07 Haziran 2024

,

Kızıl Gilan Cumhuriyeti

Ae Lenin, ae ferişta-e-rahmet
Kun kadem rance zud be-zahmet
Tuham çeşm men aşiyane test
Hen ba farma keh hane hane-e-test

Ah Lenin, Rahmet Meleği
Tez gel, öyle merasimsiz, resmiyetten uzak halinle
Bil ki gözbebeğim senin yurdun
Bu ev senin yuvandır.

[İranlı şair Arif Kazvini’nin “Lenin’e Övgü” şiiri, 1917]


Walter Benjamin, bir keresinde şunu söylemişti: “Düşman kazanırsa ölüler bile güvende olmaz.” Ülke içerisinde ve dünya ölçeğinde karşı-devrim başarılı olduğu vakit, ufak savunmasız bir yerde baş göstermiş büyük bir devrimci kalkışmaya dair hatıralar silinir gider, bu durum, sonraki dönemde solcuların yazılarında illaki karşılık bulur.

Rusya’da yaşanan Bolşevik Devrimi’nden hemen sonra atılan devrimci adımların veya Ortadoğu devrimlerinin tarihçesine baktığımızda, 1919 yılı özelinde İran’ın, Berlin’in, Münih’in, Budapeşte’nin, 1919-1920 özelinde ise Torino sovyetinin adına rastlanır, ama en geniş manada devrime denk düşen ve İran’ın kuzeybatısındaki Gilan şehrinde yaşanan şey, pek ciddiye alınmaz, kabul görmez.

Birinci Dünya Savaşı’nı takip eden dönemde Batı Asya politikasının ana seyrinden ve Moskova’da kurulan ilk işçi devletinden ayrı olarak analiz edilen süreci gözlemciler, hatta Ortadoğulu olanlar bile, bölgesel ve ulusal meseleler çerçevesinde ele aldılar. 

Yüz yıl önce 5 Haziran 1920 günü kurulmasından Tahran’daki merkezi hükümet tarafından yıkılana dek geçen 16 ay boyunca Gilan Cumhuriyeti, hem modern Ortadoğu tarihi hem de yirminci yüzyıldaki radikal başkaldırıların ve devrimlerin tarihinde önemli bir yere sahiptir.

Elde güvenilir belge ve kanıt bulunmadığı için cumhuriyetin tarihinin önemli bir kısmı hâlen daha karanlıkta. O sürecin parçası olmuş insanlar, ya sessizliğe, ya toprağa ya teslimiyet çukuruna gömülmüşler. Bu radikal dönemin hatırası gençler için pek bir anlam ifade etmeyebilir. Fakat gene de modern İran tarihinin bu dönemini tarihsel açıdan doğru bir biçimde aktarmak, ilgili dönemin derslerinden faydalanmak amacıyla bu devrimi geriye doğru analiz etmek gerekmektedir.

Aslında Gilan, o muazzam önemini bugün de muhafaza etmektedir. Bu devrimin önüne koyduğu görevlerin hiçbirisi tamamlanamadı, belirlediği sorunların çok azı çözüme kavuşturuldu.

Sosyalistlerle milliyetçi güçler arasındaki ilişkiler, seküler kesimle dindar muhalifler arasındaki ilişkiler, bölgesel ve milli güçler arasındaki ilişkiler, İran’ın kuzey komşusuyla ilişkisi, tarım meselesinin devrimci mücadeledeki yeri, sömürge ve yarı-sömürge ülkelere uygun olan sınıfsal ittifak biçimleri meselesi, anti-emperyalizmle toplumsal açıdan devrimci mücadeleler arasındaki ilişki, bölgesel bir isyanı ülke genelinde hüküm sürecek bir harekete dönüştürme meselesi, İslam’la ve Müslüman din adamlarıyla ilişki, belki de daha önemlisi, tek ülkede süren devrimci mücadeleyle mevcut olan devrimci devletin politikaları arasındaki ilişki gibi meseleler, Haziran 1920’de Gilan’da yaşanan kalkışmada genel manada duygusallık zemininde ele alındı, bu anlamda, yirmi birinci yüzyıl İran’ının gündeminde yerini bir biçimde muhafaza etti.

Bugünkü yetkili isimlerin çoğu ve kamuoyu, Gilan’da yaşanan bu ilk patlamanın mirası ve ona dair hafızadan kaçmak için uğraşıp dursa da geçerliliğini hâlen daha koruyan ve görevini tam olarak ifa edememiş olan Gilan Devrimi, hayatına devam etmekte. Bu devrim, İran’da bugün yaşanan huzursuzluğun tarihsel nedenlerinden biri.

Bugün ana akım medyada bolca dile getirilen İran değerlendirmelerini düzeltmek gibi bir işleve sahip olan bu tespitler, bugünü anlama konusunda da önemli bir zemin sunacak. Zira bahsi edilen İran değerlendirmeleri, genelde İslam’ı ve Şii İslamı’ını basitleştiriyor, petrol meselesine odaklanıyor, İran’ın reform türü gelişmelere dirençli olduğunu söylüyor. Bu değerlendirmelerde İran, her imamın, her ayetullahın eli silahlı olduğu, tüm grupların birbirini boğazladığı, zamansal akıştaki bir anormalliği ifade eden, kısmen güzel kısmen tehlikeli, Şarkiyatçıların anlatıp durdukları masallardan fırlamış bir yer olarak takdim ediliyor.

Herodot’un da tespit ettiği üzere, “tarihin en temel yükümlülüğü, büyük ve muazzam olayların unutulmamasını sağlamaktır.” Kısa süre önce İngiliz radikal tarihçi E. P. Thompson’ın da dediği gibi, tarihçinin görevi, “geçmişi onu kendince küçük gören bugünün tasallutundan kurtarmaktır.” Zamanın alt edemeyeceği, akıl ürünü olan bu iki tespit, bugünün İran’ı için de geçerli.

1917 Bolşevik Devrimi, Asya’nın diğer bölgeleri gibi İran’daki özgürlükçü güçleri yüreklendirdi. Literary History of Persia [“İran’ın Edebi Tarihi”] kitabının yazarı Edward Browne şunları söylüyor:

“Rusya’daki sosyalist devrim, insanlık tarihinde açılan yeni dönemin şafağı idi. Bu devrim, İran’ın kaderine, politik ve ekonomik koşullarına derinlemesine tesir etti. Esasında bu devrim, İran’ın bağımsızlığının, iç ve dış siyasetinin bağımsız oluşunun ana sebeplerinden birisiydi. Rus Devrimi, gerçekte İran’ın bağımsızlığının güvencesi olduğunu bir biçimde ispatladı. Bu devrim olmasaydı, İran’ın türlü musibetlerle yüzleşirdi, hatta belki de bugün İran ve Türkiye diye iki ülke bile olmazdı.”

Rus Devrimi’nin onuncu yıldönümünde İran’ın önde gelen yazar ve şairlerinden Faruk Yezdi, davet edildiği Moskova’da gerçekleşmiş olan devrimi öven bir gazel okudu. Bu gazel, bir Moskova gazetesinde çevirisiyle birlikte yayımlandı:

“İşçilerin bu kutlamasında
Devrimin bir alametini arayıp durdum
Gördüm ki devrimin bugünü ve yarını bereketli
İran adına devrimin liderlerine ve işçilerine teşekkür ederim.”

Ta başından beri sömürge ve yarı-sömürge ülkelerin tam bağımsızlığından yana durmuş olan Bolşevik Parti, Çarlık Rusyası ile Britanya’nın 1907’de İran’ın taksim edilmesiyle ilgili imza ettiği anlaşmaya karşı çıktı. Şubat 1921’de Sovyetler’le İran arasında imzalanan anlaşma İran’ın borçlarını iptal etti, Ruslara ait olan, demiryolu ve telgraf hatları gibi varlıkları tek kuruş bile almadan İran’ın kontrolüne bıraktı.

O dönemde Sovyetler, İran’ın egemenliğine saygı duyarken, İngilizler, ülkeyi kontrol altına almak için her türlü girişimde bulundular. Tahran’da Vosugü’d Devlet hükümeti, farklı bakanlıkların ve dairelerin sorumlusu olarak atanmış olan İngiliz danışmanların ezgileriyle dans ediyordu.

Ağustos 1919’da İngilizler, Kaçar şahı Ahmed Şah’ı yurtdışına gönderip onun Vosugü’d Devlet’le anlaşma imzalamasını sağladı. Bu anlaşmayla İran, Mısır ve Irak’la aynı statüye kavuşacaktı. Ama bu anlaşma, Tahran, Tebriz, Reşt gibi yerlerde protestolarla karşılandı. Bu eylemlerde İngilizler ve Vosug aleyhine sloganlar atıldı.

Gilan ve Azerbaycan eyaletlerinin bu İngiltere-İran arasında imza edilmiş olan anlaşmaya yönelik tepkileri daha büyük oldu. Gilan’da 1916’dan beri faal olan milliyetçi bir grup vardı. Hareketin başındaki ismin adı, Mirza Küçük Han’dı.

Bu yoksul köylülerden ve tarım işçilerinden oluşan örgüt, Gilan ormanlarında mücadele yürütüyordu. Bu ormanlardaki mücadelesi sebebiyle örgüt, “Cengeli” ismiyle anılıyordu. Ayrıca örgüt Cengeli isminde bir gazete çıkarttı.

Mirza Küçük Han, Gilan eyaletinin başkenti Reşt’te dünyaya gelmişti. Bakû ve Tiflis’te silahlı mücadele konusunda eğitim aldı. Sosyalist değildi, daha çok İslam birliği fikrinden yanaydı, ama ta 1917’den bile önce Bolşeviklerle bağlantısı mevcuttu.[1]

Cengeliler, Tahran’daki hükümetin İngilizlerin kölesi olduğunu görünce 4 Haziran 1920 günü Reşt şehrini, Mirza Küçük Han, İhsanullah Han ve Halo Kurban liderliğinde ele geçirdiler. Hareket, burada İnkılâb-e Surh [“Kızıl Devrim”] isminde bir örgüt kurdu ve Gilan’ın bağımsızlığını ilân etti.

Bu sırada, Haydar Han Emmioğlu, elli yoldaşıyla birlikte Cengeli saflarına katıldı. 20 Haziran günü İran’ın öncü sosyalist örgütü Adalet Partisi Reşt’te kongresini düzenledi. Bu kongreye Gilan’ı temsilen 48 kişi katıldı. Aynı kongrede Adalet Partisi’nin ismi İran Komünist Partisi olarak değiştirildi.

Gilan’da kurulan demokratik hükümet, yurtseverlerin ve komünistlerin meydana getirdikleri birleşik cephenin ürünüydü. Yeğikyan’ın başkanlık ettiği hükümette harbiye nazırlığı görevini Mirza Küçük Han üstlendi.

Yeni hükümetin manifestosu, kendi koşulları dikkate alındığında ılımlı bir metindi. Daha çok İran’ın güvenliği ve bağımsızlığının korunmasına odaklanan metinde, İngiliz emperyalizmiyle yürütülecek savaşa, ülkede demokratik bir hükümetin kurulmasına, emperyalistlerle imza edilmiş tüm anlaşmaların iptaline, her millete eşit haklar bahşedilmesine, toprak sahiplerinin elindeki mülklerin kısıtlanmasına, sıradan İranlının malının ve canının korunmasına dönük vurgular mevcuttu.

Eskiden Adalet Partisi üyesi olan Seyyid Cafer Pişevari’nin örgütü, şehir ve bölgedeki koşulların bilincinde olmadan Bakû’ye gelmeleri sonrası, aşırı solcu bir yola yöneldi. Zafer sarhoşluğuyla birleşik cephe talebini görmezden gelip, ayrışma sürecini tetikledi.

Eylül 1920’de Mirza Küçük Han, bu gelişme karşısında öfkelenerek ormana geri döndü. Ardından da İngilizlerle görüşmelere başladı. İhsanullah Han, başbakan ve dışişleri bakanı olarak atanırken, Pişevari enformasyon bakanı olarak atandı.

Reşt’teki hükümet, sosyalist devrim şiarını gündeme getirdi. Oysa emperyalizmle ve feodalizmle mücadele hâlen devam ediyordu ve İran halkının zihni henüz sosyalizmi benimseyecek düzeyde değildi. Toprak, yoksul köylüler arasında dağıtılmak yerine milletin mülkü ilân edildi. Özel şahısların ticari faaliyetleri yasaklandı. Yerli sanayi için kurulmuş kurumların kapısına kilit vuruldu. Mollaların üzerine giden hükümet, zengin ve yoksul mollalar arasında ayrım yapma gereği bile duymadı. Devrim, hükümetin ifrata varan eylemleri sebebiyle büyük bir yenilgi yaşandı. Neticede Gilan hükümeti, halkın güvenini yitirdi.

Ekim 1920’de Haydar Han Emmioğlu, Pişevari yerine yeni lider seçildi, ardından da mollalara yönelik kampanyaya son verdi, birleşik cephenin yeniden faal olabilmesi için adımlar attı. Mirza Küçük Han’ı hükümetin başına getirdi, ayrıca maliye bakanı yaptı, kendisi de dışişleri bakanı oldu.

Mirza Küçük Han’a Reşt’e dönmesi çağrısında bulunuldu, bunun üzerine Mirza, Emmioğlu’na şehre geleceğini, orada aralarındaki anlaşmazlıkları tartışacaklarını söyledi. Fakat Eylül 1921’de toplantı yerine giden Emmioğlu ve adamları, Küçük Han tarafından katledildi. Haber, ordu komutanı Rıza Han’a ulaşınca Reşt’e saldırı düzenlendi. Reşt ve Enzeli’de devrimciler katledildi. Mirza Küçük Han, saldırıdan kaçıp kurtuldu ama ormanda öldü. Efsaneye göre kafası kesilip Tahran’a götürüldü. Cafer Pişevari, Bakû’ye sığındı. Böylelikle Gilan Sovyet Cumhuriyeti olarak bilinen İran Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti son buldu.

1922’de Mirza Küçük Han’ın eski yoldaşı Halo Kurban, Ebulkasım Lahuti ile birlikte yeniden silahlı mücadeleye girişti, hatta Tebriz’de birkaç devlet binasını ele geçirdi ama bu ayaklanma, ancak on gün sürdü. Lahuti ve Halo Kurban, İran’dan ayrılıp Sovyetler Birliği’ne gitti.

Bu yazının başında Arif Kazvini’nin Lenin için kaleme aldığı kasideyi aktarmıştım. Galiba en uygunu da yazıyı Kazvini’yle aynı dönemin şairi olan ve sonrasında Sovyetler’e yerleşip orada vefa eden Lahuti’nin Lenin için yazdığı mersiyeyle bitirmek. “Lenin Yaşıyor” ismini taşıyan bu şiir, 1925’te, muhtemelen Lenin’in birinci ölüm yıldönümü için kaleme alınmış:

“Cumhurun başkanına ait konuta uzanan tüm yollar
İnsan seliyle kaplıydı ve bu sel gürül gürül akıyor,
Durmadan kabarıyordu.

Gün gün değildi, gece de gece
Kadın erkek çoluk çocuk cümlenin tek derdi, çektiği çile.

Adımlar ilerledi, karlar yağdı, soğuk iliğe işledi.

Yeryüzü hüzünlüydü

Yürüyenlerin ayaklarına kederin taşları bağlanmıştı.

Adını anmanın belayı çağırmak olduğuna inanıyorlardı.

Herkes hayretteydi.

İçinde debelendikleri hüzün dalgaları
O soğuk yuvalarında gözleri dondurmuş,
Gözyaşları oracıkta birikmişti.

Ölümün saldırısıydı bu, hayatın ruhunu diken sardı.
öfkenin şekline bürünse de acı, kabardıkça kabardı.

Sevgilinin derdi karşısında,
Karanlığın yüreği terden sırılsıklam oldu.

Evlerde Kıyamet Günü’ymüş gibi bir vaveyla koptu,
Her atılan adımda isyanın sıcaklığı duyuluyordu.

Azrail bile korkuyla titredi.
Evler boş, evler ıssızdı.

Geride sadece yaşlı bir adam kalmıştı
O da uyanıp olanı biteni seyre daldı.

Ev bomboştu, adam endişeyle,
Dışarıda ne olduğunu görmek için evden çıktı
Karşılaştığı sahne çok tuhaftı.

Kapının eşiğine oturup düşündü
Garip şeyler oluyordu
Herkes koşuyor,
Düşe kalka yol boyu ilerliyordu.

Neydi bu olan biten?
Sessizlik çöküverdi birden.

Düdüklerin çığlığı yankılandı
Toplar gürledi.
İhtiyar adam
Sessizce oturup, küt küt atan kalbiyle
Bu coşkunluk hali karşısında duyduğu korkunun
Sessiz yürüyüşünü izledi.

Sanki o beş kısacık sessizlik anında bir yüzyıl geçti
Dik başlar, birden hürmetle eğildi.

Lenin’i hatırına getiren tüm dünyada
Ölüm kendisini
Hatta sessizliği bile bağrına bastı.

İhtiyar adamın sorgulayan bakışlarına bir seyyah takıldı
Ona “bu gürültü patırtının sebebi ne?” diye sordu.

Aldığı cevapla kalbi paramparça oldu:
“Bilmiyor musun?

O zaman dinle:
Bugün Lenin, yeryüzünden göğe yükseldi”

İşitince cevabı
Ta derinden bir iç çekti.

Yere yığılıverdi.
Gözlerine kara bir perde çekildi.

Gözyaşları sıcak birer damla kan gibi
Süzülmeye başladı
Keder kararttı yüzünü.

Kafasını hafifçe kaldırıp etrafa baktığında
Partili işçileri gördü.

Kol mesafesinde sıra oluşturup yürüyorlardı
Cesaret ve kararlılıkla.

Kıpkızıl bir bayrak yükseldi semaya
Herkesin içini hüzün dağladı.

Ama adamı bu güzel sahne cesaretli ve azimli kıldı.
Ağıtlar her yerde yankılandı.

Ordular ahenk içinde ilerlediler.
Madalyalarıyla sıra sıra yürüdüler.

Fabrikalardan, atölyelerden gelen yoldaşlar
Önceden gelip yerlerini aldılar
Lenin’in yoluna revan oldular.

Kararlılıkla yürüyen insanlar bir nehir gibi
Lenin’in belirlediği yönde aktılar.

Hepsi de kızıl bayrağın güvenli gölgesinin altındaydı.

İhtiyar adam, partinin bayrağını görünce
birden canlandı, hemen doğruldu.

O azmin ısıttığı kan kalpten çıkıp
Tüm damarları dolaştı
Sonra adam, uzaktan gelen
Enternasyonal marşına kulak kabarttı.

Sevdiği ezgilerdi bunlar
Kalbine güç veriyordu.

Cesetteki kan bile dört nala koşuyordu sanki.
Gençleri gördü sonra.

Geleceğin umudu artık daha güçlüydü.

Yüreği şunu söyledi:

“Hayır ilk çığlığı atan oydu.
Lenin asla ölmeyecek.

O yaşıyor
Bizdeki azim gibi

Coşkulu yüreklerde
Sonsuza dek yaşayacak.

Rıza Naim
5 Haziran 2020
Kaynak

0 Yorum: