20 Eylül 2024

,

Burjuvazinin “İnsan Doğası” Kavramı ve Pragmatizm

Feodal çağda din ve din adamlarının hegemonyası ve onların idealist felsefesi, benimsedikleri metafizik yöntemi, hiçbir şeyin değişmediğini, dönüşmediğini, durağan ve açıklanamaz olduğunu iddia eder ve kadere boyun eğmenin mevcut düzenin en iyisi olduğunu, eğer mevcut düzen bozulur ise bu yaşananın insanın doğasına uymayacağını, uygun olmayacağını söyler.

Bu felsefe, insanın ve toplumun doğasına uygun olarak, ezenin ve ezilenin, zengin ve fakirin, aç ve tokun normal olduğu üzerinde durur, çelişkileri insan doğası anlayışı üzerinden açıklar ve bu çelişkileri normallaştirir.

Peki nedir bu insan doğası? Kavramın bilimsel açıklaması nedir? Yoksa insanın doğası denilen şey egemenlerin özel mülkiyetini ve sistemini korumak için uydurduğu bir kavram mıdır? Ya da bu kavram, eğer bir karşılığı varsa bile egemenler tarafından pragmatik bir şekilde mi yorumlanıyor?

Feodal çağdaki bu idealist metafizik yöntem, bugün burjuvazinin yeminli kadrolu elemanları tarafından da kullanılan bir felsefe ve yöntem.

Burjuvazinin yeminli elemanları, düzenli, planlı bir üretimin olmayacağını, insanın doğasına uymadığını söylüyor ve bunu en az kendisi kadar saçma, hiçbir ampirik deneysel bilimsel bir yanı olmayan tezler sunarak işin içinden sıyrılıp burjuvazinin özel mülkiyet anlayışına, ekonomisine, siyasetine biraz daha yaşaması için suni teneffüs yapıyor. Sanki kitlelerin maddi yaşam koşullarını ve onların düşünselliğini onlar belirlemiyormuş gibi “insan doğası da insan doğası” deyip duruyorlar. Örneğin “eğer insanları çalışmaya zorlamazsak, insanlar insan doğaları gereği çalışmaz ve üretmez” diyorlar.

Bu söylemin tarihte karşılığı yoktur, onun edebi bir metinden öteye gidemeyen bir savdan ibarettir. Ve hadi kısa süreliğine de olsa insan doğası kavramı ile düşünelim ve şunu soralım: Madem insanlar belli özellikleri ile kodlanarak doğmuştur, bu, onun doğasında vardır. O zaman bir yoksul veya en geniş anlamda en temel yaşam haklarından mahrum (edilen!) bir kişi, yapmış olduğu hırsızlıktan sorumlu tutulamaz. Zira o, insan doğası gereği, içinde barındığı yaşama güdüsü ile hareket ediyor ve yaşaması için gerekli olanı alıyor. Ama bu sefer burjuvazi ve onun sadık savunucuları liberaller, nefret ve öfke ile özel mülkiyet kavramını hatırlatıyor ve “insan doğası” kavramı üzerinden bir perde çekiyor.

Ama biz çok iyi biliyoruz ki “insan doğası” gibi bir kavram yoktur. Kimse, bu kavramı ikircikli, pragmatik bir biçimde savunmamalıdır.

Mesele, bu kavram üzerinden birilerinin dünya nimetleri üzerine çöküp bu durumun yarattığı “suçluluk duygusu”ndan bir nebze olsun kurtulmak için “Ne olacak canım, insanın doğası bu işte, doğanın kendisi de böyle değil mi? Güçlü, güçsüzü ezmiyor mu?” demeleri. Bu kişiler, vicdanlarını rahatlatıp özel mülkiyeti koruyorlar.

Marks, “İnsanların maddi yaşam koşullarını belirleyen, onların bilinçleri değildir, bu maddi koşullar onların bilinçlerini belirler” diyor.

Biz çok iyi biliyoruz ki “insan doğası” kavramı, burjuvazi ve onun her türden temsilcisi tarafından yalanları gizlemek için kullanılan bir kavramdan öte bir şey değildir. Zira insanları, toplumu belirleyen, şekillendiren, koşullandıran, kapitalist-emperyalist sistemin kendisidir. Marks’ın söylemiyle: Mademki insanı biçimlendiren yaşadığı koşullar, koşullar en insani şekilde biçimlenmelidir.

Serkan Yıldırım
26 Ekim 2020

0 Yorum: