08 Mayıs 2024

,

Demokrasinin Çöküşü

Yalancıların maskelerini kaldırın, körlerin gözlerini açın!
[Vladimir Lenin]

 

Bütün modern çağ boyunca, rasyonel/idealist felsefi anlayışta tasarlanan demokrasi ülküsü, aynı ülküyle tasarımlanan toplum, rasyonel ilkeyle öngörülen istikamette maalesef ilerlemedi. 

Aklın yüksek ve sorgulanamaz otoritesince dayatılan demokrasi, geçen zaman boyunca, günün ağarması ve gerçeklerin gün yüzüne çıkmasıyla suretini gösterdi. Bu büyük yalan, Marks’ın da öngördüğü üzere, gücün hâkimiyetinden başka bir şey değildi.

Marks yine haklı çıkacaktı. Toplum yine ikiye bölünmüştü, demokrasinin vaad ettiği cennet bahçesinde. Beslenecek ve özenle çoğaltılacak faydalı bitkiler; yok edilecek olmazsa da kökünden sökülecek yabani otlar. Sistemin hukuku ve yasaları demokratik gerekçelerle ve gerekleriyle bu yabanıl otları biçecekti.

Yarım kalmış uygarlık; tökezleyerek ilerleyen liberalleşme ve toplumun zihnini yıkayan dini/ulusçu sosyal teorilerle desteklene dursun, kalkınma odaklı ekonomik sistemin sonucunda yaşanan ekonomik krizler ve gerek uzak gerek yakın tarihte yaşanan tüm insanî dramlar, aslında hiçbir zaman olmayan “Demokrasi” yalanının maskesini düşürüyor.

Sistemin demokrasi yalanı BM, AİHM, NATO, AB ve adını sayamadığımız onlarca kurum ve kuruluşun iyi niyetini ve kabiliyetini sorgulamaya mecbur kılıyor. Demokraside hedeflenen ana strateji, Filistin katliamları ile çökmüştür. Batı ve Avrupa halkları ve İsrail dahi demokrasinin yalan uykusundan uyanırken, Doğu halklarının ölüm sessizliği sistemin en büyük çarkının bu coğrafya olduğunu ispatlıyor. Çünkü çarklar Demokrasi yalanı ile özenle yağlanıyor, kitle buna inandırılıyor.

Bilindiği üzere siyasi partiler, sendikalar, cemaatler ve en büyük payla medya, toplumsal eylemlilik düzeyinde kitlelere kendilerini dayatan lokomotif güçlerdir. Bugün Filistin davası konusunda adını andığımız tüm unsurlar sessizdir. Bu sessizlik (dostlar alışverişte görsün riyakarlığını saymazsak) emperyalizmin Doğu halkları üzerindeki hegemonyasını açıklar.

Bugün Doğu ve İslam ülkelerinin Gazze’ye gönderdiği yardım gemilerinde tek bir ülke bayrağı yoktur. Açmazlar. Açamazlar. Lübnan'ın first lady’si, Siyonist çeteyi haklı çıkarmak adına, “Rehine analar için ağlıyorum” diyerek batı medyasına mektup yazıyor.

İsrail en büyük desteği Doğu coğrafyasında görüyor. Bugün sömürünün süper gücü ABD, İsrail’in küresel politikaları uğruna, menfaatlerini daima düşündüğü kendi halkını da sistemin kölesi yapmıştır. İsrail’in katliamlarına ses çıkarmak, hukukî haklarıyla itiraz etmek yasalarca suç sayılmıştır.

Burada açık olarak görülen gerçek uluslararası sistem, gerek hukukî gerek devletlerce oluşturulan kanunları eskiden olduğu gibi gizli değil, açık ederek yönetiyor. Bunu artık gizlemiyor. Devletler, partiler, ulus/uluslararası merkezli tüm kurum/kuruluşlar sisteme itirazsız ve açık açık biat ediyor. Bu, Filistin katliamına kadar açık edilen bir durum değildi. Filistin ve İsrail/ABD savaşı bu gerçeğin itirafı oldu. Maskeyi kendi elleriyle indirdiler. “Buna artık alışın” diyerek bütün dünyaya, bütün insanlığa meydan okumaktalar. ABD, Batı, Avrupa ve hatta İsrail halkınca gerçekleştirilen protestolar geri adım attırmadığı gibi, düzenledikleri “demokrasi gereği!” yasalarca cevap veriliyor.


Bugün güya İsrail’i kınayan ülkemizde yaşanan durum birebir aynıdır. Almanya cumhurbaşkanının Türkiye çıkarmasında, Steinmeier’in yanında AKP, CHP, MHP, DEM Parti temsilcileri ve seçkin(!) iş insanlarımız kuyruğa girip döner yerken, Almanya’yı protesto eden sivil halka ters kelepçe takılıyordu.

Kapitalizm için ne insanî kurum/kuruluşlar, ne devletler, ne de devletlerin siyasi partileri vardır. Postmodern toplumda tüm partiler ve onların arka bahçesi sendikalar “demonte” yapıdadır. Cıvata hepsine uyar! Tümü sistemle uyum içindedir. İsim değişikliği ile akışkan bir yapıyla yer değiştirirler sadece. Hiçbiri, uluslararası kapitalizme ses edemez. Çünkü toplum mühendisliği, bireysel/ örgütsel itirazlar tarih boyunca maliyetli ve kanlı olmuştur.

Çözümü kurtarıcı saydıklarımızdan beklemek artık boştur. Yıkımı azaltmanın, insanlığının kanını artık durdurmanın tek yolu, toplumun üzerindeki ağırlığı sorumlulukla yaymaktır. Birleşmek, direnmek ve sömürüyü yıkmak. Bu da ancak ve ancak tüm ezilen ve sömürülen halkların, işçinin ve emekçinin birliği ile mümkündür.

Sovyetler örneği, bize bu cennetin kapısını araladı. Aynı Sovyetler bize yapılan yanlışlarla birlikte bu kapının nasıl sonuna kadar kapanmamak üzere açılacağını da gösterdi.

Bugün her zamankinden daha çok Marks’a ve öğretilerine sarılma günüdür. Tarih, bize en doğru seçeneğin peşinden umutla, yılmadan gitmemizi söylüyor.

Tüm (gerçek) sosyalistlere büyük iş düşüyor. Umudu önce içeriye, sonra dışarıya yaymak en büyük insanî görevimiz.

* Adalet ve eşitlik davasını kendi haline bırakmayacağız!

* Zengin dünyanın kanımızla ve terimizle beslediği, keyfini çıkardığı tüm ayrıcalıklara son vereceğiz!

* Kapının ardında kurdukları cümbüşlü ziyafet sofralarını, öteki dünyanın devrimcileri and olsun ki yıkacaktır!

İdil Mevsim
8 Mayıs 2024

0 Yorum: