Giriş
Bu
çalışma, Filistin’deki sömürgecilik karşıtı milliyetçiliği, İsrail-NATO’nun
yerleşimci sömürgeciliğini ve emperyalizmi merkeze koyuyor. Çalışma, temelde
Filistin siyasetinin yakın tarihini, 1993 sonrası İsrail’e karşı sürdürülen
laik silahlı direnişin hilafına gelişen, özellikle 2000 sonrası Gazze
Şeridi’ndeki kuşatma, savaş ve şehri dış dünyaya kapatma pratikleri karşısında
güçlenen İslami silahlı direniş özelinde ele alıyor.
Makalede
7 Ekim olayları ve sonrasına, aylarca süren silahlı mücadeleye ve İsrail
Savunma Güçleri’nin (IDF) soykırıma varan kontrgerilla faaliyetlerine dair bir
değerlendirmeye yer veriliyor (Albanese, 2024). Üzerine bastığımız topraksa
Arap ve Müslüman dünyasında cisimleşmiş hâliyle sömürgecilik karşıtı harekete
ev sahipliği yapan Filistin.
Bu
ülke, yereldeki işbirlikleri, ekonomik barış, ara sıra yaşanan sıcak savaşlar,
toplu hapse atma pratikleri ve suikastlarla politik liderlerin yok edilmesi
üzerinden yönetilebilir bir yer hâline gelsin diye ABD’nin, İsrail’in, yerelde,
bölgede ve uluslararası planda kampanya yürüttüğü, bu güçlere karşı direnişiyle
bölge siyasetinin dinamosu vasfına sahip olmuş bir yer (Abdo, 2014).
Yazı
boyunca kontrgerilla faaliyetlerini ve millet meselesini (Moyo & Yeros,
2011) temel alan bir teorik çerçeveden istifade ediliyor. Bu noktada, özel
olarak 7 Ekim sonrası İsrail’in Gazze’ye ve daha düşük düzeyde Batı Şeria ile
1948 Filistini’ne uyguladığı zulüm üzerinde duruluyor. Bunu yaparken makale,
Filistin’de örgütlü olan ulusal hareketin, partilerin ve sürgündeki oluşumların
hilafına olacak şekilde, ayrım gözetmeden tüm Filistinlilerle dayanışmayı,
Filistin’deki sesleri merkeze koymayı, Filistin’in failliğine dair o dağınık
dile başvurmayı tercih eden yaklaşımın galebe çaldığı koşullarda, Filistin’deki
milli politikayı ön plana çıkartıyor (Kates, 2014).
Genel
kanının aksine Filistin davası, depolitize ediliyor. Bu depolitizasyon
sürecinde Filistin milli hareketinin taktikleri, stratejisi ve vizyonu redde
tabi tutulmasa da (Omar, 2023) bir biçimde merkezden uzaklaştırılıyor. Bu milli
hareketin yerine ülkeye soykırımı odağa yerleştiren legalist bir dil hâkim
oluyor. Mağdur edilme meselesine odaklanılıyor, yerleşimci-sömürgecilik
konusunda teleolojik bir dil baskın hâle geliyor. Neticede direniş, Filistin
milliyetçiliğinin önemli bir kısmı ve onun ait olduğu genel bölgesel sistem
için örgütleyici pratik olmaktan çıkartılıyor.[1]
Bir
yandan da günümüz Marksizmi içerisinde gelişmiş olan eğilimler, ya ekonomizm ya
da romantizm çukuruna yuvarlanıyor, sömürgecilik ve yerleşimci-sömürgeciliğin
materyalist analizi terk ediliyor, bu döneme esas olarak işgal altındaki bir
halkla dayanışmanın yokluğu damga vuruyor.
Konuyla
ilgili olarak yapılan, bölgenin yakın tarihini dar bir yerden ele alan
analizler, Arap-İran coğrafyasındaki milli mücadeleler ve sınıf mücadelelerine
dair bir anlayış geliştiremediklerinden, ABD-İsrail’in ajandasını teşrih
masasına yatıramıyorlar.[2] Dahası bu analizler, bölgedeki politik egemenlik
haklarını savunma ve teorize etme kapasitesini de bölgenin yakın tarihinde
politik egemenliğin merkezi konumunu da idrak etmekten uzaklar.
Nihayetinde
bahsi edilen ve Filistin’i materyalist analizin dışına fırlatıp atan analizler,
Filistin’i teorize etme sürecinin hikâyesiyle bir ilişki bile kuramıyorlar.
Bazı bakış açıları geliştiriliyor ve bunlar, çıkıp “Hamas işgal sürecini İsrail
adına yönetiyor” diyecek kadar ileri gidebiliyor veya Gazze’deki silahlı
hareketler konusunda onları suçlayan ve ahlaka vurgu yapan bir dile
başvuruyorlar (Baconi 2018; Intercepted, 2023). Geriye elimizde, “millete
yönelik zulmün nispeten özerk niteliği” gibi (Haider, 2021) boş ve anlamsız
ifadeler, hiçbir şeyi izah etmeyen analizler kalıyor. Zira bu analizler, ne
toprak meselesini tarım açısından ele alıyor, ne millet meselesini inceliyor,
ne bu toprak ve millet meselesinin politik egemenlikle bağlarına bakıyor ne de
küresel birikim süreciyle ilişkisine değiniyor.
Bu
makalenin başında, Gazze’de Hamas ve Filistin İslami Cihadı’nın gücünün
kaynakları, İsrail’in yerleşimci-sömürgeciliği ve işgal pratiği ayrıca
Gazze’deki politik ve toplumsal yapının özgül yanları bağlamında incelenecek.
Ardından makale, 2000 sonrası ve 2011 sonrası emperyalizmin bölge için
geliştirdiği ajandayı, Filistinlilerin bu ajandaya nasıl uyum sağladıklarını,
Gazze’nin emperyalist-sömürgeci stratejiye nasıl dâhil edildiğini tartışmazdan
önce, İslami direnişin sol güçlerin emperyalizm ve sömürgecilik eliyle
zayıfladığı koşullarda güçlendiği süreci ele alacak. Yazıda ayrıca “İsrail
Lobisi” ve İsrail’in ABD’nin savaş pratiğine sunduğu fayda meselesi mevcut
savaş bağlamında irdelenecek. Makalenin sonuç bölümünde ise Filistin sağının
yeniden inşa edildiği sürece dair bazı görüşler aktarılacak.
Toplumsal-Politik
Yapıdaki Kırılma Sürecinin Başladığı Nokta
Gazze’ye
yönelik savaşın yakın sebebi, 7 Ekim saldırıları iken uzak ve genel sebebi
Siyonizm. Ama aslında genel manada Gazze, zaten tarih boyunca Filistin’deki
sömürgecilik karşıtı milliyetçiliğin kök bulduğu, yuvalandığı alan
olagelmiştir. Bu, şehirdeki derin yoksulluğun, nüfustaki yoğunlaşmanın,
İsrail’in kalkınma sürecini bloke eden girişimlerinin ve Batı Şeria’ya kıyasla
burada işbirlikçi olmayan güçlerin daha güçlü olmasının bir sonucu. Bu
süreçlerin izlerini 1947–1949 ilkel birikim döneminden (Mousa, 2006) ve İsrail
devletinin kuruluşuna vurulmuş kanlı mühür anlamında Nekbe denilen etnik
temizlikten bu yana sürmek mümkün.
Uygulanan
şiddet, çok sayıda Filistinli köylüyü işgal altındaki Filistin topraklarının
orta-güney kesiminden ve güneyden Gazze’ye sürdü. Böylece bir mesleği olmayan,
köklerinden kopartılmış ve mülksüzleştirilmiş halk kitleleri şehre aktı. Ayrıca
Gazze’de varolan, az miktarda sınıfsal birikim de uçup gitti.
İlk
başta şehre Fetih hâkimdi. Sonrasında bu yeni oluşan toplumsal katmanda,
parasal açıdan sıkıntısı olmayan Müslüman Kardeşler örgütlenme imkânı bulsa da
esas olarak FHKC örgütlenip güçlendi (Usher, 1995). Altmışların sonu ve
yetmişlerin başında sol öncülüğünde bir başkaldırıya şahit olundu. Bu süreçte
güçleri, İsrailliler ve ihracat alanında faal toprak sahibi sınıfın sırtını
döndüğü sol böldü (Lesch, 2023).
Yetmişler
ve seksenler boyunca Müslüman Kardeşler, Gazze’de sivil toplum kuruluşları
üzerinden kök saldı. Seksenlerde İran devriminin elde ettiği başarıdan ilham
alan İslami Cihad ve sonrasında Hamas’ı teşkil edecek kadrolar öne çıktılar. Bu
süreçte Hamas, yavaş yavaş eylem alanına çekildi ve hareketsizlik halini terk
etti (Alavi, 2017, s. 190–197). Bu dönemde resmi kuruluşunu 1987’de ilan eden
Hamas dâhil tüm politik güçler, Gazze’de sömürgecilik karşıtı faaliyetlerin
liderliği konusunda birbirleriyle bir yarış içerisine girdiler.
İçteki
çatışma sürecinden muzdarip olan Fetih, bu dönemde hâkim konumdaydı. FHKC gibi
sol örgütlerse Filistin burjuvazisinin örgütleri küçültmek için başvurdukları
bazı mekanizmalarla uğraşmak zorunda kaldılar. Bu yöntemlerden biri de bazı üst
düzey kadroların Filistin kapitalizminin yeni oluşmakta olan yapılarına
devşirilmeleriydi.[3]
İsrail’in
baskılarının yoğunlaştığı söz konusu dönemde İslami hareketler, silahlı direniş
konusunda hazırlık yürüttüler. Dönem, aynı zamanda anti-emperyalist ama aynı
zamanda Sovyet karşıtı olan İslami hareketlerin bölge genelinde önemli bir odak
haline gelişine tanıklık etti. Bu gelişme, doğalında Gazze’de de karşılık buldu
(Hussein, 2021).
Oslo
Anlaşmaları ile “barış süreci”, bu dinamiğin değişmesine neden oldu. SSCB’nin
dağılması, Irak’ın kuşatılması ile birlikte Filistin’in teslim alınacağı
zeminde hazırlanmış oldu. Doksanlar boyunca FHKC, can damarlarını bir bir
yitirdi (Kates, 2014), ayrıca örgütün sürgündeki üstyapısının örgütsel yapısı
dağıldı, İsrail’e itiraz eden, Oslo Anlaşmaları’nı kabule yanaşmayan partilere
yönelik finansal destekler suç ilân edildi, İsrail’e taşere edilmiş
yerleşimci-sömürgecilik pratiği ile yeni sömürgeciliğin inşa ettiği, İsrail
eliyle dayatılan kafese işaret edenler, suç listelerine alındılar.
Yabancı
güçlerin beslediği STK’lar, solcu liderleri kucaklarına oturttular. Bu kişiler,
politik faaliyetlere katkı sunamaz hâle geldiler. Zira STK’lar, çalışanlarından
İsrail’e itiraz eden yasa dışı partilerden uzak duracaklarına dair söz
alıyorlardı (Bhungalia, 2023).
İsrail
işgali, bu süreçte Gazze’nin gelişim sürecini ketledi, geri kalmasına neden
oldu, planlama kurumlarını ve politik örgütleri yok etti, sanayi düzleminde
oluşmuş dokuyu parçaladı (Roy, 2016). Yakındoğu’daki Filistinli Mültecilere
Yardım ve Bayındırlık Ajansı ve FKÖ’ye sakin kalması için verilen fonlar
üzerinden akan yardım paralarıyla toplumsal yeniden üretime yönelik adımlarla
ayakta duran Filistinli emekçiler, kütleler hâlinde İsrail’e geçtiler. 1967’den
beri ekonomik merdivenin en alt basamaklarında tutunmaya çalışıyorlar.
Göç
süreciyle birlikte güvencesiz işlere mahkûm olan bu emekçilerin İsrail’e
akmasıyla birlikte Gazze, İsrail’in ekonomik cebir ve politik baskı
yöntemlerine açık hâle geldi. Birçok farklı ekonomik cebir yöntemiyle birlikte
gerçekleştirilen kuşatma, 2006 yılıyla birlikte başlayan bir süreçse de
İsrail’in Gazze’yi dış dünyaya kapatma politikası, Filistinli emekçilerin
İsrail’e akın etmesine neden oldu. Ama sonra, Birinci İntifada’nın sona
ermesiyle birlikte bu akın yavaşladı. Gazze’deki emek piyasası ile Tel Aviv
arasındaki bağ zorla kopartıldı, ayrıca Güneydoğu Asya gibi yerlerden yabancı
işçiler getirildi.
Zamanla
sömürgecilik karşıtı direnişin öncülüğü Hamas’ın eline geçti. Birinci
İntifada’nın sona ermesiyle birlikte İran, Hamas’a askeri yardım yapmaya
başladı (Rezeg, 2020). Bu süreçte bir yandan da AB ve ABD Batı Şeria ve
Gazze’ye ekonomi için gerekli barış ortamının tesisini sağlamak adına yüklü
miktarda yardım yaptı. ABD desteğini arkasına almış bir yapı olarak Filistin
Yönetimi, Batı Şeria ve Gazze’de neoliberal ve sömürgeciyle işbirliğini esas
alan devlet inşası sürecini başlattı (Rabie, 2021). Bu devlet, İsrail’le
koordineli yürütülecek, güvenlikle alakalı çalışmaları ve Filistin Yönetimi
üzerinden İsrail’le işbirliği içerisinde hareket eden Filistinli kapitalistleri
temel alıyordu. Filistinli kapitalistler, sürgündeki sermayedarlar, Körfez’deki
Filistin sermayesi, birlikte sömürgecilikle uyumlu olma fikrini paylaşan “yeni
sınıf”ı teşkil ediyorlardı (Hanieh, 2011).
Savaş,
Kapanma ve Silahlı Stratejiye Geçiş
2000
yılında barış ortamının ekonomi düzleminde tesisi için inşa edilmiş yapılar bir
bir çökmeye başladı. Washington’da iktidarı, petrol ve silah sanayii ile
doğrudan bağı olan, sermaye havuzlarıyla ilişkili yeni bir politik güç ele
geçirdi. Bu hizip, esas olarak yaptırımlar üzerinden gelirlerin azaltılmasını
ve politik mühendisliği, terör listelerini, İsrail’le normalleşmeyi, bunun
yanında, İsrail’in ABD-İsrail sermayesinin gelişeceği yüksek teknoloji kuvözü
olarak büyütülmesini öngören, Sovyet sonrası dönemde yürürlüğe konulmuş kuşatma
ve çölleştirme stratejisini terk etti. Bu kesim, sıcak savaşları, devletin
buharlaşmasını, kadroların yok edilmesini, “Taif Modeli” denilen, mezhepçiliğin
güçlendirilip devletsizleştirme sürecinin hızlandırılmasını ifade eden model
üzerinden yürütülecek yeniden yapılandırma faaliyetlerini esas alıyordu (Kadri,
2017). Modele göre devletsizleştirme işlemi, emperyalizmin beslediği “bağımsız
sivil toplum”un her yanı kuşatması ile birlikte yürütülecekti. Bu bağlam
dâhilinde Ariel Şaron, İkinci İntifada’nın başlaması için fitili ateşledi.
İsrail, ABD ile uygun adım ilerleyerek, sermayenin Doğu Avrupa, Güney Asya ve
Latin Amerika’da yeni oluşmuş yatırım seçenekleri üzerinden “küreselleşmesi”
anlayışından uzaklaşıp (Gowan, 1999) askerileştirilmiş birikim sürecine geçiş
yaptı.
Küresel
planda ABD, Baasçı Irak’ın ve Afganistan’ın yıkım sürecini tamama erdirmek için
uğraşıp durdu (Ahmad, 2004; RUPE, 2003). 2000 yılında İsrail, Lübnan’dan
çekildi. Hizbullah’ın İsraillileri topraklarından kovması “hayal kırıklığına
uğramış Filistinli halk kitlelerini heyecanlandırdı”. Bu gelişmeyle birlikte
İslami direniş, halk seferberliği ve ideoloji düzleminde tercih edilen yol,
sömürgeci gücü yenecek strateji olarak görülmeye başlandı (Alavi, 2019).
Filistin
Yönetimi içerisinde Arafat döneminden kalan, kısmen İslamcı politik iktidar
korkusunun ürettiği sınırlı milliyetçilik, İkinci İntifada’nın yıktığı duvarın
altında kaldı (Usher, 2003). Milliyetçiliğin iyice ufalmasıyla birlikte İsrail
sömürgeciliği ve ona destek sunan ABD, Filistin dosyasını rafa kaldırmak için
uğraştı. Bunun için Gazze’yi doğrudan askeri kuşatmaya tabi tuttu, bir yandan
da yardımlarla ve ağza çalınan ballarla Batı Şeria’yı, güvenlik işlerinin
başına getirilen isimler üzerinden iyice kıvama getirdi.
Gazze’yi
yönetmek zor işti. Bu da “dışarıdan kuşatma” stratejisinin gündeme gelmesine
neden oldu. Bu strateji uyarınca şehirdeki güçler geri çekilecekti. Bu süreç
dâhilinde, 2004 yılında İsrail yerleşimleri Gazze’den çıkartıldı. Burada amaç,
Filistinlilere çok az toprak verip çok fazla insanın o toprak üzerinde
yaşamasını sağlamak, çok az güvenlik çalışmasıyla çok fazla sayıda Filistinliyi
kontrol altında tutmaktı.
O
günlerde Ariel Şaron’un üst düzey yardımcılarından biri, “Geri çekilme, esasen
bir tür formaldehit işlevi gördü” diyordu (Aktaran: Shavit, 2004). Bu amaç
doğrultusunda işgal güçleri, mekâna yeniden konuşlandılar, teknolojik düzeyde
yeni bir yapı teşkil ettiler, uzaktan kumanda edilen yüksek teknoloji ürünü
araçları devreye soktular.
Filistin
Yönetimi’nin güvenlik kontrolleri için kullandığı araçlar, Batı Şeria’da Kassam
Tugayları ile İslami Cihad’ın kurumsal ve askeri açıdan daha güçlü olduğu
Gazze’ye nazaran daha baskındı (Skare, 2022). İki örgütün elindeki güç, onların
silahlı faaliyetleri örgütleme becerilerini de artırıyordu.
2006’da
Hamas seçime gitti. Oyların çoğunu aldı. Bu başarıda İsrail’e karşı direnişi
sürdürme kararlılığı, yolsuzluklara yönelik itirazı, sosyal yardım için kurulan
sivil toplum ağı üzerinden işgal altındaki Filistin’de halka yönelik destekleri
artırma kararı, bunun yanında, Ramallah’a hâkim olan işbirlikçi ve neoliberal
Filistin Yönetimi’ne yönelik eleştirisi önemli bir rol oynadı.
Hamas’ın
zaferi ardından ABD’de eğitim almış, Filistin Yönetimi’ne bağlı olan, Amerikalı
korgeneral Keith Dayton’ın inşa ettiği Ulusal Güvenlik Hizmetleri isimli
teşkilât, darbe girişiminde bulundu. Hamas, bu darbe girişimine kendi
darbesiyle karşılık verdi. Ardından, kontrgerilla faaliyetleri dâhilinde
Gazze’ye yönelik kuşatma başladı. Bir süre Şaron’un barış görüşmelerinde
görevlendirdiği avukat ve iş adamı Dov Weissglas, bu kuşatma pratiğini şu
cümleyle anlatıyordu:
“Bu fikir, Filistinlileri
bir süre rejime sokmakla ilgili, zira insanlar, Gazze’de insanın asgari düzeyde
ihtiyaç duyduğu miktarda kalori alabilecekler” (Salamanca, 2011).
Abluka
ile birlikte Gazze’deki gerileme süreci hızlandı. Ekonomik faaliyetler için
zaruri olan malların giriş çıkış miktarları iyice azaldı.
Devreye
sokulan sistem, bir süre sonra insani yardım temelli kontrgerilla
faaliyetleriyle ilgili bir tür bilimsel programa evrildi. Burada amaç, Hamas’ın
idare edip bakımını üstlenmek zorunda olduğu Filistinlileri yok etmeyip onlara
zarar vermekti. Böylelikle devletin idare edildiği binada mahsur kalacak olan
direniş hareketi, bir yandan da direnişin bayrağı ile tüfeğini elinde tutmak
için uğraşacaktı (Ajl, 2014). Hekim Gassân Ebu Sitte’nin ifadesiyle,
“Gazze, insanların
hayatlarının kimyasının bozulduğu, dışarıya kapalı bir yer hâline geldi. Burada
gerçek amaç, o insanları eksik bir hayatla topyekûn ölümün olmadığı yer
arasında muallakta bırakmaktı. Üstelik kimyasal tahrifat, kuşatma sahasında
gerçekleştirilen bir işlemdi. Bu işlem dâhilinde hayatın farklı unsurları ön
plana çıkartılırken, diğer unsurlar redde tabi tutuluyordu. Burada düz manada
bir kimyasal denklem söz konusuydu: hayatın kimyasıyla oynadığı süreçte bazen
elektriğin verildiği süreyi uzatıyorlar bazen de kesintiye gidiyorlardı, bazen
kanalizasyon ve su arıtma sistemi bozuluyor, bazen de çalıştırılıyordu, bazen
ekmek veriliyor, bazen de verilmiyordu. Bugün Wikileaks belgeleri üzerinden
biliyoruz ki İsrailliler, Gazze’deki insanları katı bir rejime sokmak
istediler. O günlerde şehirde alınan kalori miktarı bile kontrol altında
tutuluyordu. Bazen de İsrail, gıda, ilâç ve tıbbi personele erişim imkânı
sunuyordu. Bir de tabii ölüme dair unsurlar devreye sokuluyordu: Kanser
hastalarının sayısını kontrol edenler, kimlerin Gazze’den çıkacağına da karar
veriyorlardı. Çıkış izni isteyenlerin yaklaşık yüzde 20 ilâ 40’ı ret cevabı
aldı. Hamas’la çatışmasızlık sürecinin başlaması için yürütülen müzakerelerde
Gazze’ye bir kanser hastanesi yapılması önerisini dile getirmek zorunda
kalıyordunuz.” (Abu-Sittah, 2020)
Orasından
burasından budanmış hayat karşısında Hamas ve diğer silahlı örgütler, büyük bir
emekle, ellerindeki silah kapasitesini artırmayı bildiler. Askeri kuşatma
altında olan Gazze, kendi içinde belirli bir egemenliğe sahipti (Skare, 2021,
s. 179). Hamas gibi örgütlerin cazibesi, esasen askeri kapasitelerine ve
eylemlerine dayanıyordu. 2011 yılı boyunca silahlı örgütler, Suriye, Hizbullah
ve İran desteğiyle ayakta kaldılar. Silah transferleri, lojistik, eğitim ve
kendi imkânlarıyla imal edilecek silahlar için gerekli teknik planlar konusunda
bu tür güçlerden yardımlar alındı.[4]
2011’de
ABD ve Katar, azgelişmişlik konusunda bölge genelinde duyulan huzursuzluktan ve
politik özgürlüklerin yokluğu durumundan istifade ederek, çok yönlü
stratejilerini yürürlüğe koydu. Bu stratejinin amacı, ilgili rahatsızlığın
ABD-İsrail-KİK üçlüsünün stratejik hasımlarını yok etme fikri üzerine kurulu
jeopolitikalarına hizmet etmesini sağlamaktı. Bu çaba, ABD’nin mukavemet
kampını ortadan kaldırma girişiminin bir parçasıydı (Matar & Kadri, 2018).
Katar,
Hamas’ın politik liderlerinin Şam’daki merkezlerini Doha ve İstanbul’a
taşımaya, ardından da Suriye hükümetini kınamaya ikna etme konusunda başarılı
oldu. Bu politik tecrit çabası, ABD’nin 2003’te Irak’ta başlattığı askeri
saldırıların parçasıydı. Bu saldırıların amacı ise onlarca yıldır süren savaşın
zaten zayıflatmış olduğu Arap cumhuriyetlerini ortadan kaldırmak, siyaseti
militarize etmek ve yereldeki kapitalist sınıfları güçlendiren uluslararası
finans kuruluşlarının dayattığı neoliberalizmi uygulamaktı (Kadri, 2016).
Kısa
bir süre sonra ABD, 2015’te İran’la imza edilmiş olan Ortak Kapsamlı Eylem
Planı isimli anlaşmadan caydı ve azami baskıyı uygulamayı öngören yaptırımlar
politikasına geri döndü (Ajl, 2015). Bu esnada ABD ve Körfez, Suriye’ye yönelik
olarak, Ürdün ve İsrail’in desteğiyle başlattıkları savaşta ABD’ye bağlı vekil
güçlerin silahlandırılması, teçhizatlandırılması, eğitilmesi ve ücretlerinin
ödenmesi için milyarlarca dolar para harcadı (Higgins, 2018, 2023).
Savaş
süresince İsrail, Şam’ı yüzlerce kez bombaladı, özellikle, İran’a ait
varlıkları vurdu, lojistik hatlarını ve Hizbullah’a giden askeri malzemeyi
tahrip etti, Suriye Arap Cumhuriyeti’nin ikinci cephede güç kazanmasına mani
olmaya çalıştı (Aljazeera, 2018; Asharq Al Awsat, 2023; New York Times, 2019).
Hamas’ın
politik kanadı Şam’dan kaçınca, İran’dan gelen mali destek hızla azaldı, bu
destek büyük ölçüde Filistin İslami Cihadı’na (Skare, 2021, s. 208), ondan daha
az miktarda olmak üzere, FHKC’ye aktı. Sonrasında bu maddi destek Hamas’a
yöneltildi.
2014’te
İsrail’in gerçekleştirdiği katliam ardından İslami Cihad, Filistin halkından
Hamas’a nazaran daha fazla destek gördü. Bunun nedeni, Hamas’ın 7 Ekim’de
başlayacak olan uzun soluklu çatışma sürecinde İsrail’i zayıflatabilecek
stratejik ve askeri imkânlarını oluşturmaya yönelik bir strateji uyarınca
hareket etmesi, ama İslami Cihad’ın İsrail’e açıktan direnme kararlılığı
göstermesiydi (Skare, 2021, s. 208).
Batı
Şeria’da ise AB ve ABD, açıktan işbirlikçi olan bir güvenlik aygıtı inşa
etmenin peşindeydi. Bu süreç, eski Filistin Yönetimi başbakanı Salim Fayyad
eliyle hızlandırıldı. Bu dönemde her yıl yüz milyonlarca dolar para, Gazze’de
yaşananın Batı Şeria’da tekrar etmemesini güvence altına almak adına bu şehre
akıtıldı.
Bugün
itibarıyla Batı Şeria’da Filistin Yönetimi’ne bağlı güvenlik hizmetlerinde
80.000 kişi çalışıyor ki bu sayı, dünya genelinde kişi başına düşen çalışan
sayısı bakımından şehrin birinci sıraya yerleşmesini sağlıyor (Dunning &
Iqtait, 2023). Bu güç, devlet inşasında, özellikle devletin toplumsal yeniden
üretimindeki rolü dâhilinde kullanıldı (Abdel, 2013). Yüz binlerce Batı
Şerialının geçimleri bu kuruma bağlı. İnsanlar, Batı Şeria ekonomisinin İsrail
eliyle tecrit edildiği, şehirdeki üretici güçlerin ilkel birikim sürecine tabi
olduğu koşullarda, hayatta kalmaya çalışıyorlar (Samara, 1992).
Gazze’deki
Silahlı Mücadelede Yaşanan Büyüme
Filistinlilerin
gerçekleştirdikleri şiddet eylemleri Oslo döneminden 2008 yılına, 2009 yılından
bugüne Gazze ve Batı Şeria genelinde devam etti. Bu süreçte silahlı eylemler de
arttı. İsrail hükümeti, Hamas’ı halk desteğinden kopartmak için çalışıyor, bunun
için askeri gücünü kontrol altına almak, politik etkisini kırmak için
uğraşıyor. Bu kuşatma pratiği, bölgesel hamlelerle pekiştiriliyor. Bu bağlamda
İsrail, Hamas’ı sömürgecilik karşıtı veya egemenlik fikri yanlısı devlet ve
hareketlerle ittifak kurmaktan alıkoymaya çalışıyor. Esasen Hamas liderlerinin
Suriye savaşı esnasında Şam’dan Katar’a taşınmaya ikna edilmesinin nedeni de bu
ittifakın kurulmasına mani olmak istenmesi.
İlgili
dönemde Hamas’ın bileşimi ve militan yapısı değişti. Politik ve askeri
becerileri birleştirildi. Yahya Sinvar, Hamas’ın Gazze’deki lideri olurken
(Hroub, 2017), Lübnan’da bulunan Usame Hamdan da örgütün sözcüsü oldu. Hamas’ın
eldeki cephaneliğin bakımı ve konuşlandırılması meselesini öne alan yaklaşımı
bu şahıslarda vücut buldu. İsmi geçen kişiler, silah depolarını besleyen
politik ve maddi bağları güçlendirdiler. Bu süreçte Hamas’ın 800 kadar elit
komandosu, Hizbullah, İran ve Suriye’den eğitim aldı. Dronlar üretildi, füze
teknolojisi geliştirildi, Tunus gibi uzak bir diyarda Zuari isimli dronlar imal
edildi. Dronlara Hamas için çalışan Tunuslu uzay mühendisi Muhammed Mahmud
Zuari’nin ismi verilmişti.
Füze
teknolojisi, İran’dan (IISS, 2021), tünel ve başka konularla ilgili mühendislik
planları Hizbullah ve İran’dan geldi (Watkins & James, 2016). Bu süreçte
Hamas, doktrin düzeyinde geleneksel ordulardaki hantal komuta-kontrol
yapılarından uzaklaşıp “gerilla” mücadelesini merkezsiz olarak yürüten halk
savaşı konseptine geçiş yaptı (Morag, 2023). Taklit ederek ve aldığı
eğitimlerle Hamas, Asya’daki ulusal kurtuluş mücadeleleriyle kimi yönlerden
benzeşen bir gerilla mücadelesi tarzını uzun zamandır uygulamakta olan
Hizbullah’tan epey istifade etti.[5]
Hamas,
bu süreçte teknolojinin başka sahalarında da değişikliklere imza attı.
1.
“Düşük düzey teknolojilere dayalı haberleşme: Hamas’ın elindeki istihbarat
aygıtı, İsrail’in hem cep telefonu hatlarını hem de farklı cihazları takip
altında tuttuğunu anladı, bu sebeple, düşük emisyonlu cihazları ve onlarla
bağlantılı iletişim ağlarını kullanmaya başladı (Asharq Al Awsat, 2024).
2.
Askeri ve stratejik açıdan önemli bir imkân olan, yerden yatay ve dikey olarak
fırlatılacak roketlere geçiş yapıldı, böylelikle ekonomik tecride kıyasla daha
kısıtlayıcı olan politik tecrit çalışmalarında kullanılan yöntemlerin aşılması
sağladı.
3.
Hizbullah’ın elindeki dağlara oyulmuş tabyalardan mahrum olan Hamas, betonu
dağın yerine ikame etti. Yukarı doğru uzanan karmaşık ve düzensiz topografya
dâhilinde ilerleyen askeri eylem pratiği yerine tüneller, strateji ve askeri
açıdan önemli bir derinlik sağladı.
Mecdelavi’nin
de ifade ettiği biçimiyle, birlikte geliştirilen tünel ve füze sistemi,
fedakârlığa ihtiyaç duyuyordu. Hataya yer olmayan bu pratikler, stratejik bir
kalenin inşa edilmesini sağladı ayrıca Filistin halkına egemen bir güç olarak
karar alacağı bir merkez temin etti. (Majdalawi, 2021). Bu türden yeniliklerle
Hamas, İsrail’in Filistin davasını politik açıdan kuşatmak için imal ettiği
zırhı parçalayacak toplumsal ve politik süreci başlatma imkânı buldu. Mayıs
2021’de Birlik İntifadası’na ait unsurlar olarak sahneye çıkan Hamas roketleri,
Hamas’la Filistin halkı arasındaki kopukluğu gideren köprü işlevi gördüler.
Hamas,
1.100’den fazla İsrailli sivil ve askerin öldüğü 7 Ekim saldırısını bu zeminde
gerçekleştirdi.[6] Hava, kara ve denizden gerçekleştirilen saldırılarla
Gazze’den Batı Şeria’ya ulaşıldı. Bu eylem dâhilinde İsrail’in sınıra
yerleştirdiği elektronik gözetleme sistemleri ve otomatik, uzaktan ateş açan
makineli tüfeklerle donatılmış, IDF’in istihbarat toplama becerisini dışarıdan
temin ettiği kuleler hedef alındı. IDF’in savunma hattının bu kadar hızlı
çökmesini muhtemelen Hamas da beklemiyordu.
Bu
operasyon, salt varolma çabasının yok oluşun habercisinden başka bir şey
olmadığı, bu topraklarda kalmayı güvence altına almadığı konusunda halkı ikna
etti. Mecdelavi’nin (2021) de dile getirdiği biçimiyle, Nahrü’l Barid, Yermük,
Gazze gençliğinin İskandinav ülkelerine kaçışının hayatta kalma çabasını etnik
temizliğin, toplumsal hayatın bitişinin, toprakların ilkel birikim sürecine
dâhil edildiği sürecin, yersiz yurtsuzlaşmanın ve halktaki başkaldırı
bilincinin silinişinin izlediğinin delili.
Operasyon
sonucunda en aşırı sağcı yönetimin işbaşında olduğu İsrail devleti, birkaç
farklı cepheden savaş yürütmeye başladı. Bu süreçte devlet, savaş tutsaklarını
ve sivil esirleri almak, Hamas’ı yok etmek için Gazze’yi işgal etti.
Gazze’de
Kontrgerilla Faaliyetleri ve Soykırım
Filistin
mücadelesi, uzun zaman önce uluslararasılaşmış bir mücadeledir. Bu
uluslararasılaşma sürecinin dinamikleri yanında, mücadeleyi belirli bir
çerçeveye oturtmak için kullanılan dil, seslendiği kitle ve Filistin
toplumundaki değişimin toplumsal tabanı da sorgulanıyor (Cohen & Doumani,
1981; PFLP, 1969).
Bu
son savaş boyunca IDF’in saldırılarındaki dinamikleri ve bombardımanlarını
değerlendirmek, bunun yanında, İsrail’i uluslararası mahkemeye çıkartıp
Batı’nın liberal sivil toplumunun mahkemesinde onun hesap vermesini sağlamak
isteyenler, genelde soykırım ve “İkinci Nekbe” ifadelerine başvuruluyorlar. Bu
kavramlar, küresel sivil toplum ve uluslararası hukuk içerisinde süren mevzi
savaşının aydınlatılmasında tabii ki faydalı ama Filistin milli hareketi,
özellikle Sovyet sonrası dönemde, uluslararası hukuka sürekli başvursa da,
ilgili kavramların, Filistin meselesinin çözüme kavuşturma çabası dâhilinde
İsrail’in etnik temizlik ve soykırım “seçeneği”ni devreye sokmasına neden olan
hareket savaşının üzerini örtmesi riskini taşıdığını görmek gerekiyor.
Hareket
savaşına vurgu yapılmamasının iki nedeni var.
1.
Genel manada ABD destekli devlet karşıtı şiddetin popüler kılınması karşısında
sistem karşıtı silahlı şiddet, illegalize edilip ardından da gayrimeşru
kılınıyor. Bu konuda ABD’deki Ortadoğu çalışmalarında Suriye muhalefetine
yönelik teveccüh, örnek olarak verilebilir (örneğin: Pearlman, 2017).
2.
Depolitize edilen, politikadan arındırılan Filistin davası, toprak meselesinden
kopartılmış bir dizi hakka indirgeniyor, o hakların elde edilmesi ve
savunulmasının ana faili ve gücü olarak milli hareket, Filistin davasından
kopartılıyor (Qato & Rabie, 2013).
Filistin
milli hareketini çıkış noktası alan yazımız, bir yandan da İsrail’in yok etme
mantığını inceliyor. Yüksek teknolojiye dayalı yıkım sürecinin ve direnişin
dinamiklerini anlamak için kontrgerilla meselesine odaklanılıyor, ayrıca
hareket savaşından kontrgerilla faaliyetlerine, oradan da soykırıma uzanan
süreç inceleniyor.
Bugün
yaşanan süreci İkinci Nekbe olarak niteleme eğilimi güçlü. Oysa bugün işlenen
cinayetlerin ulaştığı kapsam ve ölçeğin Filistin tarihinde bir eşi benzeri yok.
Son iki ay içerisinde rekor ölü sayısına ulaşıldı, halkın yüzde 3 ilâ 4’ü
yaralandı, altı ay içerisinde yaralıların oranı yüzde 5-6’ya çıktı. Üstelik
1948-1949’la 2023-2024 arasında niteliksel farklılıklar mevcut: Arap milislerle
İsrail arasında teknoloji konusunda oluşmuş olan mesafe daraldı. Artık ortada
İran gibi yarı sanayileşmiş, Filistin direnişini destekleyen bir devlet var
(İran da sırtını süper güç olarak Çin’e yaslıyor). Milisler, eğitim ve askeri
organizasyon becerilerini artırdı. Muhtelif Arap ülkeleri ve İran, caydırıcılık
kapasitesine sahip oldu. Bu güçler, ABD ve İsrail’e şartlar dayatma becerisi
edindiler. Dolayısıyla, örgütlenme düzeyi ve askeri imkânlar açısından
bakıldığında, bugünkü mücadelenin 1948-1949 veya 1967 ile bir alakası
bulunmuyor.
İsrail’le
mücadele yürüten Arap ülkeleri ve İran, 1967’den dersler çıkarttılar.
Merkezileşmiş, araziye bağımlı, hantal ve kaba askeri güçlerin İsrail veya NATO
orduları karşısında bir şey yapamayacağını gördü. Bunun bir nedeni de İsrail ve
NATO’nun bu tür ordularla mücadele edecek şekilde teşkil edilmiş olması.
Ayrıca
Arap ülkeleri ve İran, gelişme kaydeden, yüksek teknolojiye dayalı kontrgerilla
faaliyetlerinin sunduğu derslerden istifade etti ve yavaş yavaş İsrail’le
yakınındaki Arap devletleri arasında teşkil edilmiş olan teknolojik-askeri
tampon bölgeleri ortadan kaldırma imkânına kavuştu. Hatta askeri-örgütlenme ve
strateji düzleminde İran ve Arap güçleri, Emir Muhsin’in bahsini ettiği
“Vietnam’dan çıkartılması gereken ders”i de edinmeyi bildiler: bu anlamda
ilgili güçler, bedeli ne olursa olsun, ait oldukları tüm toplumsal yapıyı bir
araya getirip onun “ortak milli hedef” doğrultusunda çalışmasını sağladılar
(Mohsen, 2023).
Vietnam
savaşı gibi Asya’da gerçekleştirilmiş olan savaşlarda toplumsal yapı zamanla
önemli hâle geldi. Aynı şekilde, bu halkların mücadele ettikleri kontrgerilla
güçleri de toplumsal yapı meselesini önemli görüyorlardı. Dolayısıyla, bugün bu
tür ülkelerin deneyimlerini Gazze, Batı Şeria ve genel manada tüm bölgede süren
savaşın niteliğine tatbik edebiliriz.
Milletin
topyekûn seferber edilmesinin gerilla savaşı bağlamında önemli olduğu
koşullarda kontrgerilla güçleri de bu seferberliği ortadan kaldıracak planlara
yöneldiler. Onlara göre halk desteği, en önemli değişken. Zira halk, direnişi
koruyabilir, ona yardım edebilir, her şeyin ötesinde, direnişçilerin nerede
olduklarına dair bilgileri gizleyebilir.
Ayrıca
direniş hareketleri denilen şey de halkın oluşturduğu olgular. Savaş, halk
nezdinde belirli bir meşruiyete sahip olmak zorunda, aksi takdirde halk, teslim
olur ve silâhlı güçleri tecrit eder. Bu türden bir halk desteği, casus ve
muhbir ağlarının çökertilmesinde de önemli bir husus. İsrail, onlarca yıllık
sömürgecilik temelli kuşatma ve şiddet pratiği boyunca bu tür yöntemlere ve
araçlara sıklıkla başvurdu.
Son
savaşta şehirde bulunan, İsrail’in altyapıyı yok etmesi öncesinde veya
sonrasında inşa edilmiş beton bloklar, yeraltındaki beton tünellerden oluşan
ağa yukarıdan destek sundular. Bombardıman sonrası çentikli bir yapıya kavuşan
bu beton bloklar, Filistinlilerin yürüttüğü asimetrik direnişi bir biçimde
beslediler.
İki
aylık savaşın ardından İsrail, önemli bir askeri başarı elde edemedi, başta
belirlediği hedeflerin hiçbirisine ulaşamadı. Ayrıca İsrail, Hamas’ın elindeki
komuta-kontrol ağlarının hiçbirisine zarar veremedi, buna karşılık, Filistinli
gerillalar, Gazze’de, IDF’in “temizlik” operasyonları yürüttüğünü iddia ettiği
alanlar da dâhil birçok yerde pusular kurmaya devam ettiler. Hamas’ın
bildirilerinde dile getirildiği biçimiyle, bu bölgelerde IDF 400 askeri aracını
kaybetti.
Vaktiyle
İkbal Ahmed’in de dediği gibi (1971, s. 14) “yıpratma savaşında güçlü düşmana
karşı nihai zafer kazanılamaz. Savaşanlar, sadece karşı tarafa ağır kayıplar
verdirmeyi, onu yormayı, uluslararası baskı üzerinden o düşman gücü müzakere
etmeye zorlamayı, mevcut hali korumasına izin vermeyip geri çekilmesini
sağlamayı umut edebilir.”
Sömürgeci
güçler, İsrail’in politika sahasında yürüyenler dâhil tüm kontrgerilla
operasyonlarında sömürgecilik karşıtı savaşı olumsuz bir şey olarak görürler,
halkı, siyasetini ve politik temsilcilerini yönetmeye çalışırlar, halkın
bastırılması konusunda “teknolojik-askeri yaklaşım”a başvururlar, bu anlamda,
kara ve hava operasyonlarına yönelirler, büyük askeri birlikleri sağa sola
konuşlandırırlar, yıpratma ve kuşatma amaçlı adımlar atarlar, “temizlik”
operasyonları yürütürler, ateş etmenin serbest olduğu bölgeler belirlerler,
ayrıca insanları kitleler hâlinde yersiz yurtsuz kılarlar. İsrail’in Filistin
şehirlerine yönelik saldırılarla birlikte devreye sokulan askeri stratejisi,
Filistin halkını güneye doğru sürüp kuzeyi tampon bölge hâline getirmeyi öngören
yaklaşıma doğru evrildi.
IDF
operasyonları Şuceyye ve Cebeliye gibi nüfusu yoğun mahalleleri boşaltamayınca
başka yöntemler devreye sokuldu. Güneyde halk, güvenli denilen bölgelere
sürüldü, ayrıca sivil halk taşınmaya zorlanarak tüm şehirler temizlenip ateş
etmenin serbest olduğu bölgelere dönüştürüldü (IDF bu yönteme başvurdu ama halk
taşınmayı reddetti).
Bu
türden taktiklerin yanında ağır bombardımanlara tanık olundu. İsrail, tutsak
değiş tokuşu ile ilgili şartları ihlal etti ve ateşkesi bozdu. Bu anlamda,
karşı-devrimci şiddet soykırıma doğru evrildi. Böylelikle İsrail toplumundaki
çatlaklar büyüdü, rehinelerin aileleri protesto eylemleri gerçekleştirmeye
başladı.
Yoav
Gallant gibi isimler, sivil halka bilerek ve kasten zarar vermenin, acı
çektirmenin şart olduğunu söylemeye başladılar. Hatta Gazze’de hastalık
yayılmasından, şehrin açlığa mahkûm edilmesinden söz ettiler. Bunlar, savaşta
başvurulacak araçlar olarak dillendirildiler:
“Sivil halk diz çökerse
savaş da biter, o nedenle zulmetme ve çile çektirme, sisteme karşı çıkan tüm
halkla mücadelede başvurulması gereken araçlardır” (Ofir, 2023).
Ama
Aralık 2023 sonu itibarıyla, soykırıma evrilen süreçte halkı kırımdan geçiren
“sistem”, mevcut koşullarda, ideolojik planda ayakta kaldı ve operasyonlar
üzerinden kendisini takviye etti. Direnişin gücüne güç kattığını gören IDF, bu
gelişmenin, mekanikleşmiş kontrgerilla pratiğinin ve yürüttüğü soykırımın
başarısızlığının kanıtı olduğunu görmedi. Çünkü tarihsel süreçte de görüldüğü
üzere, kontrgerilla faaliyetinin teorisyenleri ve uygulamacıları, “politik ve
toplumsal bağların koptuğu gerçeğini idrak edemiyor, görmek istemiyorlar”dı, bu
kopuşu daha çok “istihbarat ve baskı faaliyetine ihtiyaç duyan teknik bir
sorun” olarak değerlendiriyorlardı (Ahmad, 1971, s. 28). İşte bugün tam da bu
yanılgı ve körlük sebebiyle IDF, daha hâlâ deniz suyunun şehri basmasını
sağlama, sığınakları yıkma tehditleri, liderlerin öldürülmesi, stratejik
amaçlar doğrultusunda yürütülecek caydırıcı faaliyetlerden bahseden teknik
çözümler kitabına başvurup duruyor. İsrail, bu koşullarda ancak Filistin
milliyetçiliğini ve onu besleyen Arap halklarını ezmenin başarıyı getireceğini
düşünüyor.
Ocak
ayının başlarında Filistinli silahlı örgütler, İsrail’e ait 900’den fazla
zırhlı aracın yok edildiğini, 1.600’den fazla IDF askerinin öldürüldüğünü
duyurdular. Ayrıca bu örgütler, tarihi Filistin genelinde gelişkin tekniklere
dayalı pusular kurma becerilerini bir biçimde muhafaza etmeyi bildiler. Bu
saldırılarda uçaksavar füzeler kullanıldı, insansız hava araçları düşürüldü,
Tel Aviv, koordineli füze saldırılarına hedef oldu.
Altı
aylık askeri operasyon süresince Hamas ve diğer müfrezeler ciddi zaiyatlar
verse de Filistin silâhlı kuvvetleri, işgal altındaki Filistin’in güneyine
füzeler atmaya sürdürdü, Gazze’de bulunan ve temizlendiği, güvenli hâle
getirildiği söylenen bölgelerde IDF askerleriyle girilen çatışmalarda zaferler
kazandı.
Mart
2024’te İsrail soykırımcı boyutu güçlendirilmiş bir kontrgerilla harekâtına
geçiş yaptı. Bu noktada sivil halka saldıran İsrail, kalan altyapıyı yok etti,
Hamas’ı kötü şartları kabul etmeye zorlamak için halka açlığı dayattı. Özetle,
İsrail bu dönemde IDF’in savaş sahasında aldığı yenilgiler karşısında en
azından müzakere masasında kazanmak için adımlar attı. Bu adımlar dâhilinde
doktorları hedef alan İsrail, sağlık sistemini yok etti, yardım temini ve
dağıtımından sorumlu sivilleri öldürdü, gerilla faaliyetlerini besleyen, halkla
kurulmuş bağları kesmek için uğraştı, bir yandan da en geniş manada sivil
halktaki açlık düzeyini yukarı çekecek müdahaleler gerçekleştirdi. Nisan ayı
itibarıyla İsrail güçleri, Gazze’den büyük ölçüde çekildi, geride kalanlarsa
pusuların muhatabı oldu.
Öte
yandan, bu dönem boyunca ayaklanmanın düşük yoğunluklu seyrettiği Batı Şeria,
2020 sonrası inşa edilen silahlı faaliyetlerin hızlandığına şahit oldu.
Çatışmalar, Nablus’ta, Cenin’de, Tulkerim’de ve bunların arasında uzanan “ateş
üçgeni” denilen bölgede yoğunlaştı. Nablus bu süreçte özellikle sefalete mahkûm
edildi. Bu İsrail sömürgeciliğine ve tecavüzlerine karşı şehrin gösterdiği
direncin bedeliydi (Shoufani, 2024), ayrıca Nablus, İsrail’e yönelik direnişin
bereketli toprağı hâline geldi.
Bu
süreçte askeri teçhizatları ve patlayıcıları kullanan Aslanın İni isimli örgüt,
İsrail ordusuna ait buldozerleri ve tankları yok etme eylemlerine hız verdi. Bu
eylemlerin merkezindeki ana güç olarak Cenin Tugayı karşısında, şehirdeki
silâhlı muhalefetin kökünü kurutmayı amaçlayan katil İsrail’in kontrgerilla
faaliyetlerini buldu (Hanaysha, 2023).
Bu
süreçte İsrail, Batı Şeria’da tutsak alma faaliyetlerine hız verdi. İsrail bu
eylemiyle Hamas’ı ve Gazze’deki diğer yapıları tutsak değiş tokuşu yapmaya
zorlamayı umut ediyordu. Ayrıca İsrail’le işbirliği içerisinde hareket eden,
“ikinci Güney Lübnan Ordusu” (Faleh, 2023) rolünü üstlenmiş, IDF cephaneliğinin
önemli bir unsuru olarak işgören Filistin Yönetimi’ne bağlı güvenlik aygıtı,
Gazze’de mevcut değildi. IDF Filistinli ortağına kontrgerilla faaliyetine dair,
Filistin Yönetimi karşıtı eylemci Nizar Banat’ın öldürülmesi gibi kimi işleri
Filistin Yönetimi’ne taşere etti (Barakat, 2021).
Bölgesel
Cephe
7
Ekim operasyonu, Filistin’deki askeri ittifak sistemine ait diğer unsurlarla
net bir koordinasyon teşkil edilmeden gerçekleştirildi. Bunun bir nedeni,
eylemin gizliliğini koruma arzusu, bir nedeni de Hamas’ın, IDF’in Hannibal
Doktrini’ni ne ölçüde tatbik edeceğini, misillemenin olası ölçeğini ve önceden
koordinasyon kurulmasına yönelik ihtiyacı kestirememesiydi. Buna karşın,
sonrasında bölge düzleminde teşkil edilen koordinasyon dâhilinde askeri
çatışmalar yaşandı.
Arap-İran
devlet sistemi, üç tip eylem ortaya koyuyor. Filistin’deki silahlı eylemlerin
bir türbin olarak harekete geçirdiği bu eylem türlerini şu şekilde sıralamak
mümkün:
1.
Direniş ekseni;
2.
İsrail ve ABD arasında açıktan kurulmuş askeri işbirlikleri;
3.
Arap milliyetçiliğine ve Siyonizm karşıtlığına farklı düzeylerde bağlı olan
veya bu hareketlerle perde gerisinde işbirliği kuran “aracıların” veya cephe
hattının dışında kalanların meydana getirdiği kamp. Silahlı mücadeleye farklı
tarzlarda destek sunan Yemen, Suriye, İran, Irak ve Lübnan gibi ülkelerin
meydana getirdiği cephenin birçok üyesi, ABD kontrolündeki güçlerin işgali veya
saldırısı altında. İsrail ve ABD ile açıktan askeri işbirliği kuran ülkeler
arasında Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Bahreyn, Ürdün ve
Mısır bulunuyor (tabii bu arada Mısır’da İsrail’le askeri düzeyde kurulan
işbirliğine karşı çıkan siyasetçilere rastlanıyor). “Aracılar” veya “yumuşak
destek” kategorisine ise Tunus, Katar ve Cezayir giriyor.
Direniş
ekseni, Irak ve Suriye’de ABD ordusuna ait üslerle ve birliklerle açıktan
savaşa girdi. Bombardımanlara şahit olduğumuz süreçte İsrail, eksenin Suriye’de
ortak askeri stratejileri ve malzeme hareketlerini koordine etmek için
kullandığı lojistik altyapısına sürekli saldırdı.
Yemen’de
Ensarullah, İsrail’deki hedeflere füzelerle ve dronlarla saldırdı. Örgüt, bu
saldırıları İslami kurtuluş teolojisini anıştıran ifadelerle gerekçelendirdi.
“Arap ve Müslüman milletlerin devrimi”nden söz eden Ensarullah,
“Amerikan-İngiliz-Fransız eliyle yürütülen Siyonist istilasına ve işgaline
karşı milletin tüm yurttaşlarının adalete kavuşma haklarını savunduğunu”
söyledi (Al-Asaad, 2023) ve bu yaklaşımını yoksulları dert edinen
ideolojilerini dünyaya ihraç etme girişimleriyle ilişkilendirdi (Moussaoui,
2023, s. 233). Yemenliler, eylemlerinin düzeyini yukarı çekerek, İsrail
bandıralı, İsrail adına çalışan veya onunla bağlantılı olup Kızıldeniz’deki
Babülmendep Boğazı’ndan geçen gemileri durdurmaya, sonrasında da İsrail’e giden
tüm gemileri donanmasıyla engellemeye başladı. Bu eylemler, 21 Aralık Yemen
Devrimi’nin ideolojik taahhütleri ve meşruluğu zemininde anlam buldu.
Lübnan
cephesi, Lübnan Hizbullahı ile İsrail güçleri arasında süren yıpratma savaşının
damgasını vurduğu bir cephe. Bu çatışmalarda, İsrail’in yüksek teknoloji
üzerine kurulu askeri yapısı imha edildi, kuzeyden gelecek saldırılara karşı
oluşturulmuş Maginot Hattı’ndaki gözetleme merkezleri vuruldu, kışlalar, askeri
kamp yerleri ve İsrail’e ait zırhlı araçlar hedef alındı. Bu operasyon
sebebiyle IDF, askeri gücünün önemli bir kısmını ülkenin güneyinden ve orta
kesiminden kuzeye çekmek zorunda kaldı, böylelikle, ordunun Gazze üzerinde
kurduğu baskı belli ölçüde azaldı, bir yandan da İsrail’in kuzeyi boşaldı,
ayrıca İsrail’i (ve Akdeniz’e caydırıcı bir hamle olarak gemi göndermiş olan
ABD’yi) “ya Gazze’ye yönelik saldırıları durduracağız ya da geniş Arap coğrafyasında
Hizbullah’la ikinci bir cephe açacağız” seçeneğiyle yüzleşmek zorunda bıraktı.
İkinci cephe açılması durumunda Lübnan şehirleri hedef alınacak, buna karşılık,
İsrail’de nüfusun yoğun olduğu merkezler zarar görecek, Lübnan’a karadan
girilmesi durumunda İsrail de aynı akıbetle yüzleşmek zorunda kalacaktı. Irak,
İran ve Hizbullah’ın eylemlerine misillemede bulunuldu: Hamas lideri Salah
Aruri, 3 Ocak günü Beyrut’ta öldürüldü, 4 Ocak günü Bağdat’ta bulunan Haşdi
Şabi (Halk Seferberlik Güçleri) karargâhı vuruldu.
Önemli
bir Filistinli nüfusunun yaşadığı bir ülke olarak Ürdün, 1994’te İsrail’le
barış anlaşması imzalamış, ABD ile askeri işbirliği içerisinde bulunan bir
ülke. Bu anlamda Ürdün, yeni sömürgecilik dairesinde kendisine düşen tarihsel
rolü oynamaya devam ediyor, Siyonist hareketle ve ABD’yle birlikte hareket
ediyor (Shlaim, 1988), zira ülkenin başındaki elitler, rejimin bekası adına,
emperyalizmin yardımlarına ve rant akışına eskisinden daha fazla muhtaç
(Ufheil- Somers, 2015). Burası, toplumdaki rahatsızlıkların bastırıldığı,
İsrail’i protesto etti diye binlerce eylemcinin hapse atıldığı, ABD’nin
varlığının güçlü bir şekilde hissedildiği, ekonomik, politik ve askeri
anlaşmalarla bir yerlere zincirlenmiş bir ülke. Bu süreçte Ürdün, Yemenlilerin
dronlarını ve füzelerini düşürdü. Yemenlilerin denizde tesis ettikleri ablukayı
aşma konusunda bir tür köprü işlevi gördü. Ürdün güvenlik güçleri, aslen
Filistinli olan çoğunluğu ve Filistinli sözcülerin giderek popüler hale gelip
destek buldukları Ürdün toplumunu kontrol altında tutmakta güçlük çekiyor. Son
anketlere göre, ülkede 7 Ekim olaylarını destekleyenlerin oranı yüzde 66 (Anon,
2023).
Suudi
Arabistan ve BAE, İsrail’in denizdeki ablukayı aşmasına yardım etti, İsrail’le
sessizce veya alenen normalleşti, bölgede uygulamaya konulan ABD projesi
yanında hizalandı. Hamas’ın başarısızlığı ve mahvolması, Suudilerin hoş
karşılayacağı bir durum. 7 Ekim saldırısı, Suudilerin İsrail’le normalleşme
ihtimalini ortadan kaldırdı ve Suudi liderlerinin ABD’ye bağlı aracılar
üzerinden İsrail’e lafta da olsa saldırmak zorunda kalmalarına neden oldu.
Mısır,
bu süreçte daha karmaşık bir role sahip. İsrail’le ilk barış anlaşmasını
imzalayan Mısır, İsrail’le gaz ihracatından özel ekonomik bölgelere dek birçok
konuda kapsamlı bir ekonomik işbirliği içerisinde. Mısır, aynı zamanda Gazze’de
insani yardım düzleminde yaşanan felaketin ve kuşatmanın derinleşmesine sebep
olan güç. Bu güç, Mısır-Gazze arasında uzanan ve kaçakçılık için kullanılan
tünellere baskın düzenledi. Ama bir yandan da Mısır, etnik temizliğe ve nüfusun
başka yerlere nakline de karşı çıktı. Burada biraz da kendi ekonomisinin
istikrarsızlaşmasından ve silahlı kuvvetleri dâhilinde oluşan çatlaklardan
endişelendi. Sonrasında Mısır, kapalı kapılar ardında Sina üzerinden Gazze’ye
silah geçişine izin verdi.
Bu
süreçte Katar, sistem yanlısı duruşuyla önemli bir rol oynuyor. ABD’ye ait bir
donanma üssüne ev sahipliği yapan Katar, “Arap Baharı” denilen rejim
değişikliğine yönelik propaganda faaliyetlerinin ve al-Jazeera Arabic televizyonuyla
mezhepçiliği körükleyen girişimlerin merkezi olarak iş gördü. Kültür düzleminde
ise Katar, Batı’daki ve Arap coğrafyasındaki “Arap Merkezleri” üzerinden
üretilen kültürün yayılmasında önemli bir rol oynadı. Doha Yüksek Lisans
Merkezi gibi okulları ve Arap Araştırma ve Politika Çalışmaları Merkezi gibi
yayıncılık faaliyetleri ile bu sürece katkı sundu. Ayrıca Katar, Suriye’de ABD
eliyle ortaya konulan rejim değişikliği faaliyetlerini destekledi.
Bugün
Katar’ın Hamas, Mısır, ABD ve İsrail arasında arabuluculuk yapma üzerine kurulu
rolünün “demokratikleşme” söyleminin “yeni” bir tür Arap milliyetçiliğiyle
kaynaştırılmasıyla oluşan anlayışla birlikte sahnelendiğini görmek gerekiyor.
Bu rol dâhilinde Katar, topraklarındaki ABD üsleriyle tarafsız bir ülke pozu
kesebiliyor.
Lobi,
ABD’nin Ulusal Güvenlik Doktrini ve Şiddete Dair Açıklamalar
ABD-İsrail
operasyonları, batıdaki İsrail veya Siyonizm karşıtı hareketler ve küresel
planda Arap dünyasında farklı biçimler alan yığınla tartışmaya sebep oldu. Bu
tartışma, özünde ABD-İsrail operasyonlarının “rasyonalite”si, ABD hükümetiyle
yönetici sınıfının İsrail’i diplomatik ve askeri düzlemde korumasının ardındaki
dürtü ile ilgili. Bu tartışmalarda bir de İsrail’in ABD’nin gücü ve işlettiği
birikim süreci açısından bakıldığında, İsrail’in dün olduğu gibi bugün de bir
ayak bağı olup olmaması meselesi de ele alınıyor. Buradan şu sorulabilir:
“İsrail Lobisi”, ABD’deki yönetici sınıfı İsrail’le uyum içerisinde, yıkıcı ve
irrasyonel bir şiddet pratiğinin inşa ettiği, duvarları aynalarla kaplı bir
salona mı kapatıyor?
Bu
tartışma, ilkin Mearsheimer ve Walt’ın kaleme aldığı The Israel Lobby [“İsrail
Lobisi” -2006] isimli kitabın yayımlanmasıyla birlikte batıdaki liberal
çevrelerde gündeme geldi. Bu tartışmada mesele, Arap-İran coğrafyasında ABD dış
politikasının toplumsal, politik ve ekonomik kökenleri. Özünde burada iki
argüman dillendiriliyor:
1.
Bölgede ABD dış politikası, “irrasyonel” bir nitelik arz ediyor veya “ABD’deki
İsrail lobisi dış politikayı yoldan çıkartıyor.”
2.
ABD, lobinin yok olması durumunda bölgede kendi “çıkarlar”ı peşinde koşar,
bunun için “rasyonel” yollar bulur.
ABD’nin
jeopolitik çıkarlarına dair özel bir vizyonu reklâm eden kurumlarının varlığını
inkâr etmek, irrasyonel bir yaklaşım olacaktır. Bu kurumlar, orta sınıfların,
özellikle Yahudilerin, ayrıca Batı’daki halk sınıflarının, örneğin evanjelik
Siyonist kesimin desteğini arkasına almak için uğraşıyorlar. Oysa bu noktada
ilgili tartışma, iç tutarlılıktan yoksun veya parçalı bir yapıda ilerliyor,
çünkü tartışma, analizini Arap-İran bölgesinin ABD’nin işlettiği birikim
sürecinde oynadığı rol üzerinde temellendirmiyor. ABD’nin “çıkarlar”ı sürekli
ve ısrarla gündeme getiriliyor veya ülkeyi her daim kısıtlayan lobiden söz
ediliyor. Bu genel çerçeveden yoksun yaklaşım dâhilinde sonuç, sebep
zannediliyor, eldeki sonuçlar da gelişigüzel veya seçici bir tarz dâhilinde
okunuyor.
İsrail,
1967 savaşında ilerici Arap milliyetçiliğin ana bileşenlerinin ortadan
kaldırılmasında önemli bir rol oynadı. Her ne kadar bu süreçte Irak ve Libya’ya
dokunamasa da İsrail, Sovyetler’in bölgedeki etkisini kırdı. Sovyetler
dağıldıktan sonra İsrail, onlarca yıl ilerici Arap milliyetçiliğinin aldığı
biçimlere doğrudan saldırmadı, sadece kimi vakit ABD’nin Irak ve Suriye gibi
yerlere yönelik saldırılarına katıldı. Dolayısıyla, İsrail’in yol açtığı
kargaşa, ABD çıkarları söz konusu olduğunda fazla abartılan bir konu.
ABD’deki
yönetici sınıfının tanımladığı hâliyle ABD çıkarları denilen şey, bu tür
konjonktürlerde gündeme gelmiyor. Bu “çıkar” denilen mesele esasen sınıfsal
açıdan ele alınmalı, millet içerisinde oluşmuş birleşik bloklara ait bir şeymiş
gibi görülmemeli. “Çıkar”, varsayımlarla değil, net tanımlarla açıklanmalı.
Bu
anlamda, “Lobi, ABD’deki iktidarı başka yöne yönlendiriyor” anlayışı, tarihsel
materyalizme yabancı. Çıkarlar konusunda geliştirilecek her türden anlayış,
kapitalist birikimin tarihini esas almalı.
Bu
tarih incelendiğinde, şiddetin ana unsur olduğu görülecektir. İlkel birikim ve
savaşlar, sömürgecilikte vazgeçilmez olgulardır. Bunların mantığı, durgunluk,
kıtlık ve soykırım yoluyla serveti çekip kendi kasasına akıtmak üzerine
kuruludur. Buna bugün toplumların yok edilmesini ve “atığın birikimi”
meselesini (Kadri, 2023; Patnaik & Patnaik, 2021) de eklemek gerekmektedir.
“Lobi
Amerika’yı yönetiyor” anlayışının kaynağı, Soğuk Savaş döneminde geliştirilen
modernizasyon teorisi. Bu teoriye göre, ABD’nin inşa ettiği ticaret ve kalkınma
faaliyetlerinin ana binasına girildiğinde ABD tarzı birikim, kalkınma ve
sanayileşme yoluna da giriliyor. Oysa tarih, henüz böyle bir şeyi kaydetmiş
değil.
ABD’nin
tercihi daha çok sıcak savaşlar yönünde (Kolko, 1986). Burada amaç, ülkeleri
ana hammadde ihracatı ile tarımdaki yoğunlaşmayı esas alan modellere entegre
etmek, onları stratejik açıdan belirlenmiş bölgelerde ihracat güdümlü
sanayileşmeyi temel alan yeni uluslararası işbölümüne dâhil etmek ve
teknolojiyi merkezde toplamak.
Mevcut
kutuplu sistemi ayakta tutmak adına ABD, sermaye, teknolojik gelişim ve
endüstriye ait özerk bir yapı inşa etmek yerine, çevre ülkelerini bir alt
seviyede entegre ediyor. Japonya ve Almanya’nın yeniden sanayileşmesine ve
ülkelerine inşa etmelerine bu sebeple izin verildi. Bunun tek şartı, bu iki
ülkenin ABD’nin elindeki savunma şemsiyesinin altında, Soğuk Savaş’ta devrimci
Çin ve Sovyetler Birliği’ne karşı kullanılan kuşatma mekanizmalarının bir
parçası olarak durmasıydı.
Bu
dönem boyunca Arap-İran bölgesi, esas olarak ABD’nin öncülük ettiği dünya
sistemine önce petrol kanalları (Kolko & Kolko, 1972) ardından da silah
satışları üzerinden entegre edildi. Altmışların sonunda savaş sayesinde bölge,
ABD’nin birikim stratejisiyle bütünleşti. Bu süreçte bölgedeki istikrarsızlık
tohumlarını İsrail ekti, bölgedeki silah alımları için sürekli gerekçe üretti
(Ajl, 2024b).
Seksenler
ve doksanlar boyunca bu sisteme hiç halel gelmedi. İsrail’in bu dönemde
Filistinlilere ve Arap devletlerine yönelik gerçekleştirdiği askeri
operasyonlar, Arapların zayıflığının ve biçareliğinin kanıtı gibiydi. “Yenilgi
hali”, bu dönemde kökleşti (Kadri, 2014).
Öte
yandan, ABD’nin bölgeye yönelik saldırıları, yaptırımlar ve ülkeleri geri
bıraktırma çabaları aşamasından Irak ve Libya devletlerini ortadan kaldırma,
Suriye’de yıkıcı sonuçlar doğuran vekalet savaşı, Suriye ve Yemen’de savaş ve
yaptırımlar yoluyla kıtlığa sebebiyet verme aşamasına geçti. Bu süreçte söz
konusu ülkelerin önemli bir kısmında sermaye birikimi yok oldu, insan ömrü
kısaldı. Buradan söz konusu saldırı süreci Gazze’de zirvesine ulaştı. Bu
politikalara ABD’deki politik elitler tam destek verdiler.
Bu
“Lobi tezi”, bize emperyalizmin yönetim mekanizmasının daha rasyonel
politikalar uyguluyorken bu ülkeleri istikrarsızlığa sürükleyen savaşın onu
yolundan saptırdığını söylüyor. Görece zayıf olan ikinci hipotez ise İsrail
saldırıları ve ondaki intikamcılık olmasaydı, Arap bölgesinin Üçüncü Dünya’daki
parçalı sanayileşme ve tarımdaki yoğunlaşma gibi dinamiklerin damgasını vurduğu
diğer bölgeler gibi olacağı üzerinde duruyor.
Oysa
bu ikinci tez iki açıdan tarihe kör:
1.
Bu tez, Afrika’nın büyük bölümü ithal ikamecilik ve ihracat güdümlü ekonomi
üzerinden (Ossome & Naidu, 2021; Yeros, 2023) sanayileşme sürecinin dışında
tutulurken, ihraç mallarının Doğu Asya’ya hâkim olduğu koşullarda Latin
Amerika’daki eskiden beri emperyalizme bağımlı olan ülkelerin “prematüre” (Sato
& Kuwamori, 2019) bir sanayisizleşmeye evrilmesinde olduğu gibi, dünya
ölçeğinde görülen fazla sanayileşme sorununu görmezden geliyor.
2.
Bu tarih dışı teorik çerçeve, ABD’nin yönettiği birikim sürecinin dayandığı
genel sistem içerisinde birbirinden farklı bölgelerin birbirinden farklı roller
oynadığı gerçeğini göz ardı ediyor.
Petrol,
dünya piyasaları için zaruri olan, epey ticarileşmiş, yoğun bir metayı temin
eden bölgeyi ayrıksı kılan ana unsur. Petrol üretimi, dünya ölçeğinde üretim
baskılansın diye işleme tabi tutulmak, daha doğrusu, sabote edilmek zorunda
(Blair, 1976; Wolfe-Hunnicutt, 2021). Petrol satışları dolar üzerinden
gerçekleşiyor. Bu anlamda, bu satışlar petrodoların geri döngüsünün ana
kaynağı, oysa bu döngü İsrail için bir “engel” (Spiro, 1999).
ABD’nin
bölgede uyguladığı politikalar, kesintilerin dayatılması yoluyla uygulanan
sistem yanlısı politik mühendisliğin ana yöntemleri olarak yaptırımlara ve
gelir azaltma girişimlerine gayet uygun (Doutaghi, 2024; Doutaghi vd., 2022).
Bu düzlemde ABD ve İsrail’in Arap-İran bölgesinde savaş ve yaptırımlar üzerine
kurduğu düzen, ABD’nin işlettiği toplam birikim sürecine tek bir sorun bile
çıkartmıyor. Gelir eşitsizliği, hisse senedi getirileri gibi ABD’nin elindeki
zenginliğin ve gücün sağlam olduğuna dair göstergeler, bunu söylüyor.
Esasında
İsrail ve ABD’nin savaş ve yaptırımlar üzerine kurulu düzeni, dünya genelinde
ABD’nin ajandasına silahla ya da silahsız karşı gelen her türlü gücün
dağıtılması konusunda önemli katkılar sundu. Bu ajanda dâhilinde alternatif
sermaye birikimi merkezleri dağıtıldı, onlara eşlik eden devletler
etkisizleştirildi, Küba ve Venezuela’da devlet iktidarını ele geçirmiş olan
projeler budandı ve deforme edildi.
Soykırımın,
kıtlığın ve sivillere yönelik katliamların hüküm sürdüğü, her yanı saracak
savaş riskinin gündemde olduğu koşullarda, İsrail’in ABD’nin elindeki güç
açısından yol açtığı tehlikelere işaret edenlere şu soruyu sormak gerekiyor:
“ABD, Filistin’deki silahlı milislerin ve bölgedeki müttefiklerinin kendisine
bağımlı olan devlet olarak İsrail’in yenilmesine izin verebilir mi?”
ABD,
bölgedeki güvenlikle alakalı düzenlemeleri ve politikaları aracılığıyla,
küresel birikime hizmet eden politik siperler örüyor. Bu küresel birikimse
petrodolarlar, finans, silah, sınırlı sanayileşme ve kapsamlı hizmetler, ayrıca
ihracat güdümlü tarım üzerinden gerçekleşiyor. Ayrıca ABD, dünyanın
askerileşmesini istiyor. Bu anlamda İsrail’i ABD silahlarına, kontrgerillasına
ve teknolojik değerin oluştuğu kanallara bağlıyor. Bu süreç, Arap
coğrafyasındaki işçi sınıfının ilgili sistemin çıkarları adına mağlup olmasına
neden oluyor.
Filistin
Yönetimi, Arap coğrafyasındaki yeni sömürgeci ve sistem yanlısı güçlerin
Filistin’deki yankısı olarak tasarlandı. Bu teşkilâtın amacı, Filistin
demokrasisini ve direniş faaliyetlerini ezmek, ayrıca milyarlarca doları bulan
emlâk değeri ve yürüyen altyapı geliştirme çalışmalarıyla Batı Şeria’daki geniş
alanları ve 600.000 yerleşimciyi içine alan, İsrail eliyle yürürlüğe konulmuş
yerleşim projesini istikrara kavuşturmak. Filistin Yönetimi’nin bir amacı da
Filistinli sürgünlerin cumhuriyetçi ve devrimci hareketler içerisinde önemli
roller üstlendiği Arap devletlerini istikrarsızlaştıran bir yangın olarak
Filistin’i söndürmek (Kazziha, 1975, 1985).
İsrail’in
“içsel” çelişkilerinden bahsetmişken, şunu belirtelim: bu yerleşim projesi,
toprak ve kaynakların ilkel birikim sürecine tabi kılınması yoluyla
Filistinlilerin sırtının yere getirilmesini, bunun yanında, Filistin’in
silahların ve diğer İsrail yatırımlarının sınandığı laboratuvar işlevi
görmesini ifade ediyor.
Yeni
sömürgecilik ve işbirlikçilere yaslanan kuşatma faaliyeti, Filistin halkını
“şeyleştiriyor” (Césaire, 2001). Bu şeyleştirme gayretinin karşısına Filistin,
2023 yılında “tarihi hatırlatan” bir eylemlilikle çıktı (Allday & Omar,
2023). Tarihte açılan bu yarığı kimse öngörmüyordu. Onun yol açtığı sonuçları
şimdiden öngörmek isteyenler, olmayanı varmış gibi düşünmenin alanına girmek
zorunda.
Gene
de bugün elimizde kimi bilgiler mevcut: Eğer Hamas, 1967 öncesi sınırların
kabulünü karşı tarafa kabul ettirirse, şu an yerleşimlerde yaşayan
İsraillilerin yüzde onu evlerini boşaltmak durumunda kalacak. Bunun sonucunda
yüz binlerce ev yapılacak, netice Yahudi sağı harekete geçecek. İç savaş çıkma
veya toplumsal dağılma riski gündeme gelecek. Dolayısıyla, politik alanı
düzenleyenlerin tek derdi, İsrail’deki statükoyu değiştirme becerisine sahip
politik güçleri etkisiz kılmak, budamak veya parçalamak ki bu, Filistin
Yönetimi’nin de gayet iyi bildiği bir gerçek.
Filistin
Yönetimi’nden bir yetkili, bu sebeple “Hamas’ı yok edin, İsrail onu yok etmezse
biz bittik” diyor (Aktaran: Faleh, 2023). Çünkü Hamas, İsrail ve ABD’nin
kontrol altına alamadığı veya iç edemediği, ne kadar güç uygularsa uygulasın
yok edemediği bir politik güç.
Hamas
ve onun Gazze ile Batı Şeria’daki milisleri, Arap coğrafyasındaki ABD ve
İsrail’in 1967’deki milliyetçi devletlerden oluşan Arap cephesine yağdırılan
toplardan beri ana çalışma tarzı dâhilinde işçi sınıfına dayattığı
politik-askeri yenilgiye meydan okuyorlar. Eğer Gazze’de ABD ve İsrail
kaybeder, Hamas hayatta kalırsa Filistin Yönetimi, dolayısıyla İsrail
istikrarsızlaşır, ayrıca İsrail ekonomisi savaş yüzünden ciddi kayıplar yaşar.
İstikrarsızlaşma, hatta devletin çöküşüyle birlikte yüz milyarlarca dolar
değerindeki ekonomik varlık ile yüksek teknolojiye yönelik sermaye yatırımları,
buhar olur. Ayrıca bu asimetrik savaşta karşı tarafın yaşayacağı yenilgi, elde
silah dövüşen farklı örgütleri ve yüz binlerce insanı yüreklendirir, Batı’nın
askeri gücünün Batı Afrika’da olduğu gibi yenilebildiğini veya
defedilebildiğini gören herkese cesaret verir, Rusya ile Çin’e yönelik
caydırıcı adımlar hükmünü bir bir yitirir.
Sermaye
kaybı muhayyeldir. İsrail, bir engel olarak görülmeye başlanır. Zira sermaye,
kesintisiz askerileşme ve ilkel birikim süreci olmaksızın işlemez. Sermayenin
biriktiği rakip merkezler hükmünü yitirir veya buharlaşır. Şiddet, bunun için
devreye sokulur. Bu sürecin sonunda sermaye, dünya ölçeğinde birikim sürecine
destek olan politik adımların yol açtığı kayıpların ağırlığından kurtulma
yoluna da gidebilir.
Sonuçta
belki de ortaya, tarihte varolmayan bir kapitalizm çıkar. Alternatif birikim
merkezleri ve askeri güçlere varolma imkânı sunan, Üçüncü Dünya devletlerine
finansal ve askeri düzlemde alan açan bir kapitalizmdir bu. Bunun ABD’nin
arzulamadığı bir kapitalizm olduğu açık.
Bugün
görülüyor ki Hamas ve bölgede ona müttefik olan devletler ve milis güçler,
ABD’nin karşısına en uygun değilse bile ona yakın bir sonucun ve tercihler
kümesinin çıkmasını sağlıyorlar. Bu koşullarda İsrail, ABD’nin içteki
hegemonyası üzerinden bakıldığında, artık daha az cazip bir müttefikmiş gibi
görünüyor. Ama aynı zamanda işleyen süreç, ABD yönetici sınıfının her şeye
kadir olmadığını da ispatlıyor.
Bu
da bizi iki önemli soruyla baş başa bırakıyor:
1.
Lobi, madem ABD dış politikasının genel çerçevesini önemli ölçüde etkilemiyor,
sadece sınırlı bir etkiye yol açıyor, o zaman bu lobi, esas olarak ne yapıyor?
2.
Bu gerçek üzerinden stratejiyle alakalı ne tür sonuçlar çıkartabiliriz?
Esasında
kapitalizm, politik düzlemde, şiddetin ülke dışında hüküm sürmesiyle alakalı
adımlar üzerinden tasarlanması gereken bir şey değil. Şiddet ve politik
baskılar, kapitalizmin politik ve kültürel çerçevesini güvence altına alacak
tarzlar. Öz olarak kapitalizm, bu çerçeve dâhilinde politik onayı alıyor ve
daha rahat işliyor. Dolayısıyla, lobi denilen şey, sahip olduğu arayüzle esas
olarak hegemonyanın teşkil edildiği düzeyde faal. Lobi, politik kültürü kendi
kalıbına dökerek, Siyonizm yanlısı konum üzerinden muhalefeti disipline ediyor,
uluslararası ölçekte karşımıza çıkan politik, kültürel, düşünsel ve örgütsel
alanlarda ise Siyonizmi propaganda ediyor, daha da özelde, kendisini Yahudi
olarak tanımlayan ABD’li orta sınıfları Siyonizme örgütlüyor (Feldman, 2016).
Sonuçta tarihsel planda Filistin (ABD’nin İsrail’e verdiği destek üzerinden)
altmışların savaş karşıtı hareketinde ve Siyahî Güç hareketinde (Levin, 2017),
seksenlerin nükleer karşıtı solunda (Ahmad, 2006) ve 2000’lerin başındaki
eylemlilik sürecinde (INCITE!, 2017) karşılık buluyor. Ayrıca bu Amerika’nın
Ulusal Güvenliği Yahudi Enstitüsü gibi biçimler alan “Siyonist” veya “Yahudi”
lobisi, gerçekte Pentagon binasındaki danışmanların girip çıktığı bir tür döner
kapı işlevi görüyor. Bu Pentagon binasındaki danışmanlarsa İsrail lobisinden
çok silah lobisinin üyeleri.
Lobiye
bağlı kurumlar, ırkçılık, Siyonizm ve emperyalizm karşıtı örgütlere ve
örgütçülere karşı başvurulan, disipline edici bir mekanizma olarak iş görüyor.
Ayrıca bu kurumlar, ırkçılık karşıtı örgüt ve kişilerle mücadele eden gerici
örgütleri ve girişimleri besliyor. Gericiliğin politikası, bağışları alacaklara
yönelik tercihlere nazaran daha az tutarlılık arz ediyor (IJAZN, 2015).
Lobinin
ilk elden görünmeyen bir sonucu da onun sosyal adalet veya savaş karşıtı
çalışmalar etrafında oluşmuş genel ilerici uzlaşma düzleminde “Filistin’i
istisnai” gören anlayışların zemin bulmasını sağlaması. Bu bağlamda, Filistin’i
desteklemek, sistem karşıtı veya enternasyonalist politikanın bir alameti
hâline geliyor, hatta Üçüncü Dünya ülkelerinde, örneğin İran’da rejim
değişikliğini savunan görüşlerle ilişkilendiriliyor.[7]
Esasında
lafta anti-Siyonist olan kesimler, Siyonizmle mücadelenin gerçekte yükünü
omuzlamış olanlara dair hiçbir şey söylemiyor, hatta bazen onlara açıktan karşı
çıkıyorlar. ABD saldırıları karşısında lal olan enternasyonalizm karşıtlığı,
ilerici entelektüel alana, özellikle Batı akademyasına hâkim oluyor.
Strateji
düzleminde ise lobi, ABD-İsrail’in yürüttüğü sömürgeleştirme çabalarına yönelik
muhalefetin diğer muhalif kesimlerin yüzleşmediği çatlaklarla yüzleşmesini
ifade ediyor. İran ve Suriye’ye yönelik saldırılar konusunda çalışma yürüten
daha ufak lobiler var ama bunlarda İsrail lobisindeki güç yok. Ama gene de bu
yapılar, ABD’nin Suriye’yi işgal ettiği sürece karşı gelenleri örgütsüz kılma
konusunda epey başarılı oldular.
Lobiden
söz eden tez, bir yandan da önemli bir hususun gündeme gelmesini sağladı: bu
tez sayesinde ABD’nin İsrail’in askeri faaliyetlerine ve sömürgeciliğine
sunduğu desteğe onay veren kesimler içindeki çatlaklar ve kopuşlar görünür
oldu.
Lobi
üzerinden yürüyen tartışma, ABD’nin jeopolitikasını ciddiyetle ele almasa da,
ABD’nin tarihi Filistin’de Arapların inşa edeceği demokrasiye destek olup
olmayacağı sorusunu gerektiği şekilde değerlendirmeye tabi tutmasa da Batı
yarıküredeki sistem karşıtı aktörlerin hedefiyle ilgili meselelerin gündeme
gelmesini sağladı. İsrail’e uluslararası planda ve ABD içerisinde
gerçekleştirilecek her türden itirazın, ABD, AB ve Körfez’deki yönetici
sınıfların İsrail’in uyguladığı şiddete destek sunma politikasının ve Arap
coğrafyasındaki sömürgeciliği normalleştirme çabalarının neticesinde ödeyeceği
bedeli artırdığını görmek gerekiyor.
Bir
de Lobi tezini sağından solundan düzeltmeye çalışan ama marjinal kalan bir
materyalist yaklaşım var. Bu yaklaşım, Filistinlilerin millet olarak maruz
kaldıkları zulmün dünya genelindeki birikim sürecinde oynadığı rol ile Arap
ülkeleriyle İran’ın politik egemenliğini savunan veya o egemenliği arzulayan
güçlerin yan yana gelişinin bu konjonktürde oynadığı sistem karşıtı rol
üzerinde duruyor. Bu bakış açısı, Hamas’ı gardiyan teorisi üzerinden ele alıyor
ve örgütün “İran’dan gelen askeri rantı muhafaza etmeye çalışan bir güç”, yani
“yabancı kapitalistlerle yapılan alışverişlerde aracı konumu üzerinden devasa
gelirler elde eden toplumsal bir yapı” olduğunu söylüyor. Bu bakış açısının
debelendiği çamurun adı, ekonomizmdir. Bu yaklaşıma sahip olanlara göre “Hamas,
proletaryayla aynı çıkarlara sahip değildir” (Minassian, 2023). Bu anlamda, bu
ekonomist isimler, yerleşimci-sömürgeciliğin saldırıları karşısında politik
egemenliğe kavuşma konusunda işçi sınıfının nesnel çıkarı olduğunu
göremiyorlar.
Batı’daki
Filistin Hareketi
2005
sonrası Filistinlilerin haklarına kavuşmasını talep eden BDS hareketi, onca
baskıya, ayrıca liberal ve sol çevrelerde de görülen Müslüman, Arap ve
Filistinli karşıtı ırkçılığa rağmen hızla büyüdü. 2013 sonrası bu hareket
açıktan kabul edilmese de kısmen içteki iki kanat, devletlerden farklı
düzeylerde baskı gördüğü için bölündü. Bu bölünme, esasında tarihsel planda
Fetih’te, sonrasında Filistin Yönetimi’nde ve diaspora dâhilinde farklı
biçimler alan normalleşme yanlısı örgütlerde somutlaşmış olan Filistin sağının
yeniden ortaya çıktığının göstergesi.
Esasında
tarihsel süreçte politik spektrumun en ucunu hep bu kesimler işgal ettiler.
Fetih’in sağ kanadı, Aksa Şehitleri Tugayı içerisindeki sistem karşıtı
unsurları bir biçimde muhafaza ederken, sola sapan kadrolar, sonrasında İslami
Cihad’ı kurdular (Sing, 2013). Ama bu kesim, İkinci İntifada’nın
sonlandırılmasıyla birlikte yok oldu.
Politika
boşluk kabul etmez. Bahsini ettiğimiz, esasen belirli sınıfsal çıkarların
karşılığı olan sağı bugün Ulusal Boykot Komitesi, Amerika ve Avrupa’daki
Filistinli sürgünlerin ve diasporanın faaliyetlerine yön veren, ABD
Filistinlilerin Hakları Kampanyası, Yahudilerin Barış Yanlısı Sesi, Filistin
Dayanışma Komitesi gibi STK’lar ile BDS Ulusal Komitesi oluşturuyor. Silahlı
mücadeleye açıktan karşı çıkan bu güçler, BDS içerisinde silahlı mücadeleye
destek sunan örgütlerin kendilerini bu mücadeleyle tanımlamasına izin vermediği
gibi, bu belirlenen hatta itiraz eden örgütleri ve kişileri BDS’den atıyor.
Bu
bahsini ettiğimiz bölünme, Şam’daki Tahran elçiliğinin bombalanması karşısında
14 Nisan’da İsrail’e yönelik gerçekleştirilen misilleme eylemi sebebiyle
İran’ın kötülenmesine yönelik kampanyada açık biçimde hissedildi. Bu üzerinde
durduğumuz “sağcılar”, araştırma faaliyeti yürüten ağlarda, Kıbrıs İnşaat
Şirketi’ne ait (Filistin diasporasındaki en zengin vakıf olan) Sabbah
Vakfı’nda, Şebeke isimli, Rockefeller Vakfı’nın ve Alman Heinrich Böll
Vakfı’nın fonladığı vakıfta ve Körfez ülkelerindeki Filistinli kapitalistler ve
yatırım bankacıları dâhilinde epey güçlü bağlara sahipler. Bunların işi,
Filistin sağını ideolojik açıdan meşrulaştıracak bir yapı meydana getirmek.
Bu
sağın iki özel becerisi var:
1.
Mücadelenin bölgeselleşmesine mani oluyor, yani kitlelerin Yemen ve Hizbullah
konusunda sessiz kalmasını sağlamak için uğraşıyor;
2
ABD’nin Suriye ile Libya’ya yönelik gerçekleştirdiği savaşa destek sunuyor,
ayrıca uluslararası hukuk veya onun strateji düzleminde verimsiz olduğu iddiası
üzerinden silahlı mücadeleye karşı çıkıyor (Baconi, 2018; Intercepted, 2023).
Bu kişilerin dilinde Gazze’ye ve dertlerine asla yer yok (Ajl, 2023a).
Bir
de Avrupa ve Kuzey Amerika’daki örgütler içerisinde hâkim olan, ABD ve
Avrupa’daki doğrudan eylem hareketleri içerisinde yer alan “radikal” bir kanat
var. Bunların üyeleri, esas olarak sürgüne giden ilk kuşak Filistinlilerin
içinden çıkmış organik aydınlar ve sürgündeki hareketlerde yer alan gençlerden
oluşuyor. Bu insanlar, Batı Şeria’da, Gazze’de ve Lübnan gibi yerlerde çalışma
yürütüyorlar, seslerini Mondoweiss ve Electronic Intifada gibi
platformlarla akademi dışı yayınlar üzerinden duyuruyorlar. Silahlı direnişi
savunan bu kesim, ABD’nin Arap coğrafyasına yönelik müdahalelerine karşı
çıkıyorlar.
Hareketin
her iki kanadı da kriminalize edilmese de yaptırımlarla yüzleşiyor. Çünkü
Avrupa ve ABD, devlet düzeyinde BDS hareketine veya Siyonizm karşıtı fikirlerin
açıktan ifade edilmesine zerre hoşgörü göstermiyor.
Terörle
mücadele yasalarının radikal hattı benimseyenleri ezdiği koşullarda, onca
baskının karşısına daha az radikal olan bir hatla çıkılıyor. Bu noktada
“yumuşak” dil tutturan sivil toplumcu kontrgerilla faaliyetleri, akademi
içerisindeki disipline edici adımlarda karşılık buluyor. Böylece ortaya akademi
ve popüler fikir düzleminde Filistin ve İsrail konusunda uzlaşmacı bir anlayış
çıkıyor. Burada asıl radikal olanın Filistin olduğu gerçeği üzerinden, dile
getirilen stratejiler arasındaki farklılıklar göz ardı ediliyor. Milli hareket
içerisindeki farklı güçler, birbirinden kopuk ve tek tek ele alınıyor. Milli
hareketin sürgündeki hareketlerle ve sivil toplum kuruluşları arasındaki bağ ve
bu unsurların sınıfsal niteliği bulanıklaştırılıyor.
Sonuç
Bölümü Vesilesiyle Geleceğe Dair Notlar
Bu
yazının yazıldığı sıralarda İsrail, açlık kuşatması üzerine kurulu savaş
pratiğine, Gazze içerisinde ara sıra gerçekleştirilen baskınlar aşamasına ve
kesintisiz bombalama faaliyetine geçiş yaptı. Nisan 2024 başından itibaren
İsrail askerlerinin önemli bir bölümünü Gazze’den çekti. Şehri harap eden
İsrail, 18 milyar dolarlık bir zarara yol açtı, tüm üniversite sistemini
çökertti, Şifa Hastanesi’ni yıktı, kuzeydeki ve orta kesimdeki tüm evleri
kullanılamaz hale getirdi.
Buna
karşın, İsrail’in üst düzey analizcileri, ülkelerinin sadece İsrail-Filistin
düzleminde değil, bölge düzleminde de yenildiğini kabul ettiler:
“Gerçek şu ki savaş
dâhilinde belirlenmiş hedeflere ulaşamayacağız. Hamas yok edilemez. Rehineler,
askeri baskı uygulayarak geri alınamayacak. Güvenlik yeniden tesis
edilemeyecek.” (Levinson, 2024).
Eğer
savaş, politikanın bir uzantısı ise Washington ve Tel Aviv’deki operasyonel
düşünce şunu tespit ediyor olmalı: Eylem düzleminde çatışma sürecinden
yenilgiyle çıkılması durumunda zafere bilinçli yaratılan kıtlığın uygulayacağı
“dolaylı” şiddetle ulaşılabilir. Bu kıtlık üzerine kurulu şiddet eylemine
İsrail’in Filistin’in karasını, denizini ve havasını kontrol altına almasına
yönelik dolaysız şiddetle destek sunulmalı.
Savaşın
tırmanma riski ortadan kalkmış değil. İsrail, Gazze’yi yaşanılmaz bir yer
haline getirme hedefine ulaştı. Bu hedef, tek muhtemel stratejik seçenek
aktarılırken dillendirildi. Bu stratejiye göre Sinvar ve Hamas’ın diğer
liderleri, salgın hastalık ve kıtlık için atılacak adımlar üzerinden
saklandıkları yerden çıkacak, böylelikle askeri-politik liderlik kuşatma savaşı
üzerinden bu isimler diz çökmeye mahkûm edilecekti.
Onca
şeye rağmen Hamas, askeri kapasitesini yitirmedi. Hatta görebildiğimiz
kadarıyla Gazze’ye yeni yardımlar geldi. Politik pazarlıklar dâhilinde yapılmış
olmasına ve sınırlı bir nitelik arz etmesine rağmen bu yardım önemli.
Bugün
sayısız senaryo dillendiriliyor. İnsani düzeyden bakıldığında, bu savaşın
kazananı olmayacak. Politik düzeyde ise İsrail, eski konumuna kavuşma imkânı
bulamayacak. Politik egemenliğe, toprak bütünlüğüne ve silaha dayalı birikim
sürecinin güvenliğine ihtiyaç duyan küresel birikim mekanizmasının bir dişlisi
olarak İsrail’in geleceği de ABD ve NATO için oynadığı bölgesel jandarma rolü
de riske girdi. Şurası artık kesin: 7 Ekim her şeyi değiştirdi.
Max Ajl
5
Haziran 2024
[Kaynak:
Agrarian South: Journal of Political Economy, Cilt 13, Sayı 2, s.
187-200.]
Dipnotlar:
[1] Farklı teorik ve analitik eğilimlere dair bir değerlendirme için bkz.: Ajl,
Max, (2023b). “Logics of elimination and settler colonialism: Decolonization or
national liberation?”, Middle East Critique, Sayı. 32(2), s. 259–283 ve
Ajl, M. (2024a). “Palestine: Solidarity or National Liberation?” Middle East
Critique, yakında yayımlanacak.
[2]
O müthiş değerlendirmesi dâhilinde Andreas Malm, solun emperyalizmin İsrail’i
desteklemekteki çıkarını anlayamadığını söylüyor. Oysa bence Malm’ın bahsini
ettiği platformların ve kurumların bu çıkarı bilerek kasten anlamayı
reddettiğini, bu anlama çabasını besleyen zengin yazınsal birikimi görmezden
geldiğini söylemek daha doğru olur.
[3]
Yazarın ismini gizli tutan Filistinli bir örgütçüyle yaptığı söyleşiden.
[4]
Makalenin birinci bölümüne bakılabilir: Ajl, M. (2024b). “Palestine’s great
flood: Part I.” Agrarian South: Journal of Political Economy, Sayı.
13(1), s. 62–88. Türkçesi: İştiraki.
[5]
Bu meseleyi benimle tartıştığı için Patrick Higgins’e teşekkür ederim.
[6]
Bu makale, 7 Ekim’de yaşananlarla ilgili tartışmaya girmeyecek, sadece
özellikle İsrail basınında çıkan ve olayla ilgili kimi önemli hususları ifşa
eden haberlerin o gün yaşananlara dair önemli birer delil olduğu üzerinde
durmakla yetinecek. O haberlerden de biliyoruz ki İsrail Hannibal Doktrini’ni
devreye soktu, böylece kendi insanlarının tutsak alınmasına izin vermek yerine
onları katletti. Bu haberler, İsrail ve ABD basının sunduğu imajdan oldukça
farklı bir imaj sunuyorlar.
[7]
Bu noktada, bazen İran İslam Cumhuriyeti’ni İsrail’le kıyaslayan, bu devlet
yanlısı yazıları ve yayınları “savunmacı” çalışmalar olarak niteleyen, İran
İslam Cumhuriyeti’ni “özgürlük” adına yıkmak isteyen, diasporadaki isimlerin
oluşturduğu Jadaliyya [“Polemik”] sitesinin İran sayfasında
bazı yazıların yayımlanmaması üzerinde durulabilir. Bkz.: Eshaghi (2020) ve
Farnia (2023).
Kaynakça:
Abdel, K. N. (2013). Economic repercussions for the dissolution or collapse
of the PA. Palestinian Center for Policy & Survey Research.
Abdo,
N. (2014). Captive revolution: Palestinian women’s anti-colonial struggle
within the Israeli prison system. Pluto Press.
Abu-Sittah,
G. (2020). “Forum on biospheres of war: A discussion on the rights of future
generations.”, Jadaliyya.
Ahmad,
A. (2004). Iraq, Afghanistan, and the imperialism of our time. Leftword
Books.
Ahmad,
E. (1971). “Revolutionary war and counter-insurgency.” Journal of
International Affairs, Sayı. 25(1), s. 1–47.
Ahmad,
E. (2006). “Cracks in the Western world(view).” Yayına Hz.: C. Bengelsdorf, M.
Cerullo & Y. Chandrani, The selected writings of Eqbal Ahmad içinde
(s. 232–41). Columbia University Press.
Ajl,
M. (2014). “From containment to counterinsurgency in the Gaza strip”, Jadaliyya.
Ajl,
M. (2015). “What’s wrong with the Iran deal.” Warscapes.
Ajl,
M. (2023a). “Interview with Mohammed Majdalawi.” Agrarian South Network
Research Bulletin, Sayı. 19, s. 1–9.
Ajl,
M. (2023b). “Logics of elimination and settler colonialism: Decolonization or
national liberation?” Middle East Critique, Sayı. 32(2), s. 259–283.
Ajl,
M. (2024a). “Palestine: Solidarity or National Liberation?” Middle East
Critique, yakında yayımlanacak.
Ajl,
M. (2024b). “Palestine’s great flood: Part I.” Agrarian South: Journal of
Political Economy, Sayı. 13(1), s. 62–88. Türkçesi: İştiraki.
Al-Asaad,
S. (24 Kasım 2023). “Palestinian cause is one of the first priorities of
Yemen’s policy.” Tehrantimes.
Alavi,
S. (2017). “Iran’s relations with Palestine: Roots and development” [Doktora
Tezi]. School of Oriental and African Studies.
Alavi,
S. (2019). Iran and Palestine: Past, present, future. Routledge.
Albanese,
F. (26 Mart 2024). Anatomy of a genocide: Report of the special rapporteur on
the situation of human rights in the Palestinian territories occupied since
1967 (A/HRC/55/73) (Genişletilmiş ama düzenlemeden geçmemiş versiyonu). Human
Rights Council.
Aljazeera. (5
Eylül 2018). İsrail 2017’den beri Suriye’ye 200 füze fırlattığını söylüyor. Jazeera.
Allday,
L. & Omar, A. (16 Kasım 2023). “An unyielding will to continue:” Abdülcevad
Ömer’le 7 Ekim ve Filistin Direnişi üzerine söyleşi. Ebb. Türkçesi: İştiraki.
Anon.
(2023). Istitlaa. Mawqa’ Amman Net. Amman.
Asharq
Al Awsat. (16 Ekim 2023). “Israel targets Aleppo, Damascus airports 10
times in over a year to fight Iran.” Aawsat.
Asharq
Al Awsat. (23 Ocak 2024). “Hamas: Communication network via special
hubs, written messages.” Aawsat.
Baconi,
T. (2018). Hamas contained: The rise and pacification of Palestinian
resistance. Stanford University Press.
Barakat,
R. (2021). “Ramadan does not come for free:” Refusal as new and ongoing in
Palestine. Journal of Palestine Studies, Sayı. 50(4), s. 90–95.
Bhungalia,
L. (2023). Elastic empire: Refashioning war through aid in Palestine.
Stanford University Press.
Blair,
J. R. (1976). The control of oil. Pantheon Books.
Césaire,
A. (2001). Discourse on colonialism. Monthly Review Press.
Cohen,
S., & Doumani, B. (1981). “Contesting Zionism: Two views of the question of
Palestine.” MERIP Reports, Sayı. 100/101, s. 44–48.
Doutaghi,
H. (2024). “Wealth drain and value transfer: A study of the mechanisms, harms,
and beneficiaries of the sanctions regime on Iran” [Doktora Tezi]. Carleton
University.
Doutaghi,
H., Mullin, C., & Farnia, N. (21 Aralık 2022).” How sanctions are a weapon
of imperialism, used to subordinate the global South” Geopoliticaleconomy.
Dunning,
T., & Iqtait, A. (2023). “Arming Palestine: Resistance, evolution, and
institutionalisation.” Yayına Hz.: M. Eslami & A. V. G. Vieira, The arms
race in the Middle East: Contemporary security Dynamics (s. 171–93).
Springer.
Eshaghi,
P. (22 Kasım 2020). “Mourners in common: Qassem Soleimani, Mohammad Reza
Shajarian, and the ´pattern´ of Iranian culture.” Jadaliyya.
Faleh,
A. (2023). “October 7th: The permanent death of the Oslo Accords.” Ebb.
Farnia,
N. (2023). “The Iranian-American intelligentsia in U.S. foreign affairs:
Ahistoricism, anti-Structuralism, and the production of idealism.” Middle
East Critique, Sayı. 32(2), s. 243–258.
Feldman,
K. (2016). A shadow over Palestine. University of Minnestota.
Gowan,
P. (1999). The global gamble: Washington’s Faustian bid for world dominance.
Verso.
Haider,
A. (27 Mayıs 2021). “Land and existence in Gaza.” Viewpoint.
Hanaysha,
S. (2023). “‘Little Gaza’ in Jenin refugee camp: The resistance fights for
survival.” Mondoweiss.
Hanieh,
A. (2011). “The internationalisation of gulf capital and Palestinian class
formation.” Capital & Class, Sayı. 35(1), s. 81–106.
Higgins,
P. (2018). “The enemy at home: U.S. imperialism in Syria.” Viewpoint.
Higgins,
P. D. (2023). “Gunning for Damascus: The US war on the Syrian Arab Republic.” Middle
East Critique, Sayı. 32(4), s. 1–25.
Hroub,
K. (2017). “A newer Hamas? The revised charter.” Journal of Palestine
Studies, Sayı. 46(4), s. 100–111.
Hussein,
A. Q. (2021). “The evolution of the military action of the Izz Al-Din al-Qassam
Brigades: How Hamas established its army in Gaza.” AlMuntaqa, Sayı.
4(1), s. 78–97.
INCITE!
Women of Color Against Violence. (2017). The revolution will not be funded:
Beyond the non-profit industrial complex, yeni basım. Duke University Press
Books.
Intercepted.
(2023). Historian Rashid Khalidi on Israel’s long reign of violence. Intercept.
International
Institute for Strategic Studies (IISS). (2021). Open-source analysis of
Iran’s missile and UAV capabilities and Proliferation. ISS.
International
Jewish Anti-Zionist Network (IJAZN). (2015). The business of backlash.
Kadri,
A. (2014). Arab development denied: Dynamics of accumulation by wars of
encroachment. Anthem Press.
Kadri,
A. (2016). The unmaking of Arab socialism. Anthem Press.
Kadri,
A. (19 Nisan 2017). “Imperialist reconstruction or depopulation in Syria and
Iraq.” Network.
Kadri,
A. (2023). The accumulation of waste. Brill.
Kates,
C. (27 Ocak 2014). “Criminalizing resistance.” Jacobin.
Kazziha,
W. (1975). Revolutionary transformation in the Arab world: Habash and his
comrades from nationalism to Marxism. Charles Knight.
Kazziha,
W. (1985). “The impact of Palestine on Arab politics.” The International
Spectator, Sayı. 20(2), s. 11–19.
Kolko,
G. (1986). Confronting the Third World: United States foreign policy,
1945–1980. Pantheon Books.
Kolko,
J., & Kolko, G. (1972). The limits of power: The world and United States
foreign policy, 1945–1954. Harper & Row.
Lesch,
A. M. (2023). “Prelude to the uprising in the Gaza Strip.” Digitalprojects.
Levin,
G. P. (2017). “Arab students, American Jewish insecurities, and the end of
pro-Arab politics in mainstream America, 1952–1973.” The Arab Studies
Journal, Sayı. 25(1), s. 30–59.
Levinson,
C. (11 Nisan 2024). “Saying what can’t be said: Israel has been defeated—a
total defeat.” Haaretz.
Majdalawi,
M. (12 Mayıs 2021). Başlıksız. Facebook.
Malm,
A. (8 Nisan 2024). “The destruction of Palestine is the destruction of the
Earth.” Versobooks.
Matar,
L., & Kadri, A. (2018). Syria: From national independence to proxy war.
Springer.
Mearsheimer,
J., & Walt, S. (2006). “The Israel Lobby.” London Review of Books, Sayı.
28(6). LRB.
Minassian,
E. (2023). “Gaza: An extreme militarization of the class war.” Brooklynrail.
Mohsen,
A. (8 Kasım 2023). Limatha nuqatil [“Neden Mücadele Ediyoruz?”]. Al-Akhbar.
Morag,
N. (2023). “Urban warfare: The recent Israeli experience.” Journal of
Strategic Security, Sayı. 16(3), s. 78–99.
Mousa,
R. (2006). “The dispossession of the peasantry: Colonial policies, settler
capitalism, and rural change in Palestine, 1918–1948” [Doktora Tezi].
University of Utah.
Moussaoui,
F. (2023). “Imamate’s asymmetrical strategies influence and the empowerment of
Ansar Allah” [Doktora Tezi]. Instituto Universitario General Gutiérrez Mellado.
Moyo,
S., & Yeros, P. (2011). “The fall and rise of the national question.”
Yayına Hz.: S. Moyo & P. Yeros, Reclaiming the nation: The return of the
national question in Africa, Asia and Latin America içinde (s. 3–28). Pluto
Press.
New
York Times. (13 Ocak 2019). “Israel, in rare admission, confirms strike
on Iranian targets in Syria.” NYT.
Ofir,
J. (2023). “Influential Israeli national security leader makes the case for
genocide in Gaza.” Mondoweiss.
Omar,
A. (2023). “Hopeful pathologies in the war for Palestine: A reply to Adam
Shatz.” Mondoweiss.
Ossome,
L., & Naidu, S. (2021). “The agrarian question of gendered labour.” Yayına
Hz.: P. Jha, W. Chambati & L. Ossome, Labour questions in the Global
South içinde (s. 63–86). Springer.
Patnaik,
U., & Patnaik, P. (2021). Capital and imperialism: Theory, history, and
the present. Monthly Review Press.
Pearlman,
W. (2017). We crossed a bridge and it trembled: Voices from Syria. Harper
Collins.
Popular
Front for the Liberation of Palestine (PFLP). (1969).Strategy for the
liberation of Palestine. PFLP.
Qato,
M., & Rabie, K. (21 Nisan 2013). “Against the Law.” Jacobin.
Rabie,
K. (2021). Palestine is throwing a party and the whole world is
invited: Capital and state building in the West Bank. Duke University
Press.
Rezeg,
A. A. (2020). “Understanding Iran-Hamas relations from a defensive neorealist
approach.” İran Çalışmaları Dergisi, Sayı. 4(2), s. 385–409.
Roy,
S. (2016). The Gaza Strip: The political economy of de-development.
Institute for Palestine Studies.
Salamanca,
O. J. (2011). “Unplug and play: Manufacturing collapse in Gaza.” Human
Geography, Sayı. 4(1), s. 22–37.
Samara,
A. (1992). Industrialization in the West Bank. Al-Mashriq.
Sato,
H., & Kuwamori, H. (2019). “A note on premature deindustrialization” [IDE
Discussion Paper, Sayı. 763]. Chiba.
Shavit,
A. (6 Ekim 2004). “Top PM aide: Gaza plan aims to freeze the peace process.” Haaretz.
Shlaim,
A. (1988). Collusion across the Jordan: King Abdullah, the Zionist movement
and the partition of Palestine. Oxford University Press.
Shoufani,
Y. (2024). Palestinian class and anti-imperialism. Conference
presentation, International Studies Association. San Francisco.
Sing,
M. (2013). “From Maoism to Jihadism: Some Fatah militants’ trajectory from the
mid-1970s to the mid-1980s.” Yayına Hz.: R. Lohlker & T. Abu-Hamdeh, Jihadi
thought and ideology içinde (s. 55–82). Logos. Türkçesi: İştiraki.
Skare,
E. (2021). A history of Palestinian Islamic Jihad: Faith, awareness, and
revolution in the Middle East. Cambridge University Press.
Skare,
E. (2022). “Affluent and well-educated? Analyzing the socioeconomic backgrounds
of fallen Palestinian Islamist militants.” The Middle East Journal,
Sayı. 76(1), s. 72–92.
Spiro,
D. E. (1999). The hidden hand of American economy: Petrodollar recycling and
international markets. Cornell University Press.
The
Research Unit for Political Economy (RUPE). (2003). Behind the invasion of
Iraq. Monthly Review Press.
Ufheil-Somers,
A. (26 Mayıs 2015). “Jordan’s longest war.” Merip.
Usher,
G. (1995). “What kind of nation? The rise of Hamas in the Occupied
Territories.” Race & Class, Sayı. 37(2), s. 65–80.
Usher,
G. (2003). “Facing defeat: The Intifada two years on”. Journal of Palestine
Studies, Sayı. 32(2), s. 21–40.
Watkins,
N. J., & James, A. M. (2016). “Digging into Israel: The sophisticated
tunneling network of Hamas.” Journal of Strategic Security, Sayı. 9(1),
s. 84–103.
Wolfe-Hunnicutt,
B. (2021). The paranoid style in American diplomacy: Oil and Arab
nationalism in Iraq. Stanford University Press.
Yeros,
P. (2023). “Generalized semiproletarianization in Africa.” The Indian
Economic Journal, Sayı. 71(1), s. 162–186.
0 Yorum:
Yorum Gönder