1
Mayıs’ta Saraçhane’de bariyerlerle çevrili alana sendikacılığın ve emek
mücadelesinin sıkıştırılması hedeflendi. Beşiktaş yürüyüş kolu son gün
Saraçhane kararı almasaydı, tasfiyeci sol partiler, DİSK, TMMOB ve CHP, “Emeğin
Yüzüncü Yılı” konseptli sendikacılık hattını hayata geçirecekti. Bu tablonun
sonunda “sendikacılık bu” diyerek DİSK, “marjinal” olmadığını ve sendikacılığın
icazetli sınırlarda yapılması gerektiğini söyleyip, egemenlere ve burjuvaziye güvence
verecekti. CHP belediyesi önünden tarihi surlara kadar belirlenen alan, DİSK’in
sendikacılık yapacağı alana denk düşer.
Arzu
Çerkezoğlu, geçtiğimiz yıl 1 Mayıs’ta valilikten Taksim izni çıkmadığını, “hemen
akabinde”, Maltepe alanını talep ettiklerini söyleyerek sendikacılık
anlayışının ne olduğunu sınıfa takdim etme imkânı buldu. DİSK başkanı, 1 Mayıs’ı
yaptırmama konusunda elinden geleni ardına koymamıştır.
İlk
sorulması gereken sorulardan biri, “İşçi sendikasının genel başkanının neden
doktor olduğudur”. Arzu Çerkezoğlu, Maltepe’de de konuşma yapmak için platforma
çıktığında protesto edilmişti. Onun kaçtığı gerçek, sınıf mücadelesinin
ilkeleridir.
DİSK
geldiği aşamada kendisini 1 Mayıs’ın ve işçi sınıfının tek söz sahibi ve karar
alıcısı olarak görmektedir. Elindeki Anayasa Mahkemesi kararına rağmen beş dakikayı
bulmayan bir müzakereyle kitleyi dağıtma talimatı vermeyi kendisine yedirdi.
Saraçhane’deki on binleri yönetemeyeceğini gerekçe olarak sunan DİSK, işçi
sınıfına nasıl sendikacılık yapabilir?
En
önde yer alan kitle, DİSK oraya geçmediği için barikata yürümüştür. DİSK ve
KESK, Anayasa Mahkemesi kararını hatırlatacaklarını ve yürüyeceklerini iddia
etti. Ellerindeki megafonla barikatın önüne gelip “Kanunsuz yol kapatma
eylemine son verin, Taksim’e yürümemize engel olamazsınız, yaptığınız müdahale,
Anayasa Mahkemesi’nin kararına aykırıdır” diyemedi. DİSK otobüsünü barikatın
önüne getiremedi. Kendi kitlesini en öne taşıyamayıp, korteji geride bekletti.
Oturma eylemine geçerek kitleyi dinamik kılamadı. Alanın başka bir noktasından
geçiş için alternatif aramaya ve taktik geliştirmeye yanaşmadı, çünkü DİSK’in
büyük bir sadakatle can verdiği senaryoda kendisine tek bir rol yazılmıştı:
sarı sendikacılık.
DİSK,
bugün önde yer alan kitleyi suçlayamaz, gerekçe olarak onu gösteremez. Sendika
yürüyüşe geçseydi, öndeki gruplar yol açardı. Kaldı ki DİSK heyetinin
müzakeresi için alan açıldı fakat heyet, çekilip kitleyi dağıtmaya çalıştıktan
sonra sert müdahale gerçekleşti.
DİSK, rüzgâra göre hareket eden sendikadır. 80 dönemine kadar sınıf sendikacısı olur, bugün de CHP sendikacısı. 15-16 Haziran direnişinde DİSK başkanı Kemal Türkler’in radyo konuşmasındaki çağrıyla bugün DİSK başkanının kitleyi dağıtma çabası, aynı motivasyona dayanır. Her şeye rağmen Kemal Türkler bedel ödemiş bir sendikacıdır. Arzu Çerkezoğlu özelinde DİSK yöneticilerinin bedel ödeme gibi bir pratiği olamaz. Saraçhane’de DİSK’in bir aylık kulisi çöktü.
KESK’teki
durum ise AB tipi sendikacılık ve bireyin “özgür” iradesinin kutsandığı sivil
toplumculuk çıkmazıdır. Saraçhane kararı aldıktan sonra DİSK’in hesabını
bozmuştur fakat alana getirebildiği kitle cılızdır. Disiplinsiz kortej
görüntüsü, diğer miting, eylem ve grevlerde ortaya konan pratiğin aynısıdır.
Ajitatör olarak megafonu kullanan KESK görevlileri, pankartın önünde ne kadar
uğraştıysa da korteje slogan attıramadı. Görevlilerin birbirine o umutsuz
bakışı alandaki birçok insanın dikkatini çekmiştir. Kartal’da gerçekleştirilen
mitinglerde şube yöneticilerinin üzerindeki önlükle civardaki restoranlarda “soğuk
havadan” kaçıp çay ve çorba içtiği görüntüler de hafızada taze.
Bu
kitleyi bizzat KESK imal etti. KESK’in 2024 1 Mayıs Platformu’yla yaptığı
görüşmede sarf ettiği “Bizim eski üye profilimiz yok, Taksim’i zorlamayı göze
alamaz” yönündeki ifade gerçeklikten uzaktır. Her ne kadar geri çekilmiş bir
üye profilini KESK yöneticileri ortaya çıkarsa da Saraçhane’de Tertip Komitesi’nin
dağılma çağrısını tepkiyle karşılayan üyeler, “Bizi buraya niye çağırdınız
öyleyse, hani Taksim’e yürüyecektik, sendika nereye gidiyor, en öndeki
insanları sert müdahaleyle baş başa mı bırakacağız” diyerek, sendika
görevlilerinin “alanda kalmanız bireysel kararınızdır” açıklamasına rağmen,
alanın ön kısmındaki kitlenin içine doğru yürüyüşe geçtiler.
Eşitlikten
çok özgürlüğü öne çıkaran, sivil toplumcu, liberal sendikal hat; emek-sermaye
çelişkisini savunmayan anlayış; sınıf temelinden arındırılmış cinsiyetler arası
kadın mücadelesi; özne yanılsaması; sürekli bireyin “özgür iradesini” savunan
politikalar, KESK yönetimini esir aldı. İhraçlar için “yol kazası” diyerek
herhangi bir direniş göstermediği gibi direnişe geçenlerin eylemine sahip
çıkmaması, ihraç edilenler direnirken KESK yönetiminin ombudsmanla bir araya
gelmesi, ÖMK konusunda uzman öğretmenliğe başvuruyu özgür iradenin kararına
bırakması, Filistinli çocuklar için atılmayan adımlar, emperyalizmin kamu
istihdam adımları karşısında politika ve strateji geliştirememesi, grevlere
imza atan yöneticilerin umreye götürme vaadiyle vekil ve belediye başkanı
adaylığı ve yurtdışına iltica etmesi, eşit işe (ç)eşit ücret uygulanması
konusunda emekçi sınıfı yüzüstü bırakması, bugün Saraçhane’yi terk eden ya da
oradan kaçan sendika yönetiminin gelenekselleşmiş pratiğidir.
Tertip
Komitesi’nin kitleyi kontrol edememe kaygısına yönelik gerekçesi, KESK’in ve
DİSK’in emekçi sınıfların mücadelesini geleceğe taşıma konusunda bir cüretlerinin
olmadığının delilidir. Gerçek bundan ibarettir.
Bugüne
kadar gerçekleştirilen cılız eylemliliklerin asıl nedeni kitlenin içinde
bulunduğu kaygıdan değil, onun sendika yönetimlerine duyduğu güvensizlikten
kaynaklanmaktadır. Saraçhane’de kalma kararını “bireysel”e bırakmak, “herhangi
bir olumsuzlukta biz sizin yanınızda değiliz” demektir. Bu gerçeğe rağmen
üyeler alanı terk etmediler. Aynı durum Eğitim-İş üyeleri için de geçerlidir.
Hatta CHP tabanından insanlar bile en önde az sayıda da olsa boy gösterdi.
KESK’in
bugüne kadar gerçekleştirdiği manipülasyon Saraçhane’de boşa düştü. Bu gerçek
teşhir edilmelidir. Bireysel kararla alanda kalınacaksa işçi emekçi neden
sendikaya üyedir? Son beş yıldır üye, bu sendikal bürokrasiyle karşı karşıya
kalıyor. Bunun adı, sınıf uzlaşmacılığı, burjuvazi ve egemenlerin değirmenine
su taşımaktır: “Biz alanı terk ediyoruz, siz de ‘zorluk çıkaranlara’
istediğiniz müdahaleyi gerçekleştirebilirsiniz!” Verilen mesaj apaçık budur.
Alanlar
bu yüzden fetişizm değil, aksine sınıf mücadelesinde ilke, tarih ve değerlerin
savunulduğu meydanlardır. Sınıf mücadelesinin reddi, kendi üyelerini alanda
bırakıp kaçmayla sonuçlandı. Her iki konfederasyonun da alanı terk etmesi
tarihe geçti. Hem sınıfı meydana çağırdılar hem de sınıftan kaçtılar.
Meslek
odalarının durumu da DİSK ve KESK’ten farklı değildi. Alanda gazdan etkilenip
fenalaşan insanlar “sağlıkçı var mı aranızda” diye çare ararken ortada bir TTB
yoktu. O, halkın doktoru olmayı hiçbir zaman istemedi, hep maske-mesafe
uyguladı, kendilerinin de işçi emekçi ailelerinin çocukları olduklarını unuttu.
Salgın döneminde zorla aşılanmayı reddedenleri bilim karşıtı olarak lanse eden
TTB’nin, ne uyuşturucu ne ilk yardım ne işçi emekçi sağlığı ve mobbing ne
halkın psikolojik sağlamlığı ne de emek mücadelesi eylemlerine yönelik sert
müdahaleye karşı nasıl bir ilk yardım uygulanıp önlem alınacağı konusunda
çalışması var.
“Olağan
Şüphelilik” adlı uygulama sırasında, 2010 sonrasında, Çağdaş Hukukçular’ın
emekçi halk sınıflarına yönelik böyle bir kursu/eğitimi vardı. Salgın döneminde
istifaların önüne engel konulmasaydı, halkı tedavi edecek hekim
bulunamayacaktı. TTB alanda yer alırken, emek mücadelesinde yitirdiği
sağlıkçıların fotoğraflarını taşıyabilirdi. Aynı şekilde, Eğitim-Sen de
dezenfektan yapımı sırasında hayatını kaybeden Ramazan Şahin’in, öğrencilerin
gözü önünde küçük düşürülmeye çalışıldığı için yaşamını yitiren Halil Serkan Öz’ün,
hak temelli mücadelede biber gazına maruz kalarak yaşamından edilen Metin
Lokumcu’nun fotoğraflarıyla alana girebilirdi fakat TTB de KESK de tarihsiz bir
mücadele üretmeye çalışıyor.
TTB’nin
mücadeleyi tarihsiz kılmak istemesinin nedenini yandaki görselde aramak
gerekiyor: Seksen öncesinde katıldığı 1 Mayıs’a proleter demokrasisi, bugünküne
ise orta sınıf burjuva demokrasisi anlayışı hâkim. İkinci fotoğrafta bireyin
zafer işareti, liberal anlayışın siyaseti olarak sınıfa dayatılıyor.
Ülke
solunun, sendikaların ve demokrat kesimin sahiplendiği TTB genel başkanı Şebnem
Korur Fincancı, tüm bu çevreleri yüzüstü bırakarak dağılma çağrısına ortak
oldu.
TMMOB’un
“lideri” ise üç gün önce Kazancı’da epik tonda işçi emekçi sınıf adına hesap
sorma iddiasını ve alanı terk etti. Depremler, yangınlar, seller, iş
cinayetleri, maden göçükleri ülkesinde TMMOB son on yıldır hep geri çekildi. TMMOB,
şehir suçu saydığı Maltepe dolgu alanında 1 Mayıs kutlamaya ortak olan bir
meslek odasıdır. Kentsel dönüşüm adı altında elektriği ve suyu kesilerek evleri
boşaltılan halkın yanında TMMOB’u göremezsiniz. O da kentsel dönüşümün
ortağıdır. CHP’li belediye başkanının kefil olduğu TMMOB bürokratının yaptığı
rezidans Hatay’da çöktü ve insanlar can verdi. TMMOB sessiz kaldı. Bu açığını
kapatmak için Maraş’taki kurum binalarının ne kadar sağlam olduğunun ve
depremde zarar görmediğinin reklâmını yaptı, ama bizzat onay verdiği, yıkılan
yüzlerce bina konusunda tek bir laf etmedi.
TMMOB,
vatan toprağı olan, doğasını savunan köylünün yanında da yer almaz. Gelinen
aşamada TTB de TMMOB da işçi ve emek düşmanlığında konumlanıyor. Her ikisinin
de 1 Mayıs Tertip Komitesi’nde yer almasının hiçbir karşılığı yok. Ortada bir
tertip varsa bu tertip, 1 Mayıs’ın tasfiye edilmeye yöneliktir.
Peki
ne eksikti? Her şeyden önce 1 Mayıs’a giden süreçte iş yerlerinde ve
mahallelerde çalışma yapılmadı. Alana CHP’li belediyelerde çalışan DİSK’li
işçiler taşınmadı. “Sağlıkta Dönüşüm” adı altında emeği sömürülen sağlık
emekçileri için sağlık kurumlarında 1 Mayıs öncesi çalışma yapılmadığı gibi bu
insanlar alana da getirilmediler. Yeni bir sömürü iş koluna dönüştürülen
motokuryeler sendikalarca 1 Mayıs’a taşınmadı.
İstanbul
özelinde emeği en çok sömürülen iş alanlarından biri esnaf kuryeler. Kazanımla
sonuçlanan direnişlere imza attılar. Zincir market ve depo çalışanları,
atölyelerde emeği sömürülen tekstil işçileri, inşaat işçileri için güçlü bir
çalışma yapılmadı. Tozkoparan, Fetihtepe, Tokatköy gibi kentsel dönüşüm mağduru
mahalleli halk, pankartlarıyla 1 Mayıs korteji oluşturmadı. Ücretli ve özel
sektör çalışanı eğitim emekçileri, MESEM mağduru öğrenci velileri, sezonluk
çalışan okul işçileri de 1 Mayıs bilinciyle kuşatılmadı. 1 Mayıs öncesi
yükselen emek dinamiği doğru bir şekilde kanalize edilemedi.
Günler
öncesinden “1 Mayıs’ta Taksim’deyiz” diyen Birleşik Kamu İş Federasyonu da
cılız bir kortejle Saraçhane’ye geldi ve direnme kararlılığını göstermedi; Tertip
Komitesi’ni değil, CHP başkanını dinledi. Eğitim-Sen, Eğitim-İş ile birlikte
grev kararı alıyor fakat emeğin birliği ilkesine rağmen onu Tertip Komitesi’ne
bile almıyor ama her iki sendika da CHP’nin peşine takılıyor.
Tertip
Komitesi’nin disiplinden kaçıp bireysel özgürlüğü eşitliğin önüne koyan sınıf
uzlaşmacı tavrı, bu 1 Mayıs’ta net şekilde açığa çıktı. Onların yücelttiği ve
siper olduğu belediye başkanları, aydınlar, sanatçılar ne alana geldi ne de
yürüyüşe geçti.
Kadın
hareketi olarak yüceltilen ve 25 Kasım’da demir bariyerleri aşma iradesi ortaya
koyan feminist hareket 1 Mayıs’ta yoktu. Yıllardır bu hareketi ve Kürt
siyasetini emek mücadelesinde birleştireceğini iddia eden sendika, parti ve
çevrelerin söyleminin somut temellere dayanmadığı bir kez daha görüldü. DEM Parti
alana bir otobüs çekti. Eşbaşkanı gelince Kürtçe slogan attırmaya çalışan KESK
ajitatörleri de partililer de barikatın önünde yer almadılar. Nevruz’da görülen
kitle 1 Mayıs’ta yoktu fakat Nevruz alanında sol çevreler ve sendikalar yer
almıştı. Van için gösterilen irade Taksim için gösterilmedi, Filistin için de
gösterilmedi. Milliyetçi politikaların geldiği nokta burası.
DEM,
İstanbul’da inşaatlarda ter döken Kürt işçileri alana taşıyabilirdi ama bunu
yapmadı. Adana 1 Mayıs’ında ise alana emek dışı bir pankartla girmek istedi.
Onun yürüdüğü hat emeğin çok uzağında.
Herkes
CHP, DİSK ve KESK’in alanı terk etmesini eleştirirken DEM’in tutumunu ele alan
yok. DEM gibi bir partinin Kürt işçi ve emekçileri neden 1 Mayıs bilinciyle
kuşatmadığı sorgulanmıyor. Barikat önünde DEM flaması görülmedi ama o, sadece
otobüsten şarkı açmayı tercih etti. İstanbul’daki kitlesinin bu kadar
olmadığını düzenledikleri mitinglerden biliyoruz.
Diğer
partilere gelince, tasfiyeci sollar, en baştan DİSK’in ve CHP’nin yanında
konumlanarak, Beşiktaş koluyla arasına çizgi çektiler. Ambulansın peşine
takılarak, kırmızı ışığı geçmeye çalışan taksici gibi bir tavır içine girdiler.
Sınırlı kitleyle Taksim’e çıkacaklardı ama öyle olmadı.
Bu
politika tutmayınca uzak durup kriminalize ettikleri çevreler ve emekçiler
barikatı zorlayınca bu kez de EMEP, bu kitlenin ardında konumlandı fakat
harekete geçmedi. Basına yansıyan tüm videolarda bu gerçek görülebilir. EMEP en
baştan beri, “Taksim dışında hangi nokta olursa olsun” politikasını
yürüttüğünden, 2024 1 Mayıs Platformu bileşenlerinin paylaşımlarına göre “Şirinevler’den
yürüyüş kolu oluşturalım, orada toplanalım, diyecek aşamaya geldi. Alanda da
harekete geçmediği gerçeği, Evrensel yazarı Nuray Sancar’ın 1 Mayıs’ı
değerlendirdiği yazısından anlaşılabilir. Sert müdahaleye maruz kalan işçi
emekçi insanlara “gençler” diyen yazar yazısında “gençlere yazık oldu”ya kadar
vardırılabilecek bir dil kullanıyor. Emek Gençliği’nin neden harekete geçmediği
yazıda net biçimde görülüyor. Direnen ve iradesini ortaya koyan işçi emekçi
sınıfa mensup insanları “gençler” diyerek kategorize etmek, ortaya konan
iradeye “gençlik anarşizmi” demekle aynıdır, bunu doğrudan diyemiyor. Kaldı ki
önde yer alan kitlenin içinde her yaştan insan vardı, sadece kendiler gibi işçi
partisi olduğunu iddia eden tasfiyeci çevreler yoktu, geride durup poz vermeyi
tercih ettiler ve yerlerinden kıpırdamadılar.
Eleştirilerde
yüklenilen diğer bir parti de CHP. Parti başkanı görev/rol çalmaya çalışmadan,
DİSK’in talimatını yerine getirdi. “Sendikalar yürürse biz yürürüz, karar
onların” dedi ve aldığı karara yanlış da olsa sadık kaldı. CHP, işçi partisi
olduğunu iddia etmiyor, o eleştiriliyorsa Kürt’ün CHP’sinin de eleştiriye tabi
tutulması gerekiyor. Her iki parti de işçi emekçi karşısında burjuvazinin
yanında saf tutuyor.
Sendikalar
sınıfı, CHP de halkı yüzüstü bıraktı. Aradaki tek fark, CHP’nin bu adımı
atacağının sinyalini bir gün önce vermesiydi.
Sol
CHP’leşti, CHP bunu zorla yapmadı, sol kendi tarihini reddetti ve tasfiyeci
oldu. Olmayanlar da hem İstanbul’un farklı noktalarında hem de Saraçhane’de
bugüne kadarki tüm hatalarına rağmen sınıfın iradesini ortaya koydu. Öyle
olmasaydı, Tertip Komitesi alanı dağıtma çağrısında bulunduğunda kitle terk
ederdi ve Tertip Komitesi’ni yuhalamazdı.
Solun
burada öğreneceği bir şey var: İstanbul’un farklı noktalarından Taksim’e
birbirinden bağımsız şekilde yürüselerdi, ki yürümüyorlardı, Saraçhane’de omuz
omuza durmanın ne anlama geldiğini öğrenemeyeceklerdi. Bugüne kadar içeriği
dolu bir özeleştiri vermedikleri gibi dar grup rekabetçiliğiyle bu aşamaya
geldiler. Her şeye rağmen işçi emekçi sınıfın iradesini ve emeğini, tarihini,
değerlerini, ilkelerini Saraçhane’de pratiğe döktüler. Sendikalar terk ettiği
halde kaldılar. Yine tasfiyeci parti yönetimlerine karşın bu çevrelerin
emekçileri Taksim iradesi göstermiştir.
Tekrar
başa dönersek, DİSK yöresine yanaştığı CHP ile Saraçhane’den yürüyüp
kriminalize ve marjinalize ettiği çevreleri Beşiktaş’a sıkıştıracakken Beşiktaş,
yüzünü Saraçhane’ye çevirdi. KESK ve TTB bu sorumluluğu omuzlayamadığından, son
gün “Saraçhane” diyerek DİSK, TTB ve CHP’nin kurduğu oyunu bozdu. Beşiktaş’ta
kalsaydı dağılma çağrısını TTB ile birlikte yapacaktı. Bu yükü omuzlayamadığı
için Tertip Komitesi’nin olduğu alana giderek sınıf uzlaşmacılığını beşli
bileşen olarak paylaşmayı tercih etti.
KESK’in
kurduğu denklemi ne bozdu? DİSK, en baştan beri KESK’le ortak çalışma yürütmeye
yanaşmadı. 31 Mart seçiminin rüzgârına kapılan DİSK, kulis çalışmalarıyla
sürece damgasını vurdu. Bunun üzerine KESK ile görüşen 2024 1 Mayıs Platformu,
KESK’e tarihi Şişli kolunu oluşturma önerisinde bulundu. KESK, üye profilinin
bunu kaldıramayacağını ve yürümeyi göze alamayacağını iddia ederek, Beşiktaş’ta
toplanıp açıklama yaptıktan sonra yürümeden dağılma yönünde politika
geliştirdi. Beklediği şuydu: “2024 1 Mayıs Platformu, tarihi Şişli yürüyüş
kolunu oluşturur, biz de Beşiktaş’a gideriz, sorun çıkmadan dağılırız.” Fakat
kendi içinde Beşiktaş tartışmasını yürüten platformun önemli bir bölümü de
Beşiktaş deyince KESK bürokratlarının DİSK’ten farklı olmadığı ortaya çıktı.
Sürecin sorumluluğundan kaçan KESK bürokratları, “Beşiktaş’a fiziki olarak
ulaşma imkânı kalmadı” diyerek, son gün öğleden sonra Saraçhane kararı alınca “Beşiktaş”
diyen platform bileşenleri de “Saraçhane” diyerek alan değiştirdi. KESK’in oyununu
bozan süreç bundan ibarettir çünkü KESK, OHAL döneminde de direnişçilerini
yalnız bıraktığı gibi aynı üyeleri kongrede ihraç etmiştir. KESK, Beşiktaş’a
fiziki ulaşım imkânı olduğunu düşünmüştü ta ki platformun da Beşiktaş kararı
aldığı ana kadar. Şişli’de aynı engellemenin daha önce yaşandığını iddia eden KESK,
sürekli alan değiştirdi. Ne olmasını bekliyordu? Neden “Beşiktaş’a bireysel
gelin” diyordu? Neden “Sendika şapkaları ve önlüğü giyin” diyordu? “Saraçhane”
dedikten sonra üyelerine neden CHP otobüsleriyle gelmelerini önererek “Yenikapı’da
buluşalım” dedi?
Bir
sendika düşünün ki üyeleriyle birlikte yürümekten imtina ediyor. İnsanlar bir
tiyatro ve konser etkinliğine giderken bile grup halinde hareket ediyor ama KESK,
bir arkadaşlık grubu olmanın bile gerisinde konumlanıyor.
Saraçhane-Şişli-Beşiktaş-Saraçhane
süreci böyle gelişti ve bu süreç, Tertip Komitesi’nin alanı terk etmesiyle
sonuçlandı. Kaçılan gerçek sınıf mücadelesiydi, sınıfın tarihi ve öfkesiydi.
Tüm tarihsel eşiklerde Tertip Komitesi ve onun yanına hizalanan tasfiyeci
partiler yine bir eşikte emekçi halk sınıflarını alanda bırakıp kaçtı ama
üyeleri kaçmadı.
Tartışılması
gereken başka bir gerçekse şu: İşçi olmayan bürokratların işçi sınıfı partisi
ve sendikalarını yönettiği, işçi partisi olduğunu iddia eden fakat işçi olmayan
vekillere sahip partilerin olduğu, emek dışı mücadelede konumlanan TTB ve TMMOB’un
Tertip Komitesi’nde yer aldığı koşullarda işçi sınıfının ve emekçi sınıfların
onların düzenlediği 1 Mayıs’a gelmemesidir/gelmeyeceğidir.
Tavizin
tavizi doğurduğu, meselenin basit bir alan tartışması olmadığı yönündeki
iddiamız hayat tarafından doğrulandı. Tertip Komitesi, büyük iddialarla işçi
emekçilere Taksim’e yürüme sözü verdi ama alandan kaçtı. Ortada bir taviz olsa
daha iyi.
Sergilenen
pratik, egemenlere ve burjuvaziye dostluğun pratiğidir. Kufelilerin “Temsil
senin hakkın. Gel bizi Muaviye zulmünden kurtar” diyerek Hüseyin’i çağırıp
Kerbela çölünde 72 kişi olarak bırakması gibi. “Taksim sizin hakkınız” diyerek
sınıfı alana çağırdıktan sonra alanı terk etmek, olsa olsa çölde yalnız
bırakmanın yeniden üretilmesidir fakat çölde vaha görenler, Tertip Komitesi ve
tasfiyeci siyasetlerdir.
Not
düşmek gerekirse: “Tertip Komitesi alanı neden terk etti?” tepkisine “Barikatı
aşmak mümkün değil, neden terk etmesin?” yanıtı verilebilir. En azından sınıfa
verdikleri sözün arkasında, barikatın önünde, sınıfın yanında durabilirlerdi
ama bunu bile yapmadılar.
Ayrıca,
Perinçek’in 2014 1 Mayıs’ında söylediği “Birtakım başı bozuk gruplar oralarda
tertip kokan hazırlıklar içindeler. İşçi sınıfı Taksim’de değil, İşçi sınıfı
Kadıköy’de. Turuncu kuvvetler, küresel merkezler tarafından yönlendirilen
turuncu kuvvetler Taksim’de, halkımızı uyarıyoruz” sözleri, bugün Tertip Komitesi
tarafından pratiğe dökülmüştür ve Tertip Komitesi alanı da sınıfı da terk
etmiştir.
S. Adalı
3
Mayıs 2024
0 Yorum:
Yorum Gönder