterilmesi hiçbir şekilde sınıfa samimi gelmez. Beyazlaşma ve sterilizasyon, burada bir kez daha devreye girer.

“Motorları maviliklere sürüp, dostların arasında güneşin sofrasında olup, hoş geldin kokteyli düzenleyip” ardından alkol partisine geçmenin hiçbir şekilde sınıf kültürüyle ve sendikal gelenekle ilişkisi olamaz. Alkol, girdiği yeri kirletir, kişiyi bilinç durumundan uzaklaştırır, değerlerin ve ilişkilerin yanlış davranış biçimleriyle yozlaşmasına yol açar. Bu yaşanan çarpıklık, tam olarak burjuva ahlakının, yaşam biçiminin ve kültürünün sömürülen sınıflara aşılanmaya çalışılmasıdır. Burjuvazinin ve egemenlerin kitleyi manipüle etme yöntemlerine ortak olup onu sınıfa ve kitleye taşımak hiçbir şekilde kabul edilemez.

Hafta sonu sınav görevlerine giden öğretmenler var, geçinebilmek için fakat Eğitim Sen’in sınav ücretlerine dair bir mücadelesi yok. Tüm gün süren uygulamalı sınavlar var fakat yine sendikadan ses yok. Eğitim-öğretime hazırlık ödeneğinin yıllardır düşük tutulması karşısında sendikadan yine ses yok.

Öğretmenin yıllık internet aboneliği ücreti bile bu ödeneği aşıyor, cep telefonu faturası hesabı katılmadığı hâlde. Öğretmenin herhangi bir yol ve yemek ücreti ödeneği, yemekhane imkânı yok. Kira ve barınma konusunda sendikanın ne bir kooperatif girişimi ne de bir çadır eylemi var. Zincir marketler ve enerji şirketlerinin emekçilerin sırtına yüklediği yüksek faturalar karşısında sendikanın bir eylemi ve sendikal programı yok. Buraya kadar olup da alınmayan haklar ekonomik. Buna emeklilik yaşının 65 olması karşısında çıkarılamayan ses de eklenebilir. MESEM’e bağlı iş yerlerinde bir yılda on civarı çocuğun can vermesi karşısında da sendikanın bir eylemi yok.

E-sınavlarda öğretmenin yüz tarama sisteminden, merkezi sınavlarda kameralar eşliğinde öğretmenin üstünün aranıp itibarsız duruma düşürülüp mahremiyetinin ihlal edilmesi karşısında geliştirilmesi gereken “öğretmenlik onuru” söylemine rastlamıyoruz. Mobbing, her geçen ivme kazanırken, öğretmenin bir emekçi olarak onurunu korumaya yönelik bir sendikal mücadele hattı yok. Bu olmadığı gibi TTB ile birlikte düzenlenen mobbing seminerleri ve panelleri de yok. Öğretmenin çalışmalarını sunacağı bir sendika dergisi yok, varolan dergi de akademisyenlere yönelik, puan toplama sistemine uygun bir yayın. Kadın bültenleri ve süreli yayınları/dergileri var. Yokları saydık, sendikanın neleri var?


Sendikanın ritüelleri ve buna uygun takvimi var. Her yıl 5 Ekim’de tekne gezintileri ve otelde kutlamaları var. Sendika kuruluş yıldönümünde kokteylleri var. Şube’de kutlanan Newroz’a eklenen alkol serbestisi var. 21 Şubat ana dil gününde sınıf defterine yazılması çağrısı yapılan ana dil konulu ders planı var. Belediyelere atanan ya da atanacak olan kayyum için protesto eylemi var. Depremlerde, yangınlarda ve sellerde yaşamını yitirenler için pencerede ve meydanda mum yakma “eylemi” var. Üyesinin tepkisini itidal etmek için belirli periyotlarla düzenlenip şube yöneticileri dâhil 20 üyeyi aşmayan sendika şube toplantısı var.

Toplulukta eleştiriyi kabullenmediklerinden şube toplantısına çağırırlar, düşük katılımlı toplantıda eleştirileriniz hiçbiri genel merkeze iletilmez. Genel merkez yöneticisine doğrudan bildirdiğiniz eleştiri sumen altı edilecek şekilde dinlenir ya da ajandaya yazılır ama genel merkez toplantısına ulaşmaz, ulaştırılmaz. İşyeri ve okul panolarına eğitim ve sınıf gündemi olmayan afişlerin basılması var. Eleştiren üyeyi “sekter, bozguncu, hizip, ulusalcı, şoven, eril, Kemalist” ilan etme var. Her yıl okulların kapandığı gün il milli eğitim müdürlükleri önüne gidip “MEB’e karne verme” eylemi var. Kadınlara özel atölye, kitap okuma etkinliği ve eylem düzenlenmesi var. Yoga, sirtaki, beden, dans, İngilizce atölyeleri var. Çok şey var ama ortada sendikal bir durum yok.

Tekrar 5 Ekim kokteyline ve kutlamalarına dönersek, bölgedeki şubelerin etkinliklerinde alkol alınmadığı ve kendi yerel kültürlerine uygun etkinlikler düzenlendiği görülecektir. Radikal demokrasi hareketinin sendikal anlayışı ve yönetim biçimi bölgeler arası farklılığa bağlı şekilde gelişir. Bölge şubelerinde halkın değerleri ve hassasiyetleri gözetilirken, batı şubelerinde yozlaştırıcı ve AB tandanslı etkinlikler düzenlenir. Bunun tek sorumlusu, radikal demokrasi hareketidir.

2014 Kobane sürecinde bölge illerindeki sendika şubeleri “süreç ve sürecin hassasiyeti gereği” kutlama etkinlikleri yapmamıştı. Bu örnek bile radikal demokrasi hareketinin alkollü-alkolsüz tekne ve otel kutlamalarının kararını bürokratik şekilde tepeden aldığını ve üye inisiyatifini ölçüt almadığını gösterir. Bu durum bile batı şubelerini ayrı bir sendikasızlaştırma, üyeyi apolitize-depolitize etme politikasının emperyalizm adına yürütüldüğünün kanıtıdır. Tepeden başlatılan yozlaştırma pratikleri, zaman içinde “gelenek” hâlini alarak üye talebine dönüşüyor. Tıpkı Cesur Yeni Dünya romanında günlük uyuşturucu, sakinleştirici tableti geç dağılan işçilerin “kargaşa” çıkarmasında olduğu gibi. Bu kokteyller de zamanla bir kesim üye profilinin talebine dönüşüyor çünkü depolitize edilen sendikada ideolojisiz liberal üye profili oluşturmak hedefleniyor.

Sendika, onlar için ülke siyasetinde bir taraftar, sivil toplum kuruluşu ve egemenlerle “pazarlıkta” el güçlendirici yapı olarak görülüyor. Sendikacılık yapılması doğrudan engelleniyor. Sınıf dinamiği ne zaman harekete geçse sendikanın gündemine kimlik politikaları dayatılıyor. Diğer sol çevrelerin de “sınıf mücadelesiyle kimlik-demokrasi-barış mücadelesi sendikalarda at başı gitmelidir” söylemi, bu zemini daha da güçlendiriyor.

Bir sendika sadece sınıf hareketidir. Üyesini ekonomik, siyasi ve ideolojik mücadeleye hazırlar. Sendikaların sivil toplum kuruluşu ya da siyasi parti olmak gibi misyonu yoktur, olamaz. Bu politikaların mücadelesinin verileceği yer siyasi partidir. Sendika siyaset yapar, yapmak zorundadır fakat bu, sınıf siyasetidir, çünkü her sınıf mücadelesi aynı zamanda ideolojik-politik mücadeledir.

5 Ekim’de içilecek şarap, Filistinli çocukların ve öğretmenlerin kanıdır. O gün içilecek bira, burjuvazinin ve Siyonistlerin uyuşturucusudur.

Söylem değil, hayat son derece sert ve acımasız işliyor. Her gün kendimizi ideolojik olarak yenilememiz gerekiyor, her gün ideolojik-politik ikna yeteneğimizi ve gücümüzü geliştirmemiz gerekiyor.

Eyleme 20, tekne gezisine ve otel kokteyline 300 üyenin geldiği hiçbir sendika şubesinin sendikacılık yaptığı söylenemez. Bu bağlamda, tüm üyelerimize çağrımız, bu etkinliklere gidilmemesi ve bu etkinliklerin kendi sınıfsal gerçekleri ve gerekçeleri düzleminde sendika bürokratlarının eleştirilmesi yönündedir. O teknelerde lise öğrencilerinin organizasyon ekibinde yer alarak okul çıkışı çalıştığı da unutulmamalıdır. Öğretmenin mücadelesi, o öğrencilerin ve ailelerinin emeğiyle yeniden bağ kurmalı, o bağ ile varolabilmelidir.

S. Adalı
28 Eylül 2024

0 Yorum: