09 Haziran 2024

,

1921’de İran’da Devrim Mümkün müydü?

Aşağıda Şapur Ravasani’nin Sowjetrepublik Gilan: Die Sozialistische Bewegung im Iran seit Ende des 19 Jh. bis 1922 [“Gilan Sovyet Cumhuriyeti: 19. Yüzyılın Sonundan 1922’ye Dek İran’da Sosyalist Hareket” - Basis-Verlag, Berlin (Postfach 645, 1 Berlin 15), 1973, 638 sayfa] isimli çalışması ele alınacak.

*  *  *

“Bir İran masalı mı anlatıyorum ben? Bizim birkaç yüz adamımız, Rusları oracıkta dağıttı. Bir gün Merkez Komite’den bir telgraf geldi: ‘Bu kadar kayıp verdiğiniz yeter, İran’da devrim sona erdi.’ Ama devrimi sona erdirmek için bile bizim Tahran’a gitmemiz gerekiyordu.” [Yakov Blumkin, Komintern delegesi, aktaran: Victor Serge, Memoirs of a Revolutionary, Londra, 1963, s. 256.]


Gilan: Bir Simgeden Fazlası

Rus Devrimi’ni takip eden dönem, Avrupa işçi hareketi içerisinde bugüne bile özel bir yere sahiptir ve bu dönem, hâlen daha heyecan verici bulunmaktadır.

Merkezi güçlerin çöküşü sonrası allak bullak olan dünyada, Petrograd ve Moskova’da yaşanan olayların verdiği ilhamla, işçi iktidarının sınırlarını genişletmek için bir dizi girişimde bulunuldu. 1919’da Berlin, Münih ve Budapeşte’deki hamleler, 1919-1920’deki Torino sovyetleri bu girişimlerden bazılarıydı. Tüm bu çabalar, karşı-devrimin isyancı güçlerince mağlup edildi. Yenilgilerin bedeli çok ağır oldu. Bu bedeli sadece tek tek hareketler değil, Rusya’da devrim sonrası kurulan rejim de gelişim süreci dâhilinde ödemek zorunda kaldı.

Spartakistler ve Budapeşte milisleri, Avrupa işçi hareketinin hafızasında özel bir yere halen daha sahipse de aynı şeyi, Haziran 1920’de İran’ın kuzeyindeki Gilan eyaletinde kurulan, ertesi yılın Ekim ayında merkezi hükümet eliyle yıkılana dek on altı ay varlığını sürdüren, isyancılar eliyle kurulmuş, Ortadoğu komünist hareketinin tarihinde önemli bir yere sahip olan cumhuriyet konusunda söyleyemiyoruz.

Ortadoğu komünist hareketinin tarihi, çoğunlukla Avrupa ve Doğu Asya’daki hâkim devrimci politikadan kopuk, yeraltında dağınık hâlde işleyen bir süreç olarak görülüyor. Bu tespit, kısmen doğru. Bölgeyi etkileyen ve besleyen en önemli kanal, Doğu Avrupa’da faal olan Yahudi militanların Filistin’e göçü ile oluşuyor. Fakat Ortadoğu komünist hareketinin izole oluşu, sonradan yaşanan bir gelişme. Bu yalnızlaşma, esasen Birinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkmış olan hareketlerin aldıkları ilk yenilginin bir ürünü. Aynı durum, Avrupa için de geçerli. Yenilgi, eski imparatorlukların yıkıldığı koşullarda, Rus Devrimi’yle yakından bağlantılı olan süreçte gerçekleşiyor. Türkiye ve İran’daki hareketler, Avrupa’daki militan öncülerin oluştuğu koşullara benzer koşullarda inşa ediliyorlar. İran’daki hareket, bu yıllarda İranlı proleterlerden oluşan önemli bir gücü harekete geçiriyor.

Gilan Cumhuriyeti, İran’da devrimci hareketin fitilini ateşledi. Bu süreçte Asya, ilk komünist partisinin kuruluşuna, kızıl bayrağın devlet iktidarına yönelik örgütlü kalkışmanın bir parçası olarak, Ortadoğu toprağına ilk kez dikilişine şahit oluyor. Tıpkı Orta Avrupa’daki ayaklanmalarda olduğu gibi bu hareketin yaşadığı yenilgiyle birlikte savunmaya çekilmiş güçlerin gizli faaliyetleriyle tanımlı dönemin başladığını görüyoruz. Bunun neticesinde, mevcut potansiyel ortadan kalkıyor, bu gelişme, Rusya’nın kuşatılmasına katkıda bulunuyor, neticede İran KP’si, tümüyle SBKP’ye tabi hâle geliyor.[1]

Kısa süren bölgesel bir olgu olarak Gilan Cumhuriyeti, antika meraklılarının ilgi duyacağı veya sembolik değere sahip bir mesele değil. Avrupa’daki olaylar gibi bu da sömürgeler dünyasındaki komünist hareketin tarihi bağlamında önemli konuların gündeme gelmesini sağlamıştır. Bu konular, sömürge ve yarı-sömürge ülkelere uygun sınıfsal ittifak biçimleri, devrimci mücadelede tarım sorununun yeri, anti-emperyalist mücadeleyle toplumsal açıdan devrimci mücadele arasındaki bağlar, bölgesel bir isyanı ülke genelini kuşatacak bir harekete dönüştürme meselesi, İslam diniyle ve Müslüman din adamlarıyla ilişki gibi başlıkları içerir.

Gilan deneyimi, aynı zamanda sömürgeler dünyasını aşan bir meseleyi, bir ülkede verilen devrimci mücadelenin zaten kurulmuş olan devrimci devletin politikalarıyla ilişkisi meselesini gündeme getirmiştir.

Gilan’daki Rus desteğini arkasına almış olan hareket, bir süre sonra bu destekten mahrum kalmış, Ruslar, neticede gidip Gilanlı devrimcilerin karşı olduğu merkezi hükümetle anlaşmıştır. Bu politika değişikliği, ne Stalinist yozlaşmaya tanıklık edilen dönemde ne de Mao’nun Üç Dünya Teorisi’ni dile getirdiği dönemde meydana gelmiştir. Değişiklik, tam da Rus partisi içerisinde Lenin ve Trotskiy’nin nüfuzunun zirvede olduğu dönemde yaşanmıştır. Bu durum, Rusların politikasının meşru olduğunu göstermez. Devrimci hareketlerle devletler arasındaki bağlara dair ilginç bir örneğe tanık olan Gilan, enternasyonalist dış politika anlayışı konusunda genel bir anlayışa varmamızı mümkün kılacak bir olgudur.

Tüm cesaretine karşın Gilan Cumhuriyeti, aynı zamanda İran’daki devrimci hareketin tarihi açısından da önemlidir. Haziran 1920’de İran Komünist Partisi’nin kurulacağı genel bağlamı temin eden cumhuriyet, aynı zamanda Latin Amerika veya Uzakdoğu ile bağlantılı olan radikal kır gerillası hareketlerine benzer bir örneğin içerisinde Ortadoğulu komünistlerin aktif olarak yer aldığı ilk ve tek faaliyettir.

Komünistlerin radikal milliyetçilerle kurduğu ittifak, 1906 sonrası ortaya çıkmış olan anayasa hareketinin sol kanadının bir ürünüydü. Bu anlamda, Gilan Cumhuriyeti, bahsi edilen kalkışmanın toplumsal açıdan devrimci potansiyelini temsil ediyordu. 1921’de yüzleştiği yenilgi, Avrupa’da da benzerlerini gördüğümüz anayasa hareketinin sonuna işaret etmekle kalmadı, aynı zamanda yeni bir karşı-devrimci rejimin kurulacağı süreci başlattı.

1921 yılı, İngilizlerin Kuzey İran’da devrimci hareketi ezmek için iktidara taşıdığı askeri diktatör Rıza Han’ın öne çıktığı yıldı. Elli sekiz yıl sonra Pehlevi hanedanlığının yıkılması sonrası, proleter ve devrimci geleneği hatırlamak gerekiyor. Zira o hanedanlık, tam da söz konusu geleneği tarihe gömmek için kurulmuştu.

İlk ortaya çıkan hareketlerin bastırılması üzerinden Pehleviler, kendi konumlarını güçlendirmekle kalmadılar, aynı zamanda ilerici olmayan muhalif akımlarının gelişip serpileceği politik bir boşluğun oluşmasına neden oldular. Ayetullah Humeyni ve arkadaşlarının bizi İran’da geçerliliği olan yegâne politik muhalefet geleneğini temsil ettiklerine inandırmaları, tam da bu boşlukta mümkün olabildi.

Gilan Cumhuriyeti’nin Yükselişi ve Çöküşü

Gilan Cumhuriyeti, İran siyasetindeki iki farklı radikal eğilimin bileşkesini ifade ediyordu.

İlk hareket, Kafkasya’da çalışan İranlı göçmen işçiler içinden çıkan devrimci sosyalistlerce inşa edildi. Bu isimler, 1904’te Gürcülerle ve Azerilerle birlikte Himmet Partisi’ni kurdular. Anayasa devrimi süresince sosyal demokrat örgütler, Kuzey İran şehirlerinde pıtrak gibi çoğaldı. Bu örgütlerden biri Tebriz’de Kautsky ve Plehanov ile mektuplaşıyor, aynı zamanda Himmet’le ve Rusya’da yeraltında faaliyet yürüten devrimci örgütlerle temaslar kuruyordu.[2]

1916’da herkesi kucaklayan bir parti kuruldu. Rusya’daki işçiler yanında, İran’da yeraltında faaliyet yürüten işçilerin kurduğu, Adalet Partisi ismini alan partinin 1917’ye gelindiğinde toplam 6.000 civarında üyesi olduğu iddia ediliyordu.

İran’da bir başka akım ortaya çıktı. Gilan’da toprak sahibi bir ailenin yanında çalışan bir adamın oğlu olan Küçük Han’ın liderlik ettiği bu hareket, anayasa devrimine destek veren devrimci harekete mensup radikal bir hizbin ürünüydü. Cengeliler olarak da anılan İttihad-ı İslam örgütü, 1911 yılında kurulmuştu. Milliyetçi olan örgütün amacı, ülkedeki İran ve Rus nüfuzuna son vermek ayrıca şahın otokratik idaresini yıkmaktı. Yoksullara fayda sağlayacak reformların yapılmasını talep eden hareket, bu reformların ne olduğu konusunda net değildi.[3]

Birinci Dünya Savaşı süresince Küçük Han ve 5.000 kadar takipçisi Gilan’ın ormanlık ve dağlık bölgelerinde konuşlandı. 1917 sonrası İngilizlerin ve Beyaz Rus güçlerinin Kuzey İran’ı Bolşeviklere saldırmak için bir tür üs olarak kullandığı koşullarda Küçük Han, tıpkı 1918 sonrası Polonyalıların mücadelesinin Rus cephesi boyunca yaşanan olaylarla ilişkilenmesinde olduğu gibi, bir şekilde Rusya’daki iç savaşa dâhil oldu.

Bahsini ettiğimiz iki eğilim, Mayıs 1920’de iç içe geçti. Bu kaynaşmanın gerçekleştiği zemin, Bolşevik donanmasının Hazar Denizi’ndeki Enzeli limanını ele geçirmesi ile birlikte oluştu. Sonrasında Küçük Han güçleriyle 2.000 kadar Adalet Partili bir araya geldi ve hep birlikte bu insanlar, 5 Haziran’da Gilan Cumhuriyeti’ni ilân ettiler. Her ne kadar Bolşevikler, İran’da aktif bir rol üstlenmeyeceklerini söyleseler de devrimci hareketi desteklediler. Bu desteğin verilmesindeki amaç, İngilizleri ülkeden kovmaktı.

Haziran 1920’de Adalet Partisi, Enzeli’de kongresini düzenledi ve ismini İran Komünist Partisi olarak değiştirdi. 2.000 kadar üyeyi temsilen 48 delegenin katıldığı kongrede program tartışıldı. Ardından da toprak reformu, anti-emperyalizm ve Bolşevik devrime destek konusunda partinin çizgisine dair görüşler paylaşıldı. Böylelikle “İran’ın sovyetleştirilmesi” konusunda ilk adım atılmış oldu.

Her ne kadar yeni kurulan İKP ve Küçük Han, bir koalisyon hükümeti kursa da aralarında somut bir anlaşma bulunmamaktaydı. Zamanla aralarında sorunlar çıkınca Küçük Han, toprak reformu programını fazla radikal bularak, tepkisini göstermek adına, yeniden dağlara çekildi.

İKP ise bu dönemde Gilan’a sıkışmamak, devrimci hareketi tüm ülkeye yaymak istiyordu. Fakat Ağustos 1920’de Tahran’ı ele geçirmek için harekete geçen parti güçleri mağlup edildi.

Bu yenilgilerin sonucu olarak Rus partisi, İKP ve başında Sultanzade’nin bulunduğu merkez komitesine baskı uyguladı. Neticede Ekim 1920’de yeni bir merkez komite teşkil edildi. Bu değişikliğin altında, o dönemde Kafkas siyasetinden sorumlu olan Stalin’in imzası vardı. Atılan adım, ne Moskova’daki liderlerin ne de Komintern’in onayını almıştı.

Başında Haydar Han Emmioğlu’nun bulunduğu yeni komite, radikal bulunan toprak reformu programını askıya aldı, Küçük Han’la yeniden ilişki kurdu. Ancak Mayıs 1921’de Küçük Han güçlerinin Gilan hükümetine yeniden dâhil olduğu koşullarda devrimciler karşılarında, Tahran’da başını Rıza Han’ın çektiği, yeteneklerini ve imkânlarını artırmış bir merkezi ordu buldular. Bu yeni kurulan askeri rejim, Ağustos 1921’de Tahran’a ikinci kez yürüme girişiminde bulunan Gilan güçleriyle mücadele etti, bu güçleri Küçük Han’la yapılan görüşmelerle bölmeye çalıştı. Ancak bu görüşmelerden bir sonuç alınamadı. Tam da bu dönemde Küçük Han, İKP’den bir kez daha koptu. Eylül ayı içerisinde parti lideri Haydan Han’ı öldürttü. Ekim ayında, devrim kampının bölündüğü koşullarda Rıza Şah’a bağlı güçler, Gilan’ı ele geçirdiler. İKP liderleri Rusya’ya kaçtılar. Merkezi hükümetle uzlaşma yolu bulamayan Küçük Han, dağlarda kaçak hayatı yaşamaya başladı. Neticede kış ayları içerisinde donarak öldü.

Gilan Cumhuriyeti’nin kaderinin değişmesine neden olan en önemli gelişme, Rusların İngilizlerle ilişkiler ve Tahran hükümetiyle ilişkiler konusunda geliştirdiği siyasette yaşanan değişimdi. 1919’da ve 1920 başlarında Ruslar, İran hükümetine düşmanlardı. Ruslar, bu hükümeti İngiliz emperyalizminin bir aracı olarak görüyorlardı. Tek umutları, onun yıkılıp yerine Rusya’ya sempati duyan bir hükümetin kurulması yönündeydi. Üstelik bu yeni hükümetin milliyetçi anti-emperyalist bir hükümet olmasının veya İKP liderliğinde hareket eden devrimci bir hükümet olmasının da bir önemi yoktu. Rusya’ya göre asıl amaç, İngilizlerin İran’daki nüfuzunu kırmaktı. Bu ise askeri saldırıdan ziyade Londra ve Tahran’la yürütülecek müzakerelerle mümkündü.

1921 baharında Ruslar, İngilizlerle ve İran hükümetiyle anlaşmalar imzaladı. Karşılığında, bu ülkelerden Rusya’nın içişlerine karışmama garantisi aldılar. Ruslar da anlaşma gereği İran’ın tarafsızlığına saygı duyacaktı. İngiltere’yle imza edilen ve ticaret meselesine odaklanan anlaşmada, Bolşeviklerin Asya’da İngiliz karşıtı propaganda faaliyeti yürütmemeyi taahhüt etmesine dair bir madde yer alıyordu. Rıza Han’la imzalanan anlaşmada ise Rus askerlerinin Gilan’dan çekileceğine dair taahhüde yer verilmekteydi. Askerlerini çekmek suretiyle Ruslar, Gilan Cumhuriyeti’ne sunduğu desteğe son vermiş oldular. Bir yandan Gilan’daki hareketle merkezi hükümeti uzlaştırmaya çalışan Ruslar, bu konuda hiçbir sonuç alamadılar. Rus KP’sinin Bakû seksiyonundaki tepkilere rağmen Ruslar, güney komşusunun tarafsız kılınmasına dönük genel kampanyasının ihtiyaç duyduğu adım dâhilinde, İran’da oluşmuş devrimci kurtarılmış bölgenin imhasına onay verdi.

Ravasani’nin Analizindeki Zayıf Yönler

Bahsini ettiğimiz olaya dair birbiriyle çelişen değerlendirmeler kaleme alınıyor. İranlı milliyetçiler, komünistler, İran solu, Sovyet tarihçiler Gilan Cumhuriyeti’ni farklı değerlendiriyorlar. Dolayısıyla, Batı’nın diline ilgili cumhuriyet farklı içerik ve biçimlerle dâhil oluyor.

Şapur Ravasani’nin kitabının önemli bir kısmı, Gilan dönemi öncesi tarihi ve ekonomik koşullara odaklanıyor. Gilan ile ilgili bölümlerde ise yazar, bu hareketin yenilgisini iki ana sebebe bağlıyor.

1. İran Komünist Partisi’nin Temmuz-Ekim 1920 döneminde uyguladığı siyaset: Yazar bu bağlamda, aşırı solcuların Rusların geliştirdiği politik programları çok farklı koşullara sahip olan İran’a mekanik bir tarzda uygulamaya çalışmaları üzerinde duruyor. Neticede yazar, Küçük Han’ın temsil ettiği “milliyetçi-devrimci” akımla çalışmanın hata olduğunu düşünüyor (s. 267-272).

2. Rusların Gilan’da genel politikalarının emirleri uyarınca hareket etmesi: İlk başta Gilan hareketini destekleyip cesaretlendiren Ruslar, sonrasında onu İngilizlerle iyi ilişkiler kurmak adına feda ediyorlar (s. 354-5).

Ravasani’nin, dönemin devrimci hareketini alan ve yaklaşık 300 sayfa tutan belgeleri içeren kitabı İran’da ilgili dönemde mevcut olan döneme dair görüş ve fikirleri bir araya getiriyor. Marksist terimlere başvuran tartışmasında yazar, Lenin’in “milliyetçi devrimci” liderlerle işbirliğine dair tavsiyesini önemsememesi sebebiyle İKP lideri Sultanzade’yi ağır bir dille eleştiriyor. Onca aktarıma ve belgeye rağmen, eleştirisinin birçok yönü okuru ikna edecek düzeyde değil. Şeklen materyalist ve devrimci bir çerçeveye sahipmiş gibi görünen analizinin ardına bakıldığında, idealist, olumsuz manada, milliyetçi kimi unsurlara rastlanıyor.

Ravasani’nin analizindeki ana sorun, konuyu ele alan diğer birçok çalışmada da karşımıza çıkıyor. Bu anlamda kitap, Gilan hareketini politik ve uluslararası gelişmeler bağlamında özgül bir yere oturtuyor. Ama bunu yaparken, Gilan’daki özel sosyo-ekonomik koşulları analiz etmiyor. Oysa Küçük Han hareketinin niteliğini anlamak ve Gilan’da devrimci koşulların ülkenin geri kalanında ne ölçüde varolduğu konusunda hükümde bulunmak için bu analiz şart.

Ravasani, bize Küçük Han ve İKP’nin İran’da devrimin nesnel koşullarının bulunduğunu, ama bunun salt iradeci bir tarzda dile dökülemeyeceğini söylüyor (s. 285). Döneme ait kimi kaynaklarsa Gilan’ın ülkedeki eyaletler içerisinde özel ve müstesna bir yere sahip olduğunu ortaya koyuyorlar.

O dönem 350.000 civarında nüfusu bulunan Gilan, İran’ın geri kalan kısmından farklı kimi özelliklere sahip: sık ormanlarla kaplı olan bölgenin yerli halkı Farsçanın özel bir lehçesi olan Gilaki’yi konuşuyor. Daha da önemlisi, ekonomisi, 1870’lerde Rusya ile temas kurulması üzerinden dönüşüyor. Bu ekonomide pirinç gibi ürünlerin ihracatı ile çay gibi ürünlerin ithalatı önemli bir yere sahip.

Bölgede ilgili dönemde kapitalizm öncesinden kalma kırsal ilişkiler ortadan kalmakta. Topraksız emekçilerin sayısı giderek artıyor. Şehirlerdeki tüccarlar, kırsal ekonomide önemli bir güce kavuşuyor. Kapitalizmin gelişimiyle birlikte toplumda yaşanan sınıfsal ayrışma, ülkenin geri kalan kısmına nazaran daha net ve güçlü bir şekilde hissediliyor. Rusya ile kurulan sıkı ilişkilere bağlı olarak 1920 yılında Gilan, Rus devrimi ardından mevcut ekonomik bağların kopmasından olumsuz yönde etkileniyor.[4]

Kırsal hareketlerin yüzleştikleri ana sorunlardan biri de kendilerini üreten koşulların sınırlarını aşamıyor olmaları. Bu tür hareketleri ve mücadeleleri ülke geneline teşmil etmek güç bir iş. Umman’da kısa süre önce tanık olduğumuz devrimci hareket, bunun bir örneği. Güneydeki Zofar kentinde ortaya çıkan hareket, ülkenin kuzeyine sıçrama imkânını bir türlü bulamadı.

1945 sonrasında Filipinler’de mücadele yürütmüş olan Huk gerillaları [“Halkın Japonya’yla Mücadele Ordusu”] da benzer bir kısıtlılık haliyle yüzleştiler. Bu hal, onların ölümüne neden oldu. Afrika ve Latin Amerika’da da aynı sorunla uğraşmak zorunda kalan çok sayıda örgüt ve hareketten bahsetmek mümkün.

Görebildiğimiz kadarıyla Gilan’daki koşullar, köylülük temelli gerilla savaşı için gerekli, klasik koşulların bir kısmını karşılıyor. Küçük Han hareketi, bu koşulların ürünü. Ama gene de hareket, ilgili koşulların sınırlarını aşamıyor. Ravasani’nin kitabı, Gilan hareketinin bu yönünü hiç ele almıyor.

Hareketin bölge bağlamını aşmasının imkânsız olduğuna dair iddia temelsiz, aynı zamanda, bunu yapabileceğine dair varsayım da soyut. Küçük Han ve İKP’nin önermesini ispatlamak için o dönemde İran’da faal olan sosyo-politik güçlere dair genel bir fikrimiz olması gerekiyor. Ravasani gibi Küçük Han ve İKP’nin sunduğu fikirler de şematik olmaktan kurtulamıyor.

Ravasani’nin değerlendirmesindeki ikinci önemli sorun, onun İKP içi ayrışmalara dair tarifi ve “aşırı sol” çizgiye yönelttiği eleştiri. Bu eleştirinin milliyetçi bir temayül üzerine kurulu olduğunu görmek gerekiyor. Zira yazar bir yerde, Sultanzade’nin ve örgütünün Bolşeviklerin düşünsel ve örgütsel etkileri neticesinde hatalı bir analize imza attığını tespit ediyor.

Ravasani, İKP’nin “İran toplumuna yabancı bir yapı” olduğunu düşünüyor (s. 267). O dönemde İKP, İran toplumunu yanlış yorumluyor, şematik analizler yapıyor, buradan da partinin programının da eylemlerinin de gayrimeşru olduğu sonucuna ulaşılıyor. Ama Ravasani, burada durmuyor ve sorgulanması gereken şeyler söylüyor. Örneğin, Sultanzade’nin Rusların kullandığı bir alet olduğunu söyleyen Ravasani, kendi değerlendirmesinde, Komintern’in ikinci kongresinde Lenin’in karşısına dikilmeye hazır olduğunu ortaya koyuyor, buradan da Ekim 1920’de Haydar Han’ın Rus komünistlerinin baskısıyla İran komünist hareketinin başına geçirildiğini söylüyor. Ravasani’nin iddia ettiği gibi örgütsel düzeyde net ve açık olan bu ilişki, esasında politik düzeyde o kadar aleni değil.

Ravasani, İKP’nin İran’da toplumsal devrimin vaktinin gelmediğini düşündüğünü, partinin İngiliz emperyalizmine karşı milli burjuvaziyle ittifak kurulmasına dair ihtiyacın bilincinde olduğunu söylüyor.[5]

Ravasani, özünde Haydar Han’ın politikalarına onay veriyor. Ama bir yandan da Haydar’ın partideki Rus nüfuzunun örgütsel düzeyde ortaya koyduğu bir ürün olduğunu söyleyen de kendisi. Bu anlamda yazar, Sultanzade’yi Haydar kadar dikkatli analize tabi tutmuyor.

Eylül 1920’deki Bakû Doğu Halkları Kurultayı’nda Haydar Han, Bolşeviklere İranlıları emperyalistlere karşı silahlandırmaları çağrısında bulunuyor ve “Kuzey İran’daki sovyet rejiminin Tahran’ın üzerine yürümeyi planladığını” söylüyor (s. 326).[6] Ravasani, farklı milliyetçi örgütlerin varlığını tanıyan bir cumhuriyetin Rus etkisiyle talep edildiğini söylerken, bir yandan da Haydar Han’ın “birleşik cumhuriyet” kurulmasına dönük vurgusuna destek veriyor. Eğer Rus nüfuzu ve etkisi, hareketi yanlışa sürüklemişse o vakit İranlı milliyetçilerin konumu da yanlış.

İran solunun milliyetler meselesinin derinliğini idrak edememiş olması, bugüne dek işleyen süreci bir biçimde etkiliyor. Milliyetler denilen bomba, nihayetinde Şah’ın ülkeyi terk etmesi ardından patlıyor. Bu gelişme, İran’ı Rusya’ya milliyetler bağlamında bağlayan gerçek benzerliklerin somut bir kanıtı aslında.

Ravasani, İKP ve Küçük Han arasındaki çelişki konusunda net hiçbir şey söylemiyor. Bildiğimiz kadarıyla iki taraf ta birbirini suçluyor. Sonrasında Sovyet tarihçileri, Sultanzade karşıtı bir dil tutturuyorlar. Buna karşın, gerçekte olan biten konusunda detaylı bir değerlendirmeye sahip değiliz. Örneğin, toprakların yeniden dağıtılması politikası, toprağın gerçekte nasıl dağıtıldığı, İKP’nin pratikte nasıl bir “din karşıtı” politika uyguladığı konusunda hiçbir şey bilmiyoruz.[7] Aynı şekilde, Küçük Han’ı savunmasına rağmen Ravasani, kitabında onu net bir değerlendirmeye tabi tutmuyor. Görünen o ki yazar, Küçük Han’ı seviyor, İKP’ye ise öfkeli. Oysa biz biliyoruz ki İKP ile Küçük Han, Bolşeviklerin İngilizlere yönelik düşmanlığı temelinde ittifak kuruyor. Bu noktada Ravasani, İKP’nin analizinin karşısına herhangi bir analizle çıkamıyor.

Ravasani, Bolşeviklerin İran üzerindeki etkilerinin sonuçlarını değerlendiriyor ama bu değerlendirme, aradaki ilişkinin pozitif sonuçlarını görmezden geldiği için tek taraflı. Her şeyden önce yeraltında faaliyet yürüten komünistlerin müdahalesi ve onlarca yıl Rusya’da çalışan İranlı göçmen işçilerin varlığı olmasaydı, İKP diye bir şey olmazdı. Gilan Cumhuriyeti de o dönemde İngilizlerin Bolşeviklere yönelik saldırıları neticesinde Rus iç savaşının Kuzey İran’a uzanması sonucu kurulabildi.

Ravasani, kendi değerlendirmesi dâhilinde, Sultanzade ve Haydar Han’ı karşı karşıya getiriyor. İKP politikaları konusunda ikazda bulunanın Ruslar olduğunu görmüyor. Bu değerlendirmede Ravasani, tümüyle Rusları suçluyor. Oysa bu abartılı yaklaşım, ana meseleyi, yani İran’daki devrimci hareketin gücünü görmezden geliyor. Yazar, ne Gilan’daki koşulları, ne de harekete zarar veren unsurun geliştiği zemini analiz ediyor.

Komintern’in hatalı görüşlerinin etkisi ve Rus askerlerinin yokluğu, Çin’deki komünist partisinin 1927’deki yenilginin geride bıraktığı küllerden doğmasına ve ilgili dönemde üs bölgeleri inşa etmesine mani olmadı. İran Komünist Partisi ÇKP’nin yaptığını yapamamışsa bu, Rusların hatası kadar İran’daki koşulların neticesidir.

İhanete mi Uğradı?

Rusların rolüne dair değerlendirme, başka bir soruyu sormamızı gerekli kılıyor: Ruslar, İKP’ye askerlerini çekip Şubat 1921’de Tahran hükümetiyle anlaşma imzalayarak Gilanlılara ihanet mi ettiler?

Ravasani’nin eleştirisinin dayandığı ana önermeye göre Ruslara düşen, Gilan’daki hareketi kayıtsız şartsız desteklemekti. Eğer öyleyse, o vakit 1921’de Gilan’dan çekilme kararı, Rusya ve Çin’in devrimci hareketlere yönelik olarak sonradan gerçekleştirdikleri “ihanetler”le aynı düzlemde değerlendirilmesi gereken bir olay. Gilan’dan askerlerin çekilmesi, Stalin’in İspanya’da, Yunanistan’da ve Polonya’da; Çin’in Sudan’da, Şili’de ve İran’da oynadığı rolle aynı düzlemde görülmesi gereken bir hamle. Burada aslında tüm olası “yozlaşma” ihtimalleri öncesinde, devrimci devletlerle devrimci hareketler arasında kurulacak ilişkiler meselesinin üzerinde durulması gerekiyor.

Devrimci devletler, devrimci hareketlere yönelik sorumluluklarına birçok kez ihanet ettiler. Bu ihanetler dâhilinde enternasyonalist düzlemde sunulması gereken politik ve maddi yardımları sunmadılar. Bu noktada dile getirilen, devrimci devletin bekasının önceliğine dair argümanlara sıklıkla başvuruldu. Bu argümanlar her durumda istismar edildi.

Esasen bu düzlemde tehlikeli ve tuhaf bir yaklaşım sergileniyor, ardından da bu yaklaşımın karşısına ilkeliymiş gibi görünen bir tür idealizm çıkartılıyor. Ama çoğunlukla enternasyonalist yardımın ancak belirli koşullarda verilebileceği, devrimci devletlerin her şeyi yapmalarının mümkün olmadığı, her fırsatta devrimci hareketlere yardım sunamayacakları gerçeği unutuluyor. Bu tür yardımlar, en genel manada, “beynelmilel düzeylerde sınıflararası güç dengesi”ne tabi. Devletin içinde bulunduğu durum ve devrimci hareketin gücü, bu noktada belirleyici. Bu tür argümanların istismar edilebildiğini, devrimci devletin yapacaklarının nesnel sınırlarının bulunduğunu görmek gerek.[8]

Uç bir örnek olarak şu olay aktarılabilir: Eylül 1973’te Küba, faşist darbeyle yüzleşen Halkın Birliği hükümetinin ayakta kalmasına katkıda bulunmak için ülkeye paraşütçü birliği indirebilirdi. Şu da başka bir örnek: Sovyetler veya Çin, Vietnam Savaşı’na doğrudan müdahale etmek adına bu ülkeye donanmasını veya hava kuvvetlerini gönderebilirdi. Ama bunların hiçbirisi olmadı. Olması gerektiğini kimse söyleyemez. Çünkü o dönemde uluslararası planda belirleyici olan güçler dengesi, buna izin vermiyordu. Küba, Rusya ve Çin bu adımları atsaydı, sonuçlarına katlanamazdı.

Rusların Gilan’dan çekilme ve Rıza Han hükümetiyle anlaşma imzalama kararına geri dönelim. Gene aynı şekilde, uluslararası planda belirleyici olan güçler dengesi, Bolşeviklerin Kuzey İran’daki askeri faaliyetlerini sürdürmesini imkânsız kıldı. Bu anlamda, Rusların güçlerini çekmesi üzerinden onları “ihanet”le suçlayan yaklaşım, yanlış, idealist bir enternasyonalizm anlayışının ürünüdür.

Rusya, yedi yıl savaşmış, hâlihazırda iç savaşın yaşandığı bir ülkeydi. Bu anlamda, İngiltere ve diğer ülkelerin dayattığı ekonomik ablukayı aşmanın yollarını arıyordu. Aynı zamanda, bir düzine ülkenin karıştığı karşı-devrimcilerle girişilen cenkle geçen iki yılın ardından Bolşevikler, İngilizlerin Türkiye, İran ve Afganistan gibi sınır ülkeleriyle kurduğu emperyalist çıkar ilişkisinin kesilmesinin ana mesele olduğunu tespit ettiler. Bu belirlenmiş olan amaç, bencilce ve milliyetçilik üzerinden değil, Rus devriminin bekası için belirlenmiş bir amaçtı. İran’dan çekilmeselerdi, bu amaç doğrultusunda ortaya konulan çalışmalara zarar vermiş olurlardı. Ruslar, 1920’de İKP’ye sundukları yardımın düzeyini muhafaza edecek güce ne içeride ne de dışarıda sahipti.[9]

O zaman buradan Gilan hareketine bakmamız gerekiyor. Hareket güçlü olsaydı, Mayıs 1920’de ülke geneline yayılma imkânlarından faydalanabilirdi. İran’da gerçek bir devrimci durum bulunsaydı, İKP’nin öncülük ettiği hareketin iktidara gelme ihtimali söz konusu olsaydı, o vakit Ruslar, farklı hesaplar yaparlardı. O durumda harekete sırtını dönmüş olsaydı, daha ağır bir sorumluluğu sırtına almak zorunda kalırdı.

Rusları Gilan’a ihanet etmekle suçlayanlar, ilkeli enternasyonalistler oldukları iddiasındalar. Oysa yakından bakıldığında, bu yaklaşımın yüzündeki yaldız kazındığında, o sırdaki milliyetçilik bir biçimde açığa çıkıyor. Bu milliyetçilik, özünde Gilan deneyiminin dışarısı, özelde Rusların nüfuzu üzerinden başarısız olduğunu söylüyor. Bu yaklaşımın sahipleri, bir devrimin mümkün olmasını sağlayacak, ülke içinde varolan asli temeli değerlendirmeye tabi tutmadıkları gibi, İran’daki hareketin çıkarları yanında, tüm beynelmilel komünist hareketin çıkarlarını dikkate alan enternasyonalist bir değerlendirmede bulunmaktan imtina ediyorlar.

Geçmişi ve Geleceğiyle İran

Gilan Cumhuriyeti’nin yenilgisi, Rusya haricinde devrimci girişimlerin, Almanya, Macaristan, İtalya, Türkiye ve İran’da ortaya konulan iradenin yaşadığı toplam yenilginin bir parçası. Bu yenilgi, basit bir yaklaşımla “Bolşeviklerin ihaneti” meselesine bağlanamaz. Bağlayanlar, uluslararası planda belirleyici olan sınıf güçleri arası dengede proletaryanın zayıf konumunu, Gilan’daki hareketin sınırlarını, bölgesel kısıtlarını ve içteki ayrışmayı dikkate almıyorlar.

O süreçte İngilizler, Şubat 1921’de darbe yapabildiler ve bu darbe, Gilanlıları askerî açıdan hezimete uğratacak bir gücü bağrından çıkartabildi. Bu yeni hükümetin ülkede İngilizlerin sahip olduğu askerî nüfuza son verebileceği görülünce Bolşevikler, onunla içişlerine karışmayacağı taahhüdünü içeren anlaşmayı imzaladılar.

O dönem kurulan karşı-devrimci rejim 1979’da yıkıldı. Bugün İran, 1921’dekinden sosyo-ekonomik açıdan çok farklı bir ülke. Buna karşın, Gilan’da gündeme gelmiş olan politik meselelerin önemli bir bölümü tekrar açığa çıktı. Sosyalistlerle milliyetçiler arası ilişkiler, laik ve dindar muhalefet arası ilişkiler, bölgesel güçlerle milli güçler arası ilişkiler, İran’ın kuzey komşusuyla ilişkiler gibi meseleler, devrim sonrası tekrar gündeme geldi.

1921’de İKP’nin yaşadığı yenilgi ve sonrasında 1953’te Tude Partisi’nin yok edilmesi neticesinde meydan dini muhalefete kaldı. Bugün bu muhalefet, İran siyasetinde 1890’lardan beri sahip olduğu alandan daha büyük bir alanı işgal ediyor. Ama hareket, etkisiz, kafası karışık ve anti-demokratik bir niteliğe sahip. Bu anlamıyla İslamî hareket, İran’ın bugün yüzleştiği büyük sorunlara çözüm bulamaz. Bu, ancak sosyalist bir programla mümkün.

Onca yıl ezilen, sayısız ayrışma ve bölünmeyle uğraşan, Ortadoğu’daki en eski sosyalist hareket, bugün İranlı işçileri ve köylüleri kazanma imkânına yeniden kavuştu. Son otuz yılda Sovyet sınırlarında oluşan devrimci durum önemli sonuçları doğurabilir.

Not

Ağustos 1979’da, yukarıda yaptığım eleştiriyi tamamladıktan sonra İran’ı ziyaret etme, Gilan’ı kısa süreliğine gezme imkânı buldum. Gördüğüm kadarıyla Gilan Cumhuriyeti döneminin tarihi halkta hâlen daha diri, aynı şekilde, o dönemin tartışmaları farklı şekillerde hâlâ sürüyor.

Tahran’da, Rus Savaş Anıtı’na uzanan Stalin Caddesi’nin adı Mirza Küçük Han Caddesi olarak değiştirilmiş. Gilan eyaletinin idari başkenti Lahican’daki ana meydanda Şah’ın Beyaz Devrimi’ne ait ilkelerinin kazılı olduğu kaidenin üzerine Küçük Han’ın resimleri konulmuş. Son elli yıldır Bender (“Liman”) Pehlevi olarak bilinen Enzeli Limanı, eski ismine yeniden kavuşmuş. Reşt sokaklarında işportacılar, Cengeli hareketinin hatırasını yaşatmak adına, Cengel isimli radikal solcu gazetenin nüshalarını satıyor. Gilan dönemini sadece sol hatırlamıyor. Müslüman radikaller, İslam’la komünizmin zıt olduğunu düşünüyorlar. “Komünistlerin Sovyetler’e bağlı Orta Asya ülkelerinde, Afganistan’da, Eritre’de ve Filistin’de Müslümanlara zulmettikleri” üzerinde duruyorlar. Bu noktada Müslüman radikaller, Rusların kontrolünde olan komünistlerin, Müslüman devrimci olarak kabul ettikleri ve kahraman gördükleri Küçük Han’a ihanet ettiklerini söylüyorlar.

Fred Halliday
1980
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Gilan döneminin arka planına dair bilgileri şu çalışmanın birinci bölümünde bulmak mümkün: Sepehr Zabih, The Communist Movement in Iran, Berkeley & Los Angeles, 1966. Bu kitap, konuyu ele alan ve ana ölçüt olarak kabul gören bir çalışmadır. Türkiye’de o dönemde komünist hareketin durumu konusunda bkz.: George Harris, The Origins of Communism in Turkey, Stanford, 1967. Gilan meselesi, bu dönemde Sovyet dış politikasını ele alan önemli çalışmalarda da tartışılıyor: E. H. Carr, The Bolshevik Revolution 1917-1923, Cilt. 3, Londra 1953; Louis Fischer, The Soviets in World Affairs, Londra 1930; X. Eudin ve R. North, Soviet Russia and the East: 1920-1927, Stanford, 1957. Gilan deneyiminin gündeme getirdiği teorik meseleler ve o dönemde Sovyet stratejisinde Asya devriminin yeri meselesi, şu çalışmada tartışılıyor: H. Carrere d'Encausse ve Stuart Schram, Marxism and Asia, Londra, 1969.

[2] Cosroe Chaqueri, La Social-Democratie en Iran, Editions Mazdak (Casella Postale 517, 50100 Floransa, Italya) ,1979. Bu çalışma, erken tarihte ortaya çıkmış olan bu hareketin önemli belgelerini paylaşıyor. Bu belgeler arasında, Tebrizli devrimcilerin Kautsky ve Plehanov’a yazdığı mektuplar ile Himmet partisinin programatik hattına dair belgeler bulunuyor.

[3] Cengeli programının ilk hali şu çalışmada paylaşılıyor: M. Marthcenko, “Kutchuk-Khan”, Revue du Monde Musulman, Cilt. 4041, Eylül-Aralık 1920. Ravasani s. 585-7’de programın 1920 halinin İngilizcesini paylaşıyor.

[4] Gilan’daki ekonomik ve toplumsal koşullara dair bilgiler için bkz.: H. Rabino, Revue du Monde Musulman, Cilt. 32, s. 1916-17.

[5] Editions Mazdak [“Mazdek Yayınları”] Sultanzade’nin yazılarından oluşan bir seçkiyi kısa süre önce yayımladı: Politische Schriften, Floransa, 1975. Çalışmanın giriş bölümünü ve Sultanzade’nin hayat hikâyesine ait notları Hüsrev Şakiri kaleme aldı. 1921’de Rusya’ya giden Sultanzade, kendisini siyaset alanından çekti ve bir bankada çalışmaya başladı. 1928’de Komintern’in altıncı kongresinde yeniden ortaya çıktı. Bankacılık alanında edindiği deneyimler üzerinden, kongreye Buharin’in sunduğu, kapitalist dünyada finans sermayesinin hâkimiyetiyle ilgili resmi tezlere itiraz etti. Aynı zamanda Sultanzade, Sovyetler’in İran şahı Rıza Han’ı ilerici bir güç olarak tanımlamasına da karşı çıktı. Otuzların başında politik sahneden silindi. 1938’deki tasfiye sürecinde öldürüldü. Dolayısıyla, bu bağımsız kaynaklar, bize Sultanzade’nin Rus KP’sinin yumuşak başlı bir aracı olduğuna dair tasviri kesinlikle teyit etmiyor.

[6] Aktaran: N. Fatemi, A Diplomatic History of Persia, New York, 1952, 12. Bölüm.

[7] Bu dönemde sol, gerici kabul edilen ve toprak ağalarıyla bağlantılı olan mollalardan oluşan azınlık hizbiyle yoksul sınıflara yakın olan mollaların teşkil ettiği çoğunluk arasında ayrım yapmak gibi bir konuma sahip. Bkz.: Ravasani, s. 74-76.

[8] Bu tür bağlamlar dâhilinde, devrimci bir devletin desteğini geri çekmesi veya kısıtlaması ile komünist bir harekete uygulanan baskıya maddi veya politik açıdan onay vermek suretiyle gericiliğe sunulan aktif destek arasında ayrım yapmak gerekiyor. Hitler-Stalin anlaşması, Çin’in üçüncü dünyadaki karşı-devrimci eylemlere verdiği onay gibi örneklerin meşru görülmesi mümkün değil. ama Ruslar, Gilan’dan çekildi diye suçlanamazlar.

[9] Sovyetler’in İran’da İngilizlerle yürüttüğü kavganın arka planı için şu çalışmaya bakılabilir: Richard Ullman, Anglo-Soviet Relations 1917-1921. Vol 3, The Anglo-Soviet Accord, Londra 1972, s. 317-394. Kitap, İngilizlerin Sovyetler’in İran’da oynadığı role dair algılarını, Rusların Tahran hükümetini tarafsız kılma girişimlerini ele alıyor. Sovyetler’in Gilan’la ilgili değerlendirmelerindeki değişimi ele alan genel bir inceleme için bkz.: Central Asian Review, Cilt. 4, 1956. Rusların bu döneme ve sonuçlarına dair yaklaşımını öğrenmek için şu kısa süre önce yayımlanan çalışmaya bakılabilir: USSR Academy of Sciences, Lenin and National Liberation in the East, Progress Publishers; Moskova, 1978, Onuncu Bölüm: “Leninist Foreign Policy and the Peoples of Iran in their Fight for Independence and Social Progress”. Ama bu çalışmada Gilan hareketi içindeki ayrışmalardan ve Sovyetler-İran anlaşması sonrası Gilanlıların başına gelenlerden hiç bahsedilmiyor. Çalışma, tüm Sovyet güçlerinin Mayıs 1920’de ülkeye adım attıktan hemen sonra İran’dan ayrıldığı imasında bulunuyor (s. 316). Kitap aynı zamanda Lenin’in Rus partisinin Bakû seksiyonu içerisinde Gilan’dan çekilme kararına karşı çıkanları disipline sokma girişimlerini ve bir yandan da Gilanlılarla aktif dayanışma üzerine kurulu ilişkilerini sürdürme çabasını övgüyle anıyor (s. 321). Makale, Şah’la Sovyet hükümeti arasındaki devlet dolayımıyla kurulan ilişkileri olumlu gören, ama bir şekilde, 1967 ve 1975’te Rusların İran hükümetine sattığı askeri teçhizattan hiç bahsetmeyen bir değerlendirmeyle son buluyor.

0 Yorum: