I
Devrimci İran Üzerine Düşünceler
Diğer
birçok yerde olduğu gibi İran’da da tarih, güneş sistemimizin baş döndürücü
mekanik hızıyla kıyaslandığında görece yavaş hareket eden bir döngü dâhilinde,
bir karanlık yüzünü gösteriyor bir de aydınlık yüzünü.
Çin’de
olduğu gibi İran’da da bugüne ait olduğuna inandığımız keşiflerin ve kendimize
ait olduğunu sandığımız kültürlerin yüzlerce yıl önce tüm inceliği ve
kıymetiyle varlık imkânı bulduğunu görünce yüzümüzde bir gülümseme beliriyor.
Alabildiğine şiirsel olan, o muhteşem ve derinlikli İran edebiyatı karşısında
modern Türk edebiyatı, epey sönük kalıyor.
Asya’nın
İspanya’sı olarak İran, her zaman dirilmeye, yerinden doğrulmaya hazır bir
hâlde, yakışıklı prensini bekleyen, hem yaşlı hem de yaşlanmak bilmeyen bir
uyuyan güzel.
Maalesef,
İran’ın kudretini simgeleyen aslan ve ondaki pırıltılı hâli simgeleyen güneş,
bugün, hep suya düşmüş umutların belli belirsiz birer alametinden başka bir
şey.
Bugün
İran devleti ne kudretli ne de pırıltılı.
Düne
kadar komşu ülkelerin etkisi belirleyiciydi. Kesik kesik kurulan iletişimler, gelişme
sürecinin ve etkilenme kanallarının işleyişinin de yavaş seyretmesine neden
oldu.
Kuzey
İran Rusya’nın baskısı altında. Ekonomik ilerlemedeki kesintili hâl engeller
çıkartıyor karşısına. Bu baskıya yarım yamalak tedbirlerle karşı konulmaya
çalışılıyor.
Güneyinde
ise İngilizler, deve, at ve eşek sırtında yaptıkları yolculuklarında
kendilerine epey yol bulmuşlar. Ticari faaliyetlerini güvenceli sularda
yürütmeyi biliyorlar. Hindistan ve Mısır’a kıyasla burada daha da güvendeler.
Batı’da
Osmanlı’daki atalet ve Jön Türklerdeki milliyetçi fikirler, İran Şiilerinin
zihninde heyecana değilse bile derin düşüncelere yol açtı.
Doğu’da
Büyük Britanya’nın besleyip durduğu ilkel Afganistan’ın, İngilizlerin Asya
denilen coğrafyanın sınırında inşa ettikleri o büyük kaleyle, tüm
özgürlüklerinin beşiği olarak Hindistan’la temas kurmasına izin verilmiyor.
Önce
ekonomi, ardından siyaset kanalı üzerinden nüfuz edilen ülkeye ilkin büyük bir
ticaret kervanı, ardından krala bağlı bir devlet memuru giriyor. Bu da
doğalında ülke ile ilgili yürütülen nüfuz ve hâkimiyet mücadelesinde somut
sonuçlar doğuruyor.
Ardından
çatışmalar yaşanıyor, devamında nüfuz alanları oluşuyor, Londra, St. Petersburg
veya Berlin’de İran, Avrupa siyasetinin mevcut dengeli hâlinde bir yere
yerleştiriliyor. Bu kadersiz ülke, uzun yıllardır Rus düşmanı Curzon’ların
büyük Almanya sevdalısı Hohenzollern’lerin ve İngiliz sevicisi Sazonof’ların
kapıştığı bir yarış pistine dönüşüyor.
Yalnız
kalmaktan gayrı bir isteği bulunmayan İran, bazen dost kazıklarına bazen de
sert ültimatomlara maruz kalıyor. Zayıflığının bilincinde olan hükümet,
etrafındaki duvarların üzerine geldiğini görüp eğiliyor, bükülüyor,
anlaşmalara, akitler, tavizlerle, vaatlerle, imtiyazlarla yüklü sözleşmelere
imza atmak zorunda kalıyor.
Bu
sebeple İran halkının kalbine damla damla yabancılara yönelik nefretin zehri
akıyor, bu da çoğunlukla bilinçsizlikle tanımlı olan yabancı düşmanlığının
ortaya çıkmasına neden oluyor. Komşu Rusya’daki çar yanlısı muhafazakârlığın
İran’daki halk kitlelerini uzun yıllar uyuşturmuş olduğunu, onları
miskinleştirdiğini görmek gerekiyor.
Rusya’da
devrimin vakti nihayet gelip çattı. Çarlık emperyalizminin yerini proletaryanın
oligarşik emperyalizmi aldı. Almanya, bu mesele üzerine çalışma yürüttü.
Amerikan başkanı Wilson’ın 14 maddeli ulusların kendi kaderini tayin hakkı
programını gören Trotskiy, bu konuda teori geliştirmiş olan Lenin’le birlikte
Reştli talebesi Küçük Han’ı devreye soktu, onu tüm devrimci yetkilerle donattı
ve İran’ın kuzeyinde vatan toprağı için çalışma yürütmesi için gerekli zemini
oluşturdu.
İran’ın
kuzeyine gidenler, bu bölgenin nispeten daha yoksul olduğunu göreceklerdir.
Pirinç eken, tarlasını biçen köylünün tek karış toprağı yoktur, toprağın tüm
sahibi hanlardır. Köylü, düşük ücrete geçici süre toprağı işler ve o toprağa
hiçbir zaman sahip olamaz.
Küçük
Han, isyanın tohumlarını ekmek için bundan daha iyi bir yer bulamazdı. Hemen
kolları sıvadı ve mevcut gidişattan memnun olmayanların içinden kendisine kadro
devşirdi, köyü temel alan halk hareketinin başına geçti. Küçük Han’ın programı
kısaydı ve şu hususları içeriyordu:
1.
İran İranlılarındır, toprak köylünündür;
2.
İngilizlerle ölümüne savaşılacak, içeride fukaranın hayatı için mücadele
edilecek;
3.
İran ve Türkiye arasındaki bağlar güçlendirilecek;
4.
Tahran’da şahı sadakatle destekleyen ve eski Rus rejimince kurulmuş olan Kazak
tugayı lağv edilecek;
5.
Şahlık rejimi değiştirilecek, mutlak iktidarı ortadan kaldırılacak.
Rus
Bolşevizmine yönelik destek, belirli düzeyde demagojik yurtseverlikten izler
taşıyan milliyetçi programın sıçrama tahtası olarak iş görecekti.
Olayların
seyri dâhilinde Küçük Han, programının detaylarını ve yüzüne geçirdiği
maskeleri değiştirdi. Küçük Han, o dönemde Almanya’nın Tahran Elçiliği’yle ve
Alman Casusluk Faaliyetleri Kafkas Bölgesi sorumlularıyla temas hâlindeydi.
Küçük
Han 1918’de, Türkiye’yle mücadele içerisinde olan İngilizlere karşı, İran’ın
kuzeyinde yeni bir cephe açmayı ve İngilizleri İran sınırından kovup Afganistan
ve Hindistan’a dek uzaklaştırmayı düşündü. Bu girişimi dâhilinde belli ölçüde
başarılı da oldu. Orduya benzer bir yapı meydana getirmeyi bildi. Bu ordu, daha
çok gayet disiplinli olan cengeli çetelerinin meydana getirdiği birliklerden
müteşekkildi. 10.000 civarında piyadeden, süvariden ve topçudan oluşan bu
orduda Alman ve Rus eğitimciler ve subaylar da bulunuyordu. Bu isimler, daha
çok kendi ülkelerinde değer görmemiş, zulme maruz kalmış, varolma imkânı
bulamamış kişilerdi. Küçük Han’ın ordusu, teçhizatı ve cephaneyi Rus
askerlerinden ve Asya cephesinden yurda dönen asker kaçaklarından temin
ediyordu.
Küçük
Han, altı ay içerisinde “Yeni Mekke” olarak görülen Reşt’te yeni peygamber
olarak kendisine bir ordu kurdu.
Hatırladığım
kadarıyla, Ağustos 1918’de, Kafkasya’nın küçük bir şehrinde yaşarken yan
komşum, uzun süre Amerika’da yaşamış olan Bay S. isminde biriydi. Bu Rus
mühendisinin eline bir gün o günlerde Londra’da sesi çok duyulan Bay Krasin’den
bir mektup geçti. Mektupta bu kişiye, kendisinin Bolşeviklerin Kızıl Ordu’sunda
cephe gerisinde mühendis olarak görevlendirildiği yazılıydı.
Bugün
Almanya, hem Bolşeviklerle hem de Bolşevik düşmanlarıyla iş tutuyor. Bir yandan
İtilaf Kuvvetleri’ne karşı Kızıl Ordu’yu destekliyor, bugün İran’da İngiltere
karşıtı hamleler yapıyor, Küçük Han’a heyetler gönderiyor. “İran’ın Lenin’i”
olarak görülen Küçük Han, Dünya Devrimi’nin İran ayağında devreye sokuluyor,
İran’da devrim işini bizatihi o üstleniyor.
Küçük
Han, muazzam bir otoriteye sahip. Sahip olduğu itibar, İran halkının zihnine
kazınmış. Lenin, Trotskiy ve Küçük Han’ın yetenekli birer eylem insanı olarak
eğittiği, beslediği ve yönettiği halk, devrimci mücadeleyi kucaklıyor.
Küçük
Han, ülkedeki nüfuzunu artırmak için her türden aracı kullandı. 1917’de
İngilizler, İngiltere karşıtı ajitasyon faaliyet yürüttüğü suçlamasıyla iki
tarafa da eşit mesafede duran İran meclisindeki etkili vekillerden birini
tutuklayınca Küçük Han da İngiliz elçisini ve İngiliz Bankası’nın müdürünü Reşt’te
tutukladı ve bu iki kişinin serbest bırakılması karşılığında, o vekilin bırakılmasını
ve halktan özür dilenmesini talep etti. Böylelikle Şah’a bağlı hükümetin güçsüz
olduğu, her yönden İngilizlerce yönlendirildiği görülmüş oldu. O dönem Almanya
yanlısı bir milliyetçi olan Küçük Han, halkının ve ülkesinin onuru denilen
davayı üstlendi ve İngilizleri teslim olmaya zorladı. Ama tabii devrim yapmak için
paraya ihtiyaç vardı. Yardımlar kâfi değildi. Başka yollar aradı. Mali açıdan basit
kimi tedbirlere başvurdu. Sermayeye iradesini kabul ettirdi. Kuzeydeki büyük
toprak sahiplerinden büyük miktarlarda haraç aldı. Hazar Denizi’ndeki gümrük
noktalarını kontrol altına alan Küçük Han güçleri, eski haklarını muhafaza
etmeleri karşılığında, sahil boyunca işlem yapan tüccarlardan epey tavizler
kopardılar.
1918’de
Enzeli’den Kazvin’e uzanan hat boyunca Küçük Han’ın sahip olduğu nüfuza bizzat
şahit oldum. Hareketine mensup birçok isimle uzun sohbetler etme imkânı buldum.
Küçük
Han’ın İngilizlere yönelik nefretinin ucu bucağı yoktu.
Askerleri
eşkıyalıkta ustalaşmış kişilerdi. Ellerinde Rus tüfekleri vardı. Cephaneleri kâfiydi.
Bir
akşam postanenin önüne bir Rus cemsesi yanaştı. Cemsenin şoförü, işlerini hallettikten
sonra bir İranlının büyük bir tekeri götürdüğünü gördü. Sebepsiz yere tekerin
çalındığını düşündü. Çünkü İran, otomobil veya otomobil yedek parçasının kolay
bulunacağı bir yer değildi. Şoför İranlıyı durdurdu, fazla itiş kakış olmadan,
elindeki tekeri kendisinden aldı.
Çok
geçmeden postanenin kapısı açıldı, içeri Küçük Han’ın on adamı girdi. Tepeden tırnağa
silahlı olan adamlar gayet kibardı ve sessizce bir kenarda durdular. Adamların
lideri şoföre şunu söyledi:
“Bir İranlıyı
tutuklamışsın, onu elinde hiçbir kanıt olmadan suçlamış, ardından da tekerleğini
almışsın. Senden bu tekerleği bize vermeni istiyoruz. Eğer bu adam suçluysa,
meseleyi bizzat biz soruşturacağız, cezasını biz keseceğiz, hatta belki de onu
kurşuna dizeceğiz. Ama bu işi polise götürmene de izin veremeyiz. Senin ülkende
de düzensizlik hâkim, git orayla ilgilen, bırak diğer ülkeler kendi düzenini
kendileri sağlasınlar.”
Bu
konuşmada yanlış hiçbir şey yoktu.
Küçük
Han, halkı üzerinde muazzam bir otoriteye sahip. Bu giderek büyüyen otoriteyi
kimse sorgulamıyor. 1918 başlarında İngilizlerin Tahran Büyükelçisi Bay Marling’in
de kabul ettiği gibi, o buraların efendisi.
Bu
anlamda 1920 yılı itibarıyla Tahran yolu kendisine açık.
Küçük
Han, başkentte yönetici sınıflar içerisinden, bilhassa meclisteki vekilleri
arasında destekçi bulacağından emindi. O dönem Moskova’daki İran Komitesi’nin
hazırladığı ve beslediği propaganda faaliyetleri yoğun ve yönteme dayalı olarak
sürmekteydi. Hazar Denizi sahilinden ülkenin güneyine doğru uzanan hat boyunca
bu propaganda faaliyeti adım adım ilerliyor, mevziler elde ediyordu. Bu sayede
Küçük Han’ın başına “adil insan”, “yoksulların dostu” ve “milletin yurtsever
sesi” ibarelerinin yazılı olduğu bir taç geçirildi.
1918
güzünde Müttefik Kuvvetler’in ateşkes sonrası elde ettiği başarı, İran’daki
süreci kesintiye uğrattı. Bunun üzerine Küçük Han’a destek sunan güçler geri
çekilip onu terk ettiler. Ondan kurtulmak isteyen İngilizler, üzerine büyük bir
birlik gönderdi. Küçük Han’ın askerleri dağıldı, yaveri öldürüldü, Gilan şehri
Cengelilerden temizlendi.
Bu
gelişme üzerine Küçük Han ortadan kayboldu, Afganistan’a sığındı. Ancak 1920
yılında yeni güçler ve yola koyulmak için yeni gerekçelerle yeniden sahneye
çıktı.
Öncelikle
şu hususu tespit etmek gerek. Her ne kadar M. Reinach aksini iddia etse de New
York’ta bir dünya hükümeti var ve işliyor. Şuan dünyayı bu hükümet yönetiyor. Amerika’daki
bir yatırım bankasının sahibi olan John M. Schiff, Rus ayağını kontrol ediyor.
M. House, Avrupa sözcüsü. Bu adam, çok farklı sebeplerle Moskova’nın bir
süreliğine Bolşeviklerin eline teslim edilmesine karar vermiş. İrlanda,
Türkiye, Mısır, Hindistan ve İran ile ilgili ajitasyon çalışmalarına dair
talimatlar bu sebeple Moskova imzalı. Burada amaç, Büyük Britanya’ya diz
çöktürmek. Bay Lloyd George’un iyi niyetine rağmen bu yönde işaretler alınıyor.
Londra’da Sovyet temsilcisi Krasin, İran’ı almaktan söz ediyor ki bu, hiç de
boşuna edilmiş bir laf değil. Moskova, Asya’da çalışma yürütecek daimi
ajitatörler komitesine ev sahipliği yapıyor.
İran
seksiyonu, Küçük Han ve Bakû’yle doğrudan temas hâlinde. Tahran’ın üzerine yürümesi
talimatı, kısa süre önce Küçük Han’a iletildi. İngilizlerin Mezopotamya’yı
(Irak’ı) düşünerek geri çekildiği koşullarda yürütülen aktif propaganda
üzerinden Kazak tugayı temelsiz kaldı. Hamadan dağlarında ikamet edenlerle
Kuzey’deki halk arasındaki ırk temelli anlaşmazlıkla birlikte bu tugay giderek
zayıflıyor ve hiç güven vermiyor.
Küçük
Han’ın adamları Tahran ve Luristan’da gayet iyi iş çıkartıyorlar. İkna çalışmaları,
ajitasyon-propaganda faaliyetleriyle birlikte epey başarı elde ettiler. Küçük
Han’ın İngiliz yanlısı İran hükümetine karşı dillendirdiği sloganlar sonuç
verdi. İngilizlerin Batum’u sessizce boşaltması, Hazar sahillerinden ve kuzey
İran’dan çekilmesiyle birlikte İngiltere’nin İran’daki itibarı beş paralık
oldu. Bir cenge girip kaybetse bundan daha iyiydi.
Diğer
yandan, Küçük Han’ın hareketi İrlanda ve Hindistan’daki hareketlerle, Kemal
Paşa’nın milliyetçi hareketiyle birçok yönden koordineli hareket ediyor.
* * *
II
Küçük Han Olarak Bilinen Mirza Küçük
(Hayatı ve Yaptığı Çalışmalar)
Cengeli
ülkesinin yeni peygamberi, şuan 38 yaşında. İran’ın kuzeyinde doğmuş olan bu
adam etine dolgun ve uzun bir adam. Uzun siyah sakalları, ışıl ışıl parıldayan
siyah gözleri, demirden iradesini yansıtan çelikten bir bakışı var. Bilgili bir
insan olarak Küçük Han, kendinden geçmiş, züht hayatı yaşayan bir sofu, hayalci
bir milliyetçi ve kendi vatanının hürriyeti için mısralar dizen bir şair.
Reşt’te
doğdu. Babası Mirza Büzürk, Mirza Abdulvahab Mustafi isimli zengin bir adamın
yanında kâtip ve işletme müdürü (Farsçada “Mirza”) olarak çalışıyordu.
İran
halkının çoğunun okuryazar olmadığı koşullarda bu eğitimli azınlığa mensup aile
sayesinde muhasebe, posta hizmetleri ve yazışmalarla ilgilenme imkânı buldu.
Küçük
Han’ın gençliği Reşt’te geçti. O görseniz bu utangaç, itaatkâr ve içe dönük
çocuğun büyüyünce o bildiğimiz kişi olacağına asla inanmazdınız. 16-21 yaşları
arası dönem hayatının en iyi dönemiydi. Reşt’te Hacı Hasan’ın medresesine
gitti. Caminin yanındaki bu okulda Arapça öğrendi, güçlü bir dini eğitimden
geçti. O yaşlarda Avrupalıların zulmüne dair her şeyden ve herkesten nefret
etmeyi öğrendi.
Dört-beş
yıl eğitim gördüğü bu okulda ateşli bir yurtsever hâline geldi. Onu ileride tanımlayacak
olan milliyetçiliğin tohumları o günlerde atıldı.
Doğu’da
tüm okullar, tek bir insan hayatının eğitim için yeterli olmadığı bilgisi
üzerine kuruluydu. Bu derin zihinde biz Avrupalılara ait kavram ve görüşlere
yer yok. Durgun, pasif ve geçmişe bağlıymış gibi görünse de burada bir Yunan
filozofunun sözü her yanda işitiliyor: “Tek bildiğim, hiçbir şey bilmediğimdir.”
Bu
okul yılları Mirza Küçük Han’ı epey etkiledi. Toplumsal ve politik görüşleri buralarda
filizlendi. Okul arkadaşları iki kampa ayrılmışlardı: bir taraf bağnaz, dindar,
muhafazakâr, şeriata birebir bağlı, diğer taraf ise ileri görüşlü ve moderndi. Özgürlükçü
fikirlerin etkisine giren Küçük Han, zamanla diğer arkadaşlarını etkilemeye başladı.
O
dönemde anayasaya dayalı rejim kurulması fikriyle birlikte toplumsal düzlemde
geçerliliği olacak yeniliklere imza atmak isteyen gençler, bir araya gelmeye
başladılar. Önce gizli yapılan bu toplantılar, etkisini sonrasında açıktan ve
herkesi kucaklayacak şekilde büyüttüler.
21
yaşındayken eğitimini tamamlayan Mirza Küçük Han, zamanla özgürlük arzularının
gerçekleşmesi gerektiğini gördü.
Anayasacı
fikirlerin zemin kazandığı dönemde bu fikirleri büyük bir coşkuyla benimsedi.
1903’te
İran’da bu toplumsal devrimin ilk nüvesi tepeden müdahaleyle de olsa gerçekleşme
imkânı buldu. Şah Muzafferiddin daha çok zayıf bir konumda olduğu için, İran’da
anayasanın hazırlanmasını istedi. Meclis açıldı. Tüm İran şehirlerinde, ülkenin
tüm düşünce merkezlerinde politik dernekler kuruldu. Bazıları meclisten
yanaydı, bazıları da ona karşıydı.
Mirza
Küçük Han, yeni kurumlara açıktan ve tüm coşkusuyla destek verdi. Ama bu
kurumların ömrü çok uzun olmadı. Bir buçuk yıl geçtikten sonra yeni Şah, Muhammed
Ali, genç politik partilerdeki ateşi ve coşkuyu kontrol edemeyeceğini gördü ve
meclisi kapatmaya karar verdi.
Meclis
bombalandı, üyeleri tasfiye edildi. O dönemde Mirza Küçük Reşt’teydi.
Bu
olayın neticesinde beyaz terör dönemi başladı. Herkese zulmedildi. Meclisteki partiye
destek veren birçok insan, ülke dışına kaçtı, çoğu Rusya’ya gitti.
Mirza
Küçük de bu insanlardan biriydi. Tek kuruş parası ve eşyası olmadan, iki
arkadaşıyla birlikte Tiflis’e gitti. İki arkadaşından biri olan Mirza Hüseyin
Kazmayi, sonrasında anayasacılar hareketinin önemli isimlerinden biri hâline
geldi. İlerleyen süreçte zengin bir adam, bu üç gencin maddi ihtiyaçlarını
karşıladı.
Sürgündeyken,
birkaç ay sonra, İran’ın kuzeyini yeniden alevler sardı. Tebriz’de Settar Han
ve Bager Han liderliğinde devrimci bir hareket ortaya çıktı.
Rusya’ya
sığınan ve İran’daki özgürlükçü harekete mensup olan isimler arasında Mirza
Kerim Han ve Muaz Sultan isimli kardeş ve bir de Nusretü’l İslam isimli bir
başka bir kişi daha vardı. Nusretü’l İslam o dönemde Tiflis’te kalırken diğer
iki kardeş Paris’e geçti. Bir süre burada kaldıktan sonra Tebriz devriminin
arifesinde Tiflis’e döndü.
Devrimci
toplantıların gerçekleştirildiği bu dönemde terör eylemleri gerçekleştirilmeye
karar verildi.
Alınan
karar uyarınca dört İranlı genç, Reşt’e gönderildi. İkisi tutsak düştü, diğer
ikisi kaçmayı başardı, böylece plan suya düşmüş oldu.
Ardından
İranlı devrimciler, Gürcistan ve Ermenistan’daki Rus devrimcilerine katıldılar.
Mirza Küçük Han’ın o günlerde yaşadığı Reşt’te devrimci faaliyet içine girme
kararını oyladılar. Kerim Han, bu çalışma için elindeki mücevherleri sattı,
evini ipoteğe verdi, gerekli parayı harekete temin etti. Plan dikkatle
yürürlüğe kondu. Gerekli hazırlıklar yapıldı. Sayıları 17 ilâ 20 civarında olan
devrimcilerin oluşturduğu örgüt Reşt’e geldi. İlk girişim başarısız oldu. Onlarla
birlikte hareket eden Küçük Han, kendisine bağlı 150 devrimciyle gidip Reşt’teki
Türk elçiliğine sığınma talebinde bulundu. İktidar partisi, elçiliği yirmi gün
kuşatma altında tuttu. Elektrik ve suyu kesilen elçiliğin yetkilileri ve
devrimciler teslim olmak zorunda kaldılar. Güvenli bir yere götürülecekleri
sözü üzerine elçilik binasından çıktılar.
Mirza
Küçük Han, bazı arkadaşlarıyla birlikte kaçtı. Gizli propaganda faaliyetlerine
devam etti. Sonra da gidip Muaz Sultan’ın birliklerine gönüllü mücahid olarak
yazıldı.
Askeri
faaliyetlerine başlamış olan bu birlikler mevziler elde ettiler, bir süre sonra
da Kazvin şehrini ele geçirdiler.
Yıl
1907’ydi.
Kazvin’i
alan askerlerden biri de Mirza Küçük Han’dı.
Bu
yeni devrimci aşamada isyancıların önde gelen liderlerinden biri sonrasında “general”
unvanını aldı.
Sayıları
beş bini bulan askerler, Tahran’a kadar uzanan bölgeyi ele geçirecek bir güce ulaştı.
Küçük Han, gönüllü olarak dâhil olduğu bu devrimci ordunun neferiydi.
İsfahanlı
birkaç Bahtiyari, devrimcilerin safına katıldı. Artık güçlüklerin aşılacağı,
Şah’ın tahttan indirilip yeni bir sarayın inşa edileceği, meclisin yeniden açılacağı
dönemin kapısı aralanmıştı.
Mirza
Küçük, Muaz Sultan’ın birlikleri içerisinde bir yıl daha kaldı. Muaz Sultan,
Tahran’ın ele geçirilmesi ardından Serdar Mohi ismini aldı.
Nihayetinde,
mütevazılığı, cesareti, namusluluğu, adil oluşu ve gösterdiği sebatla
liderlerinin dikkatini çeken Mirza Küçük Han 100 kişiden oluşan bir birliğin başına
getirildi. Tahttan indirilen şah güneye kaçtı, yeni bir saldırının
hazırlıklarına başladı. Mazenderan eyaleti yakınlarında ağır bir yenilgiyle
yüzleşen şah, ülkeden kaçmak zorunda kaldı.
İç
savaş süresince askeri meziyetleri ve cesaretiyle öne çıkan Mirza Küçük Han,
Bendercez’de yaralandı. Döşünden iki kurşun yiyen Mirza, Rus elçiliğine bağlı
bir kişinin evine götürüldü. Oradan da dostları tarafından Bakû’deki bir hastaneye
yatırıldı. İyileşene dek burada kaldı. Ameliyat esnasında kurşunlardan biri
çıkartılamadı.
Ayaklanır
ayaklanmaz Reşt’e, oradan da Tahran’a geçti. Bir süre Şahabad isimli bir
kasabada yaşadı.
İşsiz
kaldı. Politik niyetlerine dair kafa yordu, dini pratiği üzerine oturup düşündü.
Dünya
savaşından üç yıl önce yeni bir yola girdi. İslam Birliği Partisi’nin aktif bir
üyesi hâline geldi. Partinin bir amacı da Şiilerle Sünniler arasındaki
farklılıkları ortadan kaldırmaktı.
Mirza
Küçük Han’daki yabancı düşmanlığı daha da güçlendi. Özellikle Ruslara ve
İngilizlere karşı husumeti daha da derinleşti. Ona göre, İngilizler güneyden,
Ruslar kuzeyden gelip ülkenin gelişimine mani oluyor, nüfuz için mücadele
yürütmek suretiyle, İran’ı mahvediyorlardı. Mirza kararını verdi, bu güçlerle
mücadele edecekti.
Ülkenin
bu iki düşmanına karşı gerilla savaşı yürütmek her zaman aklında olan bir
fikirdi.
Cengel
bölgesinin bakir ormanlarına çekilme planı üzerinde düşünmeye başladı. Burada kuracağı
isyancı süvari birliklerinin başına geçecek, ülkeyi kuzeyden fethedecek,
yabancıları İran’ın kutsal toprağından kovacaktı. Aldığı yaranın sonucu at
binmesi pek kolay olmadığı için bu süvari birliği planı bir miktar revize
edildi. Hâlen daha tedaviye ihtiyacı vardı. Masaj tedavisi gören Mirza,
özellikle dostu Nesir’in yardımlarıyla planı yürürlüğe koyacak seviyeye geldi.
1915’te
Mirza Küçük Tahran’dan ayrıldı, Cengel ormanlarında yaşayan halkın liderleriyle
görüşmek için Reşt’e gitti.
Hacı
Ahmed Esmai isimli bir lider, kendisiyle anlaştı. İki isim, askeri birlikleri
organize etmeye başladı. Hatta Enzeli-Reşt yolu üzerinde Rus konvoylarına ve
askerlerine saldırmaya başladılar. Bu durum Almanya’nın işine yaradı ve
Almanlar, bu durumdan kısa sürede istifade ettiler.
Mirza’nın
kuvvetleri ufak ufak büyüdü. Sayıları giderek arttı. Özellikle Almanların
etkisiyle hareket güçlendi. Devrimci hareketin amacı, dağılmakta olan Rus
askerlerinin direncini kırıp onların gerisin geri ülkelerine kaçmalarını, böylece,
bulundukları cepheyi boşaltmalarını sağlamaktı.
Neticede
Mirza’nın çocukken gelişen karakteri ve fikirleri olayların seyri dâhilinde,
yerin altından yüzeye çıkma imkânı buldu.
Tüm
isyanların, savaşların ve birçok önemli toplumsal gelişmenin yaşandığı berzah
olarak Kuzey İran, Reşt’in evladı Küçük Han’ı bağrına bastı, başına milliyetçi
bir hale geçirdi. Bu hale sayesinde Küçük Han, Alman parasından da
Bolşeviklerin yol açtığı dalgadan da istifade etme imkânı buldu.
* * *
III
İran’da Olayların Seyri
Dünya
savaşı, halkın hayatının toplumsal, ekonomik, ahlaki ve maddi veçhelerinde farklı
gelişmelerin yaşanmasına neden oldu. Her türden araç kullanıldı. Düşmanların zayıfları
her şekilde istismar edildi. Düşman, halkların yararlanma imkânı bulduğu huzursuzluklarla
yüzleşti.
Tarım
toplumu olarak Rusya’da yaşanan Bolşevik devriminin de Rus cephesinin
gerisinde, İran’da yaşanan milliyetçi devrimin de ardında Almanlar vardı.
İngilizler de bu hamleye karşı Almanya’daki bitkinlikten istifade edip bir
devrimin fitilini ateşlediler.
Eskiden
normalde bir yüz yıl içerisinde cereyan eden olaylar, beş yıl içerisinde
gerçekleşti. Sanki yirmi kez gerilmiş bir yayın tüm basıncını tüm bedenler,
ruhlar, toplumlar, devletler ve hükümetler hissediyor gibiydi.
Devrimci
fikrin gelişme imkânı bulduğu bir yer de çile çeken İran’dı. Küçük Han, bu
sürecin son aşamasıydı. Reşt ve Mazenderan arasında uzanan Cengel bölgesindeki
ormanlarda gerilla mücadelesi denilen kılıcı dövdü. Yola çıkarken epey güçlük
çeken Küçük Han, milliyetçilerle ilişki kurdu. İki dostunu Nusretü’l İslam’ın
Kum’daki evine gönderdi ve kendisinden tüfek ve cephane istedi.
Tahran’dan
ayrılan milliyetçi örgüt, Kum’a çekildi. 1915’i 1916’ya bağlayan kış aylarını
burada geçirdi. Örgütün içerisinde otuz vekil, molla, dükkâncı, birkaç bakan,
etkili partili isimler bulunuyordu. Farklı şehirlerdeki jandarma birliklerinin
katıldığı bu rüşeym hâlindeki ordu, süreç içerisinde birkaç topa ve yirmi
civarında makineli tüfeğe kavuştu. Basit bir eğitimden geçen örgütün örgütsel
yapısı kısmen zayıftı ve daha çok duygusal coşku üzerinden hareket ediyordu. Küçük
Han’ın isteklerine hemen cevap verilemiyordu. Birçok şeyden mahrum olan hareket,
ihtiyaçlarını gidermek adına yüzünü Almanya ve Türkiye’ye döndü.
Almanya,
İranlı milliyetçilere destek sundu, sürece tüm gücüyle müdahale etti. Müttefiki
Türkiye de desteğini esirgemedi. On bin kişilik bir ordu kuruldu. Gerekli eğitimle
ve teçhizatla donatıldı. Nizamü’s Sultan liderliğinde geçici hükümet kuruldu.
İsfahan,
Kirmanşah, Kum ve Hamadan’da saldırılar düzenlendi. Gerçek muharebeler içine
girildi. Rüzgâr, pek milliyetçilerden yana esmiyordu. 1916 sonuna doğru
yenilgilerle yüzleşen milliyetçi güçler, Hamadan-Kirmanşah arasında uzanan
dağlara çekildiler. Geçici hükümet, faaliyetlerini buradan yürüttü. Bakanlar
kurulu ilk toplantısını burada yaptı. Tüm isyancılar, devletin başında şahın
bulunduğu ılımlı bir anayasacı hükümetin kurulmasına onay verdiler.
Bu
hareketten en çok da Almanya istifade etti. Ancak o dönemde başka yerlerle
meşgul olduğundan, Almanya, buraya yönelik desteğini asgari düzeyde tuttu. Kışın
sonuna doğru milliyetçiler, Türklerin harbiye nazırı Enver Paşa’nın teftiş için
İstanbul’dan geldiği Bağdat’a çekildiler. Bu temas sayesinde Türkiye ile
ittifak kurdular. Almanya, desteğini açıktan dile getirdi. Türklerin desteğiyle
güçlendirilmiş olan milliyetçi ordu, yeni saldırılar gerçekleştirdi. Bu hamlesi
neticesinde Hamadan’ın eşiğine dek ulaştılar.
Niyetleri
Tahran’a ilerlemekti. Bu dönemde Küçük Han’a birkaç yüz kadar tüfek ve mermi
teslim edildi.
Fakat
Irak’taki gelişmeler, kimsenin ummadığı bir yola girdi. Türkler Bağdat’ı kaybedince
İranlı milliyetçiler, Türkiye’ye sığınmak zorunda kaldılar. Kerkük, Musul ve
Halep’e çekildiler. Partinin liderleri İstanbul’a gitti, 15-16 tanesi Berlin’e
geçti. Habibullah Han ve kardeşi bu isimler arasındaydı.
Küçük
Han, Rus Devrimi’nden istifade etti. Saklandığı dağlardan ayrıldı. Dağılan, cepheyi
terk eden Rus ordusunun silahlarını topladı. Böylece birçok topa, tüfeğe ve
mermiye sahip oldu. Kendisindeki milliyetçilik eğilimi izin verdiği ölçüde
Bolşevik hareketten yararlandı. Ardından, Rusların yerini İngilizler aldı.
İngiliz güçleri, Küçük Han’a bağlı çetelere ellerindeki teknik imkânla saldırdılar.
Bu saldırılarda uçaklar, zırhlı araçlar ve toplar kullanıldı.
Küçük
Han’a bağlı savaşçılar, saldırılar neticesinde sağa sola dağıldılar. Önemli bir
kısmı Cengel bölgesindeki Fuman’a kaçtı. Bir yıl sonra Küçük Han Afganistan’a
gitti, ardından geri döndü. Güçlerini yeniden topladı. Kısa süre önce Enzeli’de
Bolşeviklerin inşa ettikleri yeni isyancı hareketin açtığı yoldan ilerleyen
Küçük Han, Ermenistan ve Azerbaycan sınırına dek uzanan bölgeyi ele geçirdi.
“Sosyalizmin
Cizvitleri” olarak Bolşevikler, amacın araçları meşrulaştırdığına inanan bir
hareket olarak, ilkin en güçlü örgüt kabul ettikleri Küçük Han’ın örgütüyle
temas kurdular. Ama sonra milliyetçiliğin burjuva bir önyargı olduğunu söyleyerek,
Küçük Han’a sırtını döndüler. Neticede Avrupa gazetelerinde “Küçük Han
hükümetinin devrildiği”ne dair haberleri çıktı.
İran
tarihinin bir dönemi daha kapanıyor. Bu noktada yeni bir dönem başlıyor. Küçük
Han’ın kişiliği, milliyetçi arzularını gerçekleştirmek için kullandığı Alman parası
sayesinde yüceltilmişti, bunu görmek gerekiyor.
Küçük
Han, aynı zamanda Bolşevik hareketi de kullandı. Böylelikle gerekli silahlara,
teçhizata ve cephaneye kavuştu. Oysa Küçük Han, İran’ın geleceğini temsil eden
bir isim değildi.
Halkının
saygısıyla, kabulüyle, bağlılığıyla ve hürmetiyle kuşatılmış bir isim olarak
Küçük Han, ileride belki bir serdar, bir komutan olabilir. Ülkenin yüce lideri
olmayı hak ediyordur. Ama o, gelecekte ne şah olabilir ne de önemli bir politik
figür hâline gelebilir. İran’ın özgürlüğü için parlayan güneşin bir parçası o. Ama
Küçük Han, bu destanda ne İtalyan devletinin kurucusu Giuseppe Garibaldi
olabilir ne de ülkenin siyasi birliğini sağlayan Cavour Kontu Camillo Benso. O,
işgalci Hristiyanlara karşı Müslüman cihadına öncülük eden, dini bir zihniyete
sahip olan, hür ve savaşçı bir yurtsever olarak, İtalyan milliyetçiliğinin şairi
Silvio Pellico olmaya yazgılı isim.
Ona
devrimin arifesinde destek sunmuş olan, onun itidalli politik yaklaşımına kızan
Bolşevikler, bugün kendisine savaş ilân ettiler. Bugün dalgalar yükseliyor. Süreç
ilerliyor. İran, yakın gelecekte yeni krizlerle yüzleşecek gibi görünüyor. Mısır
ve Hindistan’daki din adamlarından oluşan kastları gibi İran’daki hanların
oluşturduğu imtiyazlı sınıflar da yakında gücünü yitirecek.
Bunlar
olurken, eskiden New York’ta bulunan, bugün Londra’da faaliyet yürüten o Büyük
Konsül, hizmetkârı İngiliz başbakanı eliyle Küçük Han hareketini dünyayı kasıp
kavuracak ateşi tutuşturmak için kullandı.
Bu
koşullarda, Londra’da çıkan Morning Post gazetesi, Temmuz 1920 boyunca “Dünyadaki
Huzursuzluğun Sebebi” başlıklı makaleleri böylesi bir ciddiyetle ve kapsamla yayımlanmış
olmasına rağmen, bu yazıların dünya basınında neden makes bulmadığını insan
merak ediyor.
Marçenko
Paris 1920
[Kaynak: Revue du monde musulman [“Müslüman Dünya Eleştiri Dergisi”], Eylül-Aralık 1920, Cilt 40-41, s. 98-116.]
0 Yorum:
Yorum Gönder