13 Mayıs 2024

,

“Kısa 20. Yüzyıl” ve Sahih Zorunluluk

 

Ortalığı kan yerine çeviriyorlar, adına barış diyorlar.
Acı çekmek ile tarihin potansiyelinin kendisini gerçekleştireceği an arasındaki eşikteyiz.

[Antonio Negri]

 

20. yüzyıl, en azından nicel olarak, insanlığın bildiği en kanlı dönemlerden biriydi. 1900 ile 1993 arasında 154 savaş olduğu ve bu savaşların, %80'i sivil olmak üzere yüz milyondan fazla cana mal olduğu söyleniyor. 20. yüzyılın kötülendiğini duymaktan nefret ettiğini söyleyen İtalyan romancı Erri De Luca, Osip Mandelştam’ın seküler çağın ruhunu iyi yakalayan bir şiirini sık sık alıntılıyor:

“Asrım benim, canavarım,
Kimin elinden gelir
Bakmak ta içine gözlerinin
Ve kim kanıyla kaynaştırabilir
Omurlarını iki asrın?”[1]

1980’lerin sonuna doğru, politik bağlılıklarından çok ironisiyle tanınan postmodern yazar Martin Amis, günümüz bağlamında, anlamsızca görmezden geldiğimiz bir soruna, nükleer savaş tehdidine korku dolu, endişeli yaklaşımıyla dikkat çeken bir derleme olan Einstein's Monsters'ı [“Einstein'ın Canavarları”] yazdı.

Keza, politik muhalefet de bu tarihsel momente ayrılmaz bir şekilde bağlı, kolektif bir deneyim. Radikal sol, 20. yüzyılın büyük kısmında kendini hem tamamen öngörülebilir hem de kaçınılmaz olan bir pratik ikileme adadı. Felsefeci Gerald Cohen açıklayıcı bir anekdot anlatıyor:

“Ağustos 1964'te, halam Jennie Freed ve kocası Norman'ın o sıralarda yaşadığı Çekoslovakya'nın Prag kentinde iki hafta geçirdim. Orada yaşamalarının nedeni o sıralar Norman'ın World Marxist Review dergisinin editörlerinden biri olmasıydı...

Bir akşam, adalet, daha doğrusu daha genel olarak ahlâki ilkelerle komünist politik-pratik arasındaki ilişki hakkında bir soru sordum. Norman Enişte soruya müstehzi bir yanıt verdi.:

‘Bana ahlaktan söz etme-küçümseyerek- ben ahlakla ilgilenmiyorum.’

‘Ahlâk ideolojik bir saçmalıktır: Kapitalizm ve sosyalizm arasındaki mücadeleyle hiçbir ilgisi yoktur.’

Norman ‘Bana ahlâktan söz etme’ dediğinde, ben şöyIe cevap verdim: ‘Ama Norman Enişte, sen kendini bildin bileli komünistsin. Kuşkusuz politik faaliyetlerin güçlü bir ahlâki bağlılığı yansıtıyor?’

‘Ahlâkla hiçbir ilgisi yok’, diye yanıtladı, şimdi daha yüksek sesle: ‘Ben sınıfım için savaşıyorum!’ […]”[2]

Eric Hobsbawm, Aşırılıklar Çağı'nda, Norman Enişte’den daha da adanmış iki kişiden söz ediyor. Biri, başarılı bir Münihli avukatın 1923’te on beş yaşındayken Almanya Genç Komünistler Birliği’ne katılan kızı Olga Benario. Olga, yoldaşı Otto Braun’la birlikte tutuklanana kadar, sokaklarda Nazi milisleriyle girdiği çatışmalarla tanınıyordu. Benario serbest bırakıldıktan sonra Braun’u kurtarmak için Moabit Hapishanesi baskınına katıldı. Sonradan Sovyetler Birliği’ne kaçmayı başardılar.

Benario, daha sonra Brezilya'ya gitti ve ülkenin en ücra bölgelerine kadar yayılan bir isyanın lideri olan Luis Carlos Prestes’le tanıştı. İsyan bastırıldıktan sonra Brezilya hükümetinin Nazi Almanyası’na teslim ettiği Benario, bir toplama kampında öldü. Otto Braun ise Çin'e gitti ve Mao’nun Uzun Yurüyüş'üne katılan tek Batılı oldu.

1970’lerde, aynı Erri De Luca, İtalyan militan-solcu örgüt Lotta Continua'nın [“Sürekli Mücadele”] “güvenlik güçleri” sorumlusuydu. İtalya’nın “Kurşun Yıllar”ndaki devrimci şiddeti - tuhaf bir mesafelilikle- nesnel bir gerçeklik olarak anlatıyor:

“Devrim bir zorunluluk; şiirsel bir esin, romantik-geçici bir heves değil. Mizaçla ya da yaradılışla ilgisi yok, kahrolası bir zorunluluk.”

Yusuf K.
13 Mayıs 2024

Dipnotlar:
[1] Giorgio Agamben, Çıplaklar, çev. Suna Kılıç, Alef Yayınevi, İstanbul, 2017, s. 19-21.

[2] G. Cohen’den aktaran: Cesar Rendueles, Sosyofobi, çev. Alev Türker Ok, İletişim Yayınları, 2024.

0 Yorum: