26 Haziran 2024

ABD, Çin, Küreselleşme


Son zamanlarda İtalyan kitle iletişim araçlarının yeterince vurgulamadığı, bir yandan ABD ile Çin arasındaki çatışmanın cereyan ettiği alanın genişlediğini, diğer yandan da iç çelişkilerin ortaya çıktığını gösteren bazı olaylar meydana geldi. Bu olaylar, Batı’yı, bilhassa ABD’yi etkiliyor.

Ukrayna’daki savaşla birlikte günümüz uluslararası ilişkilerinin asıl özelliği olan ABD ile Çin arasındaki rekabet, giderek ekonomik alana da uzanıyor. Bu, iki küresel devin baş kahraman olarak görüldüğü gerçek bir ekonomik savaştır.

Kısa bir süre önce ABD, Çin’e mikroçip ihracatını engellemişti; Çin de misilleme olarak, mikroçipler de dâhil olmak üzere, yüksek teknolojili ürünlerin üretimi için hayatî önem taşıyan galyum ve germanyum gibi hammaddelerin ihracatını engellemişti.

Artık çatışma, iletişimin ve dolayısıyla dünya ekonomisinin belirleyici bir yönünü ifade eden denizaltı kabloları ağına kadar uzanıyor. Aslında veri ve ses trafiğinin %96’sı deniz tabanına yerleştirilen 1,4 milyon kilometrelik kablodan oluşan bir ağ üzerinden geçiyor. Bu kablo ağı olmasaydı, küreselleşme olmazdı. Dolayısıyla, bu kabloların kontrol edilmesi, dünya ekonomisinin kontrol edilmesi açısından kritik öneme sahiptir. Bu kabloların döşenmesi, esas olarak ABD şirketleri tarafından gerçekleştirildiğinden, Çinli şirketlerin yapacağı her türlü müdahale potansiyel olarak tehlikeli görülüyor ve bu nedenle bu türden müdahalelere karşı çıkılması gerekiyor.

2025 yılına kadar Singapur'u Mısır üzerinden Marsilya'ya bağlayacak olan 19.200 km’lik bir fiber kablo hattını ifade eden SeMeWe6 bu konuda verilebilecek bir örnek. İhaleyi, hizmetleri karşılığında 475 milyon dolar isteyen Çinli HMN Tech şirketi kazandı. Ancak American SubCom adlı başka bir şirket, 600 milyon doların üzerinde bir talep olmasına rağmen çalışmalara başladı. ABD hükümetinin müdahalesi, Çinli şirketin yerini Amerikan şirketinin almasına sebep oldu.[1]

Ancak Amerikan yönetiminin tek müdahalesi bu değil. 2020’de ABD hükümeti, Los Angeles ile Hong Kong arasındaki doğrudan denizaltı kablosu bağlantısını fiilen yasakladı. Pek çok tartışmanın ardından, kablo hattı Filipinler ve Tayvan’da durdurularak Çin Halk Cumhuriyeti’nin bağlantısı kesildi. Dahası, Çin ile ABD arasında Güney Çin Denizi’ne kim egemen olacak sorusu üzerinden yaşanan anlaşmazlıklar, Apricot’tan Echo’ya kadar birçok sanayi konsorsiyumunu, ABD tarafından kontrol edilen Guam adasında yeni bir kablo merkezi kurmaya itti. Özetle, ABD’nin şu ana kadar Çin’in denizaltı kablolarındaki varlığını sınırlamayı başardığını söyleyebiliriz: Çinli HMN Tech, mevcut veya planlanan kabloların yalnızca %10’unda faal.

Ancak Çin boş durmuyor, çünkü Çin, rekabet temelinde yapılan kıyaslamalar dâhilinde, kendisinin epey yatırım yaptığı yüksek teknoloji sahasında ABD’ye kıyasla önemli bir konumda olduğunu görüyor. Bu yatırımların önemli bir kısmı Dijital İpek Yolu’na, özellikle de Pakistan’dan başlayıp Kenya, Cibuti ve Mısır’a kadar uzanan ve Marsilya’ya ulaşan Barış isimli kablo hattına bağlı. Bu altyapı, Çin’in, en fazla nüfus artışına sahip ve geniş hammadde imkânları sunan kıta olarak Afrika’da kendi ticari faaliyetlerini başlatmasına veya pekiştirmesine imkân sağlıyor. Çin’in kontrol ettiği bir diğer önemli kablo hattı ise Kamerun ile Brezilya arasındaki Yelken hattıdır. Ayrıca, Orta Doğu’dan geçerek Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayacak 500 milyon dolarlık denizaltı kablo hattı projesi EMA gibi yeni Çin projeleri de var. Bu durumda Çin’in hedefi, ABD kontrolündeki mevcut kablo hatlarıyla rekabet edebilmektir.

ABD ile Çin arasındaki bu çatışma muhtemelen nihayetinde ağın bölünmesine, yani iki ayrı internetin oluşmasına yol açacak. Bu ağın biri ABD’ye diğeri Çin’e ait olacak. İnternet sahasının ayrıştırılması meselesi, bir kablo hattının nerede, ne zaman ve nasıl inşa edileceğine ilişkin kararın enformasyon akışını kesintiye uğratabileceğiyle ve teknolojik bağımlılığa yol açabileceğiyle ilgili gerçeğin uyguladığı baskının bir sonucudur. Kablo hattının sahipleri, bu noktada arkadan dolaşabilirler, başka gözetim mekanizmalarını devreye sokabilirler. Ayrıca, geleneksel şifreleme bilimi sayesinde şu anda güvenli olan şey, gelecekte kuantum bilgisayarlar sebebiyle güvenli olmayabilir. Tüm bu sebeplere bağlı olarak bugün kişisel verilerin korunması için fiziksel ve sanal bariyerleri gündeme geliyor, neticede ortaya kablo hattı ağlarını ayırma eğilimi çıkıyor.

Küreselleşen dünyanın parçalanma süreçlerinde dikkate alınması gereken diğer önemli olgular ise Batı bloğunun ve etkisi altındaki alanların kendi içinde işleyen çelişkilerdir. Bu çelişkilerin ilk örneğine AB ile 33 Latin Amerika ülkesinin yer aldığı Celac zirvesinde tanık olundu. Bu zirvede AB, Ukrayna’da savaşın patlak vermesi nedeniyle Rusya’yı kınayan nihai bir belge yayınlamak istiyordu. Bu, bazı Latin Amerika ülkelerinin muhalefeti nedeniyle mümkün olmadı.[2] Üstelik, geçen Şubat ayında BM’de düzenlenen, Rusya’yı kınayan bir karara Nikaragua’nın karşı oy verdiği oturumda, Bolivya, Küba ve El Salvador çekimser kaldı. Farklı kıtalar arasında giderek farklı bir şekilde algılanan Ukrayna’daki savaş konusunda G20 bile ortak bir görüş geliştiremedi.

Pek çok ülke, özellikle Afrika’dakiler ve aynı zamanda Latin Amerika’dakiler de yüzünü BRICS ülkelerine ve Çin’e çeviriyor. Bunların arasında, Rusya’nın yerine İtalya ve Avrupa’ya gaz tedarikinde temel bir ülke olan ve son günlerde BRICS’in Yeni Kalkınma Bankası’na katılma talebinde bulunan Cezayir de yer alıyor. Çin, Cezayir’in talebini hemen kabul etti, neticede ABD’deki hoşnutsuzluk arttı.

Ancak belki de en çarpıcı çelişki, ABD’deki çelişkidir. Yukarıda da söylediğimiz gibi Biden yönetimi, Çin’e mikroçip ihracatını engelledi, bu da ABD’ye stratejik hammadde ihracatını durdurdu. Sektördeki ABD şirketlerinin birliği olan Yarı İletken Endüstrisi Birliği, Biden yönetimine Çin’e çip satışlarına daha fazla kısıtlama getirmekten kaçınması yönünde güçlü bir çağrıda bulundu. Aralarında Intel, Qualcomm ve Nvidia gibi devlerin de bulunduğu Amerikalı sanayicilere göre, teknolojik ticarete yönelik savaş ve Washington’da üzerinde çalışılan yeni ihracat limitleri ciddi zararlara yol açabilir ve Çip Yasası’nın geçersiz kılınması riskiyle karşı karşıya kalınabilir. Biden, bilimsel araştırmaları ve özellikle yarı iletken üretimini desteklemek için 280 milyar dolarlık bir bütçeyi devreye soktu. Biden özellikle, Çinli grupların daha gelişmiş yapay zekâ teknolojileri geliştirmek için gereken çiplere erişimine sınırlamalar getiren bir idari emir çıkarmayı düşünüyor. Nvidia, yapay zekâ çiplerinin Çin’e ihracatının yasaklanmasının “ABD endüstrisi ve rekabet gücü için kalıcı bir fırsat kaybına yol açacağını” öne sürerek bu karara karşı çıktı.[3]

ABD’nin büyük yüksek teknoloji grupları ve özellikle yarı iletken grupları, kendileri için çok önemli bir pazar olan Çin’den gelecek misillemelerden korkuyor. Qualcomm, Huawei Technology’ye cep telefonu çipleri satma konusunda ABD yetkililerinden lisans alan tek şirket. Nvidia, Çin pazarı için optimize edilmiş bir AI (yapay zekâ) çipi satarken, Intel’in CEO’su, yakın zamanda AI çiplerinin satışını tanıtmak için Çin’e gitti. Dolayısıyla, Çin ile ABD arasında büyüyen çatışmanın ABD sermayesi içinde bölünmelere yol açtığı açıkça görülüyor: Yüksek teknoloji ve yarı iletken sektörlerinden oluşan bir kesim, ABD ile Çin ekonomileri arasındaki ayrılığa karşı çıkarken, askeri-endüstriyel kompleks ve madencilik sektörü dâhil olmak üzere diğer kesimler, ABD’ye ait teknolojilerin ihracatının ekonomiye ve her şeyden önce Çin savunma endüstrisine fayda sağlayabileceğinden endişe ederek, daha büyük bir ayrışma için baskı yapıyor. İki ayrı denizaltı kablo hattı ağının oluşturulması, küreselleşmenin sembolü olan interneti riske atıyor.

Özetle, yukarıda sıralanan gerçeklerin sunduğu tablo, Rusya ve hepsinden önemlisi Çin ile olan jeopolitik ve stratejik çatışmanın, ABD (aynı zamanda AB) içinde giderek derinleşen bir çelişkinin damgasını taşıdığını ortaya koyuyor: bu çelişki, küreselleşmeme olarak ifade edebileceğimiz, dünya pazarını parçalama amacını güden politik ama aynı zamanda ekonomik güçler ile dünya pazarının birliğini, yani küreselleşmeyi savunmak için gayret eden politik ve ekonomik güçler arasında cereyan ediyor. Şimdilik bu güçler arasında belirli bir dengenin bulunduğu görülüyor.

Son zamanlarda ABD müesses nizamının bazı üyeleri, giderek kopan ilişkiyi onarmak için Pekin’i ziyaret ediyorlar. Çin tarafından ABD devlet tahvili alımlarının sona ermesine ilişkin endişeleri açıkça ifade eden Hazine Bakanı Janet Yellen’ın son gezisi ve aynı zamanda salt yurttaş kimliğiyle düzenlenmiş olsa da, Henry Kissinger’ın gerçekleştirdiği son gezi bilhassa önemliydi. Kissinger, Başkan Xi Jinping tarafından en üst düzeyde kabul edildi. Kissinger’ın ABD sermayesinin önemli bir kısmını temsil ettiğine hiç şüphe yok.

Muhtemelen, bugün Çin ve ABD (ve AB) ekonomilerinin ayrılmasını esas alan küreselleşmeme eğiliminden ziyade, en azından şimdilik, tedarik zincirlerinin kopması ihtimalinin yol açacağı risklerin azaltılacağı sürecin başında bulunuyoruz. Bu risklerden kurtulma çabası ile birlikte ortaya, muhtelif üretim faaliyetlerini ve hammadde, yarı mamuller ve bileşenlerin arzıyla ilgili işlemleri coğrafi açıdan daha güvenli olan alanlara kaydırmak suretiyle tedarik zincirlerini kısaltma eğilimi çıkıyor. Bu süreçte küreselleşmenin alanını genişlettiği dönemde ABD, Japonya ve AB, sınırlarını genişlettikleri, lokal olmaktan çıkarttığı bölgelerde faaliyetlerini daha da yoğunlaştırdı. Sorun şu ki, Batı’nın nüfuz alanına giren birçok ülkenin yüzünü BRICS’e ve özellikle de Çin’e çevirdiği göz önüne alındığında, G7’ye bağımlı ve kontrol edilen, yani kolektif Batı tarafından kontrol edilen güvenli alanlar, her zaman o kadar güvenli olmuyor.

Sonuç olarak, küreselleşme-küreselleşmeme arasındaki çelişkinin, kapitalist üretim tarzının emperyalist aşamasındaki çelişkilerinin bir yansıması olduğunu söyleyebiliriz. Sermaye, hem piyasanın sınırlarını sürekli olarak aşma eğilimidir hem de korumacılığı ve yaptırımları belirleyen, eşitsiz büyümenin vurguladığı, parçaları arasındaki daimi rekabettir. Sermayenin dünya pazarının genişlemesi ve parçalanması arasında daimi bir diyalektik içinde yaşamasının nedeni budur. Önemli olan, zaman zaman mevcut iki eğilimden hangisinin, küreselleşme sürecinin mi yoksa küreselleşmeme sürecinin mi hâkim olduğunu anlamaktır. Bunu anlamak, savaşların olup olmayacağını ve nasıl olacağını anlamak için de önemlidir. Aslına bakılırsa, Irak, Afganistan, Suriye ve Libya örneğinde görüldüğü gibi, küreselleşmenin alanını genişlettiği aşamalarda bile sınırlı ve düşük yoğunluklu savaşlar mümkün olsa da, yüksek yoğunluklu, daha kapsamlı ve genele teşmil edilmiş savaşların patlak vermesi, küreselleşmeme sürecinin belirli aşamalarınca daha fazla tercih edilmektedir.

Domenico Moro
27 Temmuz 2023
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Vittorio Carlini, “Usa e Cina, sotto i mari la battaglia sui cavi che spacca la rete internet”, il Sole 24 Ore, 19 Temmuz 2023.

[1] Beda Romano, L’Ucraina spacca il summit della Ue con l’America Latina, il Sole 24 Ore, 20 Temmuz 2023.

[1] Luca Veronese, “Appello dell’industria Usa a Biden: stop alla guerra dei chip con la Cina”, 20 Temmuz 2023.

0 Yorum: