Sınıf
mücadelesinin o eski hâlinden eser yok. Yeni yeni canlanan Amerikan solunda
kimileri, kültür savaşı yerine sınıf savaşı yürütülmesi çağrısı yapıyorlar ve
son yıllarda kimlikçi düşünce ile eylemin geliştirdiği itirazlara dair görüşler
geliştiriyorlar.[1]
Kültür
karşıtlığıyla malul altmışlardan beri örgütlü sol ve örgütlü emek, çoğunlukla
“sınıf özcüsü” olarak tasvir edildi ve bu hâliyle ırk, toplumsal cinsiyet,
cinsellik gibi toplumsal farklılaşma hatlarını temel alan zulüm biçimlerini
kavrayacak donanımdan yoksun bir eğilim şeklinde değerlendirildi.[2]
Wall Street’i İşgal Et eylemlerini takip eden yıllarda
Siyahların Hayatı Önemlidir, Ben de Hareketi, yerel mücadeleler için açılan
sosyal medya etiketi merkezli eylemler, silâhlanma karşıtı eylemler ve
ekolojiye dair faaliyetler belirli başarılar elde ettiler. Bu başarıların
yapısal ve sistemsel zulmün yol açtığı meseleleri ele almadan mevcut toplumsal
koşullara dair bir Marksist analizin ortaya konulamayacağını, ayrıca tutarlı
bir ajanda olmaksızın sosyalistlerin faaliyet yürütemeyeceğini ortaya koyduğu
iddia edildi.[3]
Kesişimselliğin, sömürgelikten kurtuluşun, eleştirel
ırk teorisinin ve Afrika pesimizminin konuştuğu alanda artık Marksist sınıf
analizi, sınırlı ve sorunlu bir siyaset olarak görülüyor. Kapitalist toplumsal
ilişkilerin tarihini anlamamızı sağlayacak doğru perspektife yoğunlaşmak yerine
Marksizmin tüm faaliyeti “sınıfçılık” eleştirisi üzerinden ele alınıp
daraltılıyor, onun emekçi yoksulların duygularına saygı göstermesi gerektiği
üzerinde duruluyor.
Seksenlerde neokonservatif yeni sağa karşı yürütülen
kültür savaşlarını büyük ölçüde ilerici liberaller ve yeni solun kalıntıları
verdi. Buna karşılık, 2012-2022 döneminde cereyan eden “duyar” savaşları, Arap
Baharı ve Wall Street’i İşgal Et eylemlerine yol açan neoliberal tasarruf
tedbirleriyle geçen onlarca yıldan sonra, dünya genelinde gelişen alternatif ve
toplumsal hareketlerin nispi başarısını müteakip cereyan eden bir gelişmeydi.
Jeremy Corbyn ve Bernie Sanders’ın seçim kampanyaları
ile birlikte hareket eden yeni nesil eylemcilerde sosyalizme ve komünizme
yönelik yeni bir ilgi ortaya çıkmış olmasına karşın, postmodern teori, söylem
teorisi ve postyapısalcı toplumsal inşacılık üzerinden gelişen mikro politika
eğilimleri, farklı kimlik ve farklılık politikası biçimlerinin sahneye
çıkmasını sağladı. Bu politika biçimleri, birçok yerde Marksizme, demode bir
Avrupamerkezci evrenselcilik olduğu için saldırdı.[4] Örneğin Harvard, Oxford
ve Rutgers gibi okullarda okumuş, yazıları Rolling Stone ve Vanity
Fair gibi dergilerde yayımlanmış, Stanford Sosyal İnovasyon Eleştiri
Dergisi’nde editör olarak çalışmış, 2016’da Ulusal Lezbiyen ve Gey
Gazeteciler Derneği’nin verdiği gazetecilik ödülünü almış olan feminist yazar
Marcie Bianco, şu türden cesur iddiaları dillendiriyordu: “İşçi sınıfı
dediğinizde, aslında sizdeki beyaz üstünlükçülüğü konuşuyordur. Nokta!”[5]
Marksizm, sosyalizm ve işçi hareketi, on dokuzuncu
yüzyılın başlarından beri sınıf ve milliyet, sınıf ve cinsiyet, sınıf ve ırk,
sınıf ve cinsellik gibi meseleleri ele aldı. Bugünkü kanaatin aksine, sınıf,
ırk ve cinsiyet meselelerinin “kesişim noktası”nı ilk dikkate alan, yetmişlerin
sonunda oluşan Combahee Nehri Kolektifi değildi.
Marksizmle bu yeni düşünme tarzları arasında belirgin
bir farklılık söz konusu. Marksizm, insan hakları mücadelelerinin içinden
çıktığı emek hareketinden ayrıştığı savaş sonrası dönemde kimlik siyasetinin
yükselişine dair bir sınıfsal analiz ortaya koyar.
Buna karşın, sosyal adalet temelli eylemlilik
üzerinden farklı baskı ve zulüm biçimlerine tarihaşırı düzlemden bakan yeni
yönelim, politik ekonomi meselesinden koptu. Buradan da radikal ve ilerici
hareketlerdeki evrenselcilik, dışlayıcı ve farklılıkla ilgili meselelere
ilgisiz bir eğilim olarak değerlendirildi.
Burada benim “duyarcılık” olarak ifade ettiğim,
çeşitliliği esas alan nüfus merkezli kültür siyaseti, esasen fordizmden
postfordist küreselleşmeye, sağcı liberal çoğulculuktan farklılık siyasetine,
küçük burjuva karşı kültürcü devlet düşmanlığından söylem teorisi temelli
güçlendirme mantığına geçildiği dönemin ürünüydü. Marksist analizde sınıfın
merkezi konumunu savunmak yerine postmodernleşmiş birçok yeni solcu,
materyalizmi ve politik ekonomiyi kesişimselci kılmak için uğraştı.[6] Bu
eğilime karşı koyanlar, “sınıf indirgemecisi, işçici” denilerek dışlandı ya da
David Roediger’in uydurduğu tabirle, “sınıflaçıklayıcılar” oldukları için
eleştirildiler.[7]
Marksist sol, “politik doğruculuk” terimi gibi “sınıf
indirgemeciliği” kavramını da teorik bir yanlışı tarif etmek için kullanıyor.
“Politik doğruculuk” terimi gibi bu terim de Marksizmi tasfiye etmek ve
eleştirel teoriyi Marksizm dışı, Marksizm karşıtı, sahte Marksist veya
postmarksist bir yöne yönlendirmek için kullanılıyor.
Bugün “sınıf indirgemeciliği” tabiri, Marksizme kör
bir bıçak misali sallanıyor. Dolayısıyla, Marksizmin onun anlamını iyi
kavraması gerekiyor. En temel anlamıyla sınıf indirgemeciliği, esasen
Marksistlerin “ekonomizm”in kaba biçimi olarak görüp reddettikleri bir husus.
“Ekonomizm” ise karmaşık toplumsal ve tarihsel süreçleri salt ekonomik
faktörlere indirgemek demek.
Savaş sonrası dönemden beri fenomenoloji,
varoluşçuluk, yapısalcılık, söylem analizi ve yapısöküm çalışmaları ile
eleştirel sosyal teorideki “kültür sapması” daha çok savunulur hâle geldi, zira
bu sapma sayesinde sosyal teori, Marksist sınıf analizinin en indirgemeci,
determinist ve teleolojik yönlerinden arınma imkânı buldu. Ancak, ekonomizmdeki
kusurlardan arınmak yerine savaş sonrası dönemde üretilen teori tarihsel ve
diyalektik materyalizmi politik ekonomi eleştirisini çöpe atan, bunun yerine,
neoliberalleşmiş akademi, kültür kurumları ve üçüncü sektör olarak STK’lar
üzerinden işleyen ilerici hareketler içerisinde kimlikçi metafiziği besleyen
eklektik bir materyalizmi ikame etti. Bu kurumların ve teşkilâtların genel
politik yönelimi ve aldıkları paralarda amaç, antikapitalist mücadeleleri
etkisizleştirmekti.
Aşağıda günümüzde duyarcılığın Marksizme “Sınıf
İndirgemeciliği” kavramına yaptığı başvuru üzerinden gerçekleştirdiği
saldırının farklı yol ve yöntemleri ele alınacak. Bu eğilim karşısında bugün “İndirgemecilik”
terimi incelenmeli, solda bu terimin neden kullanıldığı sorusuna cevap
bulunmalı, solu eleştirenlerin o kavramı nasıl yanlış kullandıkları üzerinde
durulmalı, Marksist analizden uzaklaştıran niteliğine vurgu yapılmalıdır.
İndirgemeciliğe Karşı Marksizm
“Sınıf İndirgemeciliği” terimi, Marksist sınıf analizi
yönteminden ve sınıf mücadelesi siyasetinden ayrı ele alınamaz. Kapitalizme
karşı mücadele edilmiyorsa, sınıf indirgemeciliği anlayışının bir anlamı
yoktur. Bu sebeple, sınıf indirgemeciliği sorununun kapitalizmden kurtuluşu
öngören sınıfla ilişkisini görmek için işe Marx ve Marksizmle başlanılmalıdır.
Erik Olin Wright’ın tespitiyle sınıf analizi, sınıfsal
yapı ile sınıfsal oluşum arasında ayrım yapar.[8] Farklı tarihsel ve coğrafi
bağlamlarda oluşan farklı üretim tarzları farklı sınıfsal oluşum türlerine yol
açar. Sınıfsal yapı, sınıf bilinci ve sınıfsal oluşum arasında otomatik olarak
oluşan, kesin bir ilişki yoktur. Sınıfsal yapı sınıf mücadelesinden bağımsız
varolduğu için sınıfsal çıkarlar da sınıfsal örgütler kadar farklı olabilir.
Maddi gerçekliği anlamak için başvurduğumuz terimler
de sınıf mücadelesinin ürünüdür. Dolayısıyla, Marksist kavramların geçerliliği,
sadece onların nesnel gerçekliği tarif edebilme becerisine değil, daha da
önemlisi, toplumsal olgulara geçerli bir açıklama sunabilmesine ve siyasete bir
yön verebilmesine bağlıdır. Her türden sınıfsal oluşumda toplumsal farklılıklar
ve toplumsal psikoloji sınıfsal yapıya ait mekanizmalardan daha önemli
olabilir, Marksist analiz açısından bakıldığında, sınıfsal yapı, tek başına
sınıfsal yapıyı dönüştürebilen sınıf bilinci ve sınıf mücadelesine ait örgütsel
dinamikleri biçimlendiren kapitalist üretim tarzı ve kapitalist üretim
ilişkilerince tanımlanır.
Erik Olin Wright’ın tespitiyle tüm Marksistler, hem
toplumsal tipolojileri toplumsal üretimin örgütsel yapısı, aynı zamanda elde
edilen artığı üreten mekanizmalar ve sınıfsal yapılar üzerinden modelledikleri
ölçüde, sınıf indirgemecisidirler.[9] Ancak ne var ki sınıfsal yapı ve sınıfsal
oluşum ekonomiye indirgenemez. Tam da bu sebeple Marksist siyaset, kapitalist
sınıfsal ilişkilerin aşılması düzleminde kaçınılmaz veya önceden belirlenmiş
bir şeylerin olduğunu düşünmez. Bu teorik sorunları açıklamak için şimdi
biyoloji alanından bir örnek aktaralım.
Stephen Jay Gould gibi genetikçi Richard Lewontin de
E. O. Wilson ve Charles Murray gibi araştırmacıların çalışmalarıyla ilişkili
olan ırk temelli bilimi reddeden en önemli bilim insanları kabul edilirler.
Lewontin’e göre, insan popülasyonlarında görülen ufak genetik farklılıklar,
bilimsel ırk kavramının doğruluğunu kanıtlamak için yeterli değildir.
Lewontin’in ifadesiyle, insanın kültürü genetikle açıklanamaz. Bir türdeki
genetik farklılık istifade edeceğimiz hammaddeyi temin etse de farklı çevresel
baskılar temelinde farklı adaptasyon biçimleri oluşabilir.
Lewontin’e göre Homo Sapiens, diğer türlere kıyasla
daha düşük genetik çeşitlilik oranına sahiptir. Önemli popülasyon grupları
arasındaki değişim oranı yüzde yedi civarındadır. Tüm insan grupları başarıyla
melezlenebildiğinden, esasen biz aynı “ırk” denilen şeye aitiz.
Irksal farklılıkları insan gruplarını ayrıştırmak için
kullanmak tümüyle sığ bir girişimdir ve hiçbir bilimsel değere sahip
değildir.[10] Burada önemli olan, Lewontin’in indirgeme ve indirgemecilik
arasında yaptığı teorik ayrımdır.
Bilimsel indirgemeciliğin diyalektik eleştirisini
temel alan Lewontin, bilim insanlarının “bazı özellikler bazı insan gruplarında
ortaya çıkarken neden bazılarında görülmediği” sorusunun cevabını bilmediğini
söyler. İnsan (Homo) cinsinin asıl özelliği, adaptasyon tarzları olarak kültür
ve teknolojiye bağlı oluşudur. Organizmalar, çevresel faktörlere basit tepkiler
vermekle kalmazlar, sosyal Darvinci Herbert Spencer’ın düşündüğü gibi, uyum
sağladıkları ölçüde hayatta kalmazlar. Çevresel faktörlerle kurulan ilişki, bu
sebeple, dinamik ve diyalektik bir ilişkidir.
Lewontin ve Richard Levins’e göre, indirgeme, bir
yöntemdir, indirgemecilik ise bir dünya görüşü.[11] İndirgemecilik, bilim
alanında yaygın olarak kullanılır. Sonuçları belirlenmiş sebeplerle
ilişkilendirme çabası, bu bilim insanlarının istatistiksel totoloji dediği şeye
ve toplumsal ya da doğal süreçlerin zihinde somutlaştırılmasına yol açar.[12]
Bunun yerine bilimsel açıklamaya ihtiyaç duyan şeyler,
olduğu gibi benimseniyor. Bir yaklaşım, mekanistik olduğu ölçüde
kapsayıcılığını ve bütünselliğini yitiriyor. Kimya veya fizik gibi
disiplinlerde tatmin edici sonuçlara yol açsa bile bu kusurundan kurtulamıyor.
Sınıf mücadelesinde işçi sınıfı ve daha geniş manada
toplum, kapitalizmden kurtulma konusunda teleolojik olmayan evrimci boyutlara
sahip tarihsel diyalektiğin hem nesnesi hem de öznesidir. Bu anlamda komünizm
kaçınılmaz bir sonuç değildir. Aynı şekilde, homo sapiensin ortaya çıkışı da bu
canlı türünün varolması da kaçınılmaz değildi.
“İndirgemecilik” terimi, karmaşık bir sistem içinde
yer alan unsurlar arasındaki ilişkiyi açıklar ve onların ana sebeplerine işaret
eder. Bu tür bir indirgemecilik parçalarla bütün arasındaki ilişkiyi diyalektik
materyalizmle pek alakası bulunmayan mekanistik bir yoldan tarif eder.
Örneğin indirgemeci bir sınıf analizi, kaba Marksizm
olarak görülüp reddedilir veya eleştiriye tabi tutulur. İndirgemecilik
teriminin aksine indirgeme anlayışı ise ekonomik temele ait unsurlarla
ideolojik üstyapı arasında esnek bir ilişkinin olduğu üzerinde durur. İndirgeme
anlayışı, unsurlar arasında dolaysız ve mekanik bir süreklilik olduğu
iddiasında değildir. Her ne kadar indirgeme anlayışı sebeplerle ilgilense de
bir sistemin veya bir toplumun gelişkin ve öngörülemez özellikleri daha önceden
ortaya çıkmış veya daha “özsel” olan biçimlere indirgenmez.[13]
Marksist politika antikapitalist ve komünist olduğu
için, sınıfsal yapıyla toplumsal olgular indirgemeci olmayan, mekanistik bir
yol üzerinden belirlenmemiş bir yöntemle bir araya getirilir. İndirgemeci
olmamak görecelikçilikle, eklektisizmle, rastgelelikle veya kaosla
karıştırılmamalı, bunlarla yan yana getirilmemelidir. Lewontin’in de dile
getirdiği gibi, genlere sahip olduğumuz kesin bir bilgidir, ama genlerimizin
davranışlarımızı nasıl etkilediği konusunda kesin bir bilgiye sahip değiliz.
Aynı mantık sınıf için de geçerlidir.
Devrimci politika teorisinde Karl Marx, komünist bir
toplumun tam olarak nelerden müteşekkil olduğunu söylemez, ama o, kapitalizmin
sınıf mücadelesini kaçınılmaz kıldığına, sınıf mücadelesinin sınıfsal
hiyerarşilerin ortadan kaybolduğu bir gerçekliğe doğru seyrettiğine inanır. 5
Mart 1852’de Joseph Weydemeyer’e yazdığı mektupta Marx şunları söyler:
“Bana
gelince, modern toplumda ne sınıfların ne de onlar arasındaki savaşımın
varlığını bulmuş olmanın onuru bana ait. Benden çok zaman önce burjuva
tarihçiler, bu sınıf savaşımının tarihsel gelişimini, burjuva iktisatçılar da
sınıfların ekonomik anatomisini ortaya koydular. Benim yeni olarak yaptığım
şey: 1) sınıfların varlığının, üretimin gelişimindeki belli tarihsel
aşamalarla ilişkili olduğunu, 2) sınıf savaşımının zorunlu olarak proletarya
diktatörlüğüne varacağını, 3) bu diktatörlüğün, yalnızca bütün
sınıfların ortadan kaldırılmasına ve sınıfsız topluma bir geçiş
olduğunu göstermekten ibarettir.”[14]
1877 tarihli Anti-Dühring’den yapılan şu
alıntıda Engels, sosyalizmden komünizme geçişte devletin sönümlenmesi
anlayışını tartışmaktadır:
“Proletarya,
devlet iktidarını ele geçirir ve yola koyulabilmek için üretim araçlarını
devlet mülkiyetine geçirir. Ama bunun yanında proletarya, kendi varlığını, tüm
sınıfsal ayrımlar ve sınıfsal çelişkiler yanında devleti de ortadan kaldırır.
Bugüne dek sınıfsal çelişkiler içerisinde hareket etmiş olan toplum, üretimin
dışsal koşullarının sürdürülmesi için gerekli olan, dolayısıyla, sömürülen
sınıfı zorla belirli üretim tarzının (köleliğin, serfliğin ve ücretli emeğin)
belirlediği zulüm koşullarında tutma amacını güden, özel bir sömüren sınıfa ait
örgüt olarak devlete ihtiyaç duymuştur.”[15]
Solcular arasında sayısız farklılık mevcuttur, üstelik
iki radikal felsefeci aynı şekilde düşünmez. Materyalist teorinin belirli
yönleri konusunda kendisini “Marksist” olarak tanımlayan herkes bir biçimde
“kitabi”dir (ortodokstur) ama hepsi de kimlik politikası, radikal demokrasi,
kesişimsellik, sömürgesizlik veya imtiyaz teorisi gibi kimliği esas yönelimlere
odaklı başlıklarda ilerlemek gerektiği konusunda anlaşma içerisinde
değildirler.
Eleştirel ırk teorisine yönelik eleştirisinde Tom
Carter şunu söyler:
“Biz
Marksistler olarak sınıf indirgemeciliği suçunu kabul ediyoruz. Bize göre
sınıf, sadece öznel önyargının başka bir biçimi değildir.”[16]
Carter’a göre, sınıfın merkezi olduğu fikrini
reddetmek veya sınıfsal hâkimiyeti sınıfçılık olarak okumak suretiyle eleştirel
ırk teorisi, burjuva sınıfıyla ideolojik planda gizli bir anlaşma içerisinde
olma suçlamasından kaçınmaya çalışır. Carter, Marx’ın servetin eşitsiz
dağılımına işaret etmekle yetinmediği iddiasındadır. Eşitsiz dağılım, toplumlar
zenginle yoksul arasında toplumsal eşitsizlik üretmeye yetecek artığı
ürettiğinden beri mevcut olan bir olgudur. Zenginler, bu ilişki dâhilinde
ganimetlerini askeri güçle korumuşlardır.
Marksist eleştiri, gücün serveti korumak ve emeği
çalıştırmak için kullanıldığı feodal rejimlerle birbiriyle rekabet eden
kapitalistlere de emeğini satanlara da ihtiyaç duyan birikim sürecine herkesin
boyun eğdirildiği burjuva düzeni arasındaki farkı temel alır.
Marx’ın emtiayı ve çelişkili bir toplumsal ilişki
olarak ücretli emeği odağına yerleştiren çalışması, on dokuzuncu yüzyıl
ortalarında kapitalist toplumun gerçekliğini dikkate alarak yola koyulur.
Kapitalist gelişme kanunlarının küresel bir olgu olduğunu söyleyen Marx,
devrimci dönüşüm stratejisini geliştirir.
Marksistlerin sınıf indirgemeciliği suçlamasını
üstlerine almasına, kabullenmesine gerek yoktur. Burjuva sınıfına göre işçiler,
kapitalist toplumsal ilişkiler her daim varolmak zorunda olduğu için her daim
varolacak olan özel bir sınıftır. Burjuvaziye göre, toplumsal uzamın bu işçi
sınıfından oluşan kesimi hiçbir şey yapmaz, ama gene de onun küresel
kapitalizmin bütününü dönüştürecek bir şey yapmasına asla izin verilmemelidir.
Marksistlerin proletarya olarak ele aldıkları işçi
sınıfı, evrensel bir sınıftır. Dünyayı kapitalist toplumsal ilişkilerden
kurtarılmasında bir tek onun çıkarı vardır. Bu nedenle, işçi sınıfı çektiği
çile dâhilinde herkes için eşitlik, özgürlük ve dayanışma talebinde bulunur. Bu
sözleri tutmak içinse sosyalizme gerek vardır.
Her ne kadar on dokuzuncu yüzyıl Marksistleri devletin
ve toplumsal sınıfların ortadan kalkmasının bir zorunluluk olduğuna inanmışsa
da bu insanlar, bu sonucun kaçınılmaz olduğu varsayımında bulunmamışlardır.
Başka bir deyişle, onların devrim teorisi, her şeyin makine gibi tıkır tıkır
işlediğini öngören determinist bir teori değildir. Tam da bu sebeple Lenin,
iktidarı kapitalist sınıfın elinden almak için parti örgütlerinin inşa
edilmesinin yerine getirilmesi gereken bir görev olduğunu söylemiştir. Kimse, o
değişimin kendiliğinden gerçekleşmesini bekleyemez.
Lenin’in Devlet ve Devrim’de sınıf meselesinin
komünist gerçeklikte ortadan kalkmasıyla ilgili tespitleri Marksist fikirleri
netleştirmekte, Karl Kautsky ve Eduard Bernstein gibi Almanya’daki sosyal
demokrat hareketin liderlerinin Marksist olmayan fikirlerine karşı çizgi
çekmektedir. Bu isimlerden farklılaşması ile birlikte Lenin, İkinci ve Üçüncü
Enternasyonal’in ayrışmasını sağlamıştır. Marx-Engels okumaları üzerinden
Lenin, Kautsky’nin 1909 tarihli İktidar Yolu isimli kitabında dile
getirdiği konumun proleter değil, burjuva bir konum olduğunu söylemiştir.
Kautsky’nin konumuna göre özel bir sınıf olarak işçi sınıfı belirsiz bir süre
sömürülmeye devam edecektir. Kapitalizmi kabullenenler, ister istemez
kapitalizmin toplumsal reformlarla ilerletilebileceğini düşünmekte, burjuva
sınıfının alt edilip kapitalist toplumun yıkılmasını, böylece komünist toplumun
inşasını asla arzulamamaktadırlar. Lenin’in tespiti şu yöndedir:
“Birçok
isim, çıkıp Marx’ın teorisinin ana unsurunun sınıf mücadelesi olduğunu yazıyor,
söylüyor. Oysa bu, yanlış bir anlayış. Tam da bu yanlış anlayış sebebiyle
Marksizm oportünistlerce tahrif ediliyor, burjuvazinin kabul edebileceği bir
ruha indirgenip çarptırılıyor. Çünkü sınıf mücadelesi teorisini icat eden Marx
değildi, Marx’tan önce burjuvazi üretmişti bu teoriyi. Genel bir ifadeyle,
burjuvazi bu teoriyi kabul eder. Sadece sınıf mücadelesini tanımakla yetinenler,
henüz Marksist değildirler. Burjuva düşünürleri ve burjuva siyasetçileri
içerisinde bu olguyu tanıyanlarla sıklıkla karşılaşmak mümkündür. Marksizmi
sınıf mücadelesi teorisine indirgemek, Marksizmi budamak, tahrif etmek, onu
burjuvazinin kabul edebileceği bir şeye indirgemek demektir. Asıl, sınıf
mücadelesinin yanında proletarya diktatörlüğünü de tanıyan kişi Marksisttir.
Marksizmle küçük ve büyük burjuvazi arasındaki kalın çizgi, bu ayrımla
ilgilidir. Marksizmin kabul edilip edilmediğini, onun gerçekten anlaşılıp
anlaşılmadığını anlayabileceğimiz en temel mihenk taşı bu ayrımdır. Bu anlamda,
Avrupa tarihinde işçi sınıfı, bu meseleyle pratik bir olgu olarak yüzleştiği
vakit sadece oportünistler ve reformistler değil, reformizmle Marksizm arasında
salınıp duran Kautskiciler de proletarya diktatörlüğünü reddeden sefil birer
cahil ve küçük burjuva demokratı olduklarını kanıtlamışlardır.”[17]
Lenin, Marksist devrim teorisinden yoksun olan her
şeyi oportünist olarak görüp reddederdi. Devrimci Marksizm-Leninizmin
Sanders’ın, yeni toplumsal hareket aktivistlerinin ve kurumsal partiler
içerisindeki Corbyn türü solcuların beslendikleri ana gıda olmadığını söylemeye
bile gerek yok.
Slavoj Žižek, 1917’de Bolşeviklerin benimsedikleri
belirli stratejileri bugünde yinelemenin gereği olmadığını, zira bugün bizim
Lenin’in hiç ümit vaat etmeyen bir durumda devrimci bir eylemlilik içine girme
konusunda gösterdiği kararlılığı yinelememiz gerektiğini söylüyor.[18] Aynı
şekilde, ama öncücü iradeden daha yoksun bir yaklaşım dâhilinde, Todd Chretien,
2014 tarihli, Yeni Başlayanlar İçin Devlet ve Devrim Okuma Kılavuzu kitabının
sonunda Halk Cephesi stratejilerini, “Sovyet imparatorluğunun yozlaştığı”na
dair tespitlerini, sömürgelikten kurtuluş mücadelelerini, altmışların toplumsal
isyanlarını ve yetmişlerin politik çoğulculuğunu aktarıyor, bunların yeni
koşulları ve yeni endişeleri yansıttığını dile getiriyor.[19] Marksizmi daha
çok kesişimsellik yönelimi dâhilinde ele alan Jules Townshend, Kautsky’nin
Marksizmini “açık fikirli” radikaller için yeniden ele alıyor ve metnin sonunda
aktardığı, yirmi birinci yüzyılda Kautsky ile ilgili yazıda şunları söylüyor:
“Eğer
Marksizmin ötesine geçmek istiyorsak, Gramsci’nin düşüncesindeki üretkenliğe
bakmamız gerekiyor. Bu düşünce, hem Marksizmin Batı’da işçi sınıfının ‘ortak
aklı’ hâline gelememiş olması konusunda görüşler sunuyor hem de ‘hegemonya’
anlayışı gibi Marksizme ait teorik araçları yeniden devreye sokarak umut
aşılıyor. Buradan şu söylenebilir: ‘kimlik’ siyasetiyle ‘sınıf’ siyasetini
ayrıştırmak yanlıştır. Marx, kendinde sınıf/kendisi için sınıf ayrımı ile işçi
sınıfı için hegemonik bir devrimci kimlik inşa ediyordu. Başka bir ifadeyle,
kimlik meselesini temel (bir) politik hareketliliğin merkezi unsuru olarak
görebiliriz. Kesişimselliği gözeten ve demokratik sosyalizmin merkezinde
durması gereken bir anlatıyı devreye sokmak kolay bir iş değil. Bu noktada Kautsky’nin
düşüncesi, böylesi bir anlatının Marx’ın görüş ve fikirlerine muhtaç olduğunu
anımsatan kıymetli bir andaç.”[20]
Townshend, Lenin’i sadece iktidarı erkenden,
olgunlaşmamış bir zemin üzerinden almaya çalıştığı için suçlamakla kalmıyor,
ayrıca Marksizmi kimlik siyasetinin bir biçimi olarak tanımlıyor. Bu tanımlama
çabası ise ancak post-solun kimlik politikasının indirgemeci yönlerini yanlış
bir müdahaleyle Marksist analize dâhil etmesiyle gündeme gelebiliyor.
Eğer bir Marksist, Townshend gibi devrimci teoriyi
terk etmiş küçük burjuva ilerici kitlesinin “müttefiki” olarak kalma arzusunda
ise politik ekonomi eleştirisini temel alan analizimizin merkezi unsurları
olarak kimliği, ekolojiyi ve diğer meseleleri gören eklektik materyalizm
türlerini gene de eleştirmek zorunda. Burada eklektik materyalizm türlerinde
sınıf, üretim ilişkileri ve üretim tarzı bağlamında özel bir anlam ve öneme
sahip değildir. Ona farklı unsurlar aracılık ederler. Bu tür bir politika, Marksist
açıdan sadece sınıfsal görecelikçiliğe değil, ayrıca politikanın bayağılaşıp
her şeyi düzlemesine sebep olur. Sınıfsal görecelikçilikte, misal evsiz kişi,
kadın CEO’dan daha imtiyazlı görülür. Politikanın bayağılaştığı düzlemde ise
devrimci sınıf mücadelesi, sadece şiddet yanlısı ve otoriter bir şey olarak
görülmekle kalmaz, aynı zamanda ırkçı, cinsiyetçi ve Avrupamerkezci olarak
kodlanır.
Duyarcı Beyzbol ve Sınıf Savaşı
Madem materyalist diyalektiğin indirgemecilikle bir
alakası yok, bu “Sınıf İndirgemeciliği” terimini kim ne amaçla kullanıyor?
Bugünlerde ırk, sınıf, toplumsal cinsiyet ve
cinsellikle ilgili sohbetlerde yapılan “sınıf indirgemeciliği” suçlaması,
konuyu bir şekilde saptırmak için başvurulan bir yöntem. Bir Marksizm sözlüğünü
geçtim, Urban Dictionary [“Kent Sözlüğü”] bile “sınıf indirgemeciliği”
teriminin ortak algıyı yansıtan, uygun bir tanımını sunabiliyor:
“Devrimcilerin
asıl ilgilenmesi ve dert edinmesi gerekenin sınıf temelli zulüm olduğunu
söyleyen, toplumsal cinsiyet, ırk, cinsel yönelim gibi şeyleri ‘devrim
sonrası’na dek geri plana atan düşünce.”[21]
Aslında bu tanımda sömürü” yerine “zulüm” terimini
kullanan yazar, farkında olmadan, ele aldığı sorunu da tarif ediyor. Marx ve
Engels, İngiliz işçilerinin İrlandalı işçilerle davayı ortaklaştırmak için
devrim sonrasına dek beklemesi gerektiğini söylemediğine göre, demek ki bu tür
yaklaşımlar, Marksist materyalizme yakınlaşmak şöyle dursun, daha çok klişeleri
temel alıyorlar.
Bugün eğitimli ve meslek sahibi elitlerin elindeki bir
tür imtiyaz ve hak olarak duyarcılığın derdi, kapitalist sınıf ilişkilerini yok
etmek değil. Bu sebeple, esasen Urban Dictionary kendi tanımını kendince
doğru yerlerde kullanıyor: “Bu terim, daha çok liberallerin sosyalistlere ve
materyalistlere onları aşağılamak için kullandıkları bir terim ve esasen bu
terimi savunana ve sahiplenene pek rastlanmıyor.”
Sınıf indirgemeciliği suçlamasının bir iltifat, şaka,
hakaret ya da meydan okuma olarak kabul edilip edilmemesi, sadece bir psikoloji
meselesi değil. “Sınıf indirgemeci” sıfatı, radikal bir solcunun basitçe bir
onur nişanı olarak takabileceği bir şey de değil, çünkü bu hakaret,
postmodernistler tarafından kullanıldığında, onun neredeyse her zaman siyasi
karşıtlıktan ziyade bir anlayış eksikliğini ima ettiği varsayılıyor.
Bir örnek vermek gerekirse, eleştirel sosyal teorinin
çeşitli kollarını kendince eğip büken, misal, Hegel’de gördüğümüz efendi-köle
diyalektiğini alabildiğine soyut bir olgu olarak genelleştirip tarih dışına
atan, Frantz Fanon’u ise sömürgecilik karşıtı biri olarak takdim edip, öte
yandan, onu geneli ilgilendirmeyen bir isme indirgeyen, Cedric Robinson’ın
Avrupa karşıtı “ırkçı kapitalizm” kavramını dar bir yerden ele alan, ayrıca
Gramşici hegemonya kavramını Marksizm dışı Kültür Çalışmaları zemininde
kullanan Yunus İkbal, Siyahların Hayatı Önemlidir eylemlerinin yapıldığı
dönemde “inatçı” Bernie Sanders solunun, “sınıf indirgemeciliği ve “salt
ekonomi” saplantısı nedeniyle “zulmün karmaşık gerçekliğini” anlayamadığını
söylüyordu.[22]
Adolph Reed'in ileri sürdüğü gibi, Sanders soluna
yönelik bu sınıf indirgemeciliği suçlaması, bize suçlananlardan çok,
suçlayanların sınıfsal bağlılıkları hakkında bilgi veriyor.[23] Reed’e göre,
ekonomik eşitsizlik sorunlarını ele almak için tasarlanmış evrenselci
politikalardan en çok kazanacak olan Afrikalı Amerikalıların, orta sınıf
tarafından Demokrat Parti içerisindeki ve civarındaki neoliberal elitlerin
amaçlarına uygun düşecek şekilde, ırki dayanışmanın salt siyahlara özgü biçimi
olarak kimliklendirilmesi, gerçekten fazlasıyla tuhaf bir durum.
Bu tür bir tartışmada, sınıf indirgemeciliği tabiri,
genellikle materyalizm ve maddi çıkarlarla ilgili daha “dengeli” bir görüşü
savunan aydın ve eylemciler eliyle bir miktar yumuşatılıyor. Bu tür sosyal
eleştirmenler, tipik olarak farklı analiz kollarını hesaba katan bir soykütük
sunabilseler de, aynı zamanda ırkı sınıftan ve sınıfı politik ekonomiden ayırma
eğilimindedirler.[24] Bu eleştirmenler, ilerleme, insanlık, nesnellik, hakikat
ve insan hakları gibi kavramlar yanında, Aydınlanmacı evrenselliği de reddeden
postmodernizmi kabul etmek suretiyle, burjuva idealizminin Marksist
eleştirisini yapıyormuş pozu kesme imkânı bulurlar.
Örneğin, Esad Haydar, tüm işi omuzlama konusunda
bütünüyle sınıf mücadelesini temel almayan bir stratejiden bahsediyor, zira
Haydar, polis şiddetiyle mücadele eden ırkçılık karşıtı mücadelelerin de emek
mücadelelerinden istifade edebileceğini düşünüyor.[25] Hillary Clinton’ın
2016’da Sanders’a yönelttiği suçlamalar dâhilinde dile getirdiği, bankalarla
ilişkiyi kesmenin ırkçılığa son vermeyeceği tespitiyle Reed’in ırksal
eşitsizlikleri sınıfsal bir çerçeve içine oturmaya yönelik stratejisi arasında
yanlış bir bağ kuran Haydar, işçi hareketinin Siyahların Hayatı Önemlidir
türünden polis şiddetine karşı olan hareketleri eleştirmek yerine desteklemesi
gerektiği kanaatinde. Onun verdiği iki örneğin birbiriyle bağlantısız olduğunu
görememesinin sebebi ise Haydar’ın Amerikalı siyahlarla beyazlar arasındaki
eşitsizliklerin sebebi olarak kapitalizmi değil, ırkçılığı görmesi ve ona fazla
vurgu yapıyor olması.
Irkçılık olgusunu Amerika’nın ilk ve ebedi günahı
hâline getirmek istemiyorsak, siyahlarla beyazlar arasında denklik kuran
radikal demokratik mantığı da ırkçılık karşıtlığını sınıf mücadelesine yamayan
yaklaşımı da hem bir tür vehim hem de Marksizmden sapma olarak görüp redde tabi
tutmalıyız.
Haydar’ın iddia ettiği gibi sosyalist politika,
verilen mücadelelerin eşitliğe yol açmalarını güvence altına alan bir şey
değil, ama şunu da söylemek gerek: sınıf dayanışmasını temel almayan bir
mücadele de radikal bir mücadele olarak görülemez. Bu nedenle, Reed ve Walter
Benn Michaels’ın “Polis şiddeti türünden ırkçılığın yol açtığı sorunlara
bulunacak çözümün ırkçılık karşıtı olduğu varsayılmamalıdır” tespiti doğru.[26]
Son otuz kırk yıllık dönemde dünya genelinde ekonomik
eşitsizliklerdeki ciddi artışın sebebi, ırkçılık değil. Özellikle ırkçılık
karşıtı çözümler ekonomik eşitsizliği azaltmayacağı gibi, aynı zamanda devlet
aygıtının polis şiddetine başvurmasını azaltmak için de hiçbir şey sonuca yol
açmayacak.
Sınıf sömürüsü dışında hiçbir şey, diğer zulüm
biçimleri içerisinde ırkî zulme o kadar önem atfetmez. Marksizm, sınıflı
toplumu ortadan kaldırıp burjuva düzenini yıkmanın yollarını ararken, ırkçılık
karşıtlığı, ırksal farklılıkları ortadan kaldırma ve Avrupa kökenli insanların
ortadan kaldırılması olarak tarif edilemez.
Kapitalizm, ırkçılık kadar ırkçılık karşıtlığını da
kullanabilir.[27] Şirketlerin ve devlet kurumlarının Siyahların Hayatı
Önemlidir hareketine sunduğu destek, bunun ispatı niteliğindedir. Bu destek,
özünde kendi hâkimiyetlerini pekiştirip siyahî orta sınıf ve üst sınıf
içerisindeki azınlığın çıkarlarını koruma amacını gütmektedir. Ulusal, dini,
etnik ve cinsiyetle ilgili gruplar arasındaki ilişkiler ille de çatışmalı
olması gerekmezken, sınıfsal sömürü üzerinden kurulan ilişkiler, doğası gereği
çatışmalıdır. Bu da işçi hareketlerinin nüfus içerisindeki grupların belirli
çıkarlarıyla, kesişimsel, grupları dikine kesen hat boyunca dillendirmesi
talebini toplumsal hareket eylemcilerinin dile getirdiğinden veya bildiğinden
çok daha fazla sorumlu bir talep haline getiriyor.
Mesele, bu anlamda, sosyalist hareketin toplumun tüm
üyelerinin dertlerini ve haklarını dillendirmek zorunda olması değil ki bunu
zaten yapmalı. Mesele, daha çok, kimlik gruplarına yönelik ilginin hem
kapitalizmin işleyişini gizlemesi, aynı zamanda muhafazakâr, liberal ve sol
politika arasındaki farklılıkların üzerini örtmesi.[28]
Kapitalist egemen sınıfın sınıfsal, toplumsal
cinsiyetle ilgili, ırkî ve milli farklılıkları örgütlü sosyalist hareketleri
bölmek için kullandığına hiç şüphe yok. Fakat bizi bu noktada asıl
ilgilendiren, ırkçılık karşıtlığının ve cinsiyetçilik karşıtlığının örgütlü
solu güçlendirmekten ziyade zayıflatmak için kullanılması. Bu açmazın ana
hatları, 2020’de Ben Burgis ve Noah Berlatsky arasındaki görüş alışverişinde
iyice belirginleşti. Bilindiği üzere o yazılarda yazarlar, sınıf ve kimlik
kavramlarını indirgemecilik anlayışının karşısına çıkartıyorlardı.[29] Burgis,
“ırk indirgemeciliği” terimi yerine “ırk özcülüğü” kavramını kullanırken,
Berlatsky, Burgis’in dayanışma bilinci konusunda eksik olduğunu ortaya koymak
adına, “sınıf indirgemeciliği” kavramına başvuruyordu.
Bu tür değerlendirmelerin daha uç biçimlerinde
Marksistler, iflah olmaz ve demode kişiler olarak takdim edilip çöpe
atılıyorlar. Marksizm karşıtlığı, o bildiğimiz yollardan ilerliyor. Bu anlamda,
Marksizm karşıtı pratik, sosyal medyadan etkilenen iptal kültürünü esas alan
stratejiler üzerinden güncelleniyor.
Bu anti-Marksistler, her fırsatta, Marksistlerin
indirgemeci olmaları sebebiyle evrenselci olmadıklarını söylüyorlar. Bunlar
Marksistleri, ırkçı, cinsiyetçi, eşcinsel düşmanı veya yabancı düşmanı
olmaları, yerleşimci olmaktan kaynaklanan imtiyazlarını terk edemedikleri ya da
erdem sinyalleyip duran, iyi ve makul kişiler olduklarını ispatlamaya çalışan
meslek sahibi-yönetici sınıfın ajandasını uygulamaya koyma konusunda yola taş
koyan kimi kusurlara sahip oldukları için sınıf indirgemeci buluyorlar.[30]
Duyarcılık döneminde zulüm karşıtlığı söylemi,
postmodern akademisyenlerin ve eylemcilerin neoliberal statükoya bilmeden suç
ortaklığı yapmak için başvurdukları yöntemlerden biri hâline geldi.
Neoliberal bir politika olarak duyarcılığın Marksizmle
kurduğu ilişkiyi duyarcı beyzbol oyunu olarak görebiliriz. Oyun, bir Marksistin
veya radikal solcunun ilk atışı yapmasıyla başlıyor. Başlama sayısını almak
adına duyarcı oyuncu, o Marksisti veya radikal solcuyu bir ayrımcılık biçiminin
altına imza atmakla suçluyor. Onların ırkçı, cinsiyetçi, eşcinsel düşmanı
olduğunu söylüyor, yani sayı almak için tüm tuşlara basıyor. Sonrasında tabii
ki yaş ayrımcılığı, kilo ayrımcılığı, engelli ayrımcılığı gibi suçlamalar
yöneltiliyor. Duyarcı oyuncu, sayı turu vuruşu yapmak için Marksisti sınıf
indirgemeciliğiyle suçluyor. Topa vuran kişinin topunu tutmak için gerekli
noktada duran Marksiste farklı atışlar yapılıyor. Bu atışların niteliğini
oyuncunun hangi ligde olduğu belirliyor: imtiyaz meselesi yumuşak top,
avrupamerkezcilik sert top, evrenselcilik kavisli top, erkekçilik hızlı top,
fallus-merkezcilik tükürük topu olarak kullanılıyor. Bu politik görecelikçilik
ve güç iradesi oyununa son vermek için duyarcılar, solcu evrenselcileri politik
sağdan farksız olmakla suçluyorlar.
Duyarcı beyzbol, birçok spor türünden farklı. Duyarcı
oyuncular, hem taraftar hem de hakem. Oyuncunun kişiyi aldatma ve her konuda
suçlama hakkı var. Veya Marksistlerin peşinen ezik ve kaybetmeye mahkûm kişiler
olduğunu dile getirme yetkisine sahipler. Örneğin, bazı çevrelerde bir kişi şu
özelliklere sahip diye üstünlükçü kabul edilebiliyor: mükemmeliyetçilik,
savunmacılık, babacılık, “ya o ya o” mantığıyla düşünme, çatışmadan kaçınma,
bireycilik, nesnellik, duygusal ve psikolojik konfor arayışı.[31] Bu türden,
birçok şey talep eden ve bitmek bilmeyen ölçütler üzerinden duyarcı beyzbolu,
esasen Marksistlerin asla kazanamayacağı bir oyun.
Duyarcı beyzbolunun bir Marksistin gerçek hayattaki
toplumsal bağlılıklarıyla bir alakası yok. Kutsal Engizisyon’da diğer
kurumsallaşmış yozlaşma biçimlerinde olduğu gibi suçlanan tarafların
suçsuzluklarını ispatlama yükümlülüğü var. Oysa kendi kurallarını bizatihi
kendisi koymuş olan böylesi bir oyun, suçla ilgili değil ve kişinin kefaretle
kurtulma imkânı da yok.
Örneğin, Nikole Hannah-Jones, Amerikan Devrimi’nin
köleleri kurtarmak için verilmediği gerçeğine itiraz eden, ülkenin önde gelen
tarihçilerinin New York Times’ın hazırladığı “1619 Projesi” başlıklı
çalışmada yer alan tespitlerine yönelik cevabını Twitter’a yazdığı şu
cümlelerle verdi: “Trump destekçileri beni hiçbir zaman taciz etmediler, zekâma
hakaret etmediler, ama sosyalist olduğunu iddia eden beyaz erkekler, bunları
yaptılar. Hepiniz, gerçekte siyah düşmanı kişiler olduğunuzu ortaya
koydunuz.”[32]
Beş para etmez neoliberal çalışması karşılığında
Hannah-Jones, Pulitzer Ödülü aldı, ayrıca Howard Üniversitesi’nde Ta-Nehisi
Coates ile birlikte, epey yüklü bağışların aktığı bir bölümün başkanı oldu.
Aynı şekilde, Alexandria Ocasio-Cortez, eleştirel ırk teorisini eleştirenleri
“imtiyazlı kişiler” ve “kötü niyetle hareket eden insanlar” olarak
değerlendirdi ve bu teoriyi savundu.[33] Bu savununun ardından da Ukrayna’da
NATO’nun desteğiyle ayakta duran Zelenski rejimine milyarlarca dolar akıtılması
ile ilgili tasarıdan yana oy kullandı.
Yeniden dirilme imkânı bulan aşırı sağa ve kapitalizme
karşı örgütlenmek yerine, ilericilerin birbirleri arasında bu duyarcı beyzbol
oyununu oynamaları, gerçekten üzücü bir durum. Bunun sebebi, salt ideolojik
değil. Bu durum, bir yandan da ekonomik durgunluk ve sosyo-politik çöküş
koşullarında ilerlemeyi simgeleyen ve farklılığı ortaya koyan işaretlerin
alınıp satıldığı bilgi ve yaratıcılıkla alakalı sektörler içerisindeki rekabet
ilişkileriyle bağlantılı.
Kimlik, farklılık ve yaşam tarzının toplumsal hayatın
tüm biçimlerinin metalaştığı sürecin asli yönleri olarak iş gördüğü postfordizm
denilen bağlam, zulüm karşıtlığı üzerine kurulu politikayı, küresel kapitalizm
içerisinde gerçekleştirilecek yüzeysel değişimlerden yana olup devrimci
değişimi terk etmiş olan post-politikanın bir parçası hâline getiriyor.
Žižek’in de dile getirdiği biçimiyle, “Postmodern
politik mücadelelerin birden çok ihtimali içinde barındırıyor oluşu, sermayenin
bütünselliğiyle çelişen bir şey değil.[34] Aslında kapitalizm, yeni
öznelliklerin ortaya çıktığı bir arka plan veya imkânın koşulu olarak iş
görüyor. Žižek, başka bir yerde şunları söylüyor:
“Bugün
azınlıklar ve marjinaller göğe çıkartılıyor. Bu, artık çoğunluğun benimsediği
hâkim konum. Liberal politik doğruculuğun uyguladığı terörden şikâyet eden
alternatif sağcılar bile kendilerini tehlike altındaki bir azınlığın
koruyucuları olarak takdim ediyorlar. Veya şu patriyarkayı eleştirenleri,
patriarkal ideolojilere ve uygulamalara dönük eleştiriye odaklanmış olan solcu
kültür teorisyenlerini ele alalım: bu insanlar, patriyarkaya sanki o hâlen daha
hegemonik bir konumdaymış gibi saldırıyorlar, bu noktada Marx ve Engels’in 170
yıl önce, Komünist Manifesto’nun ilk bölümünde yazdıklarını görmezden
geliyorlar: ‘Kontrolü ele geçirdiği her yerde burjuvazi, tüm feodal, patriarkal
ve kırsal ilişkiye bir son verdi.’ Demek ki, ‘haklar’ üzerine kurulu piyasa
bireyciliğinin patriyarkayı silip atmaya başladığı, patriyarkanın hegemonik
işlevini yitirdiği bir tarihsel momentte, şu içinde olduğumuz dönemde bizim
oturup patriarkal fallus-merkezciliğin eleştirinin ana hedefi hâline neden
geldiğini sormamız gerekiyor. […] Patriyarkal ideolojinin bugün hâlâ hegemonya
sahibi bir ideoloji olmaya devam ettiğini söyleyenler, esasen bugün pratikte
hegemonya sahibi olan hedonist serbestlik denilen açmaza karşı körleşmemize
neden oluyorlar.”[35]
Dünya genelinde topluluklar ve toplumsal gruplar,
hâkim ilişkilerden eşitsiz bir biçimde istifade etseler de birbirinden ayrı
özelliklere sahip değildirler. Bunlar, soyut düzlemde, toplum denilen
bütünlükten kopma sürecinin bir işlevi olarak ortaya çıkarlar. Marksizm
emperyalizme karşı çıkarken, çıkış noktası organik toplum değil, koşullara
bağlı ve değişen toplumsal bütünlüktür. Marksizm, bu noktada maddi gerçekliğin
her düzeyinde gruplar arası ilişkileri ve gruplar içerisinde kurulan ilişkileri
inceler.
Sınıf mücadelesinin sonucunu, belirli bir momentte
sınıfın sahip olduğu bilinç ve sınıfların gücü arasındaki denge tayin eder.
Çoğulcu sosyal adalet eylemliliğinin sol için sorun teşkil etmediğini, ona
sıkıntı çıkartmadığını düşünen ilericiler, radikal solun “sadece sınıf”
dediklerini düşündükleri siyasetine karşı ittifak yanlısı bir duruş
sergiliyorlar.[36]
Jodi Dean’in de dediği gibi, yoldaş ve onun işaret
ettiği komünizmin yerini, meşrebi geniş ilericiliğin belirleyici olduğu
momentlerde kimlik ve sınıfın yer değiştirdiği post-politika türlerine
bırakıyor.[37] Örneğin, Christian Fuchs, TripleC dergisinin 2018 tarihli
özel Marx sayısında kimlik ve sınıf meseleleri konusunda David Harvey’nin Hardt
ve Negri’ye yakınlaştığını söylüyor.[38] Hardt ve Negri, eskiden kimlik
yapıları üzerinden kapitalizmin öznelliği kavrama tarzı da dâhil, toplumsa hayatın
tüm veçhelerini kapsadığını söyledikleri postfordizme yönelik eleştirilerinde
nispeten daha Delözcü bir tavır sergilerken, bugün eril sosyalist hareket
olarak görülüp saldırıya uğrayan Wall Street’i İşgal Et hareketi sonrası
eylemciler arasında gelişen çeşitlilik temelli anlayış uyarınca hareket ediyor.
Oysa harekete yönelik bu saldırı, şirket medyasında tıpkı “Bernie Birader”
klişesi gibi bir tür küfür olarak gündeme gelmişti.[39] Saldırı neticesinde
yeni toplumsal hareketler içerisinde faal olan eylemcilerde postmodern teori
daha da güçlendi. Hatta kimi yönlerden sol, seksenlere ve doksanlara geri
döndü.
Kimlik ve sınıf, denk şeyler değil. Alain Badiou’nün
de dile getirdiği biçimiyle, ontolojideki sonsuz çokluğun siyasetteki genel
hakikatlerle bir ilgisi yok.[40] Eylemciler, politikayı ahlak düzleminde
dillendirilen şantaj ve tehditlerin üretken olmayan biçimlerine odaklayan
heştek hareketleri yerine emek hareketi üzerinden güçlenmenin yollarını aramak
zorundalar.
Devrim İndirgemeci Değildir
Komünist hareket, bugün birçok ülkede etkisiz.
Dolayısıyla, duyarcı beyzbol oyununun halesine kimse kapılmasın, şu sınıf
indirgemeciliği suçlamalarının cazibesinden herkes uzak dursun. İşçi sınıfı
kendine has, özel bir şey değil ve kapitalizmin mezar kazıcısı olma vasfı,
evrensel bir vasıf. Burjuvazi ise kendine has ve özel bir sınıf. Yardımsever,
reformist ve ilerici kapitalistler, farklı tarihsel momentlerde karşımıza çıksa
da bu sınıf hakkında böylesi bir tespiti dillendirmek mümkün.
Bugün neoliberal kapitalizmin kimlik siyasetini teşvik
edip öne çıkarttığı koşullarda işçi sınıfına dair burjuva görüş daha da
güçlendi. İşçileri ebediyete dek ikincil konuma fırlatıp atan sınıf
indirgemeciliği, ırk ve toplumsal cinsiyet indirgemeciliğinde yankılanıyor.
Teorik genellemeden ziyade kişisel deneyimle ilgilenen ırk ve toplumsal
cinsiyet indirgemeciliği, özgürlükçü evrensellik temelli siyasete saldırmak
için kullanılıyor.
Çelişkili biçimde postmodern feministlerin, ırkçılık
karşıtlarının, kesişimselcilerin ve dekolonyalistlerin umacısı olan “evrensel
norm” denilen konum, ilgili normla bağlantılı görülen, ciscender ve
heteronormatif beyaz erkek yerleşimciler kendilerini başkalarına farklılıklara
yönelik zaruri hoşgörüyü gösterdiklerinde ve kendince bir pozisyon aldıklarında
pekişiyor.[41] Fanon’un da önerdiği biçimiyle, bunun yegâne alternatifi,
evrensele ulaşmak için çabalamak, yani, kültürü ve politikayı kimlik meselelerine
indirgemekten kaçınmak. Aydınlanmacı evrenselliğe toplumsal eşitsizlikle
bağlantılı olan normatifliği eleştirecek ölçüde karşı çıkan ve Gramşici
olduğunu iddia eden postmodernistler, esasında kapitalizme onay veriyorlar.
Bugünün duyarcı postmodernistlerinin Marksist sola
karşı söyleyeceklerinin bir sınırı var mı?
Anti-Marksizmin toplumsal sınırları mevcut ve bu
sınırlar, toplumsal koşullara ve ideolojiye tabi. Birçok postmodern söylem
teorisyeni, toplumsal inşacı ve sol popülist, gerçek sol olduklarını iddia
ettiklerinden, kendileriyle aynı görüşte olmayan Marksistleri sinsice hareket
eden birer burjuva veya sağcı olarak tarif ediyorlar.
Birçok postmodernist, modernist makro-politikaya
inanmadığını iddia etse de ihtiyaç hasıl olduğunda, hemen ona ait terimlere
başvuruyor. Bu oportünizm, duyarcı kimlikçiler ne zaman “sınıf indirgemeciliği”
kavramını kullansalar, bu kavramın suiistimaline katkı sunuyor. Öte yandan,
duyarcılığın farklı biçimleri var ve bu biçimler, sınıf indirgemeciliği türü
suçlamaları farklı içeriklerle dile getiriyorlar. Beyazlık meselesini
çalışanların beyazları suçlu ve doğası gereği kusurlu görmesinde olduğu gibi
postmodern sol da Marksist sola, o yanlış türde bir kimlik kategorisi teşkil
ediyor diye saldırıyor. Bu türden bir yoruma göre, makro-politikanın uygun
göremeyeceği farklılıklar ve kıyaslanamaz olgular olmalı.
Kesişimselliğin kavşağını teşkil eden yollar, tek
yönlü caddeler olma eğilimindedir. Kimlik politikasına ait terimler dâhilinde
beyazlar, erkekler ve heterolar, siyahlar, kadınlar ve lubunlarla aynı ehliyete
sahip olamazlar. Örneğin, eleştirel ırk teorisinin kurucu babası sayılan
Derrick Bell, edebiyat teorisyeni Stanley Fish’in bu teoriye dair tarifini
onaylayarak aktarıyor:
“Hukukun
örtüsüne sarınıp onun görkemine kavuşmak isteyen ve belirli bir tarafa ait olan
ajandanın hizmetinde, genel kurallarla süslenmiş özel ricayla, mantıksız
sıçramalarla, şüpheli ve samimiyetsiz jestlerle bir araya getirilmiş ama
birbirine uymayan mafsallara sahip yıkık dökük ve geçici bir iş.”[42]
En iyi hâliyle o beyaz müttefiklerin elinden,
birbirini yemekten başka bir şey gelmez. Sınıf indirgemeciliği, karşı tarafı
öcü gösteren bir suçlamadır. Bu suçlamanın yanlış olduğu ve fırsatçılık üzerine
kurulu olduğu gösterildiği anda, suçlamaların yerini, bireyi hedef alan,
mantıksal safsata üzerine kurulu saldırılar ve sosyal medya operasyonları
alıyor.
Kişi, sırf bir şeyle ilgili diye suçlanır veya sırf
“üslubu” sebebiyle ya da grup içerisinde sır olarak kalması gereken, Jo
Freeman’ın[43] kırk yıl önce örgütsel, günümüzde düşünsel yapısızlık olarak
tarif ettiği başka meseleler yüzünden sansürlenir. İnternet çetelerinin ortaya
çıktığı günden beri mücadeleler içerisinde eylemciler, yapılardan mahrum kaldı,
toplumsal normlardan arındı. Bu, bugün eğitim kurumlarını, medyayı, iş
dünyasını ve hükümetleri de etkileyen bir durum.
Birileri, bu küçük burjuva reformları temel alan
ajandanın toplumsal eleştiriyle bir alakası olduğunu düşünüyor olabilir, ama
sağlam argümanlarla yürütülecek tartışmaya yönelik itirazın ve yapılan
saldırıların genel manada bireyselleştirilmiş niteliğinin, bugünlerde moda olan
duyarcılığın ajanlarını besleyen gerici ve Aydınlanma karşıtı tavırlara da
ihanet ettiği görülmeli.
Zulmün farklı biçimleri konusunda belirli bir sınıfsal
konum alınabilir, fakat Mark Fischer’ın “vampirler şatosu” dediği yerin
sakinlerinin kimlik politikasına yönelttiği sol eleştirilere itiraz etmenin o
sınıfsal konumu idrak etmesi konusunda kimseye hayrı olmayacaktır.[44]
Hattizatında bu toplumsal adalet temelli reform
ajandasının amacı, insanların böylesi bir sınıf bilinci düzeyine ulaşmalarına
ve meslek, akademi ve altkültür temelli gruplar yerine kitle hareketlerine
hizmet eden ilkeli örgütlenme araçlarını kolektivize etmelerine mani olmaktır.
Görünüşte fiili pratikte her türden önyargıdan arınmış
gibi görünen postmodern kültür, pozitivist tembelliğin en berbat biçimlerinin
ortaya çıkmasına neden olur, kimliklere göre tasnif işlemine alışılmasını
sağlar.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında solcuların savundukları
Marksist materyalizm, bugün yeni-postmodernilerin duyarcılık dalgası için kayıp
bir göndergeden ibarettir. Kimse, radikal ve eleştirel teorinin temellerini
bilmeden Marksist sol konusunda yeni fikirler ortaya atamadığından, sınıf
indirgemeciliğine vurgu yapan bakış açısı, önemini hiçbir şekilde
yitirmemektedir.
Oysa Marksist yöntem, aynı anda hem eklektik hem
nihilist hem de görecelikçi olmadan, indirgemeci olmamayı başarır. Bu
özelliğiyle Marksizm, bilim, iktisat, kültür ve hukuk gibi alanları ele alma
konusunda daha önemli bir yerde durur.
Marksizm aynı zamanda, sermayenin boyunduruğunda
yaşadığımız sürece tüm postmodern teorilerin toplamından daha iyi bir sosyal
teori ortaya koyar.
Bu tespit, tarihsel zamanı gündeme getirir.
Jacobin dergisinin
Youtube kanalında Ağustos 2021’de gerçekleştirilen “Tarihin Kullanım ve
Suiistimal Edilme Biçimleri” başlıklı tartışmada Adolph Reed ve Walter Benn
Michaels, bugünde gündeme getirilen geçmişin politikayla ilgisiz olduğunu
söylüyor.[45] Burada esasen Michaels’ın Göstergenin Biçimi çalışmasında
aktardığı analiz tekrarlanıyor. O çalışmada Michaels, bugün ırkçılık
karşıtlarının köleliğin, Yahudi soykırımının veya Kızılderili soykırımının
önemini abartmalarının genel manada siyasetten ziyade ontolojiye ait meseleleri
dile getirme ihtiyacından kaynaklandığını söylüyor. Postmodernizm,
postyapısalcılık ve post-tarihsicilik bağlamında konuşan Michaels, dünyanın
sınıflar yerine kimliklere bölündüğünü ve inançlar yerine öznel konumlara göre
organize olduğunu söylüyor.[46] Michaels’a göre, bir kişinin ecdadının köle
olması veya Yahudi soykırımında öldürülmüş olması, o kişinin yürüteceği
politikanın toplama kamplarında ve başka zulümlerde öldürülenlerin torunları da
dâhil, tüm insanların hayatlarını iyileştirmekle ilgiliyse eğer, önem arz etmiyor.
Tıpkı deneyim gibi tarihe ve hatıralara yönelik başvurular da bazen insanlarca
neredeyse her şeyin birer kılıfı olarak ele alınıyorlar. Michaels’ın argümanını
takdir etmekle birlikte, tarihin kimliği meşru kılma çabası ile sınırlı
görülemeyecek meşru kullanım biçimleri olduğunu söylemek gerekiyor.
Duyarcılık, eşitlik taleplerinde bulunana dek
makro-politik meselelere eğilemeyeceğimizi söylüyor. Bu talepler, egemen
sınıfla ve onun temsil meselesini aşmış neoliberal ideolojisiyle bağlantılı
olduğu için, bu yaklaşım, toplumsal hayatı daha da karmaşıklaştırıyor. Duyar
adacıkları, amacı, sınıf bilincini teknokrat-sibernetik sınıfın duyguları,
tıkları ve başka fetişlerinde çözmek olan birer küçük evren.
Bugün dar arkadaş çevresinden oluşan siyasetçiler, tam
da bu sebeple duyarcılık ideolojisini, kendi grubu içindeki alışverişleri için
gerekli besin kaynağı olarak görüyorlar. Bu sınıfsal katmana göre sermayenin
iktidarına karşı konulamayacağından, bu sınıfın meclisteki somut yetkileri
somut özneleri yansıtmanın yollarını arıyor. Bu kişiler, bizi temsil
etmiyorlar. Sırf bize benzemelerini istediğimiz için bize benziyorlar.
Bugün CIA, kesişimselcilik fikrine uygun düşen
personelinin reklâmını yapıyor. Amerikan kara kuvvetleri de aynı yolun yolcusu.
O da Rus federasyonunun sömürge olmaktan çıkartılması önerisinde bulunuyor.[47]
Ama sırf bu güçler, zulüm karşıtı davaları temellük ediyor diye onları terk
edecek değiliz. En azından “kimlik grupları” kategorisi belli belirsiz
tanımlanıyor olsa da politik açıdan yekpare bir olgu olmaması sebebiyle, bahsi
edilen grupların bu türden temellük etme biçimlerini eleştirmeleri pek mümkün değil.
Bugün insanlara kapitalizm koşullarında daha iyi
temsil edilme imkânları değil, tarihsel zamanı ve insani varoluşu toplumsal
ihtiyaçlarla uyumlu kılmak için gerekli olan stratejileri geliştirecek örgütler
lazım.
Bilinç, tarihsel zamanı özgürlükçü toplumsal değişime
yol açacak politik çerçevelerin içine taşır.[48] Sosyalizmde işçi sınıfı,
yüksek ücretlerle ve kısa vadeli kazanımlarla tatmin olan özel bir sınıf
olmaktan çıkar. İşçi sınıfı, yalnızca sınıflı toplumu, kapitalist üretim
ilişkilerini ve özel mülkiyet rejimlerini ortadan kaldırmanın yolunu aradığı
vakit evrensel bir sınıf hâline gelir.
Buna karşılık, duyarcılık, ölmeye yüz tutmuş meslek
sahibi-yönetici orta sınıfın küçük burjuva politikasıdır. O, müesses nizamın
savunulmasına yönelik bir yöntemdir.
Duyarcılığa saldıran muhafazakârlar, bu saldırı
dâhilinde ancak radikal taklidi yapabilirler. Sağ, bugün ancak özel
muhitlerdeki elitlerin politik doğruculuğuyla dalga geçtiği vakit işçi
sınıfıyla aynı telden çalabilmektedir. Geri kalan tüm icraatları, hile ve
aldatma amaçlıdır.
Duyarcılığı sadece sol eleştirebilir, çünkü toplumsal
değişime açık olan ve çelişkileri esas alan zaman anlayışına bir tek sosyalizm
sahiptir.
Duyarcılığın derdi, tarihsel değişim değil, ebedi
varolma biçimleridir. Kapitalizmle alakalı hiçbir konuyu derinlemesine inceleme
gereği duymaz. Onun başında, kapitalist komuta kademesinin sahip olduğu halenin
benzeri bulunmaktadır. Duyarcılığın bugün neoliberalizme teslim olmuş
postmodern akademi, medya ve kültür endüstrisinde bu denli başarılı olmasının
sebebi budur. Hiçbir fark yaratmasa da farklılıklar üzerinden ideolojik
bağlaşıklığı sağlamak adına çeşitliliği kullandığı için duyarcılık, çelişkili bir
işleve sahiptir. İnsanlar kapitalizmle mücadele ettiklerinde, kısa vadeli
duyarcılık denilen o fikri atıp insanın özgürlüğü ve eşitliği ile ilgili uzun
vadeli vizyona sahip olurlar. Böylece tarihsel zamanın yükünü sırtlanan
insanlar, bugün tehlikede olan insanlığın bekası için dövüşürler.
Marc James Léger
2021
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Dustin Guastella, “We Need a Class War, Not a Culture War,” (25 Mayıs 2020)
Jacobin; Ben Burgis, “We Don’t Need a
Culture War. We Need a Class War,” (18 Aralık 2020) Jacobin.
[2] Bu iddiayı dillendiren isimlerden biri de Chantal
Mouffe’tur. Bkz.: For A Leftist Populism (Londra: Verso, 2018) eBook, s.
12.
[3] Örneğin bkz.: “Onward Barbarians,” (Aralık 2020), Endnotes.
[4] Bkz.: Verso Books, “Is Socialism Just a Western,
Eurocentric Concept? with Nivedita Majumdar,” (21 Mart 2017), Youtube.
[5] Bianco’dan aktaran: Dan Kovalik, Cancel This
Book: The Progressive Case Against Cancel Culture (New York: Hot Books,
2021) s. 26-7.
[6] Bkz.: Ashley J. Bohrer, Marxism and
Intersectionality: Race, Gender, Class and Sexuality Under Contemporary
Capitalism (New York: Columbia University Press, 2019) ve Nancy Folbre, The
Rise and Decline of Patriarchal Systems: An Intersectional Political Economy (Londra:
Verso, 2021). Ayrıca bkz.: Ellen Meiksins Wood, “Why Class Struggle Is
Central,” Against the Current (Eylül/Ekim 1987) s. 7-9.
[7] David Roediger, Class, Race and Marxism (Londra:
Verso, 2017) eBook, s. 37.
[8] Erik Olin Wright, Classes (Londra: Verso,
1985) s. 9.
[9] Eric Olin Wright, “Review Essay: Is Marxism Really
Functionalist, Class Reductionist, and Teleological?” American Journal of
Sociology 89:2 (Eylül 1983) s. 452-9.
[10] Bkz.: Richard C. Lewontin, Biology as
Ideology: The Doctrine of DNA (Concord: House of Anansi Press, 1991).
[11] Richard Levins ve Richard Lewontin, The
Dialectical Biologist (Cambridge: Harvard University Press, 1985) s. 2.
[12] Irk indirgemeciliği eleştirisi için bkz.: Barbara
J. Fields ve Karen E. Fields, Racecraft: The Soul of Inequality in American
Life (Londra: Verso, 2012).
[13] Bkz.: Kaan Kangal, “Engels’s Emergentist
Dialectics,” (1 Kasım 2020), MR.
[14] Marx’tan aktaran: V.I. Lenin, State and
Revolution (Şikago: Haymarket Books, [1918] 2014) s. 70.] [(pottage) s.
63.]
[15] Engels’ten aktaran: Lenin, State and
Revolution, s. 52.
[16] Tom Carter, “The ideological foundations of
Critical Race Theory,” (29 Ağustos 2021), Wsws. Kendilerini tarif ederken sınıf
indirgemecisi tabirini kabul eden solculara örnek olarak bkz.: “Antiracism
Can’t Overcome Capitalism – Adolph Reed and Walter Benn Michaels,” (5 Ağustos
2021), Youtube.
[17] Lenin, State and Revolution, s. 70-1.
[18] Lenin 2017: Remembering, Repeating, and
Working Through, Yayına Hz.: Slavoj Žižek (Londra: Verso, 2017).
[19] Todd Chretien, “Introduction: A Beginner’s Guide
to State and Revolution,” Lenin, State and Revolution içinde, s. 31-4.
[20] Jules Townshend, “The ‘truth’ of Kautsky:
Comments on ‘Kautsky in the 21st century’,” Sayı 139 (Eylül 2021), Platypus.
[21] Urban Dictionary sitesindeki “Sınıf
İndirgemeciliği” başlığı için bkz.: Urban.
[22] Yanis Iqbal, “Tackling the US Left’s Class
Reductionism,” (29 Temmuz 2021), Hampton.
[23] Adolph Reed Jr., “The Myth of Class
Reductionism,” (25 Eylül 2019), Newrepublic. Ayrıca bkz.: Adolph Reed Jr.,
“Why Black Lives Matter Can’t Be Co-opted,” (23 Temmuz 2021), Nonsite.
[24] Bkz.: Preston H. Smith, “Which Black Lives
Matter?” Catalyst 4:3 (Güz 2020).
[25] Asaid Haider, “How calling someone a ‘class
reductionist’ became a lefty insult,” (25 Temmuz 2020) Salon.
[26] Walter Benn Michaels ve Adolph Reed Jr., “The
Trouble with Disparity,” (10 Eylül 2020) Nonsite.
[27] Ronald W. Cox, “A Left Critique of Class
Reductionism,” Class, Race and Corporate Power 8:2 (2020), Digitalcommons.
[28] Bu meselelerin ince yönleri konusunda Adolph Reed
ile Ellen Meiksins Wood arasında cereyan edilen ve şu çalışmada aktarılan
tartışmaya bakılabilir: Yayına Hz.: Diane E. Davis, Political Power and
Social Theory (Bingley: Emerald Publishing Limited, 2006).
[29] Ben Burgis, “Racial Essentialism and the 2020
Election,” (17 Kasım 2020), Medium; Noah Berlatsky, “Why ClassFirst
Leftists Are Wrong,” (5 Aralık 2020) Medium; Ben Burgis, “Noah Berlatsky’s
Critique of My Alleged ‘Class First Leftism’,” (7 Aralık 2020) Medium.
[30] Catherine Liu, Virtue Hoarders: The Case
Against the Professional Managerial Class (Minneapolis: University of
Minnesota Press, 2021).
[31] Tema Okun, “White Supremacy Culture
Characteristics” (2021), White.
[32] Bkz.: Eric London, “Audio recording refutes Hannah-Jones’ claim that she was falsely quoted by the
World Socialist Web Site,” (27 Kasım 2019), Wsws. Nikole Hannah-Jones, “The Idea of
America” [1619 Projesi’nin baş makalesi], The New York Times Magazine (18
Ağustos 2019) s. 14-22.
[33] Bkz.: Don McIntosh, “Talking Socialism | Catching
Up with AOC,” (19 Mart 2021), Dsausa.
[34] Slavoj Žižek, “Class Struggle or Postmodernism?
Yes, Please!” Judith Butler, Ernesto Laclau ve Slavoj Žižek, Contingency,
Hegemony, Universality: Dialogues on the Left içinde (Londra: Verso, 2000)
s. 108.
[35] Slavoj Žižek, The Relevance of the Communist
Manifesto (Cambridge: Polity, 2019) s. 14-16.
[36] Örneğin bkz.: Douglas Lain, “Class Consciousness
vs. the Fiction of ‘Class First’ Politics,” YouTube (19 Aralık 2020). Bu
konuyla ilgili olarak bkz.: Jodi Dean, Comrades (Londra: Verso, 2019).
[37] Jodi Dean, Comrade: An Essay on Political
Belonging (Londra: Verso, 2019).
[38] tripleC dergisinin 2018 yılında çıkarttığı
özel sayıya bakılabilir: Karl Marx @ 200: Debating Capitalism &
Perspectives for the Future of Radical Theory, Triple. Ayrıca bkz.: Michael Hardt ve
Antonio Negri, “Empire, Twenty Years On,” New Left Review, Sayı 120
(Kasım-Aralık 2019) s. 67-92.
[39] Jeff Weaver, How Bernie Won: Inside the
Revolution that’s Taking Back Our Country – And Where We Go From Here (New
York: Thomas Dunne Books, 2018) isimli çalışmada yer alan “On Berniebros,
Hillbots, the Russians, Alt-Right Racists, and a Whole Lot of Really Great
People,” başlıklı bölüm, ekitap, s. 190-216.
[40] Bkz.: Alain Badiou, Saint Paul: The Foundation
of Universalism, Çeviri: Ray Brassier (Stanford: Stanford University Press,
[1997] 2003); Alain Badiou, Philosophy and the Event, Çev.: Louise
Burchill (Cambridge: Polity, [2010] 2013).
[41] Bkz.: Slavoj Žižek, “Tolerance as an Ideological
Category.” Critical Inquiry, Sayı 34 (Yaz) s. 660-82.
[42] Fish’ten aktaran: Derrick A. Bell, “Who’s Afraid
of Critical Race Theory?” University of Illinois Law Review 1995:4
(1995) s. 900.
[43] Jo Freeman, “The Tyranny of Structurelessness”
(1970), Jofreeman.
Ayrıca, Roediger’in Class, Race, and Marxism dergisinde o talihsiz üslup
tartışmasına ve dayanışma kavramına yönelik itirazına bakılabilir.
[44] Mark Fisher, “Exiting the Vampire Castle,” (23
Kasım 2013), Opendemocracy.
[45] Jacobin, “The Uses (and Abuses) of History –
Adolph Reed and Walter Benn Michaels,” (6 Ağustos 2021), Youtube.
[46] Bkz.: Walter Benn Michaels, The Shape of the Signifier: 1967 to the End of History (Princeton: Princeton University Press, 2004) s. 17.
0 Yorum:
Yorum Gönder