12 Haziran 2024

3. Yeni


Yeni müfredat, görüşler toplanmak üzere, 10 gün süreliğine askıda kaldı. Bu süre sonunda meclise sunuldu. “Kâmil ve değerlerini bilen kuşak yetiştirmek için eldeki müfredatın yeterli olmadığı ve gereğinden fazla yüke sahip olduğu” iddia edildi. Daha önce 2005’te ve 2017’de müfredat değişikliği, benzer nedenlerle yapılmıştı.

“Değerler” başlığı, önemli bir tartışmaya kapı aralıyor. Bu değerlerin neler olduğuna dair bir örnek, Türk Dili ve Edebiyatı Öğretim Programı’ndan verilebilir: Dört yıl boyunca hemen her üniteyle “bağlantılı” olarak, “vatanseverlik" değeri ön plana çıkartılıyor. Burada dikkat çeken husus şu: milliyetçilik, “Yerli ve Milli Öğretim Programı” adı altında çocukların zihinlerine işleniyor.

Vatanseverlik bir değerdir, fakat anti-emperyalist bir zemin üzerine kurulduğu sürece. “Sözün ebrusu”, “sözün peşinde”, “geçmişten geleceğe” gibi bilimsel temele dayanamayan kavramlar, Türk dili ve edebiyatı müfredatına yerleştiriliyor. Okullarda edebiyat atölyesi kurulması gibi bir çalışma öngörülüyor. Değil edebiyat atölyesi kurmak, kütüphane açmaya müsait, münazara-panel-şiir dinletisi hazırlayacak konferans salonu olmayan okullar var. Öte yandan, öğrencilerin kültür hazinesine katkı sağlayacağı belirtilen şair ve yazarlar da Türk-İslam sentezi ideolojisine uygun şekilde seçilmiş durumda.

Her müfredat, ideolojik bir temele dayanır. Eğitim, doğası gereği ideolojik bir uygulama ve insan biçimlendirme programıdır. Yeni müfredatta “demokrasi” sözcüğüne dahi yer verilmiyor.

Disiplinlerarası yaklaşıma uygun şekilde, edebiyatın ilişkili olduğu disiplinlerin tümüne yer verilmiyor, metinlerin insan hakları ve demokrasi dersiyle herhangi bir ilişki kurulmadan işlenmesi planlanıyor. Aynı şekilde tanımlanan beceriler de başka ülkelerin öğretim programlarından çeviri ve uyarlama biçiminde hazırlanıyor, bu yönüyle yerli ve milli olduğu söylenemez. Dilbilgisi ise “anlamın yapı taşları” adıyla geçiyor fakat anlam (sentaks) dilbilgisi içinde sadece bir çalışma alanı, fonetik ve diğer alanlar ise devre dışı bırakılıyor.

Her kademe için dört tema belirleniyor, dinleme ve konuşma sınavları öğretmenin planlamasına göre değil, müfredatın belirlediği takvime göre yapılacak, dersin nasıl işleneceği adım adım belirtiliyor. Buradan çıkan sonuç ise öğretmen, sadece yönergeyle hareket eden bir nesne görevini icra edecek, öğretmene hareket edeceği bir alan bırakılmıyor.

Felsefe dersinde de durum farklı değil. Sorgulamadan öte, verili olanı kabul esas alınıyor. Felsefe tarihine yön veren temel düşünürlere yer verilmiyor. Hem norm fazlası felsefe öğretmeni sorununu çözebilmek hem de felsefe dersi adı altında din kültürü müfredatının işlenebilmesini sağlamak adına, geçtiğimiz yıllarda felsefe dersi 10 ve 11. sınıfların dersleri arasına yerleştirildi. Bu ders özelinde dikkat çeken diğer bir nokta ise her derse ait öğretim programlarının sayfa sayısı 30-277 bandında. İnsan hakları ve demokrasi müfredatı 30, felsefe 67, Türkçe 288. Diğer derslerinki ise demokrasi ve Türkçe müfredatlarının sayfa sayıları aralığında. Asıl önemli bilgi ise şu: Din kültürü grubu derslerinin öğretim programı 572 sayfa.

Sadece bu bilgi yeterli mi? Hayır. Sosyal bilimlerden biyolojiye kadar birçok dersin müfredatında din kültürü dersinin öğretileri ve becerileri gölge etkisi görevi görüyor. Asıl amaç, sömürüye rıza gösterecek insan yetiştirmek, toplumsal yapıyı ve dinamizmi bu ajandaya göre düzenlemek.

Bu noktada pozitivist laisizmle verilen tepki, sadece kimliksel yarılmaya/yarışmaya neden olarak, tam da müfredatın amacına hizmet eder. Laikliğin en çok sömürü düzeninin sona erdirilmesi için gerekli ilke olduğuna göre hareket edilip halka bu yönde bir çağrı yapılmalı. Öğretmen-veli dayanışması ve işbirliği günün en acil ihtiyacı.

Bir yandan MESEM adı altında sömürülecek bir öğrenci profili var, 5 gün iş yerine gidecek; diğer yanda 1 gün okula gelindiğinde inanç manipülasyonuyla rıza üretimi yapılacak.

Verilen yanlış bir tepki de paydaşlara sorulmadan müfredat hazırlanması. Bu ise reformist bir yaklaşımın sonucudur. Eğitimciler, sendikal bir baskı oluşturarak, müfredat yapıcı olma talebini yerine getirerek tarihsel özne olduğunu dayatmalı.

“Paydaş” demek, ortak olmak demektir. Eğitimci, özne olmadığı sürece paydaş olarak kalır. Kimsenin tartışmaya “lüzum” görmediği bir konu da müfredata hazırlık olarak 3 yıldır süren UNICEF hibesiyle yapılan çalıştaylar dizisi. Bu aşamada hiç kimse, sorununun emperyalizmle bağlamını tartışmıyor. Batı, neden “yerli” ve “milli” müfredat için hibede bulunsun!

Becerilerin belirlenmesinden kazanım geliştirilmesine kadar düzenlenen çalıştaylar, 21. yüzyıl becerilerine uygun eğitim modeline uyum sağlamaya yönelik. Bu beceriler, tam olarak kapitalist toplum modeline uygun beceriler, üç temel başlıkta toplanıyor: öğrenme ve yenilik becerileri, dijital okuryazarlık becerileri, kariyer ve hayat becerileri. Son başlığın kapsamında geçen girişimcilik, esneklik ve uyum, üretkenlik gibi beceriler, yeni kapitalizmin esnek ve güvencesiz çalışma sistemiyle uyumlu.

“Girişimcilik” denen beceri, bugün için kapı kapı iş arayıp mülâkatlara katılmak ve aynı sınıfsal aidiyetten gelen insanı elemek için yöntemler aramaktan başka bir anlama sahip değil. Esneklik ve uyum ise her ne kadar demokratik tanımlara sığdırılsa da pratikte güvencesiz çalışmayı ve mobbingi bir çalışma etiği edindirme çabasını ifade ediyor.

Müfredatın bir özelliği de hiçbir ihtiyaç analizine dayanmayıp, sadece sermaye aparatı olan tarikatların taleplerine göre hazırlanmış olması.

Sonuç olarak; sömürü düzenine uygun şekilde hazırlanmış olan “yeni” müfredat, rızaya uygun hareket eden sınıf üretmeyi amaçlıyor.

Bir eğitim sistemi de müfredatı da emperyalizmle, idealizmle, üretim ilişkileriyle kurduğu bağa göre bir üstyapı olarak kabul edilip değerlendirilmeli. Müfredat, hangi sınıfın çıkarlarına hizmet ediyorsa eleştiri de çözüm de o sınıfa göre geliştirilmeli. Bunu yaparken de pozitivist kimlikçilik terk edilerek, ulaşılabildiği kadar veliye; gerekirse kapı kapı gezerek, mahalle forumları düzenlenerek, afiş-bildiri üretimi ve kitle çalışması geliştirerek ulaşılmalı. İşbirliğini ve sorgulamayı esas almayan her müfredat tepkiyle karşılanmalı, esas müfredatın da eğitimin de yalnızca sınıfsız-sömürüsüz düzende mümkün olacağı kavranmadığı sürece tek “kazanım”, reforme edilmiş bir müfredat olacaktır.

Konuyla ilgili ders ders inceleme, bir yazının ve alan bilgisinin kapsamı dışında olup, burada söz konusu müfredata yaklaşırken başvurulacak kavram setine işaret etmeye çalıştık.

S. Adalı
11 Haziran 2024

0 Yorum: