20 Haziran 2024

,

Filistin’in Büyük Tufanı II


Giriş

Bu çalışma, Filistin’deki sömürgecilik karşıtı milliyetçiliği, İsrail-NATO’nun yerleşimci sömürgeciliğini ve emperyalizmi merkeze koyuyor. Çalışma, temelde Filistin siyasetinin yakın tarihini, 1993 sonrası İsrail’e karşı sürdürülen laik silahlı direnişin hilafına gelişen, özellikle 2000 sonrası Gazze Şeridi’ndeki kuşatma, savaş ve şehri dış dünyaya kapatma pratikleri karşısında güçlenen İslami silahlı direniş özelinde ele alıyor.

Makalede 7 Ekim olayları ve sonrasına, aylarca süren silahlı mücadeleye ve İsrail Savunma Güçleri’nin (IDF) soykırıma varan kontrgerilla faaliyetlerine dair bir değerlendirmeye yer veriliyor (Albanese, 2024). Üzerine bastığımız topraksa Arap ve Müslüman dünyasında cisimleşmiş hâliyle sömürgecilik karşıtı harekete ev sahipliği yapan Filistin.

Bu ülke, yereldeki işbirlikleri, ekonomik barış, ara sıra yaşanan sıcak savaşlar, toplu hapse atma pratikleri ve suikastlarla politik liderlerin yok edilmesi üzerinden yönetilebilir bir yer hâline gelsin diye ABD’nin, İsrail’in, yerelde, bölgede ve uluslararası planda kampanya yürüttüğü, bu güçlere karşı direnişiyle bölge siyasetinin dinamosu vasfına sahip olmuş bir yer (Abdo, 2014).

Yazı boyunca kontrgerilla faaliyetlerini ve millet meselesini (Moyo & Yeros, 2011) temel alan bir teorik çerçeveden istifade ediliyor. Bu noktada, özel olarak 7 Ekim sonrası İsrail’in Gazze’ye ve daha düşük düzeyde Batı Şeria ile 1948 Filistini’ne uyguladığı zulüm üzerinde duruluyor. Bunu yaparken makale, Filistin’de örgütlü olan ulusal hareketin, partilerin ve sürgündeki oluşumların hilafına olacak şekilde, ayrım gözetmeden tüm Filistinlilerle dayanışmayı, Filistin’deki sesleri merkeze koymayı, Filistin’in failliğine dair o dağınık dile başvurmayı tercih eden yaklaşımın galebe çaldığı koşullarda, Filistin’deki milli politikayı ön plana çıkartıyor (Kates, 2014).

Genel kanının aksine Filistin davası, depolitize ediliyor. Bu depolitizasyon sürecinde Filistin milli hareketinin taktikleri, stratejisi ve vizyonu redde tabi tutulmasa da (Omar, 2023) bir biçimde merkezden uzaklaştırılıyor. Bu milli hareketin yerine ülkeye soykırımı odağa yerleştiren legalist bir dil hâkim oluyor. Mağdur edilme meselesine odaklanılıyor, yerleşimci-sömürgecilik konusunda teleolojik bir dil baskın hâle geliyor. Neticede direniş, Filistin milliyetçiliğinin önemli bir kısmı ve onun ait olduğu genel bölgesel sistem için örgütleyici pratik olmaktan çıkartılıyor.[1]

Bir yandan da günümüz Marksizmi içerisinde gelişmiş olan eğilimler, ya ekonomizm ya da romantizm çukuruna yuvarlanıyor, sömürgecilik ve yerleşimci-sömürgeciliğin materyalist analizi terk ediliyor, bu döneme esas olarak işgal altındaki bir halkla dayanışmanın yokluğu damga vuruyor.

Konuyla ilgili olarak yapılan, bölgenin yakın tarihini dar bir yerden ele alan analizler, Arap-İran coğrafyasındaki milli mücadeleler ve sınıf mücadelelerine dair bir anlayış geliştiremediklerinden, ABD-İsrail’in ajandasını teşrih masasına yatıramıyorlar.[2] Dahası bu analizler, bölgedeki politik egemenlik haklarını savunma ve teorize etme kapasitesini de bölgenin yakın tarihinde politik egemenliğin merkezi konumunu da idrak etmekten uzaklar.

Nihayetinde bahsi edilen ve Filistin’i materyalist analizin dışına fırlatıp atan analizler, Filistin’i teorize etme sürecinin hikâyesiyle bir ilişki bile kuramıyorlar. Bazı bakış açıları geliştiriliyor ve bunlar, çıkıp “Hamas işgal sürecini İsrail adına yönetiyor” diyecek kadar ileri gidebiliyor veya Gazze’deki silahlı hareketler konusunda onları suçlayan ve ahlaka vurgu yapan bir dile başvuruyorlar (Baconi 2018; Intercepted, 2023). Geriye elimizde, “millete yönelik zulmün nispeten özerk niteliği” gibi (Haider, 2021) boş ve anlamsız ifadeler, hiçbir şeyi izah etmeyen analizler kalıyor. Zira bu analizler, ne toprak meselesini tarım açısından ele alıyor, ne millet meselesini inceliyor, ne bu toprak ve millet meselesinin politik egemenlikle bağlarına bakıyor ne de küresel birikim süreciyle ilişkisine değiniyor.

Bu makalenin başında, Gazze’de Hamas ve Filistin İslami Cihadı’nın gücünün kaynakları, İsrail’in yerleşimci-sömürgeciliği ve işgal pratiği ayrıca Gazze’deki politik ve toplumsal yapının özgül yanları bağlamında incelenecek. Ardından makale, 2000 sonrası ve 2011 sonrası emperyalizmin bölge için geliştirdiği ajandayı, Filistinlilerin bu ajandaya nasıl uyum sağladıklarını, Gazze’nin emperyalist-sömürgeci stratejiye nasıl dâhil edildiğini tartışmazdan önce, İslami direnişin sol güçlerin emperyalizm ve sömürgecilik eliyle zayıfladığı koşullarda güçlendiği süreci ele alacak. Yazıda ayrıca “İsrail Lobisi” ve İsrail’in ABD’nin savaş pratiğine sunduğu fayda meselesi mevcut savaş bağlamında irdelenecek. Makalenin sonuç bölümünde ise Filistin sağının yeniden inşa edildiği sürece dair bazı görüşler aktarılacak.

Toplumsal-Politik Yapıdaki Kırılma Sürecinin Başladığı Nokta

Gazze’ye yönelik savaşın yakın sebebi, 7 Ekim saldırıları iken uzak ve genel sebebi Siyonizm. Ama aslında genel manada Gazze, zaten tarih boyunca Filistin’deki sömürgecilik karşıtı milliyetçiliğin kök bulduğu, yuvalandığı alan olagelmiştir. Bu, şehirdeki derin yoksulluğun, nüfustaki yoğunlaşmanın, İsrail’in kalkınma sürecini bloke eden girişimlerinin ve Batı Şeria’ya kıyasla burada işbirlikçi olmayan güçlerin daha güçlü olmasının bir sonucu. Bu süreçlerin izlerini 1947–1949 ilkel birikim döneminden (Mousa, 2006) ve İsrail devletinin kuruluşuna vurulmuş kanlı mühür anlamında Nekbe denilen etnik temizlikten bu yana sürmek mümkün.

Uygulanan şiddet, çok sayıda Filistinli köylüyü işgal altındaki Filistin topraklarının orta-güney kesiminden ve güneyden Gazze’ye sürdü. Böylece bir mesleği olmayan, köklerinden kopartılmış ve mülksüzleştirilmiş halk kitleleri şehre aktı. Ayrıca Gazze’de varolan, az miktarda sınıfsal birikim de uçup gitti.

İlk başta şehre Fetih hâkimdi. Sonrasında bu yeni oluşan toplumsal katmanda, parasal açıdan sıkıntısı olmayan Müslüman Kardeşler örgütlenme imkânı bulsa da esas olarak FHKC örgütlenip güçlendi (Usher, 1995). Altmışların sonu ve yetmişlerin başında sol öncülüğünde bir başkaldırıya şahit olundu. Bu süreçte güçleri, İsrailliler ve ihracat alanında faal toprak sahibi sınıfın sırtını döndüğü sol böldü (Lesch, 2023).

Yetmişler ve seksenler boyunca Müslüman Kardeşler, Gazze’de sivil toplum kuruluşları üzerinden kök saldı. Seksenlerde İran devriminin elde ettiği başarıdan ilham alan İslami Cihad ve sonrasında Hamas’ı teşkil edecek kadrolar öne çıktılar. Bu süreçte Hamas, yavaş yavaş eylem alanına çekildi ve hareketsizlik halini terk etti (Alavi, 2017, s. 190–197). Bu dönemde resmi kuruluşunu 1987’de ilan eden Hamas dâhil tüm politik güçler, Gazze’de sömürgecilik karşıtı faaliyetlerin liderliği konusunda birbirleriyle bir yarış içerisine girdiler.

İçteki çatışma sürecinden muzdarip olan Fetih, bu dönemde hâkim konumdaydı. FHKC gibi sol örgütlerse Filistin burjuvazisinin örgütleri küçültmek için başvurdukları bazı mekanizmalarla uğraşmak zorunda kaldılar. Bu yöntemlerden biri de bazı üst düzey kadroların Filistin kapitalizminin yeni oluşmakta olan yapılarına devşirilmeleriydi.[3]

İsrail’in baskılarının yoğunlaştığı söz konusu dönemde İslami hareketler, silahlı direniş konusunda hazırlık yürüttüler. Dönem, aynı zamanda anti-emperyalist ama aynı zamanda Sovyet karşıtı olan İslami hareketlerin bölge genelinde önemli bir odak haline gelişine tanıklık etti. Bu gelişme, doğalında Gazze’de de karşılık buldu (Hussein, 2021).

Oslo Anlaşmaları ile “barış süreci”, bu dinamiğin değişmesine neden oldu. SSCB’nin dağılması, Irak’ın kuşatılması ile birlikte Filistin’in teslim alınacağı zeminde hazırlanmış oldu. Doksanlar boyunca FHKC, can damarlarını bir bir yitirdi (Kates, 2014), ayrıca örgütün sürgündeki üstyapısının örgütsel yapısı dağıldı, İsrail’e itiraz eden, Oslo Anlaşmaları’nı kabule yanaşmayan partilere yönelik finansal destekler suç ilân edildi, İsrail’e taşere edilmiş yerleşimci-sömürgecilik pratiği ile yeni sömürgeciliğin inşa ettiği, İsrail eliyle dayatılan kafese işaret edenler, suç listelerine alındılar.

Yabancı güçlerin beslediği STK’lar, solcu liderleri kucaklarına oturttular. Bu kişiler, politik faaliyetlere katkı sunamaz hâle geldiler. Zira STK’lar, çalışanlarından İsrail’e itiraz eden yasa dışı partilerden uzak duracaklarına dair söz alıyorlardı (Bhungalia, 2023).

İsrail işgali, bu süreçte Gazze’nin gelişim sürecini ketledi, geri kalmasına neden oldu, planlama kurumlarını ve politik örgütleri yok etti, sanayi düzleminde oluşmuş dokuyu parçaladı (Roy, 2016). Yakındoğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı ve FKÖ’ye sakin kalması için verilen fonlar üzerinden akan yardım paralarıyla toplumsal yeniden üretime yönelik adımlarla ayakta duran Filistinli emekçiler, kütleler hâlinde İsrail’e geçtiler. 1967’den beri ekonomik merdivenin en alt basamaklarında tutunmaya çalışıyorlar.

Göç süreciyle birlikte güvencesiz işlere mahkûm olan bu emekçilerin İsrail’e akmasıyla birlikte Gazze, İsrail’in ekonomik cebir ve politik baskı yöntemlerine açık hâle geldi. Birçok farklı ekonomik cebir yöntemiyle birlikte gerçekleştirilen kuşatma, 2006 yılıyla birlikte başlayan bir süreçse de İsrail’in Gazze’yi dış dünyaya kapatma politikası, Filistinli emekçilerin İsrail’e akın etmesine neden oldu. Ama sonra, Birinci İntifada’nın sona ermesiyle birlikte bu akın yavaşladı. Gazze’deki emek piyasası ile Tel Aviv arasındaki bağ zorla kopartıldı, ayrıca Güneydoğu Asya gibi yerlerden yabancı işçiler getirildi.

Zamanla sömürgecilik karşıtı direnişin öncülüğü Hamas’ın eline geçti. Birinci İntifada’nın sona ermesiyle birlikte İran, Hamas’a askeri yardım yapmaya başladı (Rezeg, 2020). Bu süreçte bir yandan da AB ve ABD Batı Şeria ve Gazze’ye ekonomi için gerekli barış ortamının tesisini sağlamak adına yüklü miktarda yardım yaptı. ABD desteğini arkasına almış bir yapı olarak Filistin Yönetimi, Batı Şeria ve Gazze’de neoliberal ve sömürgeciyle işbirliğini esas alan devlet inşası sürecini başlattı (Rabie, 2021). Bu devlet, İsrail’le koordineli yürütülecek, güvenlikle alakalı çalışmaları ve Filistin Yönetimi üzerinden İsrail’le işbirliği içerisinde hareket eden Filistinli kapitalistleri temel alıyordu. Filistinli kapitalistler, sürgündeki sermayedarlar, Körfez’deki Filistin sermayesi, birlikte sömürgecilikle uyumlu olma fikrini paylaşan “yeni sınıf”ı teşkil ediyorlardı (Hanieh, 2011).

Savaş, Kapanma ve Silahlı Stratejiye Geçiş

2000 yılında barış ortamının ekonomi düzleminde tesisi için inşa edilmiş yapılar bir bir çökmeye başladı. Washington’da iktidarı, petrol ve silah sanayii ile doğrudan bağı olan, sermaye havuzlarıyla ilişkili yeni bir politik güç ele geçirdi. Bu hizip, esas olarak yaptırımlar üzerinden gelirlerin azaltılmasını ve politik mühendisliği, terör listelerini, İsrail’le normalleşmeyi, bunun yanında, İsrail’in ABD-İsrail sermayesinin gelişeceği yüksek teknoloji kuvözü olarak büyütülmesini öngören, Sovyet sonrası dönemde yürürlüğe konulmuş kuşatma ve çölleştirme stratejisini terk etti. Bu kesim, sıcak savaşları, devletin buharlaşmasını, kadroların yok edilmesini, “Taif Modeli” denilen, mezhepçiliğin güçlendirilip devletsizleştirme sürecinin hızlandırılmasını ifade eden model üzerinden yürütülecek yeniden yapılandırma faaliyetlerini esas alıyordu (Kadri, 2017). Modele göre devletsizleştirme işlemi, emperyalizmin beslediği “bağımsız sivil toplum”un her yanı kuşatması ile birlikte yürütülecekti. Bu bağlam dâhilinde Ariel Şaron, İkinci İntifada’nın başlaması için fitili ateşledi. İsrail, ABD ile uygun adım ilerleyerek, sermayenin Doğu Avrupa, Güney Asya ve Latin Amerika’da yeni oluşmuş yatırım seçenekleri üzerinden “küreselleşmesi” anlayışından uzaklaşıp (Gowan, 1999) askerileştirilmiş birikim sürecine geçiş yaptı.

Küresel planda ABD, Baasçı Irak’ın ve Afganistan’ın yıkım sürecini tamama erdirmek için uğraşıp durdu (Ahmad, 2004; RUPE, 2003). 2000 yılında İsrail, Lübnan’dan çekildi. Hizbullah’ın İsraillileri topraklarından kovması “hayal kırıklığına uğramış Filistinli halk kitlelerini heyecanlandırdı”. Bu gelişmeyle birlikte İslami direniş, halk seferberliği ve ideoloji düzleminde tercih edilen yol, sömürgeci gücü yenecek strateji olarak görülmeye başlandı (Alavi, 2019).

Filistin Yönetimi içerisinde Arafat döneminden kalan, kısmen İslamcı politik iktidar korkusunun ürettiği sınırlı milliyetçilik, İkinci İntifada’nın yıktığı duvarın altında kaldı (Usher, 2003). Milliyetçiliğin iyice ufalmasıyla birlikte İsrail sömürgeciliği ve ona destek sunan ABD, Filistin dosyasını rafa kaldırmak için uğraştı. Bunun için Gazze’yi doğrudan askeri kuşatmaya tabi tuttu, bir yandan da yardımlarla ve ağza çalınan ballarla Batı Şeria’yı, güvenlik işlerinin başına getirilen isimler üzerinden iyice kıvama getirdi.

Gazze’yi yönetmek zor işti. Bu da “dışarıdan kuşatma” stratejisinin gündeme gelmesine neden oldu. Bu strateji uyarınca şehirdeki güçler geri çekilecekti. Bu süreç dâhilinde, 2004 yılında İsrail yerleşimleri Gazze’den çıkartıldı. Burada amaç, Filistinlilere çok az toprak verip çok fazla insanın o toprak üzerinde yaşamasını sağlamak, çok az güvenlik çalışmasıyla çok fazla sayıda Filistinliyi kontrol altında tutmaktı.

O günlerde Ariel Şaron’un üst düzey yardımcılarından biri, “Geri çekilme, esasen bir tür formaldehit işlevi gördü” diyordu (Aktaran: Shavit, 2004). Bu amaç doğrultusunda işgal güçleri, mekâna yeniden konuşlandılar, teknolojik düzeyde yeni bir yapı teşkil ettiler, uzaktan kumanda edilen yüksek teknoloji ürünü araçları devreye soktular.

Filistin Yönetimi’nin güvenlik kontrolleri için kullandığı araçlar, Batı Şeria’da Kassam Tugayları ile İslami Cihad’ın kurumsal ve askeri açıdan daha güçlü olduğu Gazze’ye nazaran daha baskındı (Skare, 2022). İki örgütün elindeki güç, onların silahlı faaliyetleri örgütleme becerilerini de artırıyordu.

2006’da Hamas seçime gitti. Oyların çoğunu aldı. Bu başarıda İsrail’e karşı direnişi sürdürme kararlılığı, yolsuzluklara yönelik itirazı, sosyal yardım için kurulan sivil toplum ağı üzerinden işgal altındaki Filistin’de halka yönelik destekleri artırma kararı, bunun yanında, Ramallah’a hâkim olan işbirlikçi ve neoliberal Filistin Yönetimi’ne yönelik eleştirisi önemli bir rol oynadı.

Hamas’ın zaferi ardından ABD’de eğitim almış, Filistin Yönetimi’ne bağlı olan, Amerikalı korgeneral Keith Dayton’ın inşa ettiği Ulusal Güvenlik Hizmetleri isimli teşkilât, darbe girişiminde bulundu. Hamas, bu darbe girişimine kendi darbesiyle karşılık verdi. Ardından, kontrgerilla faaliyetleri dâhilinde Gazze’ye yönelik kuşatma başladı. Bir süre Şaron’un barış görüşmelerinde görevlendirdiği avukat ve iş adamı Dov Weissglas, bu kuşatma pratiğini şu cümleyle anlatıyordu:

“Bu fikir, Filistinlileri bir süre rejime sokmakla ilgili, zira insanlar, Gazze’de insanın asgari düzeyde ihtiyaç duyduğu miktarda kalori alabilecekler” (Salamanca, 2011).

Abluka ile birlikte Gazze’deki gerileme süreci hızlandı. Ekonomik faaliyetler için zaruri olan malların giriş çıkış miktarları iyice azaldı.

Devreye sokulan sistem, bir süre sonra insani yardım temelli kontrgerilla faaliyetleriyle ilgili bir tür bilimsel programa evrildi. Burada amaç, Hamas’ın idare edip bakımını üstlenmek zorunda olduğu Filistinlileri yok etmeyip onlara zarar vermekti. Böylelikle devletin idare edildiği binada mahsur kalacak olan direniş hareketi, bir yandan da direnişin bayrağı ile tüfeğini elinde tutmak için uğraşacaktı (Ajl, 2014). Hekim Gassân Ebu Sitte’nin ifadesiyle,

“Gazze, insanların hayatlarının kimyasının bozulduğu, dışarıya kapalı bir yer hâline geldi. Burada gerçek amaç, o insanları eksik bir hayatla topyekûn ölümün olmadığı yer arasında muallakta bırakmaktı. Üstelik kimyasal tahrifat, kuşatma sahasında gerçekleştirilen bir işlemdi. Bu işlem dâhilinde hayatın farklı unsurları ön plana çıkartılırken, diğer unsurlar redde tabi tutuluyordu. Burada düz manada bir kimyasal denklem söz konusuydu: hayatın kimyasıyla oynadığı süreçte bazen elektriğin verildiği süreyi uzatıyorlar bazen de kesintiye gidiyorlardı, bazen kanalizasyon ve su arıtma sistemi bozuluyor, bazen de çalıştırılıyordu, bazen ekmek veriliyor, bazen de verilmiyordu. Bugün Wikileaks belgeleri üzerinden biliyoruz ki İsrailliler, Gazze’deki insanları katı bir rejime sokmak istediler. O günlerde şehirde alınan kalori miktarı bile kontrol altında tutuluyordu. Bazen de İsrail, gıda, ilâç ve tıbbi personele erişim imkânı sunuyordu. Bir de tabii ölüme dair unsurlar devreye sokuluyordu: Kanser hastalarının sayısını kontrol edenler, kimlerin Gazze’den çıkacağına da karar veriyorlardı. Çıkış izni isteyenlerin yaklaşık yüzde 20 ilâ 40’ı ret cevabı aldı. Hamas’la çatışmasızlık sürecinin başlaması için yürütülen müzakerelerde Gazze’ye bir kanser hastanesi yapılması önerisini dile getirmek zorunda kalıyordunuz.” (Abu-Sittah, 2020)

Orasından burasından budanmış hayat karşısında Hamas ve diğer silahlı örgütler, büyük bir emekle, ellerindeki silah kapasitesini artırmayı bildiler. Askeri kuşatma altında olan Gazze, kendi içinde belirli bir egemenliğe sahipti (Skare, 2021, s. 179). Hamas gibi örgütlerin cazibesi, esasen askeri kapasitelerine ve eylemlerine dayanıyordu. 2011 yılı boyunca silahlı örgütler, Suriye, Hizbullah ve İran desteğiyle ayakta kaldılar. Silah transferleri, lojistik, eğitim ve kendi imkânlarıyla imal edilecek silahlar için gerekli teknik planlar konusunda bu tür güçlerden yardımlar alındı.[4]

2011’de ABD ve Katar, azgelişmişlik konusunda bölge genelinde duyulan huzursuzluktan ve politik özgürlüklerin yokluğu durumundan istifade ederek, çok yönlü stratejilerini yürürlüğe koydu. Bu stratejinin amacı, ilgili rahatsızlığın ABD-İsrail-KİK üçlüsünün stratejik hasımlarını yok etme fikri üzerine kurulu jeopolitikalarına hizmet etmesini sağlamaktı. Bu çaba, ABD’nin mukavemet kampını ortadan kaldırma girişiminin bir parçasıydı (Matar & Kadri, 2018).

Katar, Hamas’ın politik liderlerinin Şam’daki merkezlerini Doha ve İstanbul’a taşımaya, ardından da Suriye hükümetini kınamaya ikna etme konusunda başarılı oldu. Bu politik tecrit çabası, ABD’nin 2003’te Irak’ta başlattığı askeri saldırıların parçasıydı. Bu saldırıların amacı ise onlarca yıldır süren savaşın zaten zayıflatmış olduğu Arap cumhuriyetlerini ortadan kaldırmak, siyaseti militarize etmek ve yereldeki kapitalist sınıfları güçlendiren uluslararası finans kuruluşlarının dayattığı neoliberalizmi uygulamaktı (Kadri, 2016).

Kısa bir süre sonra ABD, 2015’te İran’la imza edilmiş olan Ortak Kapsamlı Eylem Planı isimli anlaşmadan caydı ve azami baskıyı uygulamayı öngören yaptırımlar politikasına geri döndü (Ajl, 2015). Bu esnada ABD ve Körfez, Suriye’ye yönelik olarak, Ürdün ve İsrail’in desteğiyle başlattıkları savaşta ABD’ye bağlı vekil güçlerin silahlandırılması, teçhizatlandırılması, eğitilmesi ve ücretlerinin ödenmesi için milyarlarca dolar para harcadı (Higgins, 2018, 2023).

Savaş süresince İsrail, Şam’ı yüzlerce kez bombaladı, özellikle, İran’a ait varlıkları vurdu, lojistik hatlarını ve Hizbullah’a giden askeri malzemeyi tahrip etti, Suriye Arap Cumhuriyeti’nin ikinci cephede güç kazanmasına mani olmaya çalıştı (Aljazeera, 2018; Asharq Al Awsat, 2023; New York Times, 2019).

Hamas’ın politik kanadı Şam’dan kaçınca, İran’dan gelen mali destek hızla azaldı, bu destek büyük ölçüde Filistin İslami Cihadı’na (Skare, 2021, s. 208), ondan daha az miktarda olmak üzere, FHKC’ye aktı. Sonrasında bu maddi destek Hamas’a yöneltildi.

2014’te İsrail’in gerçekleştirdiği katliam ardından İslami Cihad, Filistin halkından Hamas’a nazaran daha fazla destek gördü. Bunun nedeni, Hamas’ın 7 Ekim’de başlayacak olan uzun soluklu çatışma sürecinde İsrail’i zayıflatabilecek stratejik ve askeri imkânlarını oluşturmaya yönelik bir strateji uyarınca hareket etmesi, ama İslami Cihad’ın İsrail’e açıktan direnme kararlılığı göstermesiydi (Skare, 2021, s. 208).

Batı Şeria’da ise AB ve ABD, açıktan işbirlikçi olan bir güvenlik aygıtı inşa etmenin peşindeydi. Bu süreç, eski Filistin Yönetimi başbakanı Salim Fayyad eliyle hızlandırıldı. Bu dönemde her yıl yüz milyonlarca dolar para, Gazze’de yaşananın Batı Şeria’da tekrar etmemesini güvence altına almak adına bu şehre akıtıldı.

Bugün itibarıyla Batı Şeria’da Filistin Yönetimi’ne bağlı güvenlik hizmetlerinde 80.000 kişi çalışıyor ki bu sayı, dünya genelinde kişi başına düşen çalışan sayısı bakımından şehrin birinci sıraya yerleşmesini sağlıyor (Dunning & Iqtait, 2023). Bu güç, devlet inşasında, özellikle devletin toplumsal yeniden üretimindeki rolü dâhilinde kullanıldı (Abdel, 2013). Yüz binlerce Batı Şerialının geçimleri bu kuruma bağlı. İnsanlar, Batı Şeria ekonomisinin İsrail eliyle tecrit edildiği, şehirdeki üretici güçlerin ilkel birikim sürecine tabi olduğu koşullarda, hayatta kalmaya çalışıyorlar (Samara, 1992).

Gazze’deki Silahlı Mücadelede Yaşanan Büyüme

Filistinlilerin gerçekleştirdikleri şiddet eylemleri Oslo döneminden 2008 yılına, 2009 yılından bugüne Gazze ve Batı Şeria genelinde devam etti. Bu süreçte silahlı eylemler de arttı. İsrail hükümeti, Hamas’ı halk desteğinden kopartmak için çalışıyor, bunun için askeri gücünü kontrol altına almak, politik etkisini kırmak için uğraşıyor. Bu kuşatma pratiği, bölgesel hamlelerle pekiştiriliyor. Bu bağlamda İsrail, Hamas’ı sömürgecilik karşıtı veya egemenlik fikri yanlısı devlet ve hareketlerle ittifak kurmaktan alıkoymaya çalışıyor. Esasen Hamas liderlerinin Suriye savaşı esnasında Şam’dan Katar’a taşınmaya ikna edilmesinin nedeni de bu ittifakın kurulmasına mani olmak istenmesi.

İlgili dönemde Hamas’ın bileşimi ve militan yapısı değişti. Politik ve askeri becerileri birleştirildi. Yahya Sinvar, Hamas’ın Gazze’deki lideri olurken (Hroub, 2017), Lübnan’da bulunan Usame Hamdan da örgütün sözcüsü oldu. Hamas’ın eldeki cephaneliğin bakımı ve konuşlandırılması meselesini öne alan yaklaşımı bu şahıslarda vücut buldu. İsmi geçen kişiler, silah depolarını besleyen politik ve maddi bağları güçlendirdiler. Bu süreçte Hamas’ın 800 kadar elit komandosu, Hizbullah, İran ve Suriye’den eğitim aldı. Dronlar üretildi, füze teknolojisi geliştirildi, Tunus gibi uzak bir diyarda Zuari isimli dronlar imal edildi. Dronlara Hamas için çalışan Tunuslu uzay mühendisi Muhammed Mahmud Zuari’nin ismi verilmişti.

Füze teknolojisi, İran’dan (IISS, 2021), tünel ve başka konularla ilgili mühendislik planları Hizbullah ve İran’dan geldi (Watkins & James, 2016). Bu süreçte Hamas, doktrin düzeyinde geleneksel ordulardaki hantal komuta-kontrol yapılarından uzaklaşıp “gerilla” mücadelesini merkezsiz olarak yürüten halk savaşı konseptine geçiş yaptı (Morag, 2023). Taklit ederek ve aldığı eğitimlerle Hamas, Asya’daki ulusal kurtuluş mücadeleleriyle kimi yönlerden benzeşen bir gerilla mücadelesi tarzını uzun zamandır uygulamakta olan Hizbullah’tan epey istifade etti.[5]

Hamas, bu süreçte teknolojinin başka sahalarında da değişikliklere imza attı.

1. “Düşük düzey teknolojilere dayalı haberleşme: Hamas’ın elindeki istihbarat aygıtı, İsrail’in hem cep telefonu hatlarını hem de farklı cihazları takip altında tuttuğunu anladı, bu sebeple, düşük emisyonlu cihazları ve onlarla bağlantılı iletişim ağlarını kullanmaya başladı (Asharq Al Awsat, 2024).

2. Askeri ve stratejik açıdan önemli bir imkân olan, yerden yatay ve dikey olarak fırlatılacak roketlere geçiş yapıldı, böylelikle ekonomik tecride kıyasla daha kısıtlayıcı olan politik tecrit çalışmalarında kullanılan yöntemlerin aşılması sağladı.

3. Hizbullah’ın elindeki dağlara oyulmuş tabyalardan mahrum olan Hamas, betonu dağın yerine ikame etti. Yukarı doğru uzanan karmaşık ve düzensiz topografya dâhilinde ilerleyen askeri eylem pratiği yerine tüneller, strateji ve askeri açıdan önemli bir derinlik sağladı.

Mecdelavi’nin de ifade ettiği biçimiyle, birlikte geliştirilen tünel ve füze sistemi, fedakârlığa ihtiyaç duyuyordu. Hataya yer olmayan bu pratikler, stratejik bir kalenin inşa edilmesini sağladı ayrıca Filistin halkına egemen bir güç olarak karar alacağı bir merkez temin etti. (Majdalawi, 2021). Bu türden yeniliklerle Hamas, İsrail’in Filistin davasını politik açıdan kuşatmak için imal ettiği zırhı parçalayacak toplumsal ve politik süreci başlatma imkânı buldu. Mayıs 2021’de Birlik İntifadası’na ait unsurlar olarak sahneye çıkan Hamas roketleri, Hamas’la Filistin halkı arasındaki kopukluğu gideren köprü işlevi gördüler.

Hamas, 1.100’den fazla İsrailli sivil ve askerin öldüğü 7 Ekim saldırısını bu zeminde gerçekleştirdi.[6] Hava, kara ve denizden gerçekleştirilen saldırılarla Gazze’den Batı Şeria’ya ulaşıldı. Bu eylem dâhilinde İsrail’in sınıra yerleştirdiği elektronik gözetleme sistemleri ve otomatik, uzaktan ateş açan makineli tüfeklerle donatılmış, IDF’in istihbarat toplama becerisini dışarıdan temin ettiği kuleler hedef alındı. IDF’in savunma hattının bu kadar hızlı çökmesini muhtemelen Hamas da beklemiyordu.

Bu operasyon, salt varolma çabasının yok oluşun habercisinden başka bir şey olmadığı, bu topraklarda kalmayı güvence altına almadığı konusunda halkı ikna etti. Mecdelavi’nin (2021) de dile getirdiği biçimiyle, Nahrü’l Barid, Yermük, Gazze gençliğinin İskandinav ülkelerine kaçışının hayatta kalma çabasını etnik temizliğin, toplumsal hayatın bitişinin, toprakların ilkel birikim sürecine dâhil edildiği sürecin, yersiz yurtsuzlaşmanın ve halktaki başkaldırı bilincinin silinişinin izlediğinin delili.

Operasyon sonucunda en aşırı sağcı yönetimin işbaşında olduğu İsrail devleti, birkaç farklı cepheden savaş yürütmeye başladı. Bu süreçte devlet, savaş tutsaklarını ve sivil esirleri almak, Hamas’ı yok etmek için Gazze’yi işgal etti.

Gazze’de Kontrgerilla Faaliyetleri ve Soykırım

Filistin mücadelesi, uzun zaman önce uluslararasılaşmış bir mücadeledir. Bu uluslararasılaşma sürecinin dinamikleri yanında, mücadeleyi belirli bir çerçeveye oturtmak için kullanılan dil, seslendiği kitle ve Filistin toplumundaki değişimin toplumsal tabanı da sorgulanıyor (Cohen & Doumani, 1981; PFLP, 1969).

Bu son savaş boyunca IDF’in saldırılarındaki dinamikleri ve bombardımanlarını değerlendirmek, bunun yanında, İsrail’i uluslararası mahkemeye çıkartıp Batı’nın liberal sivil toplumunun mahkemesinde onun hesap vermesini sağlamak isteyenler, genelde soykırım ve “İkinci Nekbe” ifadelerine başvuruluyorlar. Bu kavramlar, küresel sivil toplum ve uluslararası hukuk içerisinde süren mevzi savaşının aydınlatılmasında tabii ki faydalı ama Filistin milli hareketi, özellikle Sovyet sonrası dönemde, uluslararası hukuka sürekli başvursa da, ilgili kavramların, Filistin meselesinin çözüme kavuşturma çabası dâhilinde İsrail’in etnik temizlik ve soykırım “seçeneği”ni devreye sokmasına neden olan hareket savaşının üzerini örtmesi riskini taşıdığını görmek gerekiyor.

Hareket savaşına vurgu yapılmamasının iki nedeni var.

1. Genel manada ABD destekli devlet karşıtı şiddetin popüler kılınması karşısında sistem karşıtı silahlı şiddet, illegalize edilip ardından da gayrimeşru kılınıyor. Bu konuda ABD’deki Ortadoğu çalışmalarında Suriye muhalefetine yönelik teveccüh, örnek olarak verilebilir (örneğin: Pearlman, 2017).

2. Depolitize edilen, politikadan arındırılan Filistin davası, toprak meselesinden kopartılmış bir dizi hakka indirgeniyor, o hakların elde edilmesi ve savunulmasının ana faili ve gücü olarak milli hareket, Filistin davasından kopartılıyor (Qato & Rabie, 2013).

Filistin milli hareketini çıkış noktası alan yazımız, bir yandan da İsrail’in yok etme mantığını inceliyor. Yüksek teknolojiye dayalı yıkım sürecinin ve direnişin dinamiklerini anlamak için kontrgerilla meselesine odaklanılıyor, ayrıca hareket savaşından kontrgerilla faaliyetlerine, oradan da soykırıma uzanan süreç inceleniyor.

Bugün yaşanan süreci İkinci Nekbe olarak niteleme eğilimi güçlü. Oysa bugün işlenen cinayetlerin ulaştığı kapsam ve ölçeğin Filistin tarihinde bir eşi benzeri yok. Son iki ay içerisinde rekor ölü sayısına ulaşıldı, halkın yüzde 3 ilâ 4’ü yaralandı, altı ay içerisinde yaralıların oranı yüzde 5-6’ya çıktı. Üstelik 1948-1949’la 2023-2024 arasında niteliksel farklılıklar mevcut: Arap milislerle İsrail arasında teknoloji konusunda oluşmuş olan mesafe daraldı. Artık ortada İran gibi yarı sanayileşmiş, Filistin direnişini destekleyen bir devlet var (İran da sırtını süper güç olarak Çin’e yaslıyor). Milisler, eğitim ve askeri organizasyon becerilerini artırdı. Muhtelif Arap ülkeleri ve İran, caydırıcılık kapasitesine sahip oldu. Bu güçler, ABD ve İsrail’e şartlar dayatma becerisi edindiler. Dolayısıyla, örgütlenme düzeyi ve askeri imkânlar açısından bakıldığında, bugünkü mücadelenin 1948-1949 veya 1967 ile bir alakası bulunmuyor.

İsrail’le mücadele yürüten Arap ülkeleri ve İran, 1967’den dersler çıkarttılar. Merkezileşmiş, araziye bağımlı, hantal ve kaba askeri güçlerin İsrail veya NATO orduları karşısında bir şey yapamayacağını gördü. Bunun bir nedeni de İsrail ve NATO’nun bu tür ordularla mücadele edecek şekilde teşkil edilmiş olması.

Ayrıca Arap ülkeleri ve İran, gelişme kaydeden, yüksek teknolojiye dayalı kontrgerilla faaliyetlerinin sunduğu derslerden istifade etti ve yavaş yavaş İsrail’le yakınındaki Arap devletleri arasında teşkil edilmiş olan teknolojik-askeri tampon bölgeleri ortadan kaldırma imkânına kavuştu. Hatta askeri-örgütlenme ve strateji düzleminde İran ve Arap güçleri, Emir Muhsin’in bahsini ettiği “Vietnam’dan çıkartılması gereken ders”i de edinmeyi bildiler: bu anlamda ilgili güçler, bedeli ne olursa olsun, ait oldukları tüm toplumsal yapıyı bir araya getirip onun “ortak milli hedef” doğrultusunda çalışmasını sağladılar (Mohsen, 2023).

Vietnam savaşı gibi Asya’da gerçekleştirilmiş olan savaşlarda toplumsal yapı zamanla önemli hâle geldi. Aynı şekilde, bu halkların mücadele ettikleri kontrgerilla güçleri de toplumsal yapı meselesini önemli görüyorlardı. Dolayısıyla, bugün bu tür ülkelerin deneyimlerini Gazze, Batı Şeria ve genel manada tüm bölgede süren savaşın niteliğine tatbik edebiliriz.

Milletin topyekûn seferber edilmesinin gerilla savaşı bağlamında önemli olduğu koşullarda kontrgerilla güçleri de bu seferberliği ortadan kaldıracak planlara yöneldiler. Onlara göre halk desteği, en önemli değişken. Zira halk, direnişi koruyabilir, ona yardım edebilir, her şeyin ötesinde, direnişçilerin nerede olduklarına dair bilgileri gizleyebilir.

Ayrıca direniş hareketleri denilen şey de halkın oluşturduğu olgular. Savaş, halk nezdinde belirli bir meşruiyete sahip olmak zorunda, aksi takdirde halk, teslim olur ve silâhlı güçleri tecrit eder. Bu türden bir halk desteği, casus ve muhbir ağlarının çökertilmesinde de önemli bir husus. İsrail, onlarca yıllık sömürgecilik temelli kuşatma ve şiddet pratiği boyunca bu tür yöntemlere ve araçlara sıklıkla başvurdu.

Son savaşta şehirde bulunan, İsrail’in altyapıyı yok etmesi öncesinde veya sonrasında inşa edilmiş beton bloklar, yeraltındaki beton tünellerden oluşan ağa yukarıdan destek sundular. Bombardıman sonrası çentikli bir yapıya kavuşan bu beton bloklar, Filistinlilerin yürüttüğü asimetrik direnişi bir biçimde beslediler.

İki aylık savaşın ardından İsrail, önemli bir askeri başarı elde edemedi, başta belirlediği hedeflerin hiçbirisine ulaşamadı. Ayrıca İsrail, Hamas’ın elindeki komuta-kontrol ağlarının hiçbirisine zarar veremedi, buna karşılık, Filistinli gerillalar, Gazze’de, IDF’in “temizlik” operasyonları yürüttüğünü iddia ettiği alanlar da dâhil birçok yerde pusular kurmaya devam ettiler. Hamas’ın bildirilerinde dile getirildiği biçimiyle, bu bölgelerde IDF 400 askeri aracını kaybetti.

Vaktiyle İkbal Ahmed’in de dediği gibi (1971, s. 14) “yıpratma savaşında güçlü düşmana karşı nihai zafer kazanılamaz. Savaşanlar, sadece karşı tarafa ağır kayıplar verdirmeyi, onu yormayı, uluslararası baskı üzerinden o düşman gücü müzakere etmeye zorlamayı, mevcut hali korumasına izin vermeyip geri çekilmesini sağlamayı umut edebilir.”

Sömürgeci güçler, İsrail’in politika sahasında yürüyenler dâhil tüm kontrgerilla operasyonlarında sömürgecilik karşıtı savaşı olumsuz bir şey olarak görürler, halkı, siyasetini ve politik temsilcilerini yönetmeye çalışırlar, halkın bastırılması konusunda “teknolojik-askeri yaklaşım”a başvururlar, bu anlamda, kara ve hava operasyonlarına yönelirler, büyük askeri birlikleri sağa sola konuşlandırırlar, yıpratma ve kuşatma amaçlı adımlar atarlar, “temizlik” operasyonları yürütürler, ateş etmenin serbest olduğu bölgeler belirlerler, ayrıca insanları kitleler hâlinde yersiz yurtsuz kılarlar. İsrail’in Filistin şehirlerine yönelik saldırılarla birlikte devreye sokulan askeri stratejisi, Filistin halkını güneye doğru sürüp kuzeyi tampon bölge hâline getirmeyi öngören yaklaşıma doğru evrildi.

IDF operasyonları Şuceyye ve Cebeliye gibi nüfusu yoğun mahalleleri boşaltamayınca başka yöntemler devreye sokuldu. Güneyde halk, güvenli denilen bölgelere sürüldü, ayrıca sivil halk taşınmaya zorlanarak tüm şehirler temizlenip ateş etmenin serbest olduğu bölgelere dönüştürüldü (IDF bu yönteme başvurdu ama halk taşınmayı reddetti).

Bu türden taktiklerin yanında ağır bombardımanlara tanık olundu. İsrail, tutsak değiş tokuşu ile ilgili şartları ihlal etti ve ateşkesi bozdu. Bu anlamda, karşı-devrimci şiddet soykırıma doğru evrildi. Böylelikle İsrail toplumundaki çatlaklar büyüdü, rehinelerin aileleri protesto eylemleri gerçekleştirmeye başladı.

Yoav Gallant gibi isimler, sivil halka bilerek ve kasten zarar vermenin, acı çektirmenin şart olduğunu söylemeye başladılar. Hatta Gazze’de hastalık yayılmasından, şehrin açlığa mahkûm edilmesinden söz ettiler. Bunlar, savaşta başvurulacak araçlar olarak dillendirildiler:

“Sivil halk diz çökerse savaş da biter, o nedenle zulmetme ve çile çektirme, sisteme karşı çıkan tüm halkla mücadelede başvurulması gereken araçlardır” (Ofir, 2023).

Ama Aralık 2023 sonu itibarıyla, soykırıma evrilen süreçte halkı kırımdan geçiren “sistem”, mevcut koşullarda, ideolojik planda ayakta kaldı ve operasyonlar üzerinden kendisini takviye etti. Direnişin gücüne güç kattığını gören IDF, bu gelişmenin, mekanikleşmiş kontrgerilla pratiğinin ve yürüttüğü soykırımın başarısızlığının kanıtı olduğunu görmedi. Çünkü tarihsel süreçte de görüldüğü üzere, kontrgerilla faaliyetinin teorisyenleri ve uygulamacıları, “politik ve toplumsal bağların koptuğu gerçeğini idrak edemiyor, görmek istemiyorlar”dı, bu kopuşu daha çok “istihbarat ve baskı faaliyetine ihtiyaç duyan teknik bir sorun” olarak değerlendiriyorlardı (Ahmad, 1971, s. 28). İşte bugün tam da bu yanılgı ve körlük sebebiyle IDF, daha hâlâ deniz suyunun şehri basmasını sağlama, sığınakları yıkma tehditleri, liderlerin öldürülmesi, stratejik amaçlar doğrultusunda yürütülecek caydırıcı faaliyetlerden bahseden teknik çözümler kitabına başvurup duruyor. İsrail, bu koşullarda ancak Filistin milliyetçiliğini ve onu besleyen Arap halklarını ezmenin başarıyı getireceğini düşünüyor.

Ocak ayının başlarında Filistinli silahlı örgütler, İsrail’e ait 900’den fazla zırhlı aracın yok edildiğini, 1.600’den fazla IDF askerinin öldürüldüğünü duyurdular. Ayrıca bu örgütler, tarihi Filistin genelinde gelişkin tekniklere dayalı pusular kurma becerilerini bir biçimde muhafaza etmeyi bildiler. Bu saldırılarda uçaksavar füzeler kullanıldı, insansız hava araçları düşürüldü, Tel Aviv, koordineli füze saldırılarına hedef oldu.

Altı aylık askeri operasyon süresince Hamas ve diğer müfrezeler ciddi zaiyatlar verse de Filistin silâhlı kuvvetleri, işgal altındaki Filistin’in güneyine füzeler atmaya sürdürdü, Gazze’de bulunan ve temizlendiği, güvenli hâle getirildiği söylenen bölgelerde IDF askerleriyle girilen çatışmalarda zaferler kazandı.

Mart 2024’te İsrail soykırımcı boyutu güçlendirilmiş bir kontrgerilla harekâtına geçiş yaptı. Bu noktada sivil halka saldıran İsrail, kalan altyapıyı yok etti, Hamas’ı kötü şartları kabul etmeye zorlamak için halka açlığı dayattı. Özetle, İsrail bu dönemde IDF’in savaş sahasında aldığı yenilgiler karşısında en azından müzakere masasında kazanmak için adımlar attı. Bu adımlar dâhilinde doktorları hedef alan İsrail, sağlık sistemini yok etti, yardım temini ve dağıtımından sorumlu sivilleri öldürdü, gerilla faaliyetlerini besleyen, halkla kurulmuş bağları kesmek için uğraştı, bir yandan da en geniş manada sivil halktaki açlık düzeyini yukarı çekecek müdahaleler gerçekleştirdi. Nisan ayı itibarıyla İsrail güçleri, Gazze’den büyük ölçüde çekildi, geride kalanlarsa pusuların muhatabı oldu.

Öte yandan, bu dönem boyunca ayaklanmanın düşük yoğunluklu seyrettiği Batı Şeria, 2020 sonrası inşa edilen silahlı faaliyetlerin hızlandığına şahit oldu. Çatışmalar, Nablus’ta, Cenin’de, Tulkerim’de ve bunların arasında uzanan “ateş üçgeni” denilen bölgede yoğunlaştı. Nablus bu süreçte özellikle sefalete mahkûm edildi. Bu İsrail sömürgeciliğine ve tecavüzlerine karşı şehrin gösterdiği direncin bedeliydi (Shoufani, 2024), ayrıca Nablus, İsrail’e yönelik direnişin bereketli toprağı hâline geldi.

Bu süreçte askeri teçhizatları ve patlayıcıları kullanan Aslanın İni isimli örgüt, İsrail ordusuna ait buldozerleri ve tankları yok etme eylemlerine hız verdi. Bu eylemlerin merkezindeki ana güç olarak Cenin Tugayı karşısında, şehirdeki silâhlı muhalefetin kökünü kurutmayı amaçlayan katil İsrail’in kontrgerilla faaliyetlerini buldu (Hanaysha, 2023).

Bu süreçte İsrail, Batı Şeria’da tutsak alma faaliyetlerine hız verdi. İsrail bu eylemiyle Hamas’ı ve Gazze’deki diğer yapıları tutsak değiş tokuşu yapmaya zorlamayı umut ediyordu. Ayrıca İsrail’le işbirliği içerisinde hareket eden, “ikinci Güney Lübnan Ordusu” (Faleh, 2023) rolünü üstlenmiş, IDF cephaneliğinin önemli bir unsuru olarak işgören Filistin Yönetimi’ne bağlı güvenlik aygıtı, Gazze’de mevcut değildi. IDF Filistinli ortağına kontrgerilla faaliyetine dair, Filistin Yönetimi karşıtı eylemci Nizar Banat’ın öldürülmesi gibi kimi işleri Filistin Yönetimi’ne taşere etti (Barakat, 2021).

Bölgesel Cephe

7 Ekim operasyonu, Filistin’deki askeri ittifak sistemine ait diğer unsurlarla net bir koordinasyon teşkil edilmeden gerçekleştirildi. Bunun bir nedeni, eylemin gizliliğini koruma arzusu, bir nedeni de Hamas’ın, IDF’in Hannibal Doktrini’ni ne ölçüde tatbik edeceğini, misillemenin olası ölçeğini ve önceden koordinasyon kurulmasına yönelik ihtiyacı kestirememesiydi. Buna karşın, sonrasında bölge düzleminde teşkil edilen koordinasyon dâhilinde askeri çatışmalar yaşandı.

Arap-İran devlet sistemi, üç tip eylem ortaya koyuyor. Filistin’deki silahlı eylemlerin bir türbin olarak harekete geçirdiği bu eylem türlerini şu şekilde sıralamak mümkün:

1. Direniş ekseni;

2. İsrail ve ABD arasında açıktan kurulmuş askeri işbirlikleri;

3. Arap milliyetçiliğine ve Siyonizm karşıtlığına farklı düzeylerde bağlı olan veya bu hareketlerle perde gerisinde işbirliği kuran “aracıların” veya cephe hattının dışında kalanların meydana getirdiği kamp. Silahlı mücadeleye farklı tarzlarda destek sunan Yemen, Suriye, İran, Irak ve Lübnan gibi ülkelerin meydana getirdiği cephenin birçok üyesi, ABD kontrolündeki güçlerin işgali veya saldırısı altında. İsrail ve ABD ile açıktan askeri işbirliği kuran ülkeler arasında Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Bahreyn, Ürdün ve Mısır bulunuyor (tabii bu arada Mısır’da İsrail’le askeri düzeyde kurulan işbirliğine karşı çıkan siyasetçilere rastlanıyor). “Aracılar” veya “yumuşak destek” kategorisine ise Tunus, Katar ve Cezayir giriyor.

Direniş ekseni, Irak ve Suriye’de ABD ordusuna ait üslerle ve birliklerle açıktan savaşa girdi. Bombardımanlara şahit olduğumuz süreçte İsrail, eksenin Suriye’de ortak askeri stratejileri ve malzeme hareketlerini koordine etmek için kullandığı lojistik altyapısına sürekli saldırdı.

Yemen’de Ensarullah, İsrail’deki hedeflere füzelerle ve dronlarla saldırdı. Örgüt, bu saldırıları İslami kurtuluş teolojisini anıştıran ifadelerle gerekçelendirdi. “Arap ve Müslüman milletlerin devrimi”nden söz eden Ensarullah, “Amerikan-İngiliz-Fransız eliyle yürütülen Siyonist istilasına ve işgaline karşı milletin tüm yurttaşlarının adalete kavuşma haklarını savunduğunu” söyledi (Al-Asaad, 2023) ve bu yaklaşımını yoksulları dert edinen ideolojilerini dünyaya ihraç etme girişimleriyle ilişkilendirdi (Moussaoui, 2023, s. 233). Yemenliler, eylemlerinin düzeyini yukarı çekerek, İsrail bandıralı, İsrail adına çalışan veya onunla bağlantılı olup Kızıldeniz’deki Babülmendep Boğazı’ndan geçen gemileri durdurmaya, sonrasında da İsrail’e giden tüm gemileri donanmasıyla engellemeye başladı. Bu eylemler, 21 Aralık Yemen Devrimi’nin ideolojik taahhütleri ve meşruluğu zemininde anlam buldu.

Lübnan cephesi, Lübnan Hizbullahı ile İsrail güçleri arasında süren yıpratma savaşının damgasını vurduğu bir cephe. Bu çatışmalarda, İsrail’in yüksek teknoloji üzerine kurulu askeri yapısı imha edildi, kuzeyden gelecek saldırılara karşı oluşturulmuş Maginot Hattı’ndaki gözetleme merkezleri vuruldu, kışlalar, askeri kamp yerleri ve İsrail’e ait zırhlı araçlar hedef alındı. Bu operasyon sebebiyle IDF, askeri gücünün önemli bir kısmını ülkenin güneyinden ve orta kesiminden kuzeye çekmek zorunda kaldı, böylelikle, ordunun Gazze üzerinde kurduğu baskı belli ölçüde azaldı, bir yandan da İsrail’in kuzeyi boşaldı, ayrıca İsrail’i (ve Akdeniz’e caydırıcı bir hamle olarak gemi göndermiş olan ABD’yi) “ya Gazze’ye yönelik saldırıları durduracağız ya da geniş Arap coğrafyasında Hizbullah’la ikinci bir cephe açacağız” seçeneğiyle yüzleşmek zorunda bıraktı. İkinci cephe açılması durumunda Lübnan şehirleri hedef alınacak, buna karşılık, İsrail’de nüfusun yoğun olduğu merkezler zarar görecek, Lübnan’a karadan girilmesi durumunda İsrail de aynı akıbetle yüzleşmek zorunda kalacaktı. Irak, İran ve Hizbullah’ın eylemlerine misillemede bulunuldu: Hamas lideri Salah Aruri, 3 Ocak günü Beyrut’ta öldürüldü, 4 Ocak günü Bağdat’ta bulunan Haşdi Şabi (Halk Seferberlik Güçleri) karargâhı vuruldu.

Önemli bir Filistinli nüfusunun yaşadığı bir ülke olarak Ürdün, 1994’te İsrail’le barış anlaşması imzalamış, ABD ile askeri işbirliği içerisinde bulunan bir ülke. Bu anlamda Ürdün, yeni sömürgecilik dairesinde kendisine düşen tarihsel rolü oynamaya devam ediyor, Siyonist hareketle ve ABD’yle birlikte hareket ediyor (Shlaim, 1988), zira ülkenin başındaki elitler, rejimin bekası adına, emperyalizmin yardımlarına ve rant akışına eskisinden daha fazla muhtaç (Ufheil- Somers, 2015). Burası, toplumdaki rahatsızlıkların bastırıldığı, İsrail’i protesto etti diye binlerce eylemcinin hapse atıldığı, ABD’nin varlığının güçlü bir şekilde hissedildiği, ekonomik, politik ve askeri anlaşmalarla bir yerlere zincirlenmiş bir ülke. Bu süreçte Ürdün, Yemenlilerin dronlarını ve füzelerini düşürdü. Yemenlilerin denizde tesis ettikleri ablukayı aşma konusunda bir tür köprü işlevi gördü. Ürdün güvenlik güçleri, aslen Filistinli olan çoğunluğu ve Filistinli sözcülerin giderek popüler hale gelip destek buldukları Ürdün toplumunu kontrol altında tutmakta güçlük çekiyor. Son anketlere göre, ülkede 7 Ekim olaylarını destekleyenlerin oranı yüzde 66 (Anon, 2023).

Suudi Arabistan ve BAE, İsrail’in denizdeki ablukayı aşmasına yardım etti, İsrail’le sessizce veya alenen normalleşti, bölgede uygulamaya konulan ABD projesi yanında hizalandı. Hamas’ın başarısızlığı ve mahvolması, Suudilerin hoş karşılayacağı bir durum. 7 Ekim saldırısı, Suudilerin İsrail’le normalleşme ihtimalini ortadan kaldırdı ve Suudi liderlerinin ABD’ye bağlı aracılar üzerinden İsrail’e lafta da olsa saldırmak zorunda kalmalarına neden oldu.

Mısır, bu süreçte daha karmaşık bir role sahip. İsrail’le ilk barış anlaşmasını imzalayan Mısır, İsrail’le gaz ihracatından özel ekonomik bölgelere dek birçok konuda kapsamlı bir ekonomik işbirliği içerisinde. Mısır, aynı zamanda Gazze’de insani yardım düzleminde yaşanan felaketin ve kuşatmanın derinleşmesine sebep olan güç. Bu güç, Mısır-Gazze arasında uzanan ve kaçakçılık için kullanılan tünellere baskın düzenledi. Ama bir yandan da Mısır, etnik temizliğe ve nüfusun başka yerlere nakline de karşı çıktı. Burada biraz da kendi ekonomisinin istikrarsızlaşmasından ve silahlı kuvvetleri dâhilinde oluşan çatlaklardan endişelendi. Sonrasında Mısır, kapalı kapılar ardında Sina üzerinden Gazze’ye silah geçişine izin verdi.

Bu süreçte Katar, sistem yanlısı duruşuyla önemli bir rol oynuyor. ABD’ye ait bir donanma üssüne ev sahipliği yapan Katar, “Arap Baharı” denilen rejim değişikliğine yönelik propaganda faaliyetlerinin ve al-Jazeera Arabic televizyonuyla mezhepçiliği körükleyen girişimlerin merkezi olarak iş gördü. Kültür düzleminde ise Katar, Batı’daki ve Arap coğrafyasındaki “Arap Merkezleri” üzerinden üretilen kültürün yayılmasında önemli bir rol oynadı. Doha Yüksek Lisans Merkezi gibi okulları ve Arap Araştırma ve Politika Çalışmaları Merkezi gibi yayıncılık faaliyetleri ile bu sürece katkı sundu. Ayrıca Katar, Suriye’de ABD eliyle ortaya konulan rejim değişikliği faaliyetlerini destekledi.

Bugün Katar’ın Hamas, Mısır, ABD ve İsrail arasında arabuluculuk yapma üzerine kurulu rolünün “demokratikleşme” söyleminin “yeni” bir tür Arap milliyetçiliğiyle kaynaştırılmasıyla oluşan anlayışla birlikte sahnelendiğini görmek gerekiyor. Bu rol dâhilinde Katar, topraklarındaki ABD üsleriyle tarafsız bir ülke pozu kesebiliyor.

Lobi, ABD’nin Ulusal Güvenlik Doktrini ve Şiddete Dair Açıklamalar

ABD-İsrail operasyonları, batıdaki İsrail veya Siyonizm karşıtı hareketler ve küresel planda Arap dünyasında farklı biçimler alan yığınla tartışmaya sebep oldu. Bu tartışma, özünde ABD-İsrail operasyonlarının “rasyonalite”si, ABD hükümetiyle yönetici sınıfının İsrail’i diplomatik ve askeri düzlemde korumasının ardındaki dürtü ile ilgili. Bu tartışmalarda bir de İsrail’in ABD’nin gücü ve işlettiği birikim süreci açısından bakıldığında, İsrail’in dün olduğu gibi bugün de bir ayak bağı olup olmaması meselesi de ele alınıyor. Buradan şu sorulabilir: “İsrail Lobisi”, ABD’deki yönetici sınıfı İsrail’le uyum içerisinde, yıkıcı ve irrasyonel bir şiddet pratiğinin inşa ettiği, duvarları aynalarla kaplı bir salona mı kapatıyor?

Bu tartışma, ilkin Mearsheimer ve Walt’ın kaleme aldığı The Israel Lobby [“İsrail Lobisi” -2006] isimli kitabın yayımlanmasıyla birlikte batıdaki liberal çevrelerde gündeme geldi. Bu tartışmada mesele, Arap-İran coğrafyasında ABD dış politikasının toplumsal, politik ve ekonomik kökenleri. Özünde burada iki argüman dillendiriliyor:

1. Bölgede ABD dış politikası, “irrasyonel” bir nitelik arz ediyor veya “ABD’deki İsrail lobisi dış politikayı yoldan çıkartıyor.”

2. ABD, lobinin yok olması durumunda bölgede kendi “çıkarlar”ı peşinde koşar, bunun için “rasyonel” yollar bulur.

ABD’nin jeopolitik çıkarlarına dair özel bir vizyonu reklâm eden kurumlarının varlığını inkâr etmek, irrasyonel bir yaklaşım olacaktır. Bu kurumlar, orta sınıfların, özellikle Yahudilerin, ayrıca Batı’daki halk sınıflarının, örneğin evanjelik Siyonist kesimin desteğini arkasına almak için uğraşıyorlar. Oysa bu noktada ilgili tartışma, iç tutarlılıktan yoksun veya parçalı bir yapıda ilerliyor, çünkü tartışma, analizini Arap-İran bölgesinin ABD’nin işlettiği birikim sürecinde oynadığı rol üzerinde temellendirmiyor. ABD’nin “çıkarlar”ı sürekli ve ısrarla gündeme getiriliyor veya ülkeyi her daim kısıtlayan lobiden söz ediliyor. Bu genel çerçeveden yoksun yaklaşım dâhilinde sonuç, sebep zannediliyor, eldeki sonuçlar da gelişigüzel veya seçici bir tarz dâhilinde okunuyor.

İsrail, 1967 savaşında ilerici Arap milliyetçiliğin ana bileşenlerinin ortadan kaldırılmasında önemli bir rol oynadı. Her ne kadar bu süreçte Irak ve Libya’ya dokunamasa da İsrail, Sovyetler’in bölgedeki etkisini kırdı. Sovyetler dağıldıktan sonra İsrail, onlarca yıl ilerici Arap milliyetçiliğinin aldığı biçimlere doğrudan saldırmadı, sadece kimi vakit ABD’nin Irak ve Suriye gibi yerlere yönelik saldırılarına katıldı. Dolayısıyla, İsrail’in yol açtığı kargaşa, ABD çıkarları söz konusu olduğunda fazla abartılan bir konu.

ABD’deki yönetici sınıfının tanımladığı hâliyle ABD çıkarları denilen şey, bu tür konjonktürlerde gündeme gelmiyor. Bu “çıkar” denilen mesele esasen sınıfsal açıdan ele alınmalı, millet içerisinde oluşmuş birleşik bloklara ait bir şeymiş gibi görülmemeli. “Çıkar”, varsayımlarla değil, net tanımlarla açıklanmalı.

Bu anlamda, “Lobi, ABD’deki iktidarı başka yöne yönlendiriyor” anlayışı, tarihsel materyalizme yabancı. Çıkarlar konusunda geliştirilecek her türden anlayış, kapitalist birikimin tarihini esas almalı.

Bu tarih incelendiğinde, şiddetin ana unsur olduğu görülecektir. İlkel birikim ve savaşlar, sömürgecilikte vazgeçilmez olgulardır. Bunların mantığı, durgunluk, kıtlık ve soykırım yoluyla serveti çekip kendi kasasına akıtmak üzerine kuruludur. Buna bugün toplumların yok edilmesini ve “atığın birikimi” meselesini (Kadri, 2023; Patnaik & Patnaik, 2021) de eklemek gerekmektedir.

“Lobi Amerika’yı yönetiyor” anlayışının kaynağı, Soğuk Savaş döneminde geliştirilen modernizasyon teorisi. Bu teoriye göre, ABD’nin inşa ettiği ticaret ve kalkınma faaliyetlerinin ana binasına girildiğinde ABD tarzı birikim, kalkınma ve sanayileşme yoluna da giriliyor. Oysa tarih, henüz böyle bir şeyi kaydetmiş değil.

ABD’nin tercihi daha çok sıcak savaşlar yönünde (Kolko, 1986). Burada amaç, ülkeleri ana hammadde ihracatı ile tarımdaki yoğunlaşmayı esas alan modellere entegre etmek, onları stratejik açıdan belirlenmiş bölgelerde ihracat güdümlü sanayileşmeyi temel alan yeni uluslararası işbölümüne dâhil etmek ve teknolojiyi merkezde toplamak.

Mevcut kutuplu sistemi ayakta tutmak adına ABD, sermaye, teknolojik gelişim ve endüstriye ait özerk bir yapı inşa etmek yerine, çevre ülkelerini bir alt seviyede entegre ediyor. Japonya ve Almanya’nın yeniden sanayileşmesine ve ülkelerine inşa etmelerine bu sebeple izin verildi. Bunun tek şartı, bu iki ülkenin ABD’nin elindeki savunma şemsiyesinin altında, Soğuk Savaş’ta devrimci Çin ve Sovyetler Birliği’ne karşı kullanılan kuşatma mekanizmalarının bir parçası olarak durmasıydı.

Bu dönem boyunca Arap-İran bölgesi, esas olarak ABD’nin öncülük ettiği dünya sistemine önce petrol kanalları (Kolko & Kolko, 1972) ardından da silah satışları üzerinden entegre edildi. Altmışların sonunda savaş sayesinde bölge, ABD’nin birikim stratejisiyle bütünleşti. Bu süreçte bölgedeki istikrarsızlık tohumlarını İsrail ekti, bölgedeki silah alımları için sürekli gerekçe üretti (Ajl, 2024b).

Seksenler ve doksanlar boyunca bu sisteme hiç halel gelmedi. İsrail’in bu dönemde Filistinlilere ve Arap devletlerine yönelik gerçekleştirdiği askeri operasyonlar, Arapların zayıflığının ve biçareliğinin kanıtı gibiydi. “Yenilgi hali”, bu dönemde kökleşti (Kadri, 2014).

Öte yandan, ABD’nin bölgeye yönelik saldırıları, yaptırımlar ve ülkeleri geri bıraktırma çabaları aşamasından Irak ve Libya devletlerini ortadan kaldırma, Suriye’de yıkıcı sonuçlar doğuran vekalet savaşı, Suriye ve Yemen’de savaş ve yaptırımlar yoluyla kıtlığa sebebiyet verme aşamasına geçti. Bu süreçte söz konusu ülkelerin önemli bir kısmında sermaye birikimi yok oldu, insan ömrü kısaldı. Buradan söz konusu saldırı süreci Gazze’de zirvesine ulaştı. Bu politikalara ABD’deki politik elitler tam destek verdiler.

Bu “Lobi tezi”, bize emperyalizmin yönetim mekanizmasının daha rasyonel politikalar uyguluyorken bu ülkeleri istikrarsızlığa sürükleyen savaşın onu yolundan saptırdığını söylüyor. Görece zayıf olan ikinci hipotez ise İsrail saldırıları ve ondaki intikamcılık olmasaydı, Arap bölgesinin Üçüncü Dünya’daki parçalı sanayileşme ve tarımdaki yoğunlaşma gibi dinamiklerin damgasını vurduğu diğer bölgeler gibi olacağı üzerinde duruyor.

Oysa bu ikinci tez iki açıdan tarihe kör:

1. Bu tez, Afrika’nın büyük bölümü ithal ikamecilik ve ihracat güdümlü ekonomi üzerinden (Ossome & Naidu, 2021; Yeros, 2023) sanayileşme sürecinin dışında tutulurken, ihraç mallarının Doğu Asya’ya hâkim olduğu koşullarda Latin Amerika’daki eskiden beri emperyalizme bağımlı olan ülkelerin “prematüre” (Sato & Kuwamori, 2019) bir sanayisizleşmeye evrilmesinde olduğu gibi, dünya ölçeğinde görülen fazla sanayileşme sorununu görmezden geliyor.

2. Bu tarih dışı teorik çerçeve, ABD’nin yönettiği birikim sürecinin dayandığı genel sistem içerisinde birbirinden farklı bölgelerin birbirinden farklı roller oynadığı gerçeğini göz ardı ediyor.

Petrol, dünya piyasaları için zaruri olan, epey ticarileşmiş, yoğun bir metayı temin eden bölgeyi ayrıksı kılan ana unsur. Petrol üretimi, dünya ölçeğinde üretim baskılansın diye işleme tabi tutulmak, daha doğrusu, sabote edilmek zorunda (Blair, 1976; Wolfe-Hunnicutt, 2021). Petrol satışları dolar üzerinden gerçekleşiyor. Bu anlamda, bu satışlar petrodoların geri döngüsünün ana kaynağı, oysa bu döngü İsrail için bir “engel” (Spiro, 1999).

ABD’nin bölgede uyguladığı politikalar, kesintilerin dayatılması yoluyla uygulanan sistem yanlısı politik mühendisliğin ana yöntemleri olarak yaptırımlara ve gelir azaltma girişimlerine gayet uygun (Doutaghi, 2024; Doutaghi vd., 2022). Bu düzlemde ABD ve İsrail’in Arap-İran bölgesinde savaş ve yaptırımlar üzerine kurduğu düzen, ABD’nin işlettiği toplam birikim sürecine tek bir sorun bile çıkartmıyor. Gelir eşitsizliği, hisse senedi getirileri gibi ABD’nin elindeki zenginliğin ve gücün sağlam olduğuna dair göstergeler, bunu söylüyor.

Esasında İsrail ve ABD’nin savaş ve yaptırımlar üzerine kurulu düzeni, dünya genelinde ABD’nin ajandasına silahla ya da silahsız karşı gelen her türlü gücün dağıtılması konusunda önemli katkılar sundu. Bu ajanda dâhilinde alternatif sermaye birikimi merkezleri dağıtıldı, onlara eşlik eden devletler etkisizleştirildi, Küba ve Venezuela’da devlet iktidarını ele geçirmiş olan projeler budandı ve deforme edildi.

Soykırımın, kıtlığın ve sivillere yönelik katliamların hüküm sürdüğü, her yanı saracak savaş riskinin gündemde olduğu koşullarda, İsrail’in ABD’nin elindeki güç açısından yol açtığı tehlikelere işaret edenlere şu soruyu sormak gerekiyor: “ABD, Filistin’deki silahlı milislerin ve bölgedeki müttefiklerinin kendisine bağımlı olan devlet olarak İsrail’in yenilmesine izin verebilir mi?”

ABD, bölgedeki güvenlikle alakalı düzenlemeleri ve politikaları aracılığıyla, küresel birikime hizmet eden politik siperler örüyor. Bu küresel birikimse petrodolarlar, finans, silah, sınırlı sanayileşme ve kapsamlı hizmetler, ayrıca ihracat güdümlü tarım üzerinden gerçekleşiyor. Ayrıca ABD, dünyanın askerileşmesini istiyor. Bu anlamda İsrail’i ABD silahlarına, kontrgerillasına ve teknolojik değerin oluştuğu kanallara bağlıyor. Bu süreç, Arap coğrafyasındaki işçi sınıfının ilgili sistemin çıkarları adına mağlup olmasına neden oluyor.

Filistin Yönetimi, Arap coğrafyasındaki yeni sömürgeci ve sistem yanlısı güçlerin Filistin’deki yankısı olarak tasarlandı. Bu teşkilâtın amacı, Filistin demokrasisini ve direniş faaliyetlerini ezmek, ayrıca milyarlarca doları bulan emlâk değeri ve yürüyen altyapı geliştirme çalışmalarıyla Batı Şeria’daki geniş alanları ve 600.000 yerleşimciyi içine alan, İsrail eliyle yürürlüğe konulmuş yerleşim projesini istikrara kavuşturmak. Filistin Yönetimi’nin bir amacı da Filistinli sürgünlerin cumhuriyetçi ve devrimci hareketler içerisinde önemli roller üstlendiği Arap devletlerini istikrarsızlaştıran bir yangın olarak Filistin’i söndürmek (Kazziha, 1975, 1985).

İsrail’in “içsel” çelişkilerinden bahsetmişken, şunu belirtelim: bu yerleşim projesi, toprak ve kaynakların ilkel birikim sürecine tabi kılınması yoluyla Filistinlilerin sırtının yere getirilmesini, bunun yanında, Filistin’in silahların ve diğer İsrail yatırımlarının sınandığı laboratuvar işlevi görmesini ifade ediyor.

Yeni sömürgecilik ve işbirlikçilere yaslanan kuşatma faaliyeti, Filistin halkını “şeyleştiriyor” (Césaire, 2001). Bu şeyleştirme gayretinin karşısına Filistin, 2023 yılında “tarihi hatırlatan” bir eylemlilikle çıktı (Allday & Omar, 2023). Tarihte açılan bu yarığı kimse öngörmüyordu. Onun yol açtığı sonuçları şimdiden öngörmek isteyenler, olmayanı varmış gibi düşünmenin alanına girmek zorunda.

Gene de bugün elimizde kimi bilgiler mevcut: Eğer Hamas, 1967 öncesi sınırların kabulünü karşı tarafa kabul ettirirse, şu an yerleşimlerde yaşayan İsraillilerin yüzde onu evlerini boşaltmak durumunda kalacak. Bunun sonucunda yüz binlerce ev yapılacak, netice Yahudi sağı harekete geçecek. İç savaş çıkma veya toplumsal dağılma riski gündeme gelecek. Dolayısıyla, politik alanı düzenleyenlerin tek derdi, İsrail’deki statükoyu değiştirme becerisine sahip politik güçleri etkisiz kılmak, budamak veya parçalamak ki bu, Filistin Yönetimi’nin de gayet iyi bildiği bir gerçek.

Filistin Yönetimi’nden bir yetkili, bu sebeple “Hamas’ı yok edin, İsrail onu yok etmezse biz bittik” diyor (Aktaran: Faleh, 2023). Çünkü Hamas, İsrail ve ABD’nin kontrol altına alamadığı veya iç edemediği, ne kadar güç uygularsa uygulasın yok edemediği bir politik güç.

Hamas ve onun Gazze ile Batı Şeria’daki milisleri, Arap coğrafyasındaki ABD ve İsrail’in 1967’deki milliyetçi devletlerden oluşan Arap cephesine yağdırılan toplardan beri ana çalışma tarzı dâhilinde işçi sınıfına dayattığı politik-askeri yenilgiye meydan okuyorlar. Eğer Gazze’de ABD ve İsrail kaybeder, Hamas hayatta kalırsa Filistin Yönetimi, dolayısıyla İsrail istikrarsızlaşır, ayrıca İsrail ekonomisi savaş yüzünden ciddi kayıplar yaşar. İstikrarsızlaşma, hatta devletin çöküşüyle birlikte yüz milyarlarca dolar değerindeki ekonomik varlık ile yüksek teknolojiye yönelik sermaye yatırımları, buhar olur. Ayrıca bu asimetrik savaşta karşı tarafın yaşayacağı yenilgi, elde silah dövüşen farklı örgütleri ve yüz binlerce insanı yüreklendirir, Batı’nın askeri gücünün Batı Afrika’da olduğu gibi yenilebildiğini veya defedilebildiğini gören herkese cesaret verir, Rusya ile Çin’e yönelik caydırıcı adımlar hükmünü bir bir yitirir.

Sermaye kaybı muhayyeldir. İsrail, bir engel olarak görülmeye başlanır. Zira sermaye, kesintisiz askerileşme ve ilkel birikim süreci olmaksızın işlemez. Sermayenin biriktiği rakip merkezler hükmünü yitirir veya buharlaşır. Şiddet, bunun için devreye sokulur. Bu sürecin sonunda sermaye, dünya ölçeğinde birikim sürecine destek olan politik adımların yol açtığı kayıpların ağırlığından kurtulma yoluna da gidebilir.

Sonuçta belki de ortaya, tarihte varolmayan bir kapitalizm çıkar. Alternatif birikim merkezleri ve askeri güçlere varolma imkânı sunan, Üçüncü Dünya devletlerine finansal ve askeri düzlemde alan açan bir kapitalizmdir bu. Bunun ABD’nin arzulamadığı bir kapitalizm olduğu açık.

Bugün görülüyor ki Hamas ve bölgede ona müttefik olan devletler ve milis güçler, ABD’nin karşısına en uygun değilse bile ona yakın bir sonucun ve tercihler kümesinin çıkmasını sağlıyorlar. Bu koşullarda İsrail, ABD’nin içteki hegemonyası üzerinden bakıldığında, artık daha az cazip bir müttefikmiş gibi görünüyor. Ama aynı zamanda işleyen süreç, ABD yönetici sınıfının her şeye kadir olmadığını da ispatlıyor.

Bu da bizi iki önemli soruyla baş başa bırakıyor:

1. Lobi, madem ABD dış politikasının genel çerçevesini önemli ölçüde etkilemiyor, sadece sınırlı bir etkiye yol açıyor, o zaman bu lobi, esas olarak ne yapıyor?

2. Bu gerçek üzerinden stratejiyle alakalı ne tür sonuçlar çıkartabiliriz?

Esasında kapitalizm, politik düzlemde, şiddetin ülke dışında hüküm sürmesiyle alakalı adımlar üzerinden tasarlanması gereken bir şey değil. Şiddet ve politik baskılar, kapitalizmin politik ve kültürel çerçevesini güvence altına alacak tarzlar. Öz olarak kapitalizm, bu çerçeve dâhilinde politik onayı alıyor ve daha rahat işliyor. Dolayısıyla, lobi denilen şey, sahip olduğu arayüzle esas olarak hegemonyanın teşkil edildiği düzeyde faal. Lobi, politik kültürü kendi kalıbına dökerek, Siyonizm yanlısı konum üzerinden muhalefeti disipline ediyor, uluslararası ölçekte karşımıza çıkan politik, kültürel, düşünsel ve örgütsel alanlarda ise Siyonizmi propaganda ediyor, daha da özelde, kendisini Yahudi olarak tanımlayan ABD’li orta sınıfları Siyonizme örgütlüyor (Feldman, 2016). Sonuçta tarihsel planda Filistin (ABD’nin İsrail’e verdiği destek üzerinden) altmışların savaş karşıtı hareketinde ve Siyahî Güç hareketinde (Levin, 2017), seksenlerin nükleer karşıtı solunda (Ahmad, 2006) ve 2000’lerin başındaki eylemlilik sürecinde (INCITE!, 2017) karşılık buluyor. Ayrıca bu Amerika’nın Ulusal Güvenliği Yahudi Enstitüsü gibi biçimler alan “Siyonist” veya “Yahudi” lobisi, gerçekte Pentagon binasındaki danışmanların girip çıktığı bir tür döner kapı işlevi görüyor. Bu Pentagon binasındaki danışmanlarsa İsrail lobisinden çok silah lobisinin üyeleri.

Lobiye bağlı kurumlar, ırkçılık, Siyonizm ve emperyalizm karşıtı örgütlere ve örgütçülere karşı başvurulan, disipline edici bir mekanizma olarak iş görüyor. Ayrıca bu kurumlar, ırkçılık karşıtı örgüt ve kişilerle mücadele eden gerici örgütleri ve girişimleri besliyor. Gericiliğin politikası, bağışları alacaklara yönelik tercihlere nazaran daha az tutarlılık arz ediyor (IJAZN, 2015).

Lobinin ilk elden görünmeyen bir sonucu da onun sosyal adalet veya savaş karşıtı çalışmalar etrafında oluşmuş genel ilerici uzlaşma düzleminde “Filistin’i istisnai” gören anlayışların zemin bulmasını sağlaması. Bu bağlamda, Filistin’i desteklemek, sistem karşıtı veya enternasyonalist politikanın bir alameti hâline geliyor, hatta Üçüncü Dünya ülkelerinde, örneğin İran’da rejim değişikliğini savunan görüşlerle ilişkilendiriliyor.[7]

Esasında lafta anti-Siyonist olan kesimler, Siyonizmle mücadelenin gerçekte yükünü omuzlamış olanlara dair hiçbir şey söylemiyor, hatta bazen onlara açıktan karşı çıkıyorlar. ABD saldırıları karşısında lal olan enternasyonalizm karşıtlığı, ilerici entelektüel alana, özellikle Batı akademyasına hâkim oluyor.

Strateji düzleminde ise lobi, ABD-İsrail’in yürüttüğü sömürgeleştirme çabalarına yönelik muhalefetin diğer muhalif kesimlerin yüzleşmediği çatlaklarla yüzleşmesini ifade ediyor. İran ve Suriye’ye yönelik saldırılar konusunda çalışma yürüten daha ufak lobiler var ama bunlarda İsrail lobisindeki güç yok. Ama gene de bu yapılar, ABD’nin Suriye’yi işgal ettiği sürece karşı gelenleri örgütsüz kılma konusunda epey başarılı oldular.

Lobiden söz eden tez, bir yandan da önemli bir hususun gündeme gelmesini sağladı: bu tez sayesinde ABD’nin İsrail’in askeri faaliyetlerine ve sömürgeciliğine sunduğu desteğe onay veren kesimler içindeki çatlaklar ve kopuşlar görünür oldu.

Lobi üzerinden yürüyen tartışma, ABD’nin jeopolitikasını ciddiyetle ele almasa da, ABD’nin tarihi Filistin’de Arapların inşa edeceği demokrasiye destek olup olmayacağı sorusunu gerektiği şekilde değerlendirmeye tabi tutmasa da Batı yarıküredeki sistem karşıtı aktörlerin hedefiyle ilgili meselelerin gündeme gelmesini sağladı. İsrail’e uluslararası planda ve ABD içerisinde gerçekleştirilecek her türden itirazın, ABD, AB ve Körfez’deki yönetici sınıfların İsrail’in uyguladığı şiddete destek sunma politikasının ve Arap coğrafyasındaki sömürgeciliği normalleştirme çabalarının neticesinde ödeyeceği bedeli artırdığını görmek gerekiyor.

Bir de Lobi tezini sağından solundan düzeltmeye çalışan ama marjinal kalan bir materyalist yaklaşım var. Bu yaklaşım, Filistinlilerin millet olarak maruz kaldıkları zulmün dünya genelindeki birikim sürecinde oynadığı rol ile Arap ülkeleriyle İran’ın politik egemenliğini savunan veya o egemenliği arzulayan güçlerin yan yana gelişinin bu konjonktürde oynadığı sistem karşıtı rol üzerinde duruyor. Bu bakış açısı, Hamas’ı gardiyan teorisi üzerinden ele alıyor ve örgütün “İran’dan gelen askeri rantı muhafaza etmeye çalışan bir güç”, yani “yabancı kapitalistlerle yapılan alışverişlerde aracı konumu üzerinden devasa gelirler elde eden toplumsal bir yapı” olduğunu söylüyor. Bu bakış açısının debelendiği çamurun adı, ekonomizmdir. Bu yaklaşıma sahip olanlara göre “Hamas, proletaryayla aynı çıkarlara sahip değildir” (Minassian, 2023). Bu anlamda, bu ekonomist isimler, yerleşimci-sömürgeciliğin saldırıları karşısında politik egemenliğe kavuşma konusunda işçi sınıfının nesnel çıkarı olduğunu göremiyorlar.

Batı’daki Filistin Hareketi

2005 sonrası Filistinlilerin haklarına kavuşmasını talep eden BDS hareketi, onca baskıya, ayrıca liberal ve sol çevrelerde de görülen Müslüman, Arap ve Filistinli karşıtı ırkçılığa rağmen hızla büyüdü. 2013 sonrası bu hareket açıktan kabul edilmese de kısmen içteki iki kanat, devletlerden farklı düzeylerde baskı gördüğü için bölündü. Bu bölünme, esasında tarihsel planda Fetih’te, sonrasında Filistin Yönetimi’nde ve diaspora dâhilinde farklı biçimler alan normalleşme yanlısı örgütlerde somutlaşmış olan Filistin sağının yeniden ortaya çıktığının göstergesi.

Esasında tarihsel süreçte politik spektrumun en ucunu hep bu kesimler işgal ettiler. Fetih’in sağ kanadı, Aksa Şehitleri Tugayı içerisindeki sistem karşıtı unsurları bir biçimde muhafaza ederken, sola sapan kadrolar, sonrasında İslami Cihad’ı kurdular (Sing, 2013). Ama bu kesim, İkinci İntifada’nın sonlandırılmasıyla birlikte yok oldu.

Politika boşluk kabul etmez. Bahsini ettiğimiz, esasen belirli sınıfsal çıkarların karşılığı olan sağı bugün Ulusal Boykot Komitesi, Amerika ve Avrupa’daki Filistinli sürgünlerin ve diasporanın faaliyetlerine yön veren, ABD Filistinlilerin Hakları Kampanyası, Yahudilerin Barış Yanlısı Sesi, Filistin Dayanışma Komitesi gibi STK’lar ile BDS Ulusal Komitesi oluşturuyor. Silahlı mücadeleye açıktan karşı çıkan bu güçler, BDS içerisinde silahlı mücadeleye destek sunan örgütlerin kendilerini bu mücadeleyle tanımlamasına izin vermediği gibi, bu belirlenen hatta itiraz eden örgütleri ve kişileri BDS’den atıyor.

Bu bahsini ettiğimiz bölünme, Şam’daki Tahran elçiliğinin bombalanması karşısında 14 Nisan’da İsrail’e yönelik gerçekleştirilen misilleme eylemi sebebiyle İran’ın kötülenmesine yönelik kampanyada açık biçimde hissedildi. Bu üzerinde durduğumuz “sağcılar”, araştırma faaliyeti yürüten ağlarda, Kıbrıs İnşaat Şirketi’ne ait (Filistin diasporasındaki en zengin vakıf olan) Sabbah Vakfı’nda, Şebeke isimli, Rockefeller Vakfı’nın ve Alman Heinrich Böll Vakfı’nın fonladığı vakıfta ve Körfez ülkelerindeki Filistinli kapitalistler ve yatırım bankacıları dâhilinde epey güçlü bağlara sahipler. Bunların işi, Filistin sağını ideolojik açıdan meşrulaştıracak bir yapı meydana getirmek.

Bu sağın iki özel becerisi var:

1. Mücadelenin bölgeselleşmesine mani oluyor, yani kitlelerin Yemen ve Hizbullah konusunda sessiz kalmasını sağlamak için uğraşıyor;

2 ABD’nin Suriye ile Libya’ya yönelik gerçekleştirdiği savaşa destek sunuyor, ayrıca uluslararası hukuk veya onun strateji düzleminde verimsiz olduğu iddiası üzerinden silahlı mücadeleye karşı çıkıyor (Baconi, 2018; Intercepted, 2023). Bu kişilerin dilinde Gazze’ye ve dertlerine asla yer yok (Ajl, 2023a).

Bir de Avrupa ve Kuzey Amerika’daki örgütler içerisinde hâkim olan, ABD ve Avrupa’daki doğrudan eylem hareketleri içerisinde yer alan “radikal” bir kanat var. Bunların üyeleri, esas olarak sürgüne giden ilk kuşak Filistinlilerin içinden çıkmış organik aydınlar ve sürgündeki hareketlerde yer alan gençlerden oluşuyor. Bu insanlar, Batı Şeria’da, Gazze’de ve Lübnan gibi yerlerde çalışma yürütüyorlar, seslerini Mondoweiss ve Electronic Intifada gibi platformlarla akademi dışı yayınlar üzerinden duyuruyorlar. Silahlı direnişi savunan bu kesim, ABD’nin Arap coğrafyasına yönelik müdahalelerine karşı çıkıyorlar.

Hareketin her iki kanadı da kriminalize edilmese de yaptırımlarla yüzleşiyor. Çünkü Avrupa ve ABD, devlet düzeyinde BDS hareketine veya Siyonizm karşıtı fikirlerin açıktan ifade edilmesine zerre hoşgörü göstermiyor.

Terörle mücadele yasalarının radikal hattı benimseyenleri ezdiği koşullarda, onca baskının karşısına daha az radikal olan bir hatla çıkılıyor. Bu noktada “yumuşak” dil tutturan sivil toplumcu kontrgerilla faaliyetleri, akademi içerisindeki disipline edici adımlarda karşılık buluyor. Böylece ortaya akademi ve popüler fikir düzleminde Filistin ve İsrail konusunda uzlaşmacı bir anlayış çıkıyor. Burada asıl radikal olanın Filistin olduğu gerçeği üzerinden, dile getirilen stratejiler arasındaki farklılıklar göz ardı ediliyor. Milli hareket içerisindeki farklı güçler, birbirinden kopuk ve tek tek ele alınıyor. Milli hareketin sürgündeki hareketlerle ve sivil toplum kuruluşları arasındaki bağ ve bu unsurların sınıfsal niteliği bulanıklaştırılıyor.

Sonuç Bölümü Vesilesiyle Geleceğe Dair Notlar

Bu yazının yazıldığı sıralarda İsrail, açlık kuşatması üzerine kurulu savaş pratiğine, Gazze içerisinde ara sıra gerçekleştirilen baskınlar aşamasına ve kesintisiz bombalama faaliyetine geçiş yaptı. Nisan 2024 başından itibaren İsrail askerlerinin önemli bir bölümünü Gazze’den çekti. Şehri harap eden İsrail, 18 milyar dolarlık bir zarara yol açtı, tüm üniversite sistemini çökertti, Şifa Hastanesi’ni yıktı, kuzeydeki ve orta kesimdeki tüm evleri kullanılamaz hale getirdi.

Buna karşın, İsrail’in üst düzey analizcileri, ülkelerinin sadece İsrail-Filistin düzleminde değil, bölge düzleminde de yenildiğini kabul ettiler:

“Gerçek şu ki savaş dâhilinde belirlenmiş hedeflere ulaşamayacağız. Hamas yok edilemez. Rehineler, askeri baskı uygulayarak geri alınamayacak. Güvenlik yeniden tesis edilemeyecek.” (Levinson, 2024).

Eğer savaş, politikanın bir uzantısı ise Washington ve Tel Aviv’deki operasyonel düşünce şunu tespit ediyor olmalı: Eylem düzleminde çatışma sürecinden yenilgiyle çıkılması durumunda zafere bilinçli yaratılan kıtlığın uygulayacağı “dolaylı” şiddetle ulaşılabilir. Bu kıtlık üzerine kurulu şiddet eylemine İsrail’in Filistin’in karasını, denizini ve havasını kontrol altına almasına yönelik dolaysız şiddetle destek sunulmalı.

Savaşın tırmanma riski ortadan kalkmış değil. İsrail, Gazze’yi yaşanılmaz bir yer haline getirme hedefine ulaştı. Bu hedef, tek muhtemel stratejik seçenek aktarılırken dillendirildi. Bu stratejiye göre Sinvar ve Hamas’ın diğer liderleri, salgın hastalık ve kıtlık için atılacak adımlar üzerinden saklandıkları yerden çıkacak, böylelikle askeri-politik liderlik kuşatma savaşı üzerinden bu isimler diz çökmeye mahkûm edilecekti.

Onca şeye rağmen Hamas, askeri kapasitesini yitirmedi. Hatta görebildiğimiz kadarıyla Gazze’ye yeni yardımlar geldi. Politik pazarlıklar dâhilinde yapılmış olmasına ve sınırlı bir nitelik arz etmesine rağmen bu yardım önemli.

Bugün sayısız senaryo dillendiriliyor. İnsani düzeyden bakıldığında, bu savaşın kazananı olmayacak. Politik düzeyde ise İsrail, eski konumuna kavuşma imkânı bulamayacak. Politik egemenliğe, toprak bütünlüğüne ve silaha dayalı birikim sürecinin güvenliğine ihtiyaç duyan küresel birikim mekanizmasının bir dişlisi olarak İsrail’in geleceği de ABD ve NATO için oynadığı bölgesel jandarma rolü de riske girdi. Şurası artık kesin: 7 Ekim her şeyi değiştirdi.

Max Ajl
5 Haziran 2024

[Kaynak: Agrarian South: Journal of Political Economy, Cilt 13, Sayı 2, s. 187-200.]

PDF

Dipnotlar:
[1] Farklı teorik ve analitik eğilimlere dair bir değerlendirme için bkz.: Ajl, Max, (2023b). “Logics of elimination and settler colonialism: Decolonization or national liberation?”, Middle East Critique, Sayı. 32(2), s. 259–283 ve Ajl, M. (2024a). “Palestine: Solidarity or National Liberation?” Middle East Critique, yakında yayımlanacak.

[2] O müthiş değerlendirmesi dâhilinde Andreas Malm, solun emperyalizmin İsrail’i desteklemekteki çıkarını anlayamadığını söylüyor. Oysa bence Malm’ın bahsini ettiği platformların ve kurumların bu çıkarı bilerek kasten anlamayı reddettiğini, bu anlama çabasını besleyen zengin yazınsal birikimi görmezden geldiğini söylemek daha doğru olur.

[3] Yazarın ismini gizli tutan Filistinli bir örgütçüyle yaptığı söyleşiden.

[4] Makalenin birinci bölümüne bakılabilir: Ajl, M. (2024b). “Palestine’s great flood: Part I.” Agrarian South: Journal of Political Economy, Sayı. 13(1), s. 62–88. Türkçesi: İştiraki.

[5] Bu meseleyi benimle tartıştığı için Patrick Higgins’e teşekkür ederim.

[6] Bu makale, 7 Ekim’de yaşananlarla ilgili tartışmaya girmeyecek, sadece özellikle İsrail basınında çıkan ve olayla ilgili kimi önemli hususları ifşa eden haberlerin o gün yaşananlara dair önemli birer delil olduğu üzerinde durmakla yetinecek. O haberlerden de biliyoruz ki İsrail Hannibal Doktrini’ni devreye soktu, böylece kendi insanlarının tutsak alınmasına izin vermek yerine onları katletti. Bu haberler, İsrail ve ABD basının sunduğu imajdan oldukça farklı bir imaj sunuyorlar.

[7] Bu noktada, bazen İran İslam Cumhuriyeti’ni İsrail’le kıyaslayan, bu devlet yanlısı yazıları ve yayınları “savunmacı” çalışmalar olarak niteleyen, İran İslam Cumhuriyeti’ni “özgürlük” adına yıkmak isteyen, diasporadaki isimlerin oluşturduğu Jadaliyya [“Polemik”] sitesinin İran sayfasında bazı yazıların yayımlanmaması üzerinde durulabilir. Bkz.: Eshaghi (2020) ve Farnia (2023).

Kaynakça:
Abdel, K. N. (2013). Economic repercussions for the dissolution or collapse of the PA. Palestinian Center for Policy & Survey Research.

Abdo, N. (2014). Captive revolution: Palestinian women’s anti-colonial struggle within the Israeli prison system. Pluto Press.

Abu-Sittah, G. (2020). “Forum on biospheres of war: A discussion on the rights of future generations.”, Jadaliyya.

Ahmad, A. (2004). Iraq, Afghanistan, and the imperialism of our time. Leftword Books.

Ahmad, E. (1971). “Revolutionary war and counter-insurgency.” Journal of International Affairs, Sayı. 25(1), s. 1–47.

Ahmad, E. (2006). “Cracks in the Western world(view).” Yayına Hz.: C. Bengelsdorf, M. Cerullo & Y. Chandrani, The selected writings of Eqbal Ahmad içinde (s. 232–41). Columbia University Press.

Ajl, M. (2014). “From containment to counterinsurgency in the Gaza strip”, Jadaliyya.

Ajl, M. (2015). “What’s wrong with the Iran deal.” Warscapes.

Ajl, M. (2023a). “Interview with Mohammed Majdalawi.” Agrarian South Network Research Bulletin, Sayı. 19, s. 1–9.

Ajl, M. (2023b). “Logics of elimination and settler colonialism: Decolonization or national liberation?” Middle East Critique, Sayı. 32(2), s. 259–283.

Ajl, M. (2024a). “Palestine: Solidarity or National Liberation?” Middle East Critique, yakında yayımlanacak.

Ajl, M. (2024b). “Palestine’s great flood: Part I.” Agrarian South: Journal of Political Economy, Sayı. 13(1), s. 62–88. Türkçesi: İştiraki.

Al-Asaad, S. (24 Kasım 2023). “Palestinian cause is one of the first priorities of Yemen’s policy.” Tehrantimes.

Alavi, S. (2017). “Iran’s relations with Palestine: Roots and development” [Doktora Tezi]. School of Oriental and African Studies.

Alavi, S. (2019). Iran and Palestine: Past, present, future. Routledge.

Albanese, F. (26 Mart 2024). Anatomy of a genocide: Report of the special rapporteur on the situation of human rights in the Palestinian territories occupied since 1967 (A/HRC/55/73) (Genişletilmiş ama düzenlemeden geçmemiş versiyonu). Human Rights Council.

Aljazeera. (5 Eylül 2018). İsrail 2017’den beri Suriye’ye 200 füze fırlattığını söylüyor. Jazeera.

Allday, L. & Omar, A. (16 Kasım 2023). “An unyielding will to continue:” Abdülcevad Ömer’le 7 Ekim ve Filistin Direnişi üzerine söyleşi. Ebb. Türkçesi: İştiraki.

Anon. (2023). Istitlaa. Mawqa’ Amman Net. Amman.

Asharq Al Awsat. (16 Ekim 2023). “Israel targets Aleppo, Damascus airports 10 times in over a year to fight Iran.” Aawsat.

Asharq Al Awsat. (23 Ocak 2024). “Hamas: Communication network via special hubs, written messages.” Aawsat.

Baconi, T. (2018). Hamas contained: The rise and pacification of Palestinian resistance. Stanford University Press.

Barakat, R. (2021). “Ramadan does not come for free:” Refusal as new and ongoing in Palestine. Journal of Palestine Studies, Sayı. 50(4), s. 90–95.

Bhungalia, L. (2023). Elastic empire: Refashioning war through aid in Palestine. Stanford University Press.

Blair, J. R. (1976). The control of oil. Pantheon Books.

Césaire, A. (2001). Discourse on colonialism. Monthly Review Press.

Cohen, S., & Doumani, B. (1981). “Contesting Zionism: Two views of the question of Palestine.” MERIP Reports, Sayı. 100/101, s. 44–48.

Doutaghi, H. (2024). “Wealth drain and value transfer: A study of the mechanisms, harms, and beneficiaries of the sanctions regime on Iran” [Doktora Tezi]. Carleton University.

Doutaghi, H., Mullin, C., & Farnia, N. (21 Aralık 2022).” How sanctions are a weapon of imperialism, used to subordinate the global South” Geopoliticaleconomy.

Dunning, T., & Iqtait, A. (2023). “Arming Palestine: Resistance, evolution, and institutionalisation.” Yayına Hz.: M. Eslami & A. V. G. Vieira, The arms race in the Middle East: Contemporary security Dynamics (s. 171–93). Springer.

Eshaghi, P. (22 Kasım 2020). “Mourners in common: Qassem Soleimani, Mohammad Reza Shajarian, and the ´pattern´ of Iranian culture.” Jadaliyya.

Faleh, A. (2023). “October 7th: The permanent death of the Oslo Accords.” Ebb.

Farnia, N. (2023). “The Iranian-American intelligentsia in U.S. foreign affairs: Ahistoricism, anti-Structuralism, and the production of idealism.” Middle East Critique, Sayı. 32(2), s. 243–258.

Feldman, K. (2016). A shadow over Palestine. University of Minnestota.

Gowan, P. (1999). The global gamble: Washington’s Faustian bid for world dominance. Verso.

Haider, A. (27 Mayıs 2021). “Land and existence in Gaza.” Viewpoint.

Hanaysha, S. (2023). “‘Little Gaza’ in Jenin refugee camp: The resistance fights for survival.” Mondoweiss.

Hanieh, A. (2011). “The internationalisation of gulf capital and Palestinian class formation.” Capital & Class, Sayı. 35(1), s. 81–106.

Higgins, P. (2018). “The enemy at home: U.S. imperialism in Syria.” Viewpoint.

Higgins, P. D. (2023). “Gunning for Damascus: The US war on the Syrian Arab Republic.” Middle East Critique, Sayı. 32(4), s. 1–25.

Hroub, K. (2017). “A newer Hamas? The revised charter.” Journal of Palestine Studies, Sayı. 46(4), s. 100–111.

Hussein, A. Q. (2021). “The evolution of the military action of the Izz Al-Din al-Qassam Brigades: How Hamas established its army in Gaza.” AlMuntaqa, Sayı. 4(1), s. 78–97.

INCITE! Women of Color Against Violence. (2017). The revolution will not be funded: Beyond the non-profit industrial complex, yeni basım. Duke University Press Books.

Intercepted. (2023). Historian Rashid Khalidi on Israel’s long reign of violence. Intercept.

International Institute for Strategic Studies (IISS). (2021). Open-source analysis of Iran’s missile and UAV capabilities and Proliferation. ISS.

International Jewish Anti-Zionist Network (IJAZN). (2015). The business of backlash.

Kadri, A. (2014). Arab development denied: Dynamics of accumulation by wars of encroachment. Anthem Press.

Kadri, A. (2016). The unmaking of Arab socialism. Anthem Press.

Kadri, A. (19 Nisan 2017). “Imperialist reconstruction or depopulation in Syria and Iraq.” Network.

Kadri, A. (2023). The accumulation of waste. Brill.

Kates, C. (27 Ocak 2014). “Criminalizing resistance.” Jacobin.

Kazziha, W. (1975). Revolutionary transformation in the Arab world: Habash and his comrades from nationalism to Marxism. Charles Knight.

Kazziha, W. (1985). “The impact of Palestine on Arab politics.” The International Spectator, Sayı. 20(2), s. 11–19.

Kolko, G. (1986). Confronting the Third World: United States foreign policy, 1945–1980. Pantheon Books.

Kolko, J., & Kolko, G. (1972). The limits of power: The world and United States foreign policy, 1945–1954. Harper & Row.

Lesch, A. M. (2023). “Prelude to the uprising in the Gaza Strip.” Digitalprojects.

Levin, G. P. (2017). “Arab students, American Jewish insecurities, and the end of pro-Arab politics in mainstream America, 1952–1973.” The Arab Studies Journal, Sayı. 25(1), s. 30–59.

Levinson, C. (11 Nisan 2024). “Saying what can’t be said: Israel has been defeated—a total defeat.” Haaretz.

Majdalawi, M. (12 Mayıs 2021). Başlıksız. Facebook.

Malm, A. (8 Nisan 2024). “The destruction of Palestine is the destruction of the Earth.” Versobooks.

Matar, L., & Kadri, A. (2018). Syria: From national independence to proxy war. Springer.

Mearsheimer, J., & Walt, S. (2006). “The Israel Lobby.” London Review of Books, Sayı. 28(6). LRB.

Minassian, E. (2023). “Gaza: An extreme militarization of the class war.” Brooklynrail.

Mohsen, A. (8 Kasım 2023). Limatha nuqatil [“Neden Mücadele Ediyoruz?”]. Al-Akhbar.

Morag, N. (2023). “Urban warfare: The recent Israeli experience.” Journal of Strategic Security, Sayı. 16(3), s. 78–99.

Mousa, R. (2006). “The dispossession of the peasantry: Colonial policies, settler capitalism, and rural change in Palestine, 1918–1948” [Doktora Tezi]. University of Utah.

Moussaoui, F. (2023). “Imamate’s asymmetrical strategies influence and the empowerment of Ansar Allah” [Doktora Tezi]. Instituto Universitario General Gutiérrez Mellado.

Moyo, S., & Yeros, P. (2011). “The fall and rise of the national question.” Yayına Hz.: S. Moyo & P. Yeros, Reclaiming the nation: The return of the national question in Africa, Asia and Latin America içinde (s. 3–28). Pluto Press.

New York Times. (13 Ocak 2019). “Israel, in rare admission, confirms strike on Iranian targets in Syria.” NYT.

Ofir, J. (2023). “Influential Israeli national security leader makes the case for genocide in Gaza.” Mondoweiss.

Omar, A. (2023). “Hopeful pathologies in the war for Palestine: A reply to Adam Shatz.” Mondoweiss.

Ossome, L., & Naidu, S. (2021). “The agrarian question of gendered labour.” Yayına Hz.: P. Jha, W. Chambati & L. Ossome, Labour questions in the Global South içinde (s. 63–86). Springer.

Patnaik, U., & Patnaik, P. (2021). Capital and imperialism: Theory, history, and the present. Monthly Review Press.

Pearlman, W. (2017). We crossed a bridge and it trembled: Voices from Syria. Harper Collins.

Popular Front for the Liberation of Palestine (PFLP). (1969).Strategy for the liberation of Palestine. PFLP.

Qato, M., & Rabie, K. (21 Nisan 2013). “Against the Law.” Jacobin.

Rabie, K. (2021). Palestine is throwing a party and the whole world is invited: Capital and state building in the West Bank. Duke University Press.

Rezeg, A. A. (2020). “Understanding Iran-Hamas relations from a defensive neorealist approach.” İran Çalışmaları Dergisi, Sayı. 4(2), s. 385–409.

Roy, S. (2016). The Gaza Strip: The political economy of de-development. Institute for Palestine Studies.

Salamanca, O. J. (2011). “Unplug and play: Manufacturing collapse in Gaza.” Human Geography, Sayı. 4(1), s. 22–37.

Samara, A. (1992). Industrialization in the West Bank. Al-Mashriq.

Sato, H., & Kuwamori, H. (2019). “A note on premature deindustrialization” [IDE Discussion Paper, Sayı. 763]. Chiba.

Shavit, A. (6 Ekim 2004). “Top PM aide: Gaza plan aims to freeze the peace process.” Haaretz.

Shlaim, A. (1988). Collusion across the Jordan: King Abdullah, the Zionist movement and the partition of Palestine. Oxford University Press.

Shoufani, Y. (2024). Palestinian class and anti-imperialism. Conference presentation, International Studies Association. San Francisco.

Sing, M. (2013). “From Maoism to Jihadism: Some Fatah militants’ trajectory from the mid-1970s to the mid-1980s.” Yayına Hz.: R. Lohlker & T. Abu-Hamdeh, Jihadi thought and ideology içinde (s. 55–82). Logos. Türkçesi: İştiraki.

Skare, E. (2021). A history of Palestinian Islamic Jihad: Faith, awareness, and revolution in the Middle East. Cambridge University Press.

Skare, E. (2022). “Affluent and well-educated? Analyzing the socioeconomic backgrounds of fallen Palestinian Islamist militants.” The Middle East Journal, Sayı. 76(1), s. 72–92.

Spiro, D. E. (1999). The hidden hand of American economy: Petrodollar recycling and international markets. Cornell University Press.

The Research Unit for Political Economy (RUPE). (2003). Behind the invasion of Iraq. Monthly Review Press.

Ufheil-Somers, A. (26 Mayıs 2015). “Jordan’s longest war.” Merip.

Usher, G. (1995). “What kind of nation? The rise of Hamas in the Occupied Territories.” Race & Class, Sayı. 37(2), s. 65–80.

Usher, G. (2003). “Facing defeat: The Intifada two years on”. Journal of Palestine Studies, Sayı. 32(2), s. 21–40.

Watkins, N. J., & James, A. M. (2016). “Digging into Israel: The sophisticated tunneling network of Hamas.” Journal of Strategic Security, Sayı. 9(1), s. 84–103.

Wolfe-Hunnicutt, B. (2021). The paranoid style in American diplomacy: Oil and Arab nationalism in Iraq. Stanford University Press.

Yeros, P. (2023). “Generalized semiproletarianization in Africa.” The Indian Economic Journal, Sayı. 71(1), s. 162–186.

0 Yorum: