“Ae Lenin, ae ferişta-e-rahmet
Kun kadem rance zud be-zahmet
Tuham çeşm men aşiyane test
Hen ba farma keh hane hane-e-test”
“Ah Lenin, Rahmet Meleği
Tez gel, öyle merasimsiz, resmiyetten uzak halinle
Bil ki gözbebeğim senin yurdun
Bu ev senin yuvandır.”
[İranlı şair Arif Kazvini’nin “Lenin’e Övgü” şiiri, 1917]
Walter
Benjamin, bir keresinde şunu söylemişti: “Düşman kazanırsa ölüler bile güvende
olmaz.” Ülke içerisinde ve dünya ölçeğinde karşı-devrim başarılı olduğu vakit, ufak
savunmasız bir yerde baş göstermiş büyük bir devrimci kalkışmaya dair hatıralar
silinir gider, bu durum, sonraki dönemde solcuların yazılarında illaki karşılık
bulur.
Rusya’da
yaşanan Bolşevik Devrimi’nden hemen sonra atılan devrimci adımların veya Ortadoğu
devrimlerinin tarihçesine baktığımızda, 1919 yılı özelinde İran’ın, Berlin’in,
Münih’in, Budapeşte’nin, 1919-1920 özelinde ise Torino sovyetinin adına
rastlanır, ama en geniş manada devrime denk düşen ve İran’ın kuzeybatısındaki
Gilan şehrinde yaşanan şey, pek ciddiye alınmaz, kabul görmez.
Birinci Dünya Savaşı’nı takip eden dönemde Batı Asya politikasının ana seyrinden ve Moskova’da kurulan ilk işçi devletinden ayrı olarak analiz edilen süreci gözlemciler, hatta Ortadoğulu olanlar bile, bölgesel ve ulusal meseleler çerçevesinde ele aldılar.
Yüz yıl önce 5 Haziran 1920 günü kurulmasından Tahran’daki
merkezi hükümet tarafından yıkılana dek geçen 16 ay boyunca Gilan Cumhuriyeti,
hem modern Ortadoğu tarihi hem de yirminci yüzyıldaki radikal başkaldırıların
ve devrimlerin tarihinde önemli bir yere sahiptir.
Elde
güvenilir belge ve kanıt bulunmadığı için cumhuriyetin tarihinin önemli bir
kısmı hâlen daha karanlıkta. O sürecin parçası olmuş insanlar, ya sessizliğe, ya
toprağa ya teslimiyet çukuruna gömülmüşler. Bu radikal dönemin hatırası gençler
için pek bir anlam ifade etmeyebilir. Fakat gene de modern İran tarihinin bu
dönemini tarihsel açıdan doğru bir biçimde aktarmak, ilgili dönemin derslerinden
faydalanmak amacıyla bu devrimi geriye doğru analiz etmek gerekmektedir.
Aslında
Gilan, o muazzam önemini bugün de muhafaza etmektedir. Bu devrimin önüne
koyduğu görevlerin hiçbirisi tamamlanamadı, belirlediği sorunların çok azı
çözüme kavuşturuldu.
Sosyalistlerle
milliyetçi güçler arasındaki ilişkiler, seküler kesimle dindar muhalifler arasındaki
ilişkiler, bölgesel ve milli güçler arasındaki ilişkiler, İran’ın kuzey
komşusuyla ilişkisi, tarım meselesinin devrimci mücadeledeki yeri, sömürge ve
yarı-sömürge ülkelere uygun olan sınıfsal ittifak biçimleri meselesi,
anti-emperyalizmle toplumsal açıdan devrimci mücadeleler arasındaki ilişki, bölgesel
bir isyanı ülke genelinde hüküm sürecek bir harekete dönüştürme meselesi, İslam’la
ve Müslüman din adamlarıyla ilişki, belki de daha önemlisi, tek ülkede süren
devrimci mücadeleyle mevcut olan devrimci devletin politikaları arasındaki
ilişki gibi meseleler, Haziran 1920’de Gilan’da yaşanan kalkışmada genel manada
duygusallık zemininde ele alındı, bu anlamda, yirmi birinci yüzyıl İran’ının
gündeminde yerini bir biçimde muhafaza etti.
Bugünkü
yetkili isimlerin çoğu ve kamuoyu, Gilan’da yaşanan bu ilk patlamanın mirası ve
ona dair hafızadan kaçmak için uğraşıp dursa da geçerliliğini hâlen daha
koruyan ve görevini tam olarak ifa edememiş olan Gilan Devrimi, hayatına devam
etmekte. Bu devrim, İran’da bugün yaşanan huzursuzluğun tarihsel nedenlerinden
biri.
Bugün
ana akım medyada bolca dile getirilen İran değerlendirmelerini düzeltmek gibi
bir işleve sahip olan bu tespitler, bugünü anlama konusunda da önemli bir zemin
sunacak. Zira bahsi edilen İran değerlendirmeleri, genelde İslam’ı ve Şii
İslamı’ını basitleştiriyor, petrol meselesine odaklanıyor, İran’ın reform türü
gelişmelere dirençli olduğunu söylüyor. Bu değerlendirmelerde İran, her imamın,
her ayetullahın eli silahlı olduğu, tüm grupların birbirini boğazladığı,
zamansal akıştaki bir anormalliği ifade eden, kısmen güzel kısmen tehlikeli,
Şarkiyatçıların anlatıp durdukları masallardan fırlamış bir yer olarak takdim
ediliyor.
Herodot’un
da tespit ettiği üzere, “tarihin en temel yükümlülüğü, büyük ve muazzam
olayların unutulmamasını sağlamaktır.” Kısa süre önce İngiliz radikal tarihçi
E. P. Thompson’ın da dediği gibi, tarihçinin görevi, “geçmişi onu kendince
küçük gören bugünün tasallutundan kurtarmaktır.” Zamanın alt edemeyeceği, akıl
ürünü olan bu iki tespit, bugünün İran’ı için de geçerli.
1917
Bolşevik Devrimi, Asya’nın diğer bölgeleri gibi İran’daki özgürlükçü güçleri
yüreklendirdi. Literary History of Persia [“İran’ın Edebi Tarihi”] kitabının
yazarı Edward Browne şunları söylüyor:
“Rusya’daki sosyalist
devrim, insanlık tarihinde açılan yeni dönemin şafağı idi. Bu devrim, İran’ın
kaderine, politik ve ekonomik koşullarına derinlemesine tesir etti. Esasında bu
devrim, İran’ın bağımsızlığının, iç ve dış siyasetinin bağımsız oluşunun ana
sebeplerinden birisiydi. Rus Devrimi, gerçekte İran’ın bağımsızlığının güvencesi
olduğunu bir biçimde ispatladı. Bu devrim olmasaydı, İran’ın türlü musibetlerle
yüzleşirdi, hatta belki de bugün İran ve Türkiye diye iki ülke bile olmazdı.”
Rus
Devrimi’nin onuncu yıldönümünde İran’ın önde gelen yazar ve şairlerinden Faruk
Yezdi, davet edildiği Moskova’da gerçekleşmiş olan devrimi öven bir gazel
okudu. Bu gazel, bir Moskova gazetesinde çevirisiyle birlikte yayımlandı:
“İşçilerin
bu kutlamasında
Devrimin bir alametini arayıp durdum
Gördüm ki devrimin bugünü ve yarını bereketli
İran adına devrimin liderlerine ve işçilerine teşekkür ederim.”
Ta
başından beri sömürge ve yarı-sömürge ülkelerin tam bağımsızlığından yana
durmuş olan Bolşevik Parti, Çarlık Rusyası ile Britanya’nın 1907’de İran’ın
taksim edilmesiyle ilgili imza ettiği anlaşmaya karşı çıktı. Şubat 1921’de Sovyetler’le
İran arasında imzalanan anlaşma İran’ın borçlarını iptal etti, Ruslara ait
olan, demiryolu ve telgraf hatları gibi varlıkları tek kuruş bile almadan İran’ın
kontrolüne bıraktı.
O
dönemde Sovyetler, İran’ın egemenliğine saygı duyarken, İngilizler, ülkeyi
kontrol altına almak için her türlü girişimde bulundular. Tahran’da Vosugü’d
Devlet hükümeti, farklı bakanlıkların ve dairelerin sorumlusu olarak atanmış
olan İngiliz danışmanların ezgileriyle dans ediyordu.
Ağustos
1919’da İngilizler, Kaçar şahı Ahmed Şah’ı yurtdışına gönderip onun Vosugü’d
Devlet’le anlaşma imzalamasını sağladı. Bu anlaşmayla İran, Mısır ve Irak’la
aynı statüye kavuşacaktı. Ama bu anlaşma, Tahran, Tebriz, Reşt gibi yerlerde
protestolarla karşılandı. Bu eylemlerde İngilizler ve Vosug aleyhine sloganlar
atıldı.
Gilan
ve Azerbaycan eyaletlerinin bu İngiltere-İran arasında imza edilmiş olan anlaşmaya
yönelik tepkileri daha büyük oldu. Gilan’da 1916’dan beri faal olan milliyetçi
bir grup vardı. Hareketin başındaki ismin adı, Mirza Küçük Han’dı.
Bu
yoksul köylülerden ve tarım işçilerinden oluşan örgüt, Gilan ormanlarında mücadele
yürütüyordu. Bu ormanlardaki mücadelesi sebebiyle örgüt, “Cengeli” ismiyle
anılıyordu. Ayrıca örgüt Cengeli isminde bir gazete çıkarttı.
Mirza
Küçük Han, Gilan eyaletinin başkenti Reşt’te dünyaya gelmişti. Bakû ve Tiflis’te
silahlı mücadele konusunda eğitim aldı. Sosyalist değildi, daha çok İslam
birliği fikrinden yanaydı, ama ta 1917’den bile önce Bolşeviklerle bağlantısı
mevcuttu.[1]
Cengeliler,
Tahran’daki hükümetin İngilizlerin kölesi olduğunu görünce 4 Haziran 1920 günü
Reşt şehrini, Mirza Küçük Han, İhsanullah Han ve Halo Kurban liderliğinde ele geçirdiler.
Hareket, burada İnkılâb-e Surh [“Kızıl Devrim”] isminde bir örgüt kurdu
ve Gilan’ın bağımsızlığını ilân etti.
Bu
sırada, Haydar Han Emmioğlu, elli yoldaşıyla birlikte Cengeli saflarına
katıldı. 20 Haziran günü İran’ın öncü sosyalist örgütü Adalet Partisi Reşt’te
kongresini düzenledi. Bu kongreye Gilan’ı temsilen 48 kişi katıldı. Aynı
kongrede Adalet Partisi’nin ismi İran Komünist Partisi olarak değiştirildi.
Gilan’da
kurulan demokratik hükümet, yurtseverlerin ve komünistlerin meydana
getirdikleri birleşik cephenin ürünüydü. Yeğikyan’ın başkanlık ettiği hükümette
harbiye nazırlığı görevini Mirza Küçük Han üstlendi.
Yeni
hükümetin manifestosu, kendi koşulları dikkate alındığında ılımlı bir metindi. Daha
çok İran’ın güvenliği ve bağımsızlığının korunmasına odaklanan metinde, İngiliz
emperyalizmiyle yürütülecek savaşa, ülkede demokratik bir hükümetin kurulmasına,
emperyalistlerle imza edilmiş tüm anlaşmaların iptaline, her millete eşit
haklar bahşedilmesine, toprak sahiplerinin elindeki mülklerin kısıtlanmasına,
sıradan İranlının malının ve canının korunmasına dönük vurgular mevcuttu.
Eskiden
Adalet Partisi üyesi olan Seyyid Cafer Pişevari’nin örgütü, şehir ve bölgedeki
koşulların bilincinde olmadan Bakû’ye gelmeleri sonrası, aşırı solcu bir yola
yöneldi. Zafer sarhoşluğuyla birleşik cephe talebini görmezden gelip, ayrışma
sürecini tetikledi.
Eylül
1920’de Mirza Küçük Han, bu gelişme karşısında öfkelenerek ormana geri döndü. Ardından
da İngilizlerle görüşmelere başladı. İhsanullah Han, başbakan ve dışişleri
bakanı olarak atanırken, Pişevari enformasyon bakanı olarak atandı.
Reşt’teki
hükümet, sosyalist devrim şiarını gündeme getirdi. Oysa emperyalizmle ve
feodalizmle mücadele hâlen devam ediyordu ve İran halkının zihni henüz
sosyalizmi benimseyecek düzeyde değildi. Toprak, yoksul köylüler arasında
dağıtılmak yerine milletin mülkü ilân edildi. Özel şahısların ticari
faaliyetleri yasaklandı. Yerli sanayi için kurulmuş kurumların kapısına kilit
vuruldu. Mollaların üzerine giden hükümet, zengin ve yoksul mollalar arasında
ayrım yapma gereği bile duymadı. Devrim, hükümetin ifrata varan eylemleri
sebebiyle büyük bir yenilgi yaşandı. Neticede Gilan hükümeti, halkın güvenini
yitirdi.
Ekim
1920’de Haydar Han Emmioğlu, Pişevari yerine yeni lider seçildi, ardından da mollalara
yönelik kampanyaya son verdi, birleşik cephenin yeniden faal olabilmesi için
adımlar attı. Mirza Küçük Han’ı hükümetin başına getirdi, ayrıca maliye bakanı
yaptı, kendisi de dışişleri bakanı oldu.
Mirza
Küçük Han’a Reşt’e dönmesi çağrısında bulunuldu, bunun üzerine Mirza, Emmioğlu’na
şehre geleceğini, orada aralarındaki anlaşmazlıkları tartışacaklarını söyledi. Fakat
Eylül 1921’de toplantı yerine giden Emmioğlu ve adamları, Küçük Han tarafından
katledildi. Haber, ordu komutanı Rıza Han’a ulaşınca Reşt’e saldırı düzenlendi.
Reşt ve Enzeli’de devrimciler katledildi. Mirza Küçük Han, saldırıdan kaçıp
kurtuldu ama ormanda öldü. Efsaneye göre kafası kesilip Tahran’a götürüldü.
Cafer Pişevari, Bakû’ye sığındı. Böylelikle Gilan Sovyet Cumhuriyeti olarak bilinen
İran Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti son buldu.
1922’de
Mirza Küçük Han’ın eski yoldaşı Halo Kurban, Ebulkasım Lahuti ile birlikte yeniden
silahlı mücadeleye girişti, hatta Tebriz’de birkaç devlet binasını ele geçirdi
ama bu ayaklanma, ancak on gün sürdü. Lahuti ve Halo Kurban, İran’dan ayrılıp
Sovyetler Birliği’ne gitti.
Bu
yazının başında Arif Kazvini’nin Lenin için kaleme aldığı kasideyi aktarmıştım.
Galiba en uygunu da yazıyı Kazvini’yle aynı dönemin şairi olan ve sonrasında
Sovyetler’e yerleşip orada vefa eden Lahuti’nin Lenin için yazdığı mersiyeyle
bitirmek. “Lenin Yaşıyor” ismini taşıyan bu şiir, 1925’te, muhtemelen Lenin’in
birinci ölüm yıldönümü için kaleme alınmış:
“Cumhurun
başkanına ait konuta uzanan tüm yollar
İnsan seliyle kaplıydı ve bu sel gürül gürül akıyor,
Durmadan kabarıyordu.
Gün gün
değildi, gece de gece
Kadın erkek çoluk çocuk cümlenin tek derdi, çektiği çile.
Adımlar ilerledi,
karlar yağdı, soğuk iliğe işledi.
Yeryüzü hüzünlüydü
Yürüyenlerin
ayaklarına kederin taşları bağlanmıştı.
Adını anmanın
belayı çağırmak olduğuna inanıyorlardı.
Herkes hayretteydi.
İçinde debelendikleri
hüzün dalgaları
O soğuk yuvalarında gözleri dondurmuş,
Gözyaşları oracıkta birikmişti.
Ölümün saldırısıydı
bu, hayatın ruhunu diken sardı.
öfkenin şekline bürünse de acı, kabardıkça kabardı.
Sevgilinin
derdi karşısında,
Karanlığın yüreği terden sırılsıklam oldu.
Evlerde Kıyamet
Günü’ymüş gibi bir vaveyla koptu,
Her atılan adımda isyanın sıcaklığı duyuluyordu.
Azrail bile
korkuyla titredi.
Evler boş, evler ıssızdı.
Geride sadece
yaşlı bir adam kalmıştı
O da uyanıp olanı biteni seyre daldı.
Ev bomboştu,
adam endişeyle,
Dışarıda ne olduğunu görmek için evden çıktı
Karşılaştığı sahne çok tuhaftı.
Kapının eşiğine
oturup düşündü
Garip şeyler oluyordu
Herkes koşuyor,
Düşe kalka yol boyu ilerliyordu.
Neydi bu olan
biten?
Sessizlik çöküverdi birden.
Düdüklerin
çığlığı yankılandı
Toplar gürledi.
İhtiyar adam
Sessizce oturup, küt küt atan kalbiyle
Bu coşkunluk hali karşısında duyduğu korkunun
Sessiz yürüyüşünü izledi.
Sanki o beş
kısacık sessizlik anında bir yüzyıl geçti
Dik başlar, birden hürmetle eğildi.
Lenin’i
hatırına getiren tüm dünyada
Ölüm kendisini
Hatta sessizliği bile bağrına bastı.
İhtiyar adamın
sorgulayan bakışlarına bir seyyah takıldı
Ona “bu gürültü patırtının sebebi ne?” diye sordu.
Aldığı
cevapla kalbi paramparça oldu:
“Bilmiyor musun?
O zaman
dinle:
Bugün Lenin, yeryüzünden göğe yükseldi”
İşitince
cevabı
Ta derinden bir iç çekti.
Yere yığılıverdi.
Gözlerine kara bir perde çekildi.
Gözyaşları
sıcak birer damla kan gibi
Süzülmeye başladı
Keder kararttı yüzünü.
Kafasını hafifçe
kaldırıp etrafa baktığında
Partili işçileri gördü.
Kol mesafesinde
sıra oluşturup yürüyorlardı
Cesaret ve kararlılıkla.
Kıpkızıl bir
bayrak yükseldi semaya
Herkesin içini hüzün dağladı.
Ama adamı
bu güzel sahne cesaretli ve azimli kıldı.
Ağıtlar her yerde yankılandı.
Ordular ahenk
içinde ilerlediler.
Madalyalarıyla sıra sıra yürüdüler.
Fabrikalardan,
atölyelerden gelen yoldaşlar
Önceden gelip yerlerini aldılar
Lenin’in yoluna revan oldular.
Kararlılıkla
yürüyen insanlar bir nehir gibi
Lenin’in belirlediği yönde aktılar.
Hepsi de
kızıl bayrağın güvenli gölgesinin altındaydı.
İhtiyar adam,
partinin bayrağını görünce
birden canlandı, hemen doğruldu.
O azmin
ısıttığı kan kalpten çıkıp
Tüm damarları dolaştı
Sonra adam, uzaktan gelen
Enternasyonal marşına kulak kabarttı.
Sevdiği ezgilerdi
bunlar
Kalbine güç veriyordu.
Cesetteki
kan bile dört nala koşuyordu sanki.
Gençleri gördü sonra.
Geleceğin
umudu artık daha güçlüydü.
Yüreği şunu
söyledi:
“Hayır
ilk çığlığı atan oydu.
Lenin asla ölmeyecek.
O yaşıyor
Bizdeki azim gibi
Coşkulu yüreklerde
Sonsuza dek yaşayacak.
Rıza Naim
5
Haziran 2020
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder