08 Eylül 2024

,

Şabat ve Yedinci Ok


(Yahudiliğe göre yaradılış altı gün sürer, yedinci gün Yahudi halkına kutsal armağan olarak verilir ve tanrı dinlenmeye çekilir.)

“Türk Entelektüelleri” tartışmasının yazarı, bu yazıya gelen eleştirilere yanıtını bir yazı haline getirip Nupel Tv’de yayınlıyor. Halen eserdeki karakterin cümlelerini Nazım’ın gerçek düşüncesi diye kabul ediyor. O zaman Anayurt Oteli’nin başkarakteri Zebercet de aslında Yusuf Atılgan’ın “kayadan”/donuk kişiliğinin dışavurumu.

Tekrar ilgili yazıyı tartışmayacağız. Yanıt yazısında yeni bir karmaşa ortaya çıkıyor. Yazar, eleştirilerden hiçbir şey öğrenmediğinin kibriyle, sürekli bir “ben” dili kullanıyor. Bunun birden çok nedeni var.

Bugün sol da dâhil birçok yayın her yazarın yazısının altına bir not düşüyor: “Yazarın görüşleri kendisini bağlar, yayın politikamızla ilgi kurulamaz, sorumluluk ona aittir.” Yani “Biz bir kolektif değiliz” deniyor, bu mesaj tam olarak egemenlere veriliyor. Öyle bir ilkesizlik de yazarlarda sürekli bu “ben” dilini güçlendiriyor.

Yeni Yaşam, sorumluluk almamayı ve düşmediği dipnotu sonradan açıklayınca yazar da onlara da mesaj veriyor: Yazısına yöneltilen eleştirilerden birinin Yeni Yaşam’ın forum bölümünde yayınlandığını (Deniz Bakır imzalı yazı) fakat ne öncesinde ne sonrasında bu kişinin bu platformda yazısının olduğuna vurgu yapıyor. Yani “Beni yalnız bıraktınız, bu kişi de kim!” tepkisi veriliyor.

Asıl konuya dönersek, yazarın eleştirilere verdiği yanıtta tartışmaya açık bir iddia var, mealen şu şekilde: “Yazıma yanıt neden Türk solundan geliyor, neden edebiyatçılar yanıt vermiyor? Onlardan yanıt beklerdim.” Bunun nedeni açıklayabiliriz. Bu yazının da konusu bu.

Öncelikle hem ele alınan şair ve yazarların eserin dışındaki söylemlerini ve yazılarını eleştirdikten sonra Türk solundan yanıt gelmesinden doğal bir durum olamaz çünkü aydın tartışması yürütülüyor. Eserin ilgili bölümleri eleştirildikten sonra neden edebiyatçılardan yanıt gelmediği çıkışı son derece haklı.

Toplumcu gerçekçi bir şairin metinlerinin ideolojik zeminini ve şaire de aydın kimliğini kazandıracak etken, onu yetiştiren politik çevredir. Nazım komünist bir şairdir, onu yetiştiren de ideolojik-politik atmosfer ve partisidir. Bugün Nazım adına yanıt verecek o parti yok. Geçmiş diye bir şey olması için tarihin bir noktada birileri için donması gerekir.

Sümerler buna örnek verilebilir fakat Nazım'ın partisi bugün olmasa da onu sahiplenen sollar kendi tarihlerini bir bütün olarak ele alıp eleştirilere yanıt verebilirler. Burada şunu sormak yerinde: Neden özgürlükçü, anarşist, sosyalist, demokrat kesimin şair ve yazarları bu tartışmaya katılmadı da solun bir kısmı yanıt verdi? Bu çevrelerin yetiştirdiği bir aydın ve sanatçı yok mudur? Yok denecek kadar az bugün için.

Şükrü Erbaş bir dönem vekil adayı oldu radikal demokrasi partisinden, ondan gelen bir yanıt yok.

Dersim derelerinin kan aktığını şiirine yansıtan, yakın dönemde bölgede yaşanan olayları şiirine alan, bu sorunlarla ilgili açıklama yapan Ahmet Telli’den yanıt yok.

Bölgeyi ve Kürtleri mitolojik ögeleriyle metinlerinde işleyen daha yakın dönemde Hizbullah’ın doksanların başında kirli ilişkileri ve işledikleri cinayetleri roman konusu haline getiren Murathan Mungan’dan ses yok.

Geçtiğimiz haftalarda Evrensel’e röportaj veren, belediye seçimlerindeki gibi birlikte ve güçlü durursak muhalefet hattı oluşturabileceğimizi söyleyen Haydar Ergülen’den ses yok.

Evrensel’den ses gelmediği gibi sendika başkanlığında anlaşan partiye yakın Birgün gazetesinden, onların aydın, şair ve yazarlarından da konuya dair eleştirel bir cümle yok.

Nazım’ın adını kültür merkezlerine (kafe, meyhanelerine) veren partinin şair ve aydınlarından ilgili yazıya dair kurulan bir cümle yok.

Bu liste uzayıp gidebilir. Konu tek başına Nazım’la sınırlandırılamaz. Yeni müfredata uygun yazılan ders kitaplarında sadece milliyetçi-muhafazakâr kesimin şairlerine ait metinler yer alıyor. Buna karşı olan sol kesim ve sendikalar ise bugün Nazım ve Turgut Uyar özelinde bir halkın edebiyatına “ırkçı”, “yaltaklanmacı”, “sadist” diye saldırılmasına karşı çıkamıyor ama ilericiliği de kültür-sanat alanını da kimseye bırakmıyor.

Cezaevindeki politik insanı dışarı çıkarmak için onun yazdığı kitaplara onlarca ödül dağıtılıyor. Solun ortaya koyduğu kültür-sanat pratiği bu. Kendi insanına yasak, ambargo, sansür uygular ama bu tür saldırılara hiçbiri karşı duramaz, tasfiyeciliğin ideolojik yansımaları her alanda görülüyor.


Tüm bu aydınlar, sanatçılar ve kültür-sanat çevreleri birer CHP çalışanıdır. Sendikalara başkan olup oradan CHP ve HDP vekili olurlar. Ne hikmetse bu isimler hiçbir baskı sürecinden yargılanmaz. Onlar en aydın olurlar. Yakın dönemde yaşamını yitiren Genco Erkal’ın egemenlerin resepsiyonuna katılması ve Koç ailesinden ödül aldıktan sonra bunun kendisi için çok değerli olduğunu, hakkında söylenen güzel sözlerin onu gururlandırdığını bu çevreler tartışmaz.

Politik müzik grubundan alınan eğitimle konservatuara ve öğretmenliğe oradan da belediye adaylığına ve vekilliğine gidilen yollar da var ama verilen röportajlarda politik çevreden ayrılma süreci bir tür koruma/korunma açıklaması ve farklı hat çizme nedenine bağlanır. Türkücüler Nazım’ı, Hasan Hüseyin’i ve politik şairleri besteler, halk onları sahiplenir fakat hiçbiri de bugün saldırılar karşısında değerlere sahip çıkmaz. Sonra “nedense” İsmet Özel “şeytanlaştırılır”, şiirleri bile okunmaz, okutulmaz. Aslında hepsi İsmet Özel’in ardına gizlenir. Onu aforoz ettikçe tasfiyeciliklerini gizlerler.

İsmet Özel’in siyasi hattı 1974 gibi erken bir tarihte değişir. Bu tarih, solun kendisine birden çıkarılan affı sorgulamadığı tarihtir. Bugün solun önemli bir bölümü de o tarihin ortaya çıkardığı geleneklerin devamıdır. O yüzden İsmet Özel günah keçisi ilan edilir ama solun değerlerine yönelik saldırılara set olunamaz. Onunla yola çıkıp yollarını ayıran şairler de bugün tasfiyecilik içindedir. (İsmet Özel’in geldiği yer ve politik görüşleri eleştiriye açıktır, eleştirilmelidir.)

Ülkemizde aydın, şair ve yazar olmanın yolu sol ticaretten geçiyor. Radikal çevrelere kadar bugünkü yaşanan durum budur. Solun yetiştirdiği, yolu solla kesişip onların kimlik kazandırdığı bu insanlar, özünde tarihin yükünü taşıyacak güce sahip değildirler. Burada onları suçlayacak değiliz, asıl sorumlu tutulması gereken, CHP’nin yedinci oku olan ve kendisine bunu reva gören, halka güvenip onun derdiyle dertlenmeyen, OHAL geldiğinde soluğu Avrupa’da alan sol çevrelerdir. Bunların değerleri, ilkeleri ve mücadeleyi sahiplenerek ileriye taşıyacak ideolojik çizgisi yoktur.

30 yıldır inşa sürecini bitiremeyenler, halka özeleştiri vermeyi zayıflık gören, eleştiriyi saldırı kabul edip kendine güvensizliğin etkisiyle sekterleşen, faşistlerle mücadeleyi göze alamayıp kendi insanına beline sakladığı sopayla gidip kapıyı açması için süre tanıyan, bitmeyen paranoyasıyla pasifizmi politika bilen, kariyerizmi ve varoluşunu korumaya çalışan sollardan sadece kendilerine hayır gelir.

Tekrar aydın tartışmasına dönersek, İsmet Özel şiiri neden bıraktığını şu şekilde açıklıyor: Ataol Behramoğlu’nun kendisini Yevtuşenko’dan büyük görerek Halkın Dostları dergisinin adını değiştirmeye çalıştığını iddia ediyor. Ülkenin geldiği değil “getirildiği” noktada şiirlerini okuyacak “Narodnik” kalmadığını söylüyor. Bu noktada bir katkı sunmak gerekir: Bingöl Erdumlu, katıldığı bir YouTube yayınında 74 öncesini kitaptan alıntılar yaparak anlatıyor. Maltepe Cezaevi’nde kazılan tünelden egemenlerin haberdar olduğunu, hatta emperyalist subaylara bilgi verildiğini söylüyor. Bu bilgi varsa zaten tünelin kapatılacağını ama kapatılmamasının “tuhaf” olduğunu vurguluyor. Emperyalist subayların ve egemenlerin bu bilgiyi ileten bürokrata söylediği şu: “Bırakın kaçsınlar, zaten dışarıda her adımları izlenecek!”

Evet, dışarıda her adımları izlendi mi bilinmez ama sonra hepsi yaşamından oluyor. Sonraki süreçte idamlar da geliyor. Toplu tutuklamalarla cezaevine kapatılan ardıllar, 2 yıl geçmeden 74 affıyla dışarı çıkarılıyor. Ne hikmetse arkadaşlarını kaybeden öncü kişiler, yeni siyasi hatlar oluşturup önce kendi geçmişlerini eleştirip onları aforoz ediyorlar. Sonraki süreçte de 12 Eylül’e direnemeyip halkı da sokağa çağırmadıkları için anılarında kendilerine minnettar olan darbeci subaydan bahsediyorlar.

Mahkemelerde “Biz dergi çevresiyiz, bizi neden bu kadar ciddiye aldınız” diyen şefler, 1991’de tekrar cezaevlerinden çıkarılıp bu kez de reformist parti kurmalarına alan açılıyor.

Ortanın solu olan CHP, tarihi görevini yerine getirerek radikal demokrasi çevresini, solu ve sendikaları Mayıs seçimlerinde ırkçı partilerle yanına alıyor. Şimdi her biri CHP’nin yedinci oku, her biri için bitmeyen Şabat günleri.

Sonuç olarak, bu sol çevrelerin aydın, şair ve yazar yetiştirmesi düşünülemez. Son elli yılın özeti bundan ibaret. Bir avuç insan kalıyoruz, solun da aforozuna, saldırılarına, yok sayarak eleştirilerimizi intihallemesine rağmen. İştiraki yazıyor, sol alıyor ama yok sayıyor çünkü onların yetiştirebileceği insan yok, olamaz da.

İnsanı var eden onurlu, ilkeli, dirençli kılan yapı ideolojidir. İdeolojiyi ve tarih bilincini ancak sınıfsız-sömürüsüz düzen hedefine sahip politik çevre verebilir. Bugün tek ihtiyacımız, birbirimizi bulmak, dönüştürmek ve güçlenmek. Düzenin dayattığı solun kabullendiği değerler sistemi, ideoloji ve yaşam biçimiyle ileriye gidebilmemiz imkânsız.

Yazımızın kaleme alındığı saatlerde verilen haberlere göre Siyonist keskin nişancının hedefi olan Ayşenur Ezgi Eygi Filistin’de katledildi. Kendisi bir sosyalist ve Batı Şeria’ya gidiyor. Antalya doğumlu, Aydın nüfusuna kayıtlı. Eğitim için gittiği ABD’de Filistin’e destek eylemlerine katılıyor, boynuna taktığı kefiyeyle mezuniyete çıkıyor. Seni unutmayacağız, adını ve mücadeleni unutturmayacağız. Senin şahsında yazımızın konusu da daha açık hale geldi. Terden arındırılmış sollara rağmen sınıfsız-sömürüsüz düzen ideolojisinden ve mücadelesinden vazgeçmeyeceğiz.

S. Adalı
7 Eylül 2024



0 Yorum: