“Yalancıların maskelerini kaldırın, körlerin gözlerini
açın!”
[Vladimir Lenin]
Bütün modern çağ boyunca, rasyonel/idealist felsefi anlayışta tasarlanan demokrasi ülküsü, aynı ülküyle tasarımlanan toplum, rasyonel ilkeyle öngörülen istikamette maalesef ilerlemedi.
Aklın yüksek ve sorgulanamaz otoritesince
dayatılan demokrasi, geçen zaman boyunca, günün ağarması ve gerçeklerin gün
yüzüne çıkmasıyla suretini gösterdi. Bu büyük yalan, Marks’ın da öngördüğü
üzere, gücün hâkimiyetinden başka bir şey değildi.
Marks
yine haklı çıkacaktı. Toplum yine ikiye bölünmüştü, demokrasinin vaad ettiği
cennet bahçesinde. Beslenecek ve özenle çoğaltılacak faydalı bitkiler; yok
edilecek olmazsa da kökünden sökülecek yabani otlar. Sistemin hukuku ve
yasaları demokratik gerekçelerle ve gerekleriyle bu yabanıl otları biçecekti.
Yarım
kalmış uygarlık; tökezleyerek ilerleyen liberalleşme ve toplumun zihnini
yıkayan dini/ulusçu sosyal teorilerle desteklene dursun, kalkınma odaklı
ekonomik sistemin sonucunda yaşanan ekonomik krizler ve gerek uzak gerek yakın
tarihte yaşanan tüm insanî dramlar, aslında hiçbir zaman olmayan “Demokrasi”
yalanının maskesini düşürüyor.
Sistemin
demokrasi yalanı BM, AİHM, NATO, AB ve adını sayamadığımız onlarca kurum ve
kuruluşun iyi niyetini ve kabiliyetini sorgulamaya mecbur kılıyor. Demokraside
hedeflenen ana strateji, Filistin katliamları ile çökmüştür. Batı ve Avrupa
halkları ve İsrail dahi demokrasinin yalan uykusundan uyanırken, Doğu
halklarının ölüm sessizliği sistemin en büyük çarkının bu coğrafya olduğunu
ispatlıyor. Çünkü çarklar Demokrasi yalanı ile özenle yağlanıyor, kitle buna
inandırılıyor.
Bilindiği
üzere siyasi partiler, sendikalar, cemaatler ve en büyük payla medya, toplumsal
eylemlilik düzeyinde kitlelere kendilerini dayatan lokomotif güçlerdir. Bugün
Filistin davası konusunda adını andığımız tüm unsurlar sessizdir. Bu sessizlik
(dostlar alışverişte görsün riyakarlığını saymazsak) emperyalizmin Doğu
halkları üzerindeki hegemonyasını açıklar.
Bugün
Doğu ve İslam ülkelerinin Gazze’ye gönderdiği yardım gemilerinde tek bir ülke
bayrağı yoktur. Açmazlar. Açamazlar. Lübnan'ın first lady’si, Siyonist çeteyi
haklı çıkarmak adına, “Rehine analar için ağlıyorum” diyerek batı medyasına
mektup yazıyor.
İsrail
en büyük desteği Doğu coğrafyasında görüyor. Bugün sömürünün süper gücü ABD,
İsrail’in küresel politikaları uğruna, menfaatlerini daima düşündüğü kendi
halkını da sistemin kölesi yapmıştır. İsrail’in katliamlarına ses çıkarmak,
hukukî haklarıyla itiraz etmek yasalarca suç sayılmıştır.
Burada
açık olarak görülen gerçek uluslararası sistem, gerek hukukî gerek devletlerce
oluşturulan kanunları eskiden olduğu gibi gizli değil, açık ederek yönetiyor.
Bunu artık gizlemiyor. Devletler, partiler, ulus/uluslararası merkezli tüm kurum/kuruluşlar
sisteme itirazsız ve açık açık biat ediyor. Bu, Filistin katliamına kadar açık edilen
bir durum değildi. Filistin ve İsrail/ABD savaşı bu gerçeğin itirafı oldu.
Maskeyi kendi elleriyle indirdiler. “Buna artık alışın” diyerek bütün dünyaya,
bütün insanlığa meydan okumaktalar. ABD, Batı, Avrupa ve hatta İsrail halkınca
gerçekleştirilen protestolar geri adım attırmadığı gibi, düzenledikleri “demokrasi
gereği!” yasalarca cevap veriliyor.
Bugün
güya İsrail’i kınayan ülkemizde yaşanan durum birebir aynıdır. Almanya cumhurbaşkanının
Türkiye çıkarmasında, Steinmeier’in yanında AKP, CHP, MHP, DEM Parti
temsilcileri ve seçkin(!) iş insanlarımız kuyruğa girip döner yerken, Almanya’yı
protesto eden sivil halka ters kelepçe takılıyordu.
Kapitalizm
için ne insanî kurum/kuruluşlar, ne devletler, ne de devletlerin siyasi
partileri vardır. Postmodern toplumda tüm partiler ve onların arka bahçesi
sendikalar “demonte” yapıdadır. Cıvata hepsine uyar! Tümü sistemle uyum içindedir.
İsim değişikliği ile akışkan bir yapıyla yer değiştirirler sadece. Hiçbiri,
uluslararası kapitalizme ses edemez. Çünkü toplum mühendisliği, bireysel/
örgütsel itirazlar tarih boyunca maliyetli ve kanlı olmuştur.
Çözümü
kurtarıcı saydıklarımızdan beklemek artık boştur. Yıkımı azaltmanın,
insanlığının kanını artık durdurmanın tek yolu, toplumun üzerindeki ağırlığı
sorumlulukla yaymaktır. Birleşmek, direnmek ve sömürüyü yıkmak. Bu da ancak ve
ancak tüm ezilen ve sömürülen halkların, işçinin ve emekçinin birliği ile
mümkündür.
Sovyetler
örneği, bize bu cennetin kapısını araladı. Aynı Sovyetler bize yapılan
yanlışlarla birlikte bu kapının nasıl sonuna kadar kapanmamak üzere açılacağını
da gösterdi.
Bugün
her zamankinden daha çok Marks’a ve öğretilerine sarılma günüdür. Tarih, bize
en doğru seçeneğin peşinden umutla, yılmadan gitmemizi söylüyor.
Tüm
(gerçek) sosyalistlere büyük iş düşüyor. Umudu önce içeriye, sonra dışarıya
yaymak en büyük insanî görevimiz.
*
Adalet ve eşitlik davasını kendi haline bırakmayacağız!
*
Zengin dünyanın kanımızla ve terimizle beslediği, keyfini çıkardığı tüm
ayrıcalıklara son vereceğiz!
*
Kapının ardında kurdukları cümbüşlü ziyafet sofralarını, öteki dünyanın
devrimcileri and olsun ki yıkacaktır!
İdil Mevsim
8 Mayıs 2024
0 Yorum:
Yorum Gönder