13 Eylül 2024

,

Yedi Uyurlar

Yedi Uyurlar anlatısında bir mağarada uyuyakalan yedi kişi ve bir köpeğin üç yüzyıl sonra uyanınca ekmek almak için ceplerindeki paranın geçmediği ve üç yüzyıldır uyuduklarının farkına vardıkları aktarılır. Bugün o paranın artık tedavülden kalktığını söyleyen esnaf, ülkemiz soludur. Kabul etmediği para da arkeolojik değere dönüştürülen ama aslında kendilerini var eden koşulları üreten ideoloji ve mücadele tarihidir.

Ülkemizde farklı dönemin egemenleri, sömürünün devamı için yeni hapishaneler kurar, bu yönüyle cezaevlerinin yenisi de eskimeyen bir amacı taşır: toplumsal dinamikleri yeniden dizayn etmek.

Sabahattin Ali ve Nazım Hikmet, Sinop ve Bursa cezaevlerinde tutulur. 51 Tevkifatı’nın sorgu merkezi Sansaryan Han’dır, 70’li yıllara kadar yürürlüktedir. Sonraki dönem Mamak, Maltepe devreye girer.

12 Eylül gelince 74 Affı uzun bir süreliğine tekrar getirilmez, bunun nedeni açıklanacak olup darbecilerin yeni cezaevi sembolleri Metris, Mamak, Diyarbakır olur. 74 Affı, 91’de güncellenir. Yeni bir denge kurulurken sömürüyle mücadele edenlerin yeri Bayrampaşa, Ümraniye, Buca, Ulucanlar olur. Bu da yetmeyince 19 Aralık 2000 tarihi geldiğinde alfabeden seçilen harflerle yeni hücre tipi cezaevleri yapılır. O da yetmeyince alfabeden yeni seçilen harflerle kuyu tipi cezaevleri yapılır. Cezaevinin önceki durağı da Ankara Dal, Gayrettepe gibi sorgu merkezleri olur. Bu yetirememenin tek nedeni, Kaplan Kafesleri'ni bilen dünya halklarının direncini kırmaktır. Direncin sınandığı yerler bugün için meydanlar değil, cezaevleridir. Meydanda çok olunup cesaret güçlenebilir ama bugünkü yeni tip cezaevlerinde tek başına kalan bir insanın direncini ideolojisi belirler. O direnç kırıldığında halkın direnci kırılır, mücadele geriler.

Yazının konusu 12 Eylül, ama konuya bu şekilde giriş yapmak gerekiyordu. Takvimler 11 Eylül 1980’i gösterdiğinde, sokaklarda kavga sürüp duvarlarda sınıfsız sömürüsüz bir düzen iddiasına dayanan, bedel ödenerek yazılmış sloganlar varken 12 Eylül’de solun iddia ettiği “üzerimizden silindir gibi geçti” diyenler, aslında bugünkü reformist ve liberal sol çevreler. 

Acaba darbeyi Kemalist askerler mi yapmıştı! Bütün beklenti buydu, kaldı ki onlar yapsa neden sizi toplu halde tutuklasın, Gayrettepe’de öjeni ve nöroloji deneylerini sizin üzerinizde düzenleyip “bilimsel” konferanslar versinler?

Aynı sol çevreler önce direniş göstermedi, sonra sendikacılarla birlikte tek tip elbise giydi, daha sonra mahkemelerde “Biz dergi çevresiyiz” dedi ve doksanların başında salıverildiler. 74 Affı geçilmişti onlar için. O arada emekçi halk için yeni bir düzen inşa edilmişti.

Bu tarihler önemlidir sol ve emekçiler için. Reformistler, parti kurmadan önce de reformistlerdi. 74 Affı geldiğinde dışarı çıkan şeflerin yaptığı ilk şey, sol dinamizmi kendi çevresinde toplamak oldu fakat geldikleri gelenekleri tasfiye ederek. Bu çevrelerin çapını ve çizgisini pergelle ölçen egemenler, bir sonraki darbenin güvencesini almışlardı. Bu arada mahalleler bu sollara bırakıldı, çoğu da gecekondulardı. Şimdi sol, kondu kurarak inşa ettiği mahallenin kentsel dönüşüm adı altında mahalle halkının göçe zorlanmasına engel olamadığı gibi CHP’li avukatlar eşliğinde halka erik dalı oynatıyor. O gecekonduları halk kursaydı, Tokatköy’deki gibi yıkım ekibine halk direnirdi. Solun kurduğu, mülkiyetine aldığı mahallelerde halk da yıkımı durdurması için soldan medet umuyor fakat o sol, kira zengini oldu.

Üniversiteler, geçen yıl halkın ziyaretine açıldığında en çok tepkiyi veren sol oldu. Kampüse ve dersliklere gelip gezen Ülkü Ocağı taraftarlarına tepki gösterilse de asıl neden, halkı kampüse layık görmemekti. Bu solun faşizmle kavga gibi bir derdi olamaz. Aynı Ülkü Ocakları’ndan yetişme hocalara ve faaliyetlere ne okullarda ne kampüslerde karşı koyabilirler. Eğitim-Sen, zoraki yere ve tabandaki birkaç onurlu üyenin baskısıyla “okullarda siyasi propaganda afişleri olmasın” derken şimdi CHP, liselerin duvarlarına afiş asıyor ama sol örgütler CHP’de ilericilik görüyor. Sorun, mülkiyet ve rekabet kavgası, ilkesel bir duruş yok ortada.

Solcu sahaf-kafe, Nihal Atsızcılara etkinlik için alan sağlayıp sonra HDP için seçim çalışması yapıyorsa, Birgün gazetesi Kavala’dan aldığı parayla gazeteyi ayakta tuttuğunu söylüyorsa, Evrensel gazetesi kendi siyasi çevresinin düzenleyemediği mitingi CHP yapınca onu güzelliyorsa ve gazetede emperyalistperverlere ve burjuvaziye proje danışmanlığı yapanlara köşe veriyorsa, bu solu 74 Affı ve 12 Eylül üretmiş demektir.

Bugün sol diye alanı bunlar dolduruyor. Yayınevleri, gazeteleri, sanatçıları, parti büroları, bar-meyhane-kafeleri (böyle şeyler de var) hiçbir baskı, baskın ve kapatılma sürecinden geçmiyorsa, ortada bir sol ve parti yok demektir.

12 Eylül üzerine çok yazı yazıldı ve yazılacak ama asıl gerçek, 71-72 sürecinin ardından gelen cezaevine kapatılma ve idamlar gerçeği varken 1-2 yıl sonra egemenlerin siyasiler için af çıkarmasıdır.

1974, 12 Eylül 1980, 19 Aralık 2000, Temmuz 2016 OHAL’i, 2007-2008 ekonomik kriz süreci solun sınav tarihleridir. Her darbe sürecinin ardından gelen af yasaları, sola yeni bir liberalleşme alanı açıp halkın sınıf mücadelesinin önünü kesmek içindir.

29 Aralık Grevi, 10 Ekim, Barış Akademisyenleri’nin imza metni onları yönlendiren solun, ideolojiyi ve mücadeleyi tasfiye sürecinin mimarlığının sonucudur. Mahkemelerde “biz dergi çevresiyiz” diyen şefler affedilirken tabandaki insan idam edilir, grev kararı alan sendika yönetimine bir zarar gelmez ama kamu emekçisi ihraç edilir, sendika başkanları HDP’den vekil adayı olur ama egemenler için bu durum kendi iç tutarlılıklarına “ters” şekilde, nedense(!) organik bir bağ ya da iltisak-irtibat sayılmaz. O zaman OHAL süreci de 12 Eylül gibi sola yeni alanlar ve mevkiler açılsın diyedir, reformist bir solun tesis edilmesi içindir.

Bugünkü bu sol riyadan ibarettir. Narin’i politik gerekçe yapar ama Filistin’de katledilen bebekler için sesini çıkarmaz. Trans birey, burjuva kadın ve LGBT için sokağa iner ama Filistin’de katledilen kadınların adını anmaz. Mücadeleci ve enternasyonalist kadın dayanışması diye IŞİD’e karşı mücadeleyi savunur ama Filistin’e gidip orada katledilen Ayşenur’u anmaz.

Son olarak söylemek gerekirse 12 Eylül de saydığımız süreçler de çelişkilerle yüklü ülkemizde reformizme alan açmak için yapılmıştır. Bu yüzden, anlatılanın aksine, üzerinden geçmek isteyen silindirin tekerine 12 Eylül’den itibaren çomak sokanlara, direnç çiçeklerine, tek tipe, insansızlaştırmaya, yozlaştırmaya direnerek emekçi halka umut olmak için bugüne kadar bedel ödeyenlere selam olsun.

Nasıl ki Şahin Bey adını alan Mehmet Sait, Elmalı Köprüsü’ndeyken Fransız birliklerinin karşısında geri çekilmeyi öneren arkadaşlarına, “Ben Ayıntablılara söz verdim, sözümden dönersem nasıl yüzlerine bakarım!” diyerek düşmanın, bedenini parçalanmasını göze aldıysa 12 Eylül’lere her koşulda direnenler de aynı kararlılığı gösterdiler.

Bugünkü sol, 11 Eylül günü duvarlara yazdığı yazıyı sahiplenmeyen ve halkına verdiği sözü tutmayan reformistlerdir. Anadolu’nun emekçi halkının da bunların peşinden gitmeme nedeni budur çünkü güvenilen dağlara kar yağmıştır. Bugünkü şeflerden biri, mahkemelerde dergi çevresi olduğunu söyleyenlerdendir. Kendisiyle yapılan söyleşide yurt dışına kaçamadığı için moralinin bozulduğunu, darbeci generallerden birinin anılarında kendilerine minnettar olunduğunu söylüyor. Darbeci generalin en büyük kaygısının bu şefin ve çevresinin elindeki kitlesel güçle halkı darbeye karşı sokağa çağırmak olduğunu, böyle bir durumda darbecilerle halkın karşı karşıya geleceğini fakat “çok şükür” böyle bir çağrının yapılmadığını söylüyor. O yüzden bu sollar hiçbir zaman bir Allende çıkaramaz.

S. Adalı
12 Eylül 2024

0 Yorum: