Yedi
Uyurlar anlatısında bir mağarada uyuyakalan yedi kişi ve bir köpeğin üç yüzyıl
sonra uyanınca ekmek almak için ceplerindeki paranın geçmediği ve üç yüzyıldır
uyuduklarının farkına vardıkları aktarılır. Bugün o paranın artık tedavülden
kalktığını söyleyen esnaf, ülkemiz soludur. Kabul etmediği para da arkeolojik
değere dönüştürülen ama aslında kendilerini var eden koşulları üreten ideoloji
ve mücadele tarihidir.
Ülkemizde
farklı dönemin egemenleri, sömürünün devamı için yeni hapishaneler kurar, bu
yönüyle cezaevlerinin yenisi de eskimeyen bir amacı taşır: toplumsal
dinamikleri yeniden dizayn etmek.
Sabahattin
Ali ve Nazım Hikmet, Sinop ve Bursa cezaevlerinde tutulur. 51 Tevkifatı’nın
sorgu merkezi Sansaryan Han’dır, 70’li yıllara kadar yürürlüktedir. Sonraki
dönem Mamak, Maltepe devreye girer.
12
Eylül gelince 74 Affı uzun bir süreliğine tekrar getirilmez, bunun nedeni
açıklanacak olup darbecilerin yeni cezaevi sembolleri Metris, Mamak, Diyarbakır
olur. 74 Affı, 91’de güncellenir. Yeni bir denge kurulurken sömürüyle mücadele
edenlerin yeri Bayrampaşa, Ümraniye, Buca, Ulucanlar olur. Bu da yetmeyince 19
Aralık 2000 tarihi geldiğinde alfabeden seçilen harflerle yeni hücre tipi
cezaevleri yapılır. O da yetmeyince alfabeden yeni seçilen harflerle kuyu tipi
cezaevleri yapılır. Cezaevinin önceki durağı da Ankara Dal, Gayrettepe gibi
sorgu merkezleri olur. Bu yetirememenin tek nedeni, Kaplan Kafesleri'ni bilen
dünya halklarının direncini kırmaktır. Direncin sınandığı yerler bugün için
meydanlar değil, cezaevleridir. Meydanda çok olunup cesaret güçlenebilir ama
bugünkü yeni tip cezaevlerinde tek başına kalan bir insanın direncini ideolojisi
belirler. O direnç kırıldığında halkın direnci kırılır, mücadele geriler.
Yazının konusu 12 Eylül, ama konuya bu şekilde giriş yapmak gerekiyordu. Takvimler 11 Eylül 1980’i gösterdiğinde, sokaklarda kavga sürüp duvarlarda sınıfsız sömürüsüz bir düzen iddiasına dayanan, bedel ödenerek yazılmış sloganlar varken 12 Eylül’de solun iddia ettiği “üzerimizden silindir gibi geçti” diyenler, aslında bugünkü reformist ve liberal sol çevreler.
Acaba darbeyi Kemalist askerler mi yapmıştı!
Bütün beklenti buydu, kaldı ki onlar yapsa neden sizi toplu halde tutuklasın,
Gayrettepe’de öjeni ve nöroloji deneylerini sizin üzerinizde düzenleyip “bilimsel”
konferanslar versinler?
Aynı
sol çevreler önce direniş göstermedi, sonra sendikacılarla birlikte tek tip
elbise giydi, daha sonra mahkemelerde “Biz dergi çevresiyiz” dedi ve doksanların
başında salıverildiler. 74 Affı geçilmişti onlar için. O arada emekçi halk için
yeni bir düzen inşa edilmişti.
Bu
tarihler önemlidir sol ve emekçiler için. Reformistler, parti kurmadan önce de
reformistlerdi. 74 Affı geldiğinde dışarı çıkan şeflerin yaptığı ilk şey, sol
dinamizmi kendi çevresinde toplamak oldu fakat geldikleri gelenekleri tasfiye
ederek. Bu çevrelerin çapını ve çizgisini pergelle ölçen egemenler, bir sonraki
darbenin güvencesini almışlardı. Bu arada mahalleler bu sollara bırakıldı, çoğu
da gecekondulardı. Şimdi sol, kondu kurarak inşa ettiği mahallenin kentsel
dönüşüm adı altında mahalle halkının göçe zorlanmasına engel olamadığı gibi CHP’li
avukatlar eşliğinde halka erik dalı oynatıyor. O gecekonduları halk kursaydı,
Tokatköy’deki gibi yıkım ekibine halk direnirdi. Solun kurduğu, mülkiyetine
aldığı mahallelerde halk da yıkımı durdurması için soldan medet umuyor fakat o
sol, kira zengini oldu.
Üniversiteler,
geçen yıl halkın ziyaretine açıldığında en çok tepkiyi veren sol oldu. Kampüse
ve dersliklere gelip gezen Ülkü Ocağı taraftarlarına tepki gösterilse de asıl
neden, halkı kampüse layık görmemekti. Bu solun faşizmle kavga gibi bir derdi
olamaz. Aynı Ülkü Ocakları’ndan yetişme hocalara ve faaliyetlere ne okullarda
ne kampüslerde karşı koyabilirler. Eğitim-Sen, zoraki yere ve tabandaki birkaç
onurlu üyenin baskısıyla “okullarda siyasi propaganda afişleri olmasın” derken
şimdi CHP, liselerin duvarlarına afiş asıyor ama sol örgütler CHP’de ilericilik
görüyor. Sorun, mülkiyet ve rekabet kavgası, ilkesel bir duruş yok ortada.
Solcu
sahaf-kafe, Nihal Atsızcılara etkinlik için alan sağlayıp sonra HDP için seçim
çalışması yapıyorsa, Birgün gazetesi Kavala’dan aldığı parayla gazeteyi
ayakta tuttuğunu söylüyorsa, Evrensel gazetesi kendi siyasi çevresinin düzenleyemediği
mitingi CHP yapınca onu güzelliyorsa ve gazetede emperyalistperverlere ve
burjuvaziye proje danışmanlığı yapanlara köşe veriyorsa, bu solu 74 Affı ve 12
Eylül üretmiş demektir.
Bugün
sol diye alanı bunlar dolduruyor. Yayınevleri, gazeteleri, sanatçıları, parti
büroları, bar-meyhane-kafeleri (böyle şeyler de var) hiçbir baskı, baskın ve
kapatılma sürecinden geçmiyorsa, ortada bir sol ve parti yok demektir.
12
Eylül üzerine çok yazı yazıldı ve yazılacak ama asıl gerçek, 71-72 sürecinin
ardından gelen cezaevine kapatılma ve idamlar gerçeği varken 1-2 yıl sonra
egemenlerin siyasiler için af çıkarmasıdır.
1974,
12 Eylül 1980, 19 Aralık 2000, Temmuz 2016 OHAL’i, 2007-2008 ekonomik kriz
süreci solun sınav tarihleridir. Her darbe sürecinin ardından gelen af yasaları,
sola yeni bir liberalleşme alanı açıp halkın sınıf mücadelesinin önünü kesmek
içindir.
29
Aralık Grevi, 10 Ekim, Barış Akademisyenleri’nin imza metni onları yönlendiren
solun, ideolojiyi ve mücadeleyi tasfiye sürecinin mimarlığının sonucudur.
Mahkemelerde “biz dergi çevresiyiz” diyen şefler affedilirken tabandaki insan
idam edilir, grev kararı alan sendika yönetimine bir zarar gelmez ama kamu
emekçisi ihraç edilir, sendika başkanları HDP’den vekil adayı olur ama
egemenler için bu durum kendi iç tutarlılıklarına “ters” şekilde, nedense(!)
organik bir bağ ya da iltisak-irtibat sayılmaz. O zaman OHAL süreci de 12 Eylül
gibi sola yeni alanlar ve mevkiler açılsın diyedir, reformist bir solun tesis
edilmesi içindir.
Bugünkü bu sol riyadan ibarettir. Narin’i politik gerekçe yapar ama Filistin’de katledilen bebekler için sesini çıkarmaz. Trans birey, burjuva kadın ve LGBT için sokağa iner ama Filistin’de katledilen kadınların adını anmaz. Mücadeleci ve enternasyonalist kadın dayanışması diye IŞİD’e karşı mücadeleyi savunur ama Filistin’e gidip orada katledilen Ayşenur’u anmaz.
Son
olarak söylemek gerekirse 12 Eylül de saydığımız süreçler de çelişkilerle yüklü
ülkemizde reformizme alan açmak için yapılmıştır. Bu yüzden, anlatılanın
aksine, üzerinden geçmek isteyen silindirin tekerine 12 Eylül’den itibaren
çomak sokanlara, direnç çiçeklerine, tek tipe, insansızlaştırmaya,
yozlaştırmaya direnerek emekçi halka umut olmak için bugüne kadar bedel
ödeyenlere selam olsun.
Nasıl
ki Şahin Bey adını alan Mehmet Sait, Elmalı Köprüsü’ndeyken Fransız
birliklerinin karşısında geri çekilmeyi öneren arkadaşlarına, “Ben Ayıntablılara
söz verdim, sözümden dönersem nasıl yüzlerine bakarım!” diyerek düşmanın,
bedenini parçalanmasını göze aldıysa 12 Eylül’lere her koşulda direnenler de
aynı kararlılığı gösterdiler.
Bugünkü
sol, 11 Eylül günü duvarlara yazdığı yazıyı sahiplenmeyen ve halkına verdiği
sözü tutmayan reformistlerdir. Anadolu’nun emekçi halkının da bunların peşinden
gitmeme nedeni budur çünkü güvenilen dağlara kar yağmıştır. Bugünkü şeflerden
biri, mahkemelerde dergi çevresi olduğunu söyleyenlerdendir. Kendisiyle yapılan
söyleşide yurt dışına kaçamadığı için moralinin bozulduğunu, darbeci
generallerden birinin anılarında kendilerine minnettar olunduğunu söylüyor.
Darbeci generalin en büyük kaygısının bu şefin ve çevresinin elindeki kitlesel
güçle halkı darbeye karşı sokağa çağırmak olduğunu, böyle bir durumda
darbecilerle halkın karşı karşıya geleceğini fakat “çok şükür” böyle bir
çağrının yapılmadığını söylüyor. O yüzden bu sollar hiçbir zaman bir Allende
çıkaramaz.
S. Adalı
12 Eylül 2024
0 Yorum:
Yorum Gönder