27 Eylül 2024

Kimse Dünyayı Tek Başına Değiştiremez



Toplum yoksa kurtuluş da yok, bugün ancak kadın ve maruz kaldığı zulüm arasında tesis edilmiş, artık giderek kırılganlaşmış ve geçici olan bir ateşkesten söz edebiliriz.

[Audre Lorde]

 

Yapıdan çok söz ediyoruz, bugün biraz da yapı ile faillik arasındaki diyalektiği içeren gerçekliği anımsamak gerekiyor. Yapı, tek kişinin failliğinden daha güçlü, ama mevcuttaki güçler korelasyonunu değiştirmede kolektivitenin (bilhassa örgütlü kolektivitenin) önemli bir katkısı var.

Solcuların analizinde “güçler korelasyonu” tabiri sıklıkla kullanılıyor, bu tabir, militan çevreler arasında süren tartışmalarda her daim karşımıza çıkıyor. Mesele, güçler korelasyonunun reformlar ve devrim lehine olup olmadığını tespit etmek değil. Lehte olsa bile bu sefer de uyumsuzluk sorunu gündeme geliyor, zira, birbirinden farklı olan sol güçler ortaklaşamıyor, öyle ki kurumsal iktidarı ele geçirmiş bir sol hükümet kurulmuş olsa bile belirli bir oydaşmadan söz edilemiyor.

Güçler korelasyonu analizi, tarihsel ve diyalektik materyalizmin yöntemini kullanarak, dikkatle yapılmalı. Bu analiz dâhilinde, bir tarafın harekete geçirme becerisine, diğer tarafın harekete geçirebileceği ekonomik sabotaj ve baskı aygıtına özel olarak eğilmek gerekiyor.

Bu hususu gündeme getirmemin nedeni, bugün dünyada genel güçler korelasyonunun bizim lehimize olmadığına dair çıkarımımı aktarmak istemem. Aleyhte olan durumların kısa bir listesini şu şekilde sunmak mümkün:

Küresel ısınma eğilimini terse çevirmekten hâlâ çok uzağız.

Bir dizi ülkede aşırı sağ hükümetler ciddi bir desteğe kavuşuyorlar.

Amazon ormanları kesilmeye devam ediyor.

Yerli halkların toprağa sahip olma ve yaşama hakları ellerinden alınıyor.

Irkçılık, inkâr politikası veya kullandığı silâhlarla öldürmeye devam ediyor.

Eşitsizlik devasa boyutlarda.

Kadınlar, güvence altına alınmış haklara sahip değiller, tecavüz riski, cinayete kurban gitme ihtimali veya istenmeyen hamilelik günbegün yaşanan gerçekler.

Bugün yığınla gıda ürünü üretiyoruz, ama yüz milyonlarca insan hâlen daha aç.

Dünyanın önemli bir kısmında kaliteli sağlık ve eğitim hizmetlerine erişim denilen olgu giderek metalaşıyor.

Normal, engellileri, farklı veya olumsuz sağlık koşullarına sahip insanları dışlıyor ve bu dışlama faaliyeti onların hayatta kalma imkânlarına halel getiriyor.

Büyük şirketler madenleri sömürüyor, kirlenen nehirlerin veya yıkılan barajların yol açtığı ekolojik tahribatın sorumluluğunu kimse almıyor.

Verilen asgari ücret yaşamaya değil, sadece hayatta kalmaya, o da güçbelâ yetiyor.

Cinsel kimlik ve cinsel yönelim üzerinden uygulanan şiddet ve ayrımcılık birçok ülkede kural hâlini alıyor, bu şiddet ve ayrımcılık, daha da kötü bir düzeye çıkıyor.

Biyolojik çeşitlilik giderek kayboluyor, bu süreç alarm verecek düzeye ulaşmış durumda. Yeme alışkanlıklarımızı, pazarlama faaliyetleri ve birkaç büyük çokuluslu şirketin çıkarları belirliyor. Kârlar her zaman özel ellerde toplaşırken, yaşanan kayıpların çilesini tüm toplum çekiyor.

Öte yandan, insanlar giderek konformizm bataklığına yuvarlanıyor. En kötü şeylerin bile sizi kişisel düzeyde etkilemediği, siyaseti sıkıcı bir konu olarak gördüğünüz konforlu bir bağlam içinde yaşadığınızdan, bu konformizm zamanla politikadan uzaklaşıyor. Bu bilgili ama ümitsiz insanın, hiçbir çıkış yolu olmadığına inanan kişinin konformizmidir. Buna bir de yaşaması mümkün olan yegâne düzenin kapitalizm olduğuna sizi ikna eden, konformizmin reklâmını yapıp onu savunan kişilerin çabaları eşlik ediyor.

Gerekçe olarak da imkânsızlığa işaret edip duran ideologlar, yirminci yüzyıldaki sosyalist deneylerin yanlışlarına ve yaşadığı yenilgilere işaret ediyorlar, bu yenilgileri ve yanlışları sosyalist projeyi tanımlayan ana faktörler olarak sunuyorlar, tüm sorumluluğu o projeyi uygulayanların sırtına yüklüyorlar. Kimse, Sovyetler Birliği’nin gerçek savaşlar ve soğuk savaşlar arasında bir dizi dışsal güçlükle yüzleştiği, onca ağır ekonomik ablukaya rağmen Küba’nın kendi özgür iradesiyle geliştiği üzerinde durmuyor. Brezilya’da komünizmi popüler kılma çabasının aşırı sağdan sol hiziplere dek geniş bir kesimi bir araya getiren eylem birliktelikleri üzerinden ortaya konduğuna kimse bakmıyor. Herkes, sanki kapitalizm gerçekliğimiz değilmiş, sistemi daimi kılan hâkimiyet, depolitizasyon, sömürü ve şiddet konusunda niteliksel açıdan üstünlüğe sahip değilmiş gibi konuşuyor.

“İnsani” kapitalizm bir komediden ibaret. Bu komedi, gerçeklikten memnun olmayan birçok insana hâlâ cazip geliyor, çünkü o, fazlasıyla basit ve epey mümkünmüş gibi görünen bir şeyi anlatıyor. Oysa kapitalizm eşitsizlik ve sömürü üzerine kuruludur, dolayısıyla o insanileştirilemez. O bir ütopya değil, uzlaştırılması mümkün olmayan bir çelişkiyle malul bir gerçekliktir. Onun insanileştirilebileceğini söyleyenler, esasında kapitalizmin önceki denemeleri mağlup etmesi sebebiyle, başka bir seçenek olmadığı fikrini satanların çıkarlarına hizmet ediyorlar.

Asıl önemli olan, bu bahsini ettiğimiz yanlışı bilince çıkartmakta. Zira bizim bugün kapitalizm koşullarında yaşıyor olmamızın sebebi, onun kazanmış olması değil, bizim henüz onu alt etmemiş olmamızdır.

Sabrina Fernandes

[Kaynak: Se Quiser Mudar o Mundo: Um Guia Politico, Para Quem Se Importa, Planeta, 2020, s. 113-115.]

0 Yorum: